Sayfalar

30 Aralık 2013 Pazartesi

Bu da mı tesadüf?.. N'oluyo?..

Aşağıda paylaşacağım örneğin benzerleri, son bir yılda o kadar çok başıma geliyor ki... Hatta Ateyizler bunları da açıklasın başlığı altında birkaçını paylaşmıştım, geçtiğimiz aylarda.

Ama bu, "en" bir örnek oldu, bilemedin ilk üçtedir ama galiba "en" yahu:

Çevremdeki -neredeyse- bütün kadınların okumuş ya da okumak üzere olduğu Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okuyorum birkaç gündür.

Bugün bir bölüm, acayip Esra'yı çağrıştırdı ve ona aynen şu mesajı attım:
 Kurtlarla koşan kadınlar sayfa 215'deki "yanlış zigot"ta accık seni gördüm gibi oldu (:
Ve Esra'dan gelen cevap (karakteri karakterine):
Yaaaaaaaa....Ayyy.. ama nasıl oluyor ki simdi kütüphanedeyim Masada Kurtlarla kosan Kadınlar. Biraz önce çirkin ördek sayfalarını ve Yanlış Zigot Sendromunu okudum. Kapadım. Bilgisayara bakıyodum öylece.. Çaat pat mesajj
Yani artık genelde şaşırmıyorum da bu kadarı da... N'oluyo lan?!?!?!

Haa bir de daha bugün öğlen telefonlaşmıştık ve "başka bir şekilde" iletiştiğimize, konuşmamıza gerek olmadığına kanaat getirmiştik. Ahan da ispatı... Ama yuhh!

Korksam mı... Zaten evde yalnızım...


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

28 Aralık 2013 Cumartesi

Vicdani reddim

Bugüne kadar niye ve neyi bekledim bilmiyorum ama en azından şimdi, bugün, Roboski'nin yıl dönümünde, blog vasıtasıyla yapmak istedim:

Ben, Emre Ertegün, 2004 Aralık - 2005 Mayıs arasında askerlik yapmış olmakla birlikte, yani belki geç de olsa; herhangi bir insanı herhangi bir nedenle öldürme düşüncesini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğimi, hayatımın geri kalanında kimseden emir alıp-vermeyeceğimi ve militarizmin, iyi olan herhangi bir şeyi herhangi bir şekilde getireceğine inanmadığımı ilan ediyor ve vicdani reddimi açıklıyorum.

27 Aralık 2013 Cuma

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü...

Facebook'a yazmış olduğum iletiyi buraya da almak istedim. Epey propagandist oldu ((:
------------------------

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü Gezi rüzgarını, ‪#‎AsrınHukukSkandalı‬ üstüne canlandırmak farz oldu.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü Gezi ruhunu özledim.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü “dayanışma”yı, “bir(lik)” olma halini özledim.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bugünlerde iyice ayyuka çıkan “çekişme”nin, “kavga”nın iki tarafında da değilim, “başka bir yer”deyim ve bunu göstermek istiyorum.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü “yesinler birbirlerini” diyerek çekirdek çitlemenin çözüm olmadığını, kendi göbeğimizi kesmemiz gerektiğini biliyorum.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu ülkede ‪#‎bağımsızyargı‬ yok.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü yarın ikinci yılı dolacak olan ‪#‎RoboskiKatliamının‬, 10 gün sonra da altıncı yılı dolacak olan ‪#‎HrantDinkSuikasti‬‘nin sorumluları hala yargı önüne çıkarılmadılar.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu ülkede ‪#‎işcinayetleri‬ sürüyor.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu ülkede ‪#‎kadınaşiddet‬ artarak devam ediyor.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu maddelerin sonunu getirmek mümkün değil, bu ülkede neredeyse her şey yanlış gidiyor.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim!


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

22 Aralık 2013 Pazar

karbon ayak izim ve gündelik tercihlerim üzerine

Yeşil Gazete de teveccüh etti, burdan... ((:
-------------------------------------
Tercihlerimden söz etmek istiyorum biraz. Hayatta attığımız her adımda mini tercihler yapıyoruz ve bu da bizim dünyamızı şekillendiriyor. Ben son zamanlarda daha da fazla dikkat etmeye başladım her birine. Attığım hiçbir adımı düşünmeksizin, ezberden atmamaya çalışıyorum; alışkanlıklarımın her birini sorguluyorum.

Tüketim konusunda çok uzun zamandan beri zaten fazlaca muhafazakarım. Üst-baş vs.yi çok mecbur kalmadıkça yıllardır almıyorum da yeme-içme konusunda da iyice dikkat kesildim. Şu an bulunduğum evin bahçesinde kilolarca mandalina, portakal varken, çok sevdiğim muzu ancak gerçekten canım isterse alıyorum pazardan. Parası için de değil ama; olabildiğine sadeleşme, basitleşme istek ve ihtiyacımdan başka bir şey değil. Hem dalından meyve toplama şansım varken...

Veya ceviz mesela... Geçen gün pazarda bi' tezgahtan tam alacaktık, neyse ki nerenin cevizleri olduklarını sorduk da Şili'den geldiklerini öğrendik. Yahu Şili'den buraya ceviz mi gelirmiş yahu! Nasıl bir küreselleşmeymiş bu! Ahh şu salınılan karbonlar bir şekilde fiyatlara yansısa... Kursak öyle bir sistem ne de güzel olurdu... Neyse biz de gittik diğer bi' tezgahtan aldık yerli cevizimizi. Tezgaha gelmedik yani!

Bir de içki alma ile ilgili yakın tarihli bir anekdottan bahsedip geçiyorum: Geçenlerde balık almıştık Burcu'yla ve o sırada babamla telefonda konuşmuştuk. Balığı duyunca (hatta bir de çiğ balık yaptım o gün, ayıptır söylemesi) "Rakı?" diye sordu; dedim "Biz de ona karar vermeye çalışıyoruz; artık az parayla geçinmece, malum." Rakı konusunda hassas olan babam "Rakısız olmaz; sen al rakını, ben onun parasını yollarım sana." dedi. Böylece hem rakıyı bedavaya getirecek, hem de babam da ürün sponsoru olarak da olsa benim 'deney'e katılmış olacaktı. Ama yok öyle hemen kabul etmek; önce analiz etmece... İçkinin zaten çok gerekli bir şey olmadığı malumunuz. E bizim kafalar da zaten hep güzel, dış desteğe ne hacet. Epey düşündük ama... Belki 10 dakika sürmüştür yani; ve düşüne sorgulaya almamaya karar verdik.

Diyeceğim o ki, meselem muz tüketmemek de değil (haa ithal muz derseniz, onu komple dışlarım. Ekvador'dan muz mu gelirmiş?..), rakı veya diğer içkilerden içmemek de. Zoraki mahrumiyetlerin çok hayırlı olduğunu da düşünmüyorum zira. Ama işte sorgulayarak tüketmek belki, ilk aşamada. Yani canımız rakı içmeyi çok isteseydi alırdık mesela ama istemedi o kadar. Sırf balıkla rakı içilir ezberinden (ki gerçekten çok güzel içilir, o da ayrı) yola çıkıp da almadık.

Mesela uçağa binmeme hususu ile ilgili olarak daha önce atıp tutmuştum. Aslında orada uçak sadece bir örnekti, yazının büyük kısmını kapsaması bir yana. Arabaya binmek ve bilumum diğer konular için de geçerli olan bir örnek sadece. Yine yol yapma üzerinden gidersek mesela; 3-4 hafta önce babam İzmir'deyken, zaten görmek istediğimiz Karaburun'a götürmeyi önerdi; daha doğrusu Karaburun'un bir köyünde bir yeri ziyaret etmek istiyorduk, işte oraya. Gittik gitmesine de, bunu kabullenirken bile zorlandım biraz. İyice değerlendirmeden "Tamam!" diyemiyorum, ne yapalım... O gün için iyi bir fırsattı; ayrıca oraya toplu taşıma ile gitmemiz zaten mümkün değildi, falan filan ve gittik. Benzer şekilde, otostop çektiğimde, bazen beni daha uygun bir yerde bırakabilmek için -atıyorum- 10 km fazla gitmeyi öneriyorlar da, ben o anki duruma göre, çok acelem yoksa veya o noktaya toplu taşıma ile gidebileceksem mesela, reddedebiliyorum. 10 gidiş-10 dönüş, 20 km'yi sırf keyfim için yaptırmak ve nur topu gibi karboncukların doğaya salınmasını sağlamak istemiyorum çünkü.

Ve yine; şu anda bir süreliğine bulunduğum ev zor ısınıyor örneğin, ama daha iyi bir ısı kaynağı -ve galiba daha az zahmetli ve daha ucuz- olmasına rağmen kömür değil de odun yaktığımızı söylememe gerek bile yoktur sanırım.

***

Örnekleri çeşitlendirebilirim de meramımı anlattım bence. Attığım her adımı sorguluyorum ben ve yok, hiç de zor olmuyor; yük falan da değil. Gerçi olsa ne olur ki, gerek kendi sağlığım ve bütünlüğüm, gerekse gezegeninki açısından bu sorgulamalara mecbur hissediyorum artık kendimi. Ve galiba -ve ne mutlu ki- bu, geri dönüşü olmayan bir yol.

***

Hamiş: Dün bu yazıyı yazdım; bugün Metis Ajanda'yı elime aldım ve 162-163. sayfalarda Jonathan Safran Foer'nin 'Hayvan Yemek' adlı kitabından yapılmış olan alıntı ile karşılaştım: (bu arada kitabı da pek merak ettim; kimde var?)
"Gülünç gelebilir ancak düşünme zahmetinde bulunursak, günden güne yaptığımız seçimlerin dünyayı şekillendirdiğini inkar etmek güçtür. ... Ne yiyeceğine (ve neyi hayatından çıkaracağına) karar vermek, diğer her şeye şekil veren üretim ve tüketimin temel eylemidir."

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

21 Aralık 2013 Cumartesi

... zamanı geldi

Uzun zamandır gündemden bilerek, isteyerek ve memnuniyetle uzak duruyorum; ancak bugünlerde olan biteni (gündemdeki yolsuzluk muhabbetlerinden bahsediyorum tabii) göz ucuyla da olsa takip ediyorum. Ortaya çıkanlar elbette -ve maalesef- ki şaşırtmıyor ama çıkış şekli ve bu efendi-hoca kapışmasının önemli sonuçları olacak gibi. Göz ucu takibimle ve okuduğum 3-5 köşe yazısıyla bunları tahlil etmeye yeltenecek değilim elbet. Sadece şu hissiyatımı paylaşasım geldi -ki bu minvalde hisseden bir sürü kişi olduğunu biliyorum- : Siyasetin ve sistemin gelmiş olduğu durum gerçekten çok büyük bir kepazelik. Oyuncak gibi oynuyorlar kanunlarla, parayla, bizlerle. Oynuyorlar da; olayların büyümesi, bu adamların bir şekilde düşmeleri ve başka herhangi bir 'sistem partisi'nin başa gelmesi söz konusu olursa ne olur ki? Çok da sevinecek bir şey değil; en azından benim için... Zira sorun o parti - bu adam sorunu değil ki; topyekün sistem sorunlu. Doğayı yağmalamayı, bir diğerini sollamak için amansız rekabeti, bu güzelim dünyayı maddi-manevi çirkinleştirmeyi ödüllendiren bir sistemden benim beklentim yok.

Bir süredir aynı minvalde yaza/söyleye-geldiğim üzere, yapmamız gereken: 'yeni'yi kurmak; bu da bambaşka mücadele biçimlerini getiriyor ('mücadele' bile demek istemiyorum ya...): Toplumsal bazda Gezi direnişi/dirilişi gibi toplumsal kalkışmaların ve yeni-yaratıcı sivil itaatsizlik eylemlerinin devamını getirmeli, Gezi sonrası ivme kazanan birbirimizi besleme kanallarını açık tutmalı ve büyütmeli; siyasi tarafla çok fazla hemhal olmanın bence pek anlamı yok ama artık görece daha yoğun ve sıkça tepki göstermeye başlayıp zaman zaman güzel sonuçlar da aldığımız çevre tahribatı mücadelelerini elden bırakmamalı; bireysel olarak da inandıklarımız doğrultusunda 'tutarlı' yaşamlara adım atmalıyız, bana göre.

Artık -mış gibi yaşamayı bırakıp, hayal ettiğimiz dünyayı kendimizden başlayarak kurmanın zamanı geldi.

Doğal ve gerçek gıdayla beslenmenin, insanlarla ve diğer tüm canlılarla, doğayla sağlıklı iletişim kurmanın zamanı... zaten geçemez de, belki biraz ara vermişizdir.

İdeallerimizin -her neyseler- 'hayatın gerçekleri' karşısında ezilmelerinin önüne geçmenin zamanı geldi. Biz neye diyorsak odur 'hayatın gerçeği'. (kesin bilgi)

Çalışanını ve çevreyi tüketen şirketler için çalışmayı bırakmanın, 'daha iyi ev', 'bir üst segment araba', 'Meral Hanım'ın ceketinin aynısı' vs.ye heveslenmeyi bırakmanın zama... (bunu zaten biliyoruz, di mi?)

Sıramız gelince tıpış tıpış askerlik yaparak savaşı beslemenin, birilerini 'düşman' olarak görmenin, gerekirse öldürmenin ve ölmenin son bulmasının zamanı geldi. (Üniversite sonrası 'aradan çıkması' için yapıvermiştim; üzgünüm, pişmanım.)

Ve artık 'korku'nun sonu geldi. Sokağa çıkmanın, istifa etmenin, rest çekmenin, hakkını aramanın, atmamız gereken 'o adımlar' artık her neyse, bir an önce atmanın zamanı geldi.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

12 Aralık 2013 Perşembe

Biliyorsan sorumlusun

Hani birçok konuda “Benim yapmamla mı değişecek?”, “Bi’ tek ben yap(ma)sam ne olur ki?” falan diyorsun ya, bence yanlış yapıyorsun. Sana bunu bir örnek üzerinden anlatayım, yine sen karar ver.

Bir yere gideceksin ve ucuz uçak bileti buldun ama için de rahat etmiyor mesela. 1 saatlik uçak yolculuğu yerine 10 saatlik otobüs yolculuğu yapmayı düşünüyorsun, çünkü uçak yolculuklarının kat be kat daha fazla karbon salınımına yol açtığını biliyorsun.* Ama konfor ve hızlı gitme gibi etkenler ağır basıyor ve alıveriyorsun uçak biletini. Çünkü diyorsun ki “İyi de ben gitmesem de başkası gidecek ve bu sefer her halükarda yapılacak. O zaman niye rahatıma bakmayayım ki?”

Ama öyle değil işte! Neden biliyor musun? Her şeyden önce, her türlü kararı verirken kendi bakış açınla ve değerlerinle vermen gerekliliği var. Yani sonuca göre değil de iç tutarlılığa göre karar vermek lazım. Yani o uçak her halükarda gidecek olabilir ama sen bunun bir parçası olmamayı seçerek, en azından kendi üzerine düşeni yapmış olursun. Bu şekilde davranmak ve kararları öyle almak, iç dengeni sağlamanı ve her şeyden önce kendine karşı tutarlı ve samimi olmanı sağlayacaktır.

Ayrıca neden biliyor musun? Bu tip tutumlar her zaman için bulaşıcıdırlar. Yani senin uçak yerine otobüsü tercih etmen çevrene, eşine-dostuna da yansıyacak ve muhtemelen zamanla en az birkaç kişi benzer şekilde tutum alacak, bu olmasa bile birçok kişinin aklına soru işaretleri düşürmüş olacaksın. Bu nedenle bu seçimin aslında sadece senin seçimin olmaktan çıkacak, başkalarına da dokunacak ve bu dokunuş sonrası onların değişen tercihleri yine kendilerini ve başkalarını etkilemeye devam edecek. Yani kartopu etkisi yaşanacak.

Bir de neden, biliyor musun? Bu seçimin, bir ihtimal bir uçak seferinin iptaline bile yol açabilir. Nasıl mı? Çok sallama bir örnek kuracağım ama bu örnekteki mantığın çok mantıklı olduğunu göreceksin. Yani oranlar sallama ama mantık, mantıklı. Özhava Havayolları’nın A şehrinden B şehrine günde 3 tane seferi olduğunu ve bu seferlerin devamı için en az %60 dolu olmaları gerektiğini varsayalım; ortalama %60’ın altına düştüğü anda günlük seferlerden birini iptal ediyor olsunlar. (%60 oranı sallama ama belli bir orandan sonra ediyorlar illaki.) Firma yetkilileri uçak doluluk oranlarına göre, haftada bir sefer sayılarını gözden geçiriyor olsunlar. Eğer o haftaki doluluk oranı kritik oranlarda ise ve senin bilet aldığın alternatifte, tam da %60 doluluğu ucu ucuna sağlanıyorsa, almadığın takdirde de %59,4’e düşüyorsa mesela, bir anda her gün yapılan bir uçak seferinin artık yapılmadığı bir duruma gelmiş oluyoruz. Ne güzel, hımm?

Bu örneği bu konuları dert ettiğini varsayarak verdim bu arada ve hayatımızda karar verebileceğimiz hemen her şeye uygulanabilir bir mantık olduğunu düşünüyorum. Yani aldığımız her kararın, attığımız her adımın, mümkün mertebe düşlediğimiz dünya ile tutarlı olması her şeyden önce kişinin kendisi için önemli; bununla birlikte bu kararların ve adımların her biri bizimle sınırlı kalmayıp diğer insanları da etkileme gücündeler. Ayrıca %60 örneği gibi bir durum tesadüf ederse, o kararın doğrudan ve hızlı bir etkisi bile olabilir duruma. Ama doğrudan olmasa da dolaylı etkileri yayılarak ilerleyecektir. İşte bu nedenle, yazının ilk satırında yansıttığım gibi yaklaşma, olmaz mı?

Ha bu arada, çevre ve dünyamız konusunda hassas bir insan olmakla birlikte yakın zamana kadar uçak yolculuğunun yol açtığı karbon salınımının üstünde çok durmuyordum; bir şekilde göz ardı ediyordum galiba. Ama biraz araştırıp bu yolculukların yıkıcı etkisini fark ettim ve artık iki kere düşüneceğim. Mesela 1 ay önce İstanbul’dan İzmir’e gelirken otobüsle aynı fiyata uçak bileti de vardı ama almadım.

Bu, bir daha asla uçağa binmeyeceğim anlamına geliyor mu, şu an itibariyle bilmiyorum. Yani bir gün Batman’a yolum düşerse -ki düşecek-, belki 30 saat (attım!) yolculuk yapmayı göze alacak mıyım, bilmiyorum. Veya daha uzaklara, yurtdışına falan gidersem mesela… Ama bu konu hep gündemimde kalacak ve -eğer yaparsam- her uçak yolculuğuna karşılık bu zararı telafi edecek bir şey yapacağım mesela belki. Çünkü artık biliyorum ve bu bilgi bana sorumluluk da getiriyor.

Sen de her uçağa binişinde, her naylon poşet tüketişinde, her ucuz işgücü -veya daha da kötüsü çocuk işgücü- kullanılan ürünleri tüketirken iki kere düşün, istiyorum. Mutlaka bir etkisi olacak çünkü. Bunu bil.
 
* Bu ve bunun gibi diğer bilgilerden tamamen bihaber veya bihaber olmasa da hiç umursamayanlar hala çoğunluk, farkındayım. Ama bu yazının muhatabı sensin zaten; sen biliyorsun ve umursuyorsun çünkü.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

3 Aralık 2013 Salı

Destekçilere mektup vol.3

Dün, şimdiye kadar destek vermiş veya verme isteğini paylaşmış dostlara üçüncü mektubumu yolladım. Kasım ayı gelir-gider durumlarını ve hatta harcama kalemlerini paylaştım. Aşağıya, yine olduğu gibi kopyalayacağım. Ama konuyla ilgili en son yazdığımdan beri eklenen destekçileri de araya sıkıştırayım öncelikle: Gülengül Anıl, Gökçe Okullu, Seda Ergazi, Ömer Murat Ünsal, Levent Yıldırım, Namık Türk, Doğa Aktan, Gül Büyükbay ve Melis-Emre Rona da destek olmaya başladılar veya destek olacaklarını söylediler. Böylece toplam destekçi sayısı 35 oldu! ((:

Televizyonunu yeni açan ve neyden bahsettiğimi bilmeyen seyirciler için bir cümleyle özetlemek gerekirse de, kendimce doğru bulduğum hayatı yaşamam, topluluk(lar) oluşturma ve diğer baĞzı güzellikler için rahatça çaba ve zaman sarf edebilmem için ihtiyacım olan parayı, hayatımı ve seçimlerimi desteklemek isteyen dostların destekleriyle -belirsiz- bir süreliğine talep ettim ve olaylar gelişti.

Ama ben yine de sizi şu yazıya davet edeyim ki meramımı daha iyi aktarabileyim.

Ve şimdi de mektup gelsin...
Sevgiler...
---------------------------------------------------

Konu: Emre'den 3. mektup

Ve destekleyenlere 3. mektup gelsin ((:

İşin komik tarafı ne biliyor musunuz? Önce mektup olarak yazıyorum, sonra da olduğu gibi blogda paylaşıyorum bunları. Ama o kadar şeffaflaştığım ve kendimi öylece ortaya serdiğim günler ki, başka türlüsü elimden ve içimden gelmiyor.

En son 1 ay önce yazdığımda İstanbul'da koşturmanın içindeydim; sonrasında 10 Kasım'da İzmir'e geldim ve bu sefer de epey uzun soluklu bir durgunluk ve sakinliğin içine düştüm. 'Düştüm' dediğimden, bundan rahatsız olduğum hissine kapılmayın sakın, zira tam da ihtiyacım olan şeydi. Haziran başında Antalya Flora'dan Gezi direnişi için yola çıktığımdan beri, pek dur-durak bilmemiştim çünkü, ve tam da Kış uykusu zamanı geldi şimdi. Burası benim için büyük bir şans!

'Burası' dediğim de Günhan'ların Güzelbahçe'deki pek datlı evleri. göçebe günler'de bahsetmiştim aslında, merak edenleri oraya yönlendirmiş olayım. Yine dayanamayıp blogda paylaşacağıma göre tekrara düşmek istemiyorum çünkü. ((:

Ama günler çok keyifli geçiyor, tekrar altını çizmek istedim. ((: Sürekli, çeşit çeşit -ve bazen deneysel- yemekler yapıp yiyoruz. Sürekli bir şükür hali mevcut. Yediğimiz içtiğimizde emeği olan herkese sıkça selam ediyoruz. Sizleri de sıkça anıyor ve teşekkür gönderiyoruz... Onun dışında kitap okumaca, düzenli hale getirmeye çalıştığımız meditasyon, çoğunlukla hafta sonları İzmir'deki dostlarla buluşmalar...

--------------------------------------------------

Bir önceki mektupta söz verdiğim üzere harcamalarımla ilgili bilgi vermek istiyorum şimdi. Harcamalarımı takip etme ve bu bilgiyi ulu orta paylaşma nedenim -sanırım daha önce de yazmış olduğum üzere- az parayla gayet de güzel yaşanabildiği konusunda hem kendimi tekrar tekrar ikna etmek, hem de diğerlerinin aklına da soru işaretleri düşmesini sağlamak. Aralık ayında da harcamalarımı takip edeceğim, sonrasına da bakıcaz bakalım.

Kasım ayı boyunca toplamda 560 TL verdiniz bana. Aslında bu 560 TL'ye ek olarak, vermek isteyen ama banka masrafı ödememeniz için 'Dur şimdi, sonra alırım senden.' dediğim birkaç kişi daha var. Bu 560 TL'nin büyük çoğunluğu aylık gönderim yapanlar, 100 TL'den biraz fazla bir kısmı ise, tek seferlik olduğunu bildiğim -ya da öyle olduğunu sandığım- miktar. Tek seferlik olanları ayrı tutup, geri kalan kısımdan artan olursa başka birilerine veya projelere destek olacağımı söylemiştim ama bu ay aradaki farkı (zaten çok fazla da sayılmaz) birileriyle paylaşmak istiyorum. Zumbara'nın kampanyasında eksik kalırsa oraya göndermek istiyorum. Kalmazsa da, önümüzdeki Bahar'da para kullanmadan ve karbon salınımı yapmadan (bisiklet ve kano ile) Avrupa'yı geçmeyi planlayan Rüzgar Yolgezer'le paylaşacağım bu parayı. 

Haa, harcamaları yazmamışım. ((: Kasım ayı boyunca 517,65 TL harcamışım dostlar. İlk 10 günü İstanbul'da olduğum ve sonraki 20 gün İzmir'de hemen hemen tamamen evde takıldığım 20 günde harcamalar böyle vuku buldu. <Bu durumda aradaki 42,35 TL'yi Zumbara'yla veya Rüzgar'la paylaşacağım.> 

Ana kalemlerden de bahsedesim var:

- Kitap-gazete-dergi - 10,50 TL
- Ev dışı yeme-içme + eğlence - 114,25 TL
- Bağış, destek vs. - 55 TL (Bunu açıklama ihtiyacı duydum. Bunun içinde Zumbara'ya + bir STK'ya + bir arkadaşın katıldığı bir atölyeye + benim katıldığım bir atölyede arkadaşlara yapmış olduğum katkı var.)
- Ev içi yeme-içme + diğer ev masrafları - 232,30 TL
- Şehir içi ulaşım - 24 TL
- Şehirler arası ulaşım - 48 TL
- Cep tel. fatura - 27,70 TL
- İlaç - 5,90 TL

İşte Kasım ayı bu şekilde geçti ((: Bu arada hayatımda ilk kez harcamalarımı mercek altına almış oldum. Güzel oldu...

Neyse daha da uzatmadan kapatayım bence...

Herkese çokça sevgiler...
-----------------------------------------














Fotoğraf: Burcu Ertunç


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

23 Kasım 2013 Cumartesi

Giftsion

Daha önce de yazmıştım, ara ara bastıran bi' pansiyon açma hevesim söz konusu. Muhtemelen görünür gelecekte o yönde bir adım atmayacağım ama içimdekileri paylaşmak istedim. Belki birileri bu fikirlerden, hayallerden faydalanır, falan...

Bu arada ismi armağan (gift) ile pansiyon (pension) karışımından oluşturdum, aslında Türkçe bir isim tercihim. Ama şimdilik böyle olsun bakalım... ((;

- Giftsion'un ilk açılışındaki masraflar, kitlesel finansman ve/veya bir iki senelik borçlanma ile, eş-dosttan sağlanacak.
- Giftsion beş-altı odadan -ve belki fazladan birkaç çadır için yeterli bir alandan- daha büyük kapasitede olmayacak. Pansiyona gelen herkesi ismen tanıma, onlara ismiyle hitap etme şansımız olacak.
- Herkesi ismen tanıdığımız Giftsion'da sadece hizmet alma / hizmet verme ilişkisi olmayacak; gelen tanıdık/tanımadık dostlar müşteri değil, arkadaşlarımız olacak.
- Zaten öyle sanıyor ve öngörüyorum ki, Giftsion'un 'konuk'ları büyük oranda dostlarımızdan ve onların dostlarından oluşacak.
- Giftsion'un var oluş nedeni kar etmek değil, ayakta kalmak ve kendini döndürmek, 'biz'im temel ihtiyaçlarımızı karşılamak olacak.
- Giftsion'u, bilfiil tüm aşamalarda çalışan birkaç ortak işletecek; ortak sayısı, tüm işleri kotarmaya yeterli olmadığı takdirde, dışarıdan gelen çalışanlar da 'ortak' gibi bir statüde olacak, tüm kararlarda ve -kazanılıyorsa- karda eşit söz sahibi olacak. Yani kimsenin artı değerine el konulmayacak. Yukarıdaki ve aşağıdaki maddelerde kullanılan 'biz', tüm bu kişileri kapsayacak.
- Giftsion denize yakın olabilir ama bu, olmazsa olmazım değil. Fakat mutlaka doğanın içinde, ormanın içinde/yakınında, doğa yürüyüşleri için uygun bir yerde olacak.

- Giftsion'da az sayıda çeşitli ama çok çok lezzetli yemekler servis edilecek. Kullanılan ürünler mümkün mertebe ekolojik ve yine mümkün olan en yakın çevrede yetişmiş olacak.
- Giftsion'da alan müsaitse kendi yiyeceğimizi de yetiştireceğiz.
- Giftsion'da müşteri değil, konuklar var olduğuna göre, isteyenler yemeğe, isteyenler oda servisi, tamirat veya herhangi bir işe yardım edebilecek.
- Giftsion'daki yapılar doğal malzemelerden üretilmiş olacak.
- Giftsion'da plastik ve diğer petrol türevi ürünler mümkünse hiç, değilse en az oranda kullanılacak.

- Giftsion'da ödeme, armağan ekonomisi ile yapılacak. Ayrılış günü geldiğinde konuklar, içlerinden geçen ve bütçelerine uygun olan parayı ödeyecekler.
- Giftsion'un tüm hesapları, gelir-giderleri web sitesinde/blogunda yayınlanacak.
- Mali olarak sıkışıklık yaşandığı takdirde, gelen-giden konuklar ve belki henüz gelemeyen dostlar bundan haberdar edilecek. Topluluğun desteğiyle bu sıkışıklık kolayca aşılacak.
- Aynı şekilde, Giftsion kendini döndürmenin ve 'biz'im temel ihtiyaçlarımızı ve -belki- dışarıdan beslenmek için yapacağımız olası seyahatlerin masraflarını karşılayıp hala para artıyorsa, bu para da düşlediğimiz dünyayı yaratma çalışmaları yapanlara armağan edilecek veya Giftsion'un daha ilham verici bir yer olması için kullanılacak.

- Giftsion'a gelen herkes, çok etkinlendiği en az bir kitabı getirmesi için teşvik edilecek. Bu kitaplardan oluşan muazzam bir kütüphane kendiliğinden oluşacak.
- Giftsion'da gündüzleri sessiz sakin bir ortam oluşturacağız. Ayrıca -nasıl bir coğrafi alanda olduğuna göre de değişir tabii ama- birlikte yürüyüşler gerçekleştirecek, doğayla iletişime geçeceğiz.
- Giftsion'da akşamları ateşler yakacak, çemberler kuracağız; müzik yapacak; beyaz perdede birlikte filmler izleyeceğiz. Ancak tüm bunları, sessizliğe ihtiyaç duyacak kişileri de gözeterek yapacağız.
- Giftsion'da günün her saati, bizlerin ve gelen konukların becerilerine göre etkinlikler düzenleyeceğiz. Yoga eğitmeni konuklar yoga yaptıracak, permakültür bilenler bu bilgilerini paylaşacak, hikaye anlatıcıları bizlere masallar anlatacaklar, vs. Elbette ki istedikleri takdirde...

- Giftsion'da çok eğlenecek, çok iyi vakit geçireceğiz yahu!

Daha düşünsem bir şeyler çıkar ama bir an önce paylaşasım var. Zaten yazdıkça heyecanlandım... ((:

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

22 Kasım 2013 Cuma

Ayrılığı 'kut'lamak

Bugün Burcu ve Dilek Teyze ile sohbet ederken konu ‘ayrılık’lara geldi. Sonra bende bir anda bir şimşek çaktı, yani fikrim geldi. Paylaşmak isterim.

Oldum olası düşünürüm aslında, ayrılıklara niye hep olumsuz anlamlar atfettiğimizi. Yani sevdiğimizden ayrıldığımızda buna üzülmemiz elbette ki doğal ama kavramsal olarak da olumsuz hisler tınlıyor içimizde. Yani birilerinin ayrıldığını, boşandığını öğrendiğimizde genellikle otomatik olarak ‘yazık olmuş’luyoruz, ‘tüh’lüyoruz, ‘hey gidi’liyoruz ya, bunadır itirazım.

İlişki başlarken iyi hoş da, miadını doldurmuşsa eğer, bitmesi niye kötü bir şey olsun ki? Gençler birbirlerini sevmişler, hoşça vakit geçirmişler, bir şeyler paylaşmışlar, eyvallah… E şimdi de sona gelmişler, artık birbirlerinden beslenemez, birbirlerini eskisi gibi sevmez olmuşlar. Daha fazla beslenmeleri için, sevgiyi tekrar hissetmeleri için de farklı şeyler denemeleri veya belki bir süre bu işlerden uzak durmaları icap ediyor belki. Çok normal değil mi bu? Hatta çok da ‘kut’lu geliyor bana. Durumu fark etmek ve korkmadan, alışkanlıklarımıza bağlı kalmadan böyle bir adım atmak…

İşte tam da bu ‘kut’u kutlamayı öneriyorum. Ayrılıkları da kutlayalım yani. (1) Evet evet, eğlenceler, partiler düzenlemeyi öneriyorum. Geçen günleri/ayları/yılları onurlandıralım. Ve tam da o ilişkiye has bir ayrılık töreni olsa…

Birleşirken iyi, hoş, kutluyoruz da ayrılırken niye yapmayalım bunu? Dostlar gelse, anılar yâd edilse… Güzel yaşanmışlıkları hatırlasak ve birbirimizi yeni hayatlarına güzel bir şekilde uğurlasak…

Tek tarafın isteğiyle biten ilişkilerde muhtemelen çok mümkün olmayabilir ama iki tarafın isteğiyle vuku bulan ayrılıklarda yapamaz mıyız bunu? Hımm?

Sonradan not: Gerçi artık 'ilişki'nin tanımı ve gidişatı da çok değişti bende ama -belki bi' ara- başka yazının konusu...

(1)   Burcu’nun dediğine göre Japonya veya Çin’de bu tarz bir gelenek varmış, araştıracağım da; ama bunu henüz yapmadım.

(2)   Bu arada elbette ki şatafatlı ve masraflı etkinliklerden bahsetmiyorum. Yoksa evlilik için yapılan buram buram tüketim ve aynılık kokan düğünlerden de pek haz ediyor değilim.


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

Topluluk oluştururken - 1

Doğada, güzel bir toplulukla birlikte yaşamaya ilişkin hayallerim güçleniyor ya, kafamda da bununla ilgili bin bir tilki dolaşıyor. Bunları da ara ara yazmak istiyorum. Konu çok geniş olduğu ve aslında konuyla ilgili temellerim çok da güçlü olmadığı için bütünlüğü sağlamam zor olabilir, ama elimden geldiği kadar işte… Mesela bu yazıda, işin maddi boyutuna bir giriş yapmaya çalıştım.
-------------------
Benim tez canlı kalbim bazen istiyor ki, hemencecik kendine yeten bir topluluk oluverelim, dışarıdan hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bir topluluk olsun. Sonra buna hemen ulaşamayacağımı görmek bazen rahatsız ediyor beni. Çok saçma tabii, hepi topu 1,5 yıldır falan bu düşüncelerle ve hissiyatla dolmaya başlamış biri olarak o kadar hızlı gitmek istemem çok anlamlı değil. Kaldı ki, aşağıda da açıklayacağım üzere bu pek mümkün de değil, aslında tam olarak istediğim şey de...

Kişisel durumumu bir yana bırakırsak... Şu anda birçoklarımızın hayatını şehir, modern teknolojiler ve bunların çevresinde dönen şeyler oluşturuyor; ayrıca seyahati var, bilmemnesi var… Bunlardan tamamen vazgeçip ‘Kendi küçük dünyamı kuracağım ve orada kalacağım.’ diyenler için belki nispeten daha kolay aslında kendine yetebilmek. Ama yine kaçınılmaz olarak başkalarının varlığına ihtiyacım var. Bir kişinin ya da bir çiftin, beslenme için ihtiyaç duyduğu tüm meyve-sebze, hayvan ve hayvansal ürünleri <veganlık veya vejetaryenlik halleri, işin bu kısmını daha da kolaylaştırıyor elbette> üretmesi pek olası görünmüyor bana. Ya da şöyle diyelim, belki teknik olarak mümkün ama en azından şehirlerde büyümüş birçoklarımız için değil. Ayrıca bunun barınma ihtiyacını gidermesi var, kılık kıyafeti var, tamirat vs.si var… Bunlar belki bir şekilde hallolsa bile bence bunlardan da önemlisi; sosyalleşme, paylaşma, kendimizi ifade etme, görülme ihtiyaçlarımızı karşılamak için de, bir topluluk içinde var olma gerekliliğimiz.

Yani sadece temel ihtiyaçlarımızı gidermenin yeterli olacağını düşünüyorsak, bunu yeterince geniş bir toplulukta büyük oranda kotarabileceğimizi düşünüyorum. Ama telefon, bilgisayar, internet kullanmaya, seyahat etmeye devam etmek istediğimiz takdirde, dışarıdan kaynak girişine ve çıkışına da izin vermemiz gerekecek. Ben şimdilik -ve aslında muhtemelen hiçbir zaman da öyle olmayacak- kapanma taraftarı değilim. Bunu yapmak için içsel bir isteğim olmaması bir yana, kuracağımız güzel toplulukların daha fazla kişi tarafından fark edilmesi, görülmesi, örnek alınması; aynı şekilde topluluk üyelerinin de dışarıdan beslenmelerinin, Türkiye’deki ve dünyadaki farklı örneklerden, kişi ve topluluklardan ilhamlanmalarının ve farklı açılımlar getirmelerinin, oluşturulan topluluğun da sürekli gelişmesinin ve yenilenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Özlediğim dünyayı kendi hayatımda kurmak iyi güzel de neden bununla yetineyim ki? Neden dünyayı da değiştirmeye niyetlenmeyeyim? Dolayısıyla dış dünyadan kopuk bir topluluk oluşturmak, en başta yazdığımın aksine aslında benim için cazip değil.

Peki ya işin maddi boyutları… Şöyle diyelim kabaca: Doğada, severek yaşayabileceğimiz bir yerde bir arazimiz varsa (veya topluluktaki kişilerin bir veya birkaçının veya her birinin birikimiyle satın alabiliyorsak) ve bunun üzerine ev ve -varsa- diğer ihtiyaç duyacağımız yapıları inşa edebileceğimiz bir başlangıç paramız varsa (yok yok, çok büyük paralar lazım değil, merak etmeyin; ben de yeni yeni öğrenip şaşırıyorum; mesela aynı zamanda çok sağlıklı, nefes alan ve ısı izolasyonu konusunda da çok verimli olan saman evleri, içiyle dışıyla, mutfağıyla vs.si ile birlikte 20-25 bin TL’ye yapabiliyormuşuz.) başlangıç için çok da beklememize gerek yoktur belki.

Bu arada bütün bunları, birbirini seven, birlikte yaşamaya hevesli bir topluluk olduğumuz varsayımı altında yazıyorum. Asıl işin en çetin kısmı da bu bence, ama bu yazıda bununla ilgili bir şey yazmayacağım. Burada pratik noktalara değinerek bu hayata atılmanın maddi temellerinin, birçoğumuzun sandığı kadar zor olmadığının ve eğer harekete geçmek istiyorsak, bunun için yıllarca beklememizin, hayalleri ertelememizin gerekmediğinin altını çizmek istiyorum sadece.

Neyse efendim, nerede kaldık… Bir yerimiz var ve ev(ler)i de kurduk mu? Şimdi geldik yaşamı idame ettirmeye… Barınmayı ve diğer sabit masrafları -bir şekilde- eldeki avuçtaki kaynakla karşıladıktan sonrası daha kolay aslında. Yani en azından temel ihtiyaçlarımızı karşılamamız… Zira son 1,5 yıldır şehirdeki ve kırsaldaki pratiklerimde görüyorum ki, bir kişinin beslenmesi için günde ortalama 5-6 TL yetiyor da artıyor bile. (Evet, burada sigara, alkol yok; et tüketimi de yok ya da az.) Hadi diğer kişisel masraflar vs. ile birlikte günlük 10 TL’ye -ve dolayısıyla aylık 300 TL’ye- yuvarlayalım. Isınma, internet, belki pazar vs. için yakın yerlere araçla gidip gelmeleri falan da eklediğimizde ayda kişi başı en fazla 500 TL (1) ile gayet de geçinilebileceğini, yani en azından temel ihtiyaçlarımızı rahatça karşılayabileceğimizi görüyoruz. Burada topluluğun büyüklüğü de maliyetleri olumlu anlamda etkileyecek ve düşürecek bu arada. Mesela 2 kişi yerine 8 kişiye yemek yapmak maliyeti çok daha düşürür; aynı şekilde 4 ayrı evin yaşam alanlarını ısıtmalarıyla, 8 kişinin ortak bir yaşam alanını ısıtmaları yakacak maliyetini düşürür; bir sürü internet bağlantısı yerine bir bağlantının herkese yetecek olması, bir sürü bilgisayar yerine birkaç kişiye bir bilgisayar düşmesi vs… Bu örnekleri her türlü kaleme yayabiliriz ve hep aynı sonuca ulaşırız. Daha fazla kişiden oluşan bir toplulukta kişi başı tüketim azalacaktır, burası ekonomik bir gerçek. Yani yukarıda kişi başı aylık 500 TL’den bahsettim ama özellikle topluluk olarak yaşandığı takdirde kişi başı aylık maliyetin 400 ve hatta 300 TL’lere düşeceğini söyleyebilirim. Bütün bunlar tecrübelerimden ve gözlemlerimden ve biraz da tahmin ve öngörülerimden damıttıklarım bu arada. Yani elbette kesinlik içermeyen ve kişiden kişiye, topluluktan topluluğa, istek ve ihtiyaçlara ve konfor arayışına göre değişecek şeyler. Ama ana mantık çok değişmeyecektir.

Farkındaysanız gerçekten yüksek olmayan maliyetler söz konusu ve burada henüz herhangi bir üretim olmadığı varsayımı altında. Yani kişi başı 200 veya 300 TL’lik bir gıda harcamasından bahsettim ama kendi sebzemizi, tavuğumuzu, keçimizi yetiştirmeye başladığımız anda bu maliyet birden bire çok düşecek; belki yarı yarıya, belki daha da çok. Ve bu düşüşün çok kısa sürede gerçekleşeceğini söyleyebilirim. Meyve işleri belki biraz daha uzun vadeli, veya ununu, yağını üretmek de öyle olabilir ama doğanın kendiliğinden cömertçe sunduğu otları toplayarak beslenmek; yazlık-kışlık sebzeni yetiştirmek, toprak da uygunsa ve toplulukta bu işlerden anlayan birileri varsa hemen başlayabileceğimiz ve bir mevsim sonra kendi ürettiklerimizi yemek, ne mutlu ki hızlıca gerçekleşebilecek bir şey.

Bu şekilde, kısa vadede gıda masrafımızın belki yarısını, orta vadede ise büyük bir kısmını karşılayacağımızı düşünüyorum. Bu durumda da, sadece muhtemelen asla üretemeyeceğimiz internet (2), cep telefonu, gerekiyorsa bazı mutfak aletleri (3) vb. gibi şeyleri satın almak için hala dışarıya bağımlılığımız olacaktır. Veya seyahat etmek istedikçe (4) bir miktar paraya… Bunlardan tamamen soyutlanmak istemediğimiz varsayımı altında (yani en azından ben bunu istemiyorum), bunları karşılamak için bir miktar para kazanmamız gerekecektir. İşte bu parayı da, -eğer varsa- üretim fazlası tarımsal ürünleri satarak, belki birkaç oda ya da bu amaçla inşa edilmiş kulübeyi eko-turizm amacıyla ziyaretçilere açarak, tüm alanı çeşitli organizasyonların düzenlenmesi için topluluklara, toplantılara açarak veya gerekiyorsa topluluk üyelerinin dışarıda kısa süreli işlerde çalışmasıyla karşılayabiliriz.

Bu seçeneklerin her biri -ve daha farklı yollar da- aklıma yatıyor. Kişilerin ne istediğine ve vizyonlarına bakar sadece. Ama işin bu boyutunda bir ‘olmazsa olmaz’ım, bir de ‘olursa çok iyi olur’um var. Aslında ikincisi de ‘olmazsa olmaz’ gibi bir noktada artık benim için. 

Birincisi, her ne yapıyorsak bunun topluluğun etik değerlerine uygun olması gerekliliği. Bu yazıda herhangi bir etik değer vs. tanımlamadım gerçi ama mesela herhangi bir petrol şirketinin toplaşmasının burada yapılması ve topluluğun bundan para elde etmesini istemem kendi adıma, hem de asla. Veya bir topluluk üyesinin kazanacağı parayı bir hızlı yemek restoranında çalışarak elde etmesini de istemem. Yani madem ekonomik olarak topluluk dışına bir miktar bağlı kalacağız, bu bağlılığın sadece hayal ettiğimiz dünyayı güçlendirmemize yol açacak bir düzeyde var olmasını istiyorum.

‘Olmazsa olmaz’a çok yakın duran ‘olursa çok iyi olur’uma gelince de, her ne yapıyorsak bunu armağan ekonomisinde yapmayı istiyor olmam. Ürettiğimiz somut/soyut hiçbir ürün, ev sahipliği yaptığımız hiçbir organizasyon veya hiçbir ziyaretçi için önceden belirlenmiş ücretler belirlemek istemiyorum. Ben istiyorum ki bu topluluk(lar)dan her ne çıkıyorsa özgürce çıksın, ne yaratabiliyorsak yaratıverelim, ne üretebiliyorsak üretiverelim, ne sunabiliyorsak sunuverelim; ve bırakalım onları, özgürce salalım ortak kullanıma; sonra da görelim bakalım ne geliyor karşılığında. Benim içim, karşılığını yeterli derecede alma konusunda çok rahat. Bireysel hayatımda fazlaca gözlemlediğim bu durumun genele de yayılacağını hayal etmek çok da naiflik olmasa gerek. Haa, naiflik olsa ne olur; ayrı…

(1) İnanmazsanız bir ay boyunca harcamalarınızı bir yere not edin. Kirayı, dışarıda yemek yemeleri, ihtiyacınız olmadığı halde tükettiklerinizi çıkarın ve temel ihtiyaçlarınız için ne kadar harcama yaptığınızı kendiniz görün. Ve evet, 500 TL şehirde de yetiyor, aslında fazla fazla yetiyor.


(2), (3), (4) – Gerçi henüz geçenlerde kendi internetimizi de ücretsiz olarak üretmenin hiç de zor olmadığını duydum. Ancak detaylara hakim değilim. Bununla birlikte cep telefonu, mutfak aleti veya -ne bileyim- musluk bataryası ihtiyacı duyduğumuzda, bunların her birine paylaşım ekonomisi kapsamında bir yerlerden ulaşabiliyoruz artık. Seyahate gelince de, otostop ne güne duruyor azizim? Hem çok keyifli ve yepyeni insanlarla tanışma fırsatı, hem de bedava!

------------------------------
Günler sonra ekleme: Güzel bir tesadüf, aynı minvalde ama çok daha bilgi ve tecrübeye dayanan bir yazıyı Alakır Nehri paylaştı 2 gün önce. Hem daha fazla bilgiye dayanan, hem de aslında bu işlerin benim yazdığımdan da kolay ve maliyetsiz olduğunu anlatan bir yazı için buraya buyrun.

Topluluk Oluştururken - 2
Topluluk Oluştururken - 3

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

7 Kasım 2013 Perşembe

İlan: Çırak aranıyor

Bu yazı Yeşil Gazete'de de yayınladı! ((:
--------------------------------------------
Artık baskılara daha fazla dayanamıyorum. 'Çırağın olayım.', 'Ben de geleyim.', 'Beni de aldır yanına.', 'En iyisini sen yapıyorsun.', 'Hayat sana güzel!' gibi cümleler kuran, tanı(ma)dık arkadaşlarım. Sizin için bir ilan hazırladım. Mayolu bir boy fotoğrafıyla, özgeçmişiniz ve motivasyon mektubunuzla birlikte başvurularınız bekleniyor. Seçim süreci son derece şeffaf olacak ve tüm detaylar ve -tabii ki- mayolu boy fotoğraflarınız kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Nitelikler
- Tercihen kurumsal hayatın dışına çıkmış ya da çıkmak isteyen veya bu hayata hiç bulaşmamış,
- Her türlü toplumsal ve bireysel ezberi sorgulaya(bile)n,
- Tercihen birkaç dil bilen (özellikle bitkilerle ve hayvanlarla iletişim kurabilmesi tercih nedenidir, ama en azından kuş dili bilsin...)
- Tüm canlıları seven,
- Toplumsal dönüşümün bireysel dönüşümle başlaması gerektiğini düşünen; ama bu dahil bütün fikirleri tekrar tekrar sorgulamaktan, gerektiğinde geri adım atmaktan, yanıldığını kabullenmekten çekinmeyen,
- Kendisinin farkında olan veya en azından farkında olmanın önemini fark etmiş
- Tercihen bir üstteki maddeyi okurken bunu tekerlemeye benzetip gülen,
- Aslında zaten hep gülen, hayatı kutlanası bir deneyim olarak gören,
- Seyahat engeli olmayan,
- Tercihen otostop geçmişi olan veya yapmaya istekli,
- Esnek çalış(ma)ma saatleriyle, çalışmamaya ama elinden geldiğince üretmeye (her ne geliyorsa) istekli,
- Her türlü hiyerarşik yapıya karşı,
- Otoriteden haz etmeyen ve karşılaştığı anda karşı çıkmaktan çekinmeyen,
- Egosunu fark eden ama onun esiri olmayan,
- Tüketimle arası çok iyi olmayan,
- Mülkiyetçi olmayan

takım arkadaşları arıyoruz.

Başvurularınızı, her ne zaman isterseniz yollayıverin. Bana değil tabii ki, yukarı bi'yere, evrene falan... Hemen kabul olunuyor, kontenjan sorunu, şart-şurt yok.

Bilginize...


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

4 Kasım 2013 Pazartesi

Destekçilere mektup vol.2

Dün gece bana destek olan kişilere bir mektup daha gönderdim ve onu da yine burada paylaşmak istiyorum. Orada da yazdığım üzere, konuyla ilgili daha iyi hissetmeye başladım bugünlerde, böyle de devam eder umarım. Bir süredir tüm hayatımı deney tahtasına çevirdiğimi hissediyorum ama bundan ötürü rahatsızlığım yok. Hatta eğleniyorum. ((:

Oldu olacak, şunu da yazayım... Bazı çok yakınlarımdan bu 'şey'le ilgili hiçbir geri dönüş alamadım ve bu biraz üzüyor bazen. -Çok yakınım bile olsalar- insanlardan bir şeyler beklemeyi ve onlara bu beklentilerimi yüklemeyi büyük oranda bıraktım uzun süre önce. Ama yine de böylesi bir girişimde bulununca, hatta bir kısmına e-posta falan da gönderip haberdar olmalarını garanti altına alınca, geri dönüş beklentim oluştu valla. Geri dönüşten kastım, katiyen illaki destek olmaları değil ama tepki vermeleri... Takdir etmeleri, eleştirmeleri, 'Ne yaptın oğlum manyak mısın?' veya 'Helal olsun!' demeleri ve nice değişik tepkiden herhangi birini almak isterdim. Ama hiç tepki almamak tuhaf geliyor.

Bu beklentiyi hissettiğim arkadaşlarımın bir kısmı ile paylaşabildim bu hissiyatımı. Hak verdiler. Kalan kısmı ile de paylaşırım mutlaka, ilk fırsatta...

Öyle yani, şimdi mektuba geçelim...

Dostlar selam,

Bugüne kadar yaptığım çağrıya kulak vererek bana destek olmuş veya olacağını söylemiş kişilere yazıyorum bu mektubu. Birkaç şey paylaşasım var...

Öncelikle geçen mektupta bahsettiğim huzursuzluk hali, performans kaygısı gibi hissiyatları büyük oranda arkamda bıraktığımı paylaşmak isterim. Bu da büyük oranda sizlerin ve diğer bazı arkadaşlarımın desteği, yorumları ve geri bildirimleriyle oldu, teşekkür ederim.

Ekim ayında, destek olacağını söyleyen birçok kişi bir şekilde ulaştırdı desteğini, her geçen gün birileri daha ulaştırıyor. Ay boyunca toplam 675 TL aldım sizlerden. Özellikle bir kişinin verdiği fazlaca cömert destek, toplam tutarın neredeyse yarısını oluşturuyor. Bunu da paylaşmış olayım.

Ha bir de, 'Ben şimdi seni bir süre göremem' deyip Kasım için de veren arkadaşlar... Çok tatlısınız yahu! (Bu arada böyle bir durum olduğunda Kasım için verilen parayı Kasım ayının gelirine yazıyorum, Ekim'e yazmıyorum mesela.)

Ekim ayında harcamalarımı tam olarak takip edemedim ama bu ay itibari ile takibe başlıyorum. 1 Kasım gününe, cüzdanımda bulunan 348,25 TL ile başladım ve ay sonuna kadar gidişat nasıl olacak, çok merak ediyorum. Hatta uygulanması biraz zor da olsa, -hayatımda ilk kez- madde madde yazmaya başladım her harcamamı. Bunu kendim için sürdürebilmeyi çok istiyorum, bakalım. Ama her harcamayı yazmayı unutursam bile toplam miktarı mutlaka takip edeceğim ve ay sonunda gelir-gider durumunu gözden geçireceğim. (Harcamalarımı da başlıklar halinde sizlerle paylaşabilirim, henüz karar vermedim.) Eğer sizlerden aldığım destek harcamalarımı aşıyorsa, artan kısmı ne yapacağıma karar verebileceğim. Benzer hayatlar yaşayan birilerine veya dünyayı değiştirme yolundaki bir projeye falan aktarabilirim mesela. Bu arada içimde bir yan diyor ki "Abi, artarsa artsın, ilerleyen aylarda kullanırsın; hem bu desteklerin süreceği ne malum?". Ama mümkün mertebe o yanı dinlemeyip hayata güvenmeyi seçmek istiyorum. Bunun, zaten çok aza inen 'gelecek kaygımı' iyice ortadan kaldırmak için bir araç olacağını da düşünüyorum. Neyse, ay sonu gelsin de konuşuruz ((:

'Artanı verme' mevzusunda şöyle bir ayrım yapasım da yok değil ama: Mesela biri(leri)nden tek seferlik para aldığımda, sanki bunu ayrı tutmam lazımmış gibi hissediyorum. Bunun ne kadarını tam olarak güvenmeme durumu oluşturuyor, bilmiyorum. Ama esasen başka bir nedeni var ve şu anda bunu kelimelere dökemiyorum ama bir şekilde, düzenli destekleri diğerleriyle de paylaşabileceğimi, tek seferlikleri ise benimle ilgili bir şeyde kullanmam gerektiğini hissediyorum. 

Yalnız şunu bilmenizi isterim ki, zaten genel olarak bu konuda neler hissettiğimle ilgili, kendimi sürekli takip halindeyim. Bu hisleri de, mümkün mertebe tüm açıklığıyla paylaşmaya devam etmek istiyorum. Yukarıda yazdığımı da, daha çok anlamlandırabildiğimde, yazarım mutlaka.

Geçen mektupta, para konusunu gerektiğinde size hatırlatmaktan çekinmeyeceğimi yazdım ama çekinebilirim de, bilmiyorum. O yüzden siz de unutmayın bence; yani vermek istemeye devam ettiğiniz sürece unutmayın en azından; görüşemediğimizde o X lirayı atıverin kenara, falan... ((: Aslında bazen 'bu kadar bile sistematik yaklaşmasam, tam olarak akışa bıraksam' diyorum ama yine de galiba bu kadar analitiklikten de zarar gelmez. Hatta takip etme vs. açısından çok faydalı da oluyor. Ciddi ciddi kocaman bir excel tablom var şu anda, 29 destekçiyle... ((:

Gerçekten değişik bir süreç benim için; iniş-çıkışlar yaşıyorum, fikirlerim değişiyor, gelişiyor. Konuştuğum biri bir şey söylüyor ve bir anda bambaşka bir açıdan da bakmaya çalışıyorum vs. Tam anlamıyla deneysel ilerliyor bu iş ve benim açımdan çok keyifli. Bakalım nereye varacak...

Çok çok sevgiler,
Emre

Not: En erken bu hafta Perşembe (7 Kasım), en geç haftaya Pazartesi (11 Kasım) falan İzmir'e geçeceğim ve bir süre oralarda olacağım. Bilginize...

İşte bunları yazdım gece gece.
Herkese iyi bir hafta ola...


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

29 Ekim 2013 Salı

Destekçilere Mektup vol.1

Tuhaf bir durgunluk yaşıyorum ama adını da tam koyamıyorum. Birkaç gündür biraz 'boş', işe yaramaz falan hissediyorum nedense. Arada uzaklaşıyorum bu hissiyattan, sonra yine peydah oluyor. Bilemedim.

Para desteği çağrısı yaptıktan bir süre sonra oluşmaya başladı bu his. (Gerçi daha önceleri de oluştuğu oluyordu.) Acaba almaya başladığım desteğin altında ezilme gibi bir şey mi hissediyorum? Yaşadığım hayata katkıda bulunmak isteyen kişilerin sayısı bugün itibariyle 28'e ulaştı, ki bu gerçekten muhteşem bir şey. Ancak tam da bu güzel destek ağır mı geliyor acaba? Kendimi sürekli 'performans' sergilemek durumunda gibi hissediyorum zaman zaman. Öyle olmaması gerektiğini hatırlatıyorum kendime ama sonra yine benzer hisler geliyor sanki. Geçenlerde destek olmak isteyenlere yönelik bir mektup yazdım ve gönderdim. Yeni dostlar eklendikçe onlara da ilettim aynısını. Orada da yazdım bu hissiyatımı.

(Tam bu noktada alıntı yapacaktım aslında ama tüm mektubu paylaşasım da var; aşağıya kopyalıyorum.)

Heyyy,

Bu iletiyi, 2 hafta önce başlatmış olduğum dene(me)ye katılan ve katılacağını söyleyen kişilere gönderiyorum. Bu arada deney/deneme falan diyip duruyorum ama ne diyeceğimi bilemediğimden… Çok önemli bir ‘şey’ yaptığımızı düşünüyorum ve sizlere karşı inanılmaz şükran doluyum.

Hem teşekkür etmek ve konuyla ilgili hislerimi paylaşmak için yazıyorum sizlere, hem de ciddi koordinasyon gerektiren bir işe döndüğü için, bu ‘şey’i nasıl yürüteceğimizle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istediğim için…

Teşekkürle başlamak gerekirse, elbette maddi destek için çok teşekkürler ama bunun ötesinde bir şeyler var ortada. Eli ayağı tutmayan biri değilim, eğitimsiz de değilim, birçok işte çalıştım ve istesem kolayca iş bulabilirim. Bütün bunları biliyorsunuz ve buna rağmen buna destek oluyorsunuz; bu gerçekten acayip bir şey. Kendimi çok kıymetli hissettiriyor. Kendimi anlatabildiğimi hissediyorum. Buna ortak olduğunuza göre, ‘başka bir dünya’ya inandığınızı düşünüyorum. Bu konuda benim sorgulamalarıma, kurcalamalarıma, yaptıklarıma ve yazmama-çizmeme destek oluyorsunuz. Bu gerçekten çok güzel! Hatta şimdi yazarken daha da fark ettim bunun güzelliğini. Para verdiğiniz yetmezmiş gibi, hemen hepiniz o kadar çok güzel bir şekilde dile ve yazıya getirdiniz ki desteğinizi; çok içimde hissettim/hissediyorum. Var olun!

Her ne kadar kendimi ‘modern dünya’nın tanımlamalarının dışına çıkarsam da, bambaşka değer yargılarım olsa da, paraya bakışımı farklılaştırmaya çalışsam da, bazı anlar saçma geliveriyor bu yaptığımız şey. ‘Manyak mısın yahu?’ diye soruyorum arada kendime. Hani ne hakla istiyorum ki bunu… Bir de sorumluluk gibi bir hissiyatım oluşmaya başladı (ama o sorumluluğa girmemeye de çalışıyorum, belirteyim.). Şimdi bana bu şekilde para desteği sunan kişiler de oluştuğuna göre, sanki sürekli bir performans sergilemem lazım gibi falan… Yani bir süredir kendiliğinden devam eden; güzel şeyler ortaya çıkarma, bir şeyler yaratma, birilerine ilham olma gibi filizlenmelerin daha da sürekli olması gerekliliği gibi… Bu desteğin hakkını vermek gibi… Ama yok, bu düşünceye girmek istemiyorum; son süreçte her ne yaptıysam kendiliğinden akış halinde çıktı ve böyle devam etmesini istiyorum. Bu hislere girmemeyi başarmam lazım. Zaten öyle düşüneceksem, birçoğunu coşkuyla reddettiğim ‘bugünün dünyası’nın değer yargılarından ne farkı kalır ki… Ama bunları da sizlerle paylaşmasam olmazdı…

Bu arada (biraz yukarıda yazdığımla da ilgili) mutlak bir isteğim var sizlerden. Desteğinizin gönülden olduğunu biliyorum ve tam da bundan dolayı çok rahatça alabiliyorum. Sizden ricam, bunu kendinize yük haline getirmemeniz; ne maddi, ne de manevi… Yani aylık olarak vereceğiniz parayı vermek istemediğiniz anda vermeyin lütfen; ve bununla ilgili bir açıklama yapmak zorunda hissetmeyin. Bu istememenin nedeni maddi temelli olabilir, içinizden gelmiyor olabilir veya her ne olursa… O anda, tereddütsüz kesmenizi rica ediyorum. Veya devam etmek istiyorsunuzdur da, 20 değil 10 vermek istiyorsunuzdur, eyvallah, hiç düşünmeden öyle yapın. Aynı şekilde, diğer yönde bir istek gelirse de durdurmayın kendinizi. İçiniz 20 yetmez, 25 TL yollamanızı söylüyorsa ona da kulak verin bence. Yani uzatmayayım; bu ‘şey’i tamamen gönülden yapalım, her nasıl akıyorsa o şekilde ilerlesin, olmaz mı?

Nasıl yürüteceğimiz, para alma-verme işlerini nasıl yapacağımızla ilgili olarak da… Ki bunu birkaçınız sordunuz bana. Siz aksini söyleyene kadar (sözüm özellikle aylık destek vereceklerini söyleyenlere tabii) her ay belirttiğiniz parayı bana ulaştıracağınızı varsayacağım ve -gerektiğinde- bunu size hatırlatmaktan çekinmemek istiyorum. Harcamalarımı da buna göre ayarlamaya çalışacağım çünkü. Parayla olan ilişkimiz (genelliyorum tabii) çok hastalıklı geliyor bana ve bunları konuşmak da çok zor oluyor çoğunlukla. Ama şimdi baktığımda, ben böyle bir duyuru yapmışım, sizler de destekleyeceğini söylemişsiniz. İstediğiniz an bundan vazgeçmenizi -can-ı gönülden- istediğimi de belirtmişim. Niye hatırlatmayayım ki, değil mi?

Blogdaki yazıda da bahsettiğim üzere, bu alma verme işini de mümkün mertebe yüz yüze yapmak istiyorum. Bunun ‘iyileştirici’ ve ‘şifalı’ bir etkisi olacağını düşünüyorum. Ama uzun süre görüşememe durumlarında, banka veya farklı diğer kanallarla da iletebilirsiniz elbette. Yalnız banka ile yollamanız söz konusu ise, ne olur EFT masrafı vs. ödemek zorunda kalmayın. Bunu bir şekilde halledelim. Ama daha da güzeli yüz yüze… Ne bileyim 2 ay görüşemezsek / görüşemeyeceksek, bana vermek istediğiniz X lirayı atın kenara, 3. ay olduğunda ve görüştüğümüzde 3X verin mesela. Bu şekilde yapmak çok daha anlamlı geliyor. Ama dediğim gibi, diğer şekilde de yapabiliriz elbette.

Bu arada gerçekten muhteşem bir şey! Tam 22 kişi, bu ‘şey’in içinde olacağını söyledi şimdiye kadar ve daha da artacağını düşünüyorum. Blogda zaman zaman son durumu duyuruyorum da zaten. Bu 22 kişinin 18’i, aylık 5 ile 50 TL arasında destek olacağını söyledi; 2’si -şimdilik- tek seferlik desteklerini paylaşacaklarını söylediler, 2’si ise bunun içinde yer alacağını söyledi ama henüz miktar belli değil. Şöyle söyleyeyim, takip edebilmek için bir Excel listesi hazırladım, yoksa kaotik bir hale bürünecek. ((:

Sözel olarak ileten veya iletmediği halde desteğini çok iyi bildiğim insanların sayısı, bundan da fazla bu arada. Çok güzel yahu!

Öyle işte, bunları sizlerle paylaşmak istedim

Çok çok sevgiler,
Emre

Daha da bir şeyler var ama ifade edemiyorum şu anda.

Bu arada yeni dahil olanlar şu şekilde: mahirsu - 10 TL, Beste Bal - 50 TL, Gözde Kırmızı - duruma göre..., Begüm Erenler - 20 TL, Ayşe Gökçe Bor - 10 TL, Aylin Doğan - 50 TL, Esra Debreli Deniz - 20 TL, isim vermeyen iki arkadaş daha (birinin kod adı portakal -  50 TL)... Son desteklerden sonra, ortalama aylık harcamama ulaştım, gibi görünüyor. Çok acayip, çok güzel!

Birkaç gündür destek olanların isimlerini paylaşma konusuyla ilgili de tereddütlü hissediyordum ama dün -aynı zamanda bu kişilerden olan- birkaç arkadaşımla paylaştım bu durumu ve bu isimleri görmenin onlara iyi geldiğini paylaştılar. Orada isimlerin yer alması, hem kim olduklarından bağımsız olarak bir şekilde o kişilerle bağ kurmalarını sağlıyormuş, yani ete kemiğe bürünüyormuş o kişiler, hem de özellikle tanıdıkları birilerinin isimlerini görmek de iyi geliyormuş. Dolayısıyla itirazı olmayan dostların adını paylaşmaya devam edeceğim, en azından şimdilik.

Durumlar böyle. Kafam karışık; inip çıkıyorum. Ama şimdilik devam...

Not: Mektupta bu parayı aylık olarak vereceğini söyleyen kişilere hatırlatacağımı falan da yazdım ama o kadarını ne kadar yapabileceğimi gerçekten hiç bilmiyorum. Neyse, süreç gösterecek...

Not 2: Bu ay biraz kaynadı ama Kasım ayından itibaren ne kadar harcama yaptığımı takip etmeye başlıyorum. Böylece blogda yazmış olduğum gibi, elime harcadığımdan daha çok para geçerse, bunu ne yapacağıma karar vereceğim ve duyuracağım.


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

10 Ekim 2013 Perşembe

kolektif yeni deneyinde gidişat - güncelleme

Daha bugün gidişattan bahsettim ama bugün birçok güzel destek daha eklendi; sıcak sıcak paylaşmak isterim. Bir de yarın İzmir'e yolcuyum, 2 gün kalıp babamların tatiline eklemleneceğim, sonra Dalyan'daki toplantı... Yani bir süre pek giremeyebilirim, güncel durumu ilan etmek istedim.

Bu arada bahsi geçen deneyden haberdar değilseniz okumanızı, veya haberdarsanız ve okuduysanız bile bir kez daha tıklayarak yorum kısımlarını da okumanızı önereceğim. Çok güzel ve -en azından benim için- çok doyurucu bir tartışma dönüyor aşağıda. Atlamayın ve katılın lütfen. Olumlu-olumsuz ne geçiyorsa içinizden...

Ha bir de deneye katılmaktan da çekinmeyin lütfen. Daha çok kişi bunun parçası olsa, güzel olmaz mı?
--------------------------
Ve şimdi de son durum ((:

- Adnan Gençay - 50 TL (100 TL'ye tamamlayacak)
- Argın Kubin 5 TL (en az) - aylık
- Asil Dugan - 10 TL - aylık
- Aysu Erdoğdu - 10 TL - aylık
- Bahar Ege - 5 TL - aylık
- Balaban Cerit - 20 TL - aylık
- Betül Çetin - 20 TL - aylık
- Ceren Can - 10 TL - aylık
- E.A.W - 10 TL-20 TL aralığı - aylık
- Ebru Bingöl - 10 TL - aylık
- İstem D. Akalp - 10 TL (uslu bir şirin olursam artırabilir) - aylık
- Mehmet Gürmen - 50 TL - bir seferlik (ama ilerleyen zamanlarda düzensiz destek devam edebilir)
- Özlem Şirin - 10 TL - (o da Şirinler'e bağladı, duruma göre bakacakmış) - aylık
- Y. - 10 TL - aylık
- Zeko - 50 TL - aylık
- İsmini vermek istemeyen arkadaşım - 50 TL - aylık

Herkese iyi tatiller, bayramlar...


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

Çok ilginç bir telefon görüşmesi

Okunacaklar, yazılacaklar kapıda beklemekte ama gel de bu son gelişmeyi araya sokma...

Aşağıda paylaşılanlar, gerçek bir olayı yansıtmaktadır. Ancak aktarılan kısım, elbette ki Emre'nin aklında kaldığıyla sınırlıdır; yani tamamen gerçeklere bağlı kalınan ama ince detayları azıcık aklımda kaldığıyla sınırlı bir diyalog geliyor.
-------------------------------------
Emre, annesi ve Emir Abi'siyle dışarıda güzel bir yemek yemiş, eve dönüş yolundadır ve telefonu çalar. Bilmediği bir numara...

Emre: Efendim
ST: Alo, merhaba. Emre ile mi görüşüyorum.
E: Evet benim, buyrun?
ST: Sen gerçek misin? Bunu öğrenmek için aradım da...
E: (galiba blog yazı(ları)mı okumuş diye düşünerek) Valla gerçeğim ve ta kendisiyim.
ST: Haa tamam, belli ki gerçeksin.
...Gülüşmeler...
ST: Ya ben ıttırı vıttırı vasıtasıyla senin yazına rastladım bugün ve gerçek bir insan olup olmadığını ve kime para yollayacağımı öğrenmek istedim de... Tam da onunla parasız bir yaşamla ilgili falan konuşuyorduk, sonra senin yazın çıktı karşıma.
E: Aaaa ıttırı vıttırı, şu ıttırı vıttırı mı?
ST: Evet, sen nereden tanıyorsun?
E: Yaa yüz yüze tanışmıyoruz da, facebook üzerinden biliyorum kendisini.
ST: Hımmm süper.
      Peki şimdi nasıl para yollıcaz sana?
E: Yaa bana bi yazarsan, ben seninle bilgileri paylaşırım eve gider gitmez, olur mu?
ST: Tamam. Bu arada Eskişehir'e yolun düşüyor mu?
E: Evet evet, zaten kardeşim orada okuyo. Bi ara illaki düşer.
ST: Tamam, geldiğinde görüşelim mutlaka, olmaz mı? Konuşuruz, ederiz... Böyle telefondan zor.
E: Çok sevinirim! Görüşelim tabii.
ST: Bu arada ben S, bana Sito derler. Şurada hocayım ama şimdi şunun danışmanlığını yapıyorum.
E: Aaaa şu hoca!
ST: Onu nereden tanıyorsun?
E: Hacettepe'de hocamdı benim, bir zamanlar...
ST: E sen kaç yaşındasın ki?
E: 30'un üstü valla, çok küçük sayılmam.
ST: Haaa süper. Tamam... Şimdi yazıyorum sana, hesap numaranı bekliyorum.
E: Tamamdır. Çok çok teşekkürler. Çok memnun oldum.
ST: Görüşmek üzere...
E: Görüşürüz...

Sonra sms gelir, Emre hiç tanımadığı Sito'ya hesap numarasını gönderir, falan...

Yaaa dostlar... Çok iyi, değil mi yaa? Gerçekten aklımı çıldırmak üzereyim. Çok mutluyum! Çok acayip hisler daha doğrusu. Hiçbi' şeyle sınırlayamadığım... Öyle işte... Ohhhhhh!!!

"kolektif yeni" deneyinde gidişat...

İki gün önce başlamış olduğum deneyle ilgili bilgilendirme yapmak istiyorum.

Öncelikle şunu paylaşayım, 8 Ekim Salı günü, hayatımın en duygusal günlerinden biri oldu. Bu yazı ve sonrasında aldığım dönüşler, destekler, 'maddi durumum uygun değil ama kalbim seninle'ler ve neler neler... Yani bu dönüşler hala devam ediyor da o günkü yoğunluk çok başkaydı.

Sonra yazıda olumlu/olumsuz hissiyatınızı, fikirlerinizi paylaşmanız için sizleri teşvik ettim ve iki taraftan da yorumlar geldi; daha da fazlası gelirse ne de güzel olur. Ben de yorum kısmından konuyu tartışmaya devam edeceğim zaten. Orası kesmezse, yeni bir yazıyla/yazılarla da devam ederim. Yazıyla beraber yorumlara da göz atsanıza bi'...

Şimdi destek olan dostları ve destekleri paylaşacağım. Burada paylaşmak için 3-4 kişiyi ikna etmek durumunda kaldım, birini ise ikna edemedim. Cömertliğin, iyiliğin güzel bir şey ve diğerlerine örnek olması, 'bir elin verdiğini diğer el görmesin'in yanlışlığı gibi konularla ilgili daha önce birkaç kere attım tuttum, tekrara girmeyeyim. Ama bunları sorgulayalım bence artık.

Bir de paraya olan yaklaşımımızı, parayı koyduğumuz yeri sorgulayalım lütfen. Ön yargıları yıkalım ve düşünelim, nedir bu 'para' denen şey; ne için var; onsuz olur mu, olmaz mı; biz onu nereye yerleştirdik; peki nereye yerleştirelim... vs vs... Çok uzun konu tabii. Ama 'iyileşmemiz' için ön koşul gibi geliyor bana bu konu. Sonra devam edelim mi buna?

2 günde gelen destekler şu şekilde:

- Adnan Gençay - 50 TL (100 TL'ye tamamlayacak)
- Argın Kubin 5 TL (en az) - aylık
- Asil Dugan - 10 TL - aylık
- Aysu Erdoğdu - 10 TL - aylık
- Bahar Ege - 5 TL - aylık
- Balaban Cerit - 20 TL - aylık
- Betül Çetin - 20 TL - aylık
- Ebru Bingöl - 10 TL - aylık
- İstem D. Akalp - 10 TL (uslu bir şirin olursam artırabilir) - aylık
- Mehmet Gürmen - 50 TL - bir seferlik (ama ilerleyen zamanlarda düzensiz destek devam edebilir)
- İsmini vermek istemeyen arkadaşım - 50 TL - aylık

Bu arada gerçekten çok ilginç bir veri: Yukarıda ismi geçenlerden altısını iki-üç aydır tanıyorum, üçünü son bir yılda veya 14-15 ayda tanıdım, en uzun süredir tanıdıklarım da 2 ya da 3 yıldır hayatımdalar, bir şekilde.

Bunların yanı sıra, destek olacağını söyleyen ama henüz miktarla ilgili geri dönüş yapmamış 2 arkadaşım var; maddi destek sağlayamayacağını ama yanımda olduğunu söyleyen de birçok kişi... Bu kişilerin yazdıklarının, güzel dileklerinin, maddi destek olanların destekleri kadar değerli olduğunu söylememe gerek var mı?

Peki buradaki 5 TL'nin de, 50 TL'nin de benim için aynı değerde olduğunu söylememe gerek var mı?

Bence yoktur ama çaktırmadan söylemiş oldum.

Yazıyı bitirirken, sizleri bu deneye katılmak için cesaretlendirmek istiyorum. 'Sizleri' derken, elbette ki bu deneyi destekleyen, sahiplenen, bu deneyin heyecanlandırdığı kişilere lafım. Okuyunca, düşününce bunun bir parçası olmak istediğinizi hissediyorsanız kendinizi durdurmayın lütfen. Yazıda '1 TL de olabilir' derken abartıyor değildim. Yani maddi durumdan bağımsız düşünün lütfen ve içiniz istiyorsa katılın.

Değişik şeyler çıkacak ortaya, biliyorum...

8 Ekim 2013 Salı

"kolektif yeni"yi kurma yolculuğunda bir deney

Ön not: Başlık konusunda çok debelendim ve en sonunda bir önceki yazıya referans veren bir başlık çıktı ortaya (içime de sinmedi aslında). Hatta bu 'ön not'u yazdığım zaman itibariyle hala netleşmiş değil(d)im.
Bu sancıyı da paylaşmasam olmazdı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Birazdan yazacaklarımı yazma, bu dene(me)yi yapma isteğim bir süredir belli belirsiz var ama 5 Ekim Cumartesi günü öğleden sonra sularında bir anda ve -ilk kez- çok güçlü bir şekilde gündemime girdi. Çok özel bir şey olmadı aslında; sosyal medyada gezinirken, offlayn olduğum günlerde ne olup bittiğini takip ederken bir anda heyecan bastı ve artık zamanının geldiğini hissettim. O gün ve gece bu metni hazırlamaya başladım ve taslak büyük oranda ortaya çıktı; sonrasında -belki de ilk kez- bir anlık heyecanla yazdıklarımı paylaşmak yerine metin üzerinde biraz daha çalışarak derdimi en iyi şekilde anlatabildiğim kıvama getirmek istedim ve şimdi meramımı paylaşıyorum:

Dostlarım, ailem ve beni bu satırlar aracılığıyla tanıyan bir avuç insanın bildiği üzere, bir yılı aşkın süredir çalışmıyorum; Eylül 2012'den beri bir evim de yok. Kira vb. dertlerden kurtulalı çok oldu yani; çok çok az para harcayarak yaşıyorum. Hesap-kitap yapmıyorum ama ayda, taş çatlasın 300-400 TL falan harcıyorum galiba. İstanbul'da çok zaman geçirdiysem 500 TL ya oluyordur, ya olmuyordur; öyle diyim.

Tüketimimi neredeyse tamamen temel ihtiyaçlar seviyesine düşürdüm; zorunda olmadıkça kıyafet falan almayalı zaten yıllar oluyor; yolculuklar çoğunlukla otostopa döndü; hiçbir zaman çok fazla içmişliğim olmasa da alkol kullanımım iyice azaldı; dışarıda yeme-içmeyi büyük oranda bıraktım (eskisi gibi keyif de almıyorum zaten); ihtiyaçlarımın büyük kısmını paylaşım ekonomisi çerçevesinde karşılıyorum, ancak epey didinip başka bir yol bulamazsam bir şeyi 'satın alıyorum'.

Epey de ürettim bir yılı aşkın süredir, geri dönüp bakınca şaşırdığım oluyor. 'Şunu yaptım, bunu yaptım' diye anlatmak kendini beğenmişlik olarak düşünülür, hor görülür ya; çok giresim gelmiyor oralara. (Yine de bu yazının en alt kısmında en çok okunan, paylaşılan; dünyaya katkı yaptığımı hissettiğim girişim ve(ya) fikirlerimi anlattığım birkaç yazıyı paylaşıyorum.) Zaten birazdan yapacak olduğum çağrının muhatapları, beni az çok tanıyan/bilen, -artık her ne yapıyorsam- yaptıklarımın farkında olan ve beni bu yönde teşvik ve takdir edenler...

Ama yine de özet olarak...

Yıllardır mümkün olduğunu iddia ettiğim(iz) 'başka bir dünya'yı yaratmaya çalışıyorum; hem kendi hayatımda uygulayarak, hem de bu uygulamaları görünür kılarak ve yazıp çizdiklerimle sizleri oraya davet ederek...

Çokça ilhamlanarak ve bir o kadar ilham vermeye çalışarak / verdiğimi umarak...

'Paylaşım' kavramını hayatımın tam merkezine yerleştirerek, maddi/manevi neyim varsa ortaya sererek ve her türlü ihtiyacımı dile/yazıya getirerek, almaktan da vermekten de çekinmeyerek...

Çok yeni tanıştığım (ve aslında ta içimde hep bildiğim) 'armağan ekonomisi'ni sonuna kadar hissederek ve hayatıma uygulamaya çalışarak...

Çevremdekilerin ihtiyaçlarına fazlaca hassasiyet göstererek ve elimden gelen en fazla oranda onlara destek olarak... (çokça manevi, azca maddi)

Önümüzdeki dönemde de, aynı bu şekilde yaşamaya devam etmeyi, dokunabileceğim kişilerin yanında olmayı, paylaşım konusu ile ilgili dünyaya daha fazla katkı sağlamayı, çokça okumaya ve yazmaya devam etmeyi, ütopyaların aslında çok da 'ütopik' olmayabileceğini, yaşadığım hayatla ve seçimlerimle göstermeyi planlıyorum (daha doğrusu kendiliğinden öyle gidiyor, planlıyor değilim); ana hatlarda değişiklik yok yani.

Ama bunlara ek ve aslında tamamlayıcı olarak, yaygın mecralarda yazma girişimlerimi başlatıyorum, ne kadar mümkün olacak, göreceğiz; sonra mesela yaptığımız ettiğimiz güzellikleri paylaşabileceğimiz, bizi sürekli gülümsetecek ve umut verecek bir web sitesi fikrim var (fırsat bulup vakit ayırdığımda bundan ayrıca bahsedecek ve ilgilenenlerden destek isteyeceğim), onunla ilgili çalışmak istiyorum; 21 günlük Likya Yolu yürüyüşü sırasında doğada yürüyüş ve kamp olaylarının ne kadar muhteşem, büyülü ve iyileştirici olduğunu daha da iyi fark ettim, buna eğilesim de var ve bazı girişimlerde bulundum bile. Bunlarla sınırlı değil elbet ama tam da bugün yapmak istediklerim bunlar. Ha bir de -galiba- boyumu epey aşacak bir şeyi de düşlemeye başladım bir süredir ama onu daha sonra paylaşsam...

Şu an olduğum yer, üç aşağı beş yukarı budur dostlar.

Bu arada yine yakın çevre biliyor ki, ailemden veya başka bir yerden gelen herhangi bir gelirim yok ama sadece para kazanmak için sevmediğim şeyler yapmayı kesinlikle düşünmüyorum. Elimde olan az bir meblağ ile geçiniyorum ve bu kalan meblağ çok fazla sayılmaz. Ve işte zurnanın zırt dediği yere, başka bir deyişle sadede geldik: Sürdürülebilirliğimi sağlamak için sizlerden destek istiyorum. Yani bir nevi kendi kitle fonlama (crowdfunding) kampanyamı başlatıyorum. Bir seferlik veya periyodik para armağanlarınızı talep ediyorum. Bunun için herhangi bir utanma/sıkılma hissetmiyorum. İstediklerimi(zi) yapmak, hayallerim(iz) ve 'başka bir dünya' için çalışmaya ve -hayattaki öğretmenlerimden biri olarak gördüğüm Selahattin'in deyişiyle- 'dünyaya hizmet etmeye' devam etmek istiyorum; bunları yaparken de zaten çok aza indirdiğim harcamalarımı düşünmek, bunlar için endişelenmek zorunda kalmamak istiyorum. Bu konuda bana destek olmak isterseniz* çok mutlu olurum.

Birkaç prensibimsi şey geçiyor içimden; yazıya dökmeye çalışayım:

- Mümkün olduğunca çok kişiden, mümkün olduğunca az tutar edinmek istiyorum. Böylece destek olmak isteyenlere en az yük binecek, ayrıca böyle bir deneyin daha fazla kişi tarafından desteklendiğini görmek ve göstermek hepimize iyi gelecek.

- Tercihen az ama periyodik destekleriniz için sizi teşvik etmek istiyorum. Bir seferde 100 TL vermektense ayda 10 veya 20 TL (ve hatta 5 veya 1 TL) vermeniz sürdürülebilirlik açısından daha faydalı olacaktır.

- Bunu yaparken banka hesabı kullanmamız gerekirse EFT'yi, havaleyi ücretsiz yapmanızı çok ama çok isterim. Bunu yaparken bankalara para kazandırmak istemiyorum. Bunları ayarlayalım bi' şekilde. Bu arada bu işi kolaylaştırmak için paypal hesabı da açabilirim ama henüz yeterince araştırmadım. Ama en çok istediğim ne biliyor musunuz? Banka falan da kullanmadan bu işi yüz yüze gerçekleştirmek. Teşekkürümü yüzünüze yüzünüze söylemek... Mümkün mertebe öyle yapalım bence, hımm?

- Cömertlik, iyilik gibi şeyler bulaşıcıdırlar. Destek olmak isteyenlerin bir itirazı olmadığı sürece, isimlerini ve desteklerini yine bu blogda paylaşacağım.

- Eğer destek olarak toplayacağım para (yani kem küm, toplayabilirsem) veya -ola ki- bir şekilde bir yerlerden kazandığım para, o ayki ihtiyacımı aşıyorsa bunu yine buradan bildireceğim. Bu durumda yapabileceğimiz şeyler çeşitli ve destek olanlarla birlikte karar veresim var: Fazla parayı iade edebilirim, sonraki aylarda kullanmak üzere tutabilirim, güzel toplumsal projeleri veya benim gibi yaşayan kişilerden ihtiyacı olanları destekleyebiliriz vs. Ama bunu destekçilerle kararlaştırmak isterim.

- Bu deneyin son kullanma tarihi yok bu arada; gittiği yere kadar (yani desteklemek isteyen birileri var olduğu müddetçe) veya ben bir şekilde yanlışlıkla para kazanmaya başlayana kadar veya -olur da- paranın hayatım(ız)da gerçekten hiçbir yeri kalmadığı bir an gelirse, işte o an'a kadar sürebilir. Herhangi bir zamanda bitirebilirim(z) de. Bunu hesaplamak mümkün değil; hemen her şeyi olduğu gibi, bu konuyu da akış hazretlerine bırakıyorum.

Bu arada öyle sanıyorum ki, bu yaptığım bazılarınıza çok tuhaf, saçma gelebilir ve hatta bunu bir nevi dilenciliğe benzetenler de olacaktır. Bu şekilde hissedenlerden tek ricam, bu hislerini -mümkünse- bu yazının altındaki yorumlarda, veya öyle tercih etmiyorlarsa da doğrudan benimle paylaşsınlar. Çok yakın bir arkadaşım da, uzaktan bir tanıdık veya hiç tanımadık biri de olsanız, bu satırların sizlerde uyandırdığı yankıyı bilmeyi çok isterim. Ve bu yankı neye benziyor olursa olsun üzülmeyeceğimden, kırılmayacağımdan, bozulmayacağımdan şüpheniz olmasın. Asıl -mesela- bütün bunların bir 'saçmalık' olduğunu düşünüyorsanız ve benimle paylaşmıyorsanız bu üzücü olur, olsa olsa. Elbette olumlu düşünce ve hissiyatınızı da paylaşmanızı ve desteğinizi görmeyi çok isterim; çok da motive edici olacaktır. Yani aslında içinizden her ne geçiyorsa paylaşırsanız, nasıl da hoşuma gider...Öncelikle burada paylaşmanızı isteme nedenim de, bu dene(me)yle ilgili fikirleri, övgü ve eleştirileri herkesin görmesini istemem.

Öyle işte. Durum bu! Bakalım neler olacak...

Ben pek heyecanlıyım, sizi bilmem...

* Destek olmak isteyenler bana bir şekilde ulaşır, değil mi? emreertegun@gmail.com , 0 533 302 5525

---------------------------------------------------------------------------------------------------------
- Dünyanın gelmiş olduğu hale ilişkin bir yazı için: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2012/09/medeniyet-derken.html
- Belki de yaptığım en orjinal şey; negatif faizli borç verdim ya ben ((: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/02/borc-vermek-istiyorum.html
- Dayanışan topluluklar oluşturmak için bir fikir için: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/02/topluluk-sigortas-kumbaras.html
- 'yeni'ye dair bir yazı için: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/03/bambaska-bir-dunyann-kaps-aralanrken.html
- Bireysel armağan çemberi uygulaması denemesi için: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/03/kitlesel-hediye-cemberi-uygulamas.html
- Çok bilmediğim ama çok önemsediğim temiz su ve ekolojik gıda gibi konularda atıp tutmalarım için: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/07/temiz-su-ekolojik-gda.html
- 'Ne yapmalıyız?'a cevap vermeye çalıştım: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/08/peki-ne-yapmalyz-konusu.html
- Yine mevcut duruma kızarken... http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/02/kolektif-geri-zekallk.html
- İçimden taşan keyfi anlatmaya çalıştım: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/10/insan-keyiften-olur-mu.html
- 'yeni'ye dair, beni de çok heyecanlandıran bir yazı; sanki ben yazmadım da bir şey bana yazdırdı: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/10/hadi-yeniyi-kuralm.html

- göçebe yaşamaya başladığım ilk günün sonundan: http://gocebegunler.blogspot.com/2012/09/gocebe-gunlukleri-gun-1.html
- göçebeliğin dördüncü gününde ne yaptığımı sorgularken: http://gocebegunler.blogspot.com/2012/09/gocebelik-de-nereden-ckt.html
- 'topluluk'lara olan güvenimin tavan yapmasına dair: http://gocebegunler.blogspot.com/2013/04/cok-iyi-hissetmece.html
- 'göçebe günler'in sonuna mı geldim acaba' derken: http://gocebegunler.blogspot.com/2013/05/gocebe-gunlerin-sonu-mu-ki.html (not: yok, gelmemişim meğer)
- göçebe hayatın yıl dönümünde yazdığım, benim için önemli bir 'durum değerlendirmesi': http://gocebegunler.blogspot.com/2013/08/gocebenin-bir-yl.html
- ve devamı... http://gocebegunler.blogspot.com/2013/08/dun-ve-bugunden-kalanlar-ve-yarn.html

- Yürüyüş yaptığım Likya Yolu'nda çokça not aldım ve sonraki yürüyüşçüler için bunları bir blogda toparladım, hatta bu bloga da bir 'armağan ekonomisi' misyonu yükledim: http://likyayoludestek.blogspot.com/


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

7 Ekim 2013 Pazartesi

hadi "yeni"yi kuralım!

Aslında olay benim için hiç olmadığı kadar net. -Birbiriyle çok tutarlı olup birbirini tamamlayan, belki biraz da tekrar eden- iki önemli cümle var hayatımda. Bir tanesi Gandhi'den, duymayanınız çok azdır: "Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi olun." diyor; bir diğeri de Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler'inden bir pasaj: "Devrimi satın alamazsınız. Devrim yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak..." İşte bu kısacık cümleler aslında benim durduğum yeri çok iyi anlatıyorlar ve ne kadar kelam etsem bundan iyi anlatamam. İçime fena halde yerleşmiş bir çeşit rehber niteliğindeler zaten ve kelimelerden ziyade hayatımla bunların geçerliliğini ortaya koymaya çalışıyorum.

Yine de biraz daha kelime, cümle...

Abi gerçekten de mutsuz ve keyifsiz olmak için o kadar çok sebep var ve bunlar o kadar kuvvetli sebepler ki... Hayatına girmelerine izin verdiğin müddetçe engel olmak hiç kolay değil; hatta imkansıza çeyrek var, diyeyim ben.

Çok fazla savaş, ölüm, haksızlık, şu-bu var dünyada. Ve bunlarla mücadele etmek çok zor. Dahası, bunlardan kurtulmak için yapmamız gereken şey bu mu, artık hiç emin değilim. Mücadele ettikçe mücadele ettiğimizi güçlendirmiyor muyuz acaba? "Savaşa hayır!" dedikçe önce savaşın varlığını kabulleniyor ve sonra ona karşı çıkıyoruz sanki, hımm? "Mücadeleye devam!" diye haykırdıkça da mücadelenin her daim süreceğini müjdeliyoruz (!) sanki istemeden; ne dersiniz? Ben artık eski dünyanın paçavralarıyla uğraşmak, onlara karşı çıkmak, mücadele etmek falan istemiyorum. Bunların ömrümü tükettiğini, enerjimi çektiğini hissediyorum.

Ne düşünüyorum, biliyor musunuz? Çözüme katkıda bulunacağını bilsem, bunlar ömrümü de tüketsin, enerjimi de çeksin, gerekiyorsa beni yok da etsin; gık demem. Ama hiç de öyle olmuyor, tam aksine sistem her geçen daha çok güçleniyor ve kocaman bir kara bulut olarak üzerimize üzerimize geliyor, her yeri kaplıyor. Farkındasınız değil mi, artık göz gözü görmüyor. Koskocaman bir plastikliğin, kandırmacanın içindeyiz. Çok yazdım, söyledim ama yine yazarım, yine söylerim; dünyayı çöplüğe, hayatlarımızı boka çevirmişiz. Yediğimiz domatesin kokusu, ettiğimiz muhabbetin tadı, gelecek planlarımızın tuzu ve baharatı yok. Saçma sapan şeyleri erdem sanıyor, onlara tapıyor; her geçen gün biraz daha insanlıktan çıkıyoruz. Birbirinin aynı hayatları yaşıyor/yaşamaya çalışıyor ve -inanılmaz ama!- aynılaştıkça mutlu oluyoruz.

Bu böyle sürer gider, sisteme giydirmek çok kolay da peki ne yapacağız, di mi? Mutlu olacağız... Kendi gerçekliğimizi, yani gerçek gerçekliği yaratacağız... Keyif alacağız... Üreteceğiz... Paylaşacağız... Eskiyi tamir etmekle vakit kaybetmeyecek ve -bence- boş yere kendimizi helak etmeyecek, "yeni"yi kuracağız... Bu yeni, herkesin kendi yeni'sinden kendiliğinden ortaya çıkacak kolektif bir yeni olacak, herhangi biri(leri)nin dayattığı bir ortak yeni değil. Bu yeni, sürekli devinim hâlinde olacak ve katiyen bir an'ı bir an'ına benzemeyecek. Bu yeni'yi kalıplara sokmak mümkün olmayacak. Bu yeni, elle tutulamayacak. Bu yeni, ele avuca sığmayacak. Bu yeni, oyun olacak, neşe olacak, kahkaha olacak. Bu yeni, çocuk olacak, hiç büyümeyen!

Güzellikleri ertelemeyelim artık, hayatı ıskalamayalım. Bütün o hayalleri devrimden sonraya da bırakmayalım. Yarın bile değil, hemen şimdi yaşayalım. Devrim yapmaya çalışmayalım, hemen bugün devrim olalım.

Hayatı kutlayalım!

Ahhlayalım, ohhlayalım, keyiften ölelim!


-----------------------------------------

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com