Sayfalar

13 Nisan 2014 Pazar

sorgulamalar, sistem, topluluklar

Sahra ile bir ay önce falan, eski -ve son- çalıştığım yer olan TEGV'den atılmasına istinaden feysbuk aracılığıyla tanıştım. O gün bugün zaman zaman yazışıyoruz da dün bana bir mektup gönderdi, bu blogda yazmış olduklarımın onda uyandırdıklarına dair; ben de bugün ona üç vörd sayfasını aşan bir cevap yazdım ve kimi fikirlerimi gözden geçirmiş, kimilerini yeni cümlelerle tekrar ifade etmiş oldum. Bu blogdaki yazılara aşina olanlar için yepisyeni konular değiller ama önemli bulduğum kısımları paylaşmak istiyorum. İyi bir toparlama oldu çünkü, kendiliğinden...


"... Gerçi hep yazdım ya, sorgulamak benim işim. Bunu her halükarda süreklileştirmekten başka çıkar yol bilmiyorum. Dur bak Sevan Nişanyan’ın “Aslanlı Yol”undan bir cümle not etmiştim defterime… Bi sn… Hıh buldum: “… Aklın egemenliğine boyun eğen kişi, … hakikatin tek ve alışıldık cephesiyle yetinemez. Tutarlılığın, ancak dürüstlükten taviz vererek kazanılan bir erdem olduğunu bilir.” Sevan burada tam olarak neyden bahsediyordu hatırlamıyorum ama aynı mantığın bütün hayata ve herkese uygulanabileceğini düşünüyorum. Biz değişiyoruz, dünya değişiyor, her şey değişiyor. E nasıl olup da sabit, durduğumuz yerde durabiliyoruz ki bu durumda?.. Geçen yıl Burcu’ya yazdığım bir mektupta şu cümleyi kurmuştum (üşenmedim, buldum, kopyalıyorum): “şimdi bu kocaman ve kapkarmaşık düzende sistemde nasıl net, nasıl kesin olunuyor ki, ben asıl bunu anlamıyorum. kendimiz hakkında, başkaları hakkında, hayat hakkında, hayaller hakkında ... nasıl net olabiliyor ki olanlar?” Öyle yani, durup durup bakıyorum durduğum yere, fikirlerime, hayallerime; kimisi iyice kökleniyorlar, kimisi ise uçup yerini bir başkasına bırakıyor. Ve bunu çok sağlıklı buluyorum.
...
Evet evet, kesinlikle kocaman bir sistem sorunu. Ve hepsi birbirine bağlı, hiçbirinin bağımsız olma ihtimali yok. Tamamen katılıyorum sana. Ama işte, senin de değindiğin gibi, kendi sorunlarını çözmekten aciz insanların dünyayı kurtarmaya kalkışmalarını çok komik buluyorum, her şeyi devrimden sonraya bırakmayı da öyle. Bunu çok kuvvetli hissediyorum mesela. Kendimle kavga ederken, kendime rağmen bir şeyler yapar veya bir yerlerde çalışırken, kendi istemediğim bir hayatta debelenirken nasıl olur da dünyayı veya ülkeyi kurtarmaya kalkabilirim ki? Hani nerede iç tutarlılık? (Burada iki paragraf yukarıda yazdığımla çeliştiğimi düşünme. Burada bahsettiğim tutarlılık “belirli bir zamanda” düşündüğün, hayal ettiğinle yaptığının çelişmeme gerekliliği – tabii bana göre –… Ama bir insanın bir gün düşündüğünün tam tersini başka bir gün düşünmesinde sıkıntı değil, gelişme, sorgulama görüyorum) Dayak yediği kocasından ayrılamayan bir kişi gerçekten feminist olabilir mi? Veya Unilever’de çalışan bir sosyalist? Bana olamaz gibi geliyor ama bunu yargılamak için de söylemiyorum bak. Yani Unilever’de çalışan ve sosyalist fikirleri olan kişiyle sorunum yok. Sadece hayatın kendisine dayattığı samimiyetsizliğe boyun eğiyordur belki. Bu anlamdaki tutarsızlıkların da az ya da çok herkeste (ve tabii ki bende de) olduğunu düşünüyorum. Bana göre önemli olan, bu tutarsızlıkların farkında olmak, mümkün olan yerlerde de bu durumu engellemek. Sivil itaatsizlik ile ilgili çok güzel bir kitap okudum geçtiğimiz günlerde ve aklımda kalan en önemli şeylerden biri Gandhi’nin “araç, amaçtır” düşüncesiydi. Yani insan haklarına saygılı bir grup insan iktidara geldiklerinde “önce şu adamları asalım, çünkü onlar da bunu bunu yaptılar” diyorsa mesela veya şimdilerde iktidarın yaptığı öne sürülen seçim hilelerini kullanıyorsa, burada ciddi bir sorun var. Ulaşmak istediğimiz yere ulaşırken kullanacağımız araçları amaçlardan ayırmak mümkün olamaz, bana göre.
...
Şimdik, ben diyorum ki bu dünya çok karışık ilişkilerle örülü bir yer ve bu büyük bir sıkıntı. Koca bir dünya var, 200 küsur ülke var, bu ülkeler arasında ilişkiler var… Bu ilişkilerin kurulduğu bir sürü örgüt, girişim vs. var… Bu örgütlerin büyük ülkelerin çıkarlarını korumasından vs.den hiç bahsetmiyorum bak, oralara girersek zaten fena durum ama benim bu yazıda kastettiğim, kaçınılmaz karmaşa hali… Sonra her ülkenin içinde kendi karmaşık ağları, kendi örgütleri… Yasama, yürütme, yargı organları; anayasa, yasa, tüzük ve yönetmelikler… STK’lar, basın, şirketler… Ve milyon çeşit insan! Sorun şu ki her zaman milyon çeşit insan bulunacak ve biz bu koca sistem içinde bu milyon çeşit insanı bir arada tutmaya, fikrimizin diğerine üstün olduğunu anlatmaya, kanıtlamaya, yasal ya da yasal olmayan yollarla bunları benimsetmeye çalışıyoruz. Ama sadece Türkiye içindeki farklılıklara bakınca bile bir arada yaşama konusunun ne kadar zor olduğunu görüyorum ben. Bir bakıyorum tam özgürlükten -samimi olarak- bahseden birileri, bir bakıyorum sözde solcular, bir bakıyorum milliyetçiler, bir bakıyorum bana çok acayip gelen dini ya da örfi kurallara göre yaşayan insanlar… Mesela bir bakıyorum adam diyor ki “belediyede kadınlara görev vermeyeceğim”. Ama işte burada saymadığım milyon çeşit fikir sahibinin hepsi kendi fikirlerinin doğruluğundan ne kadar da emin. İşte burada sıkıntı var… Hemen hiç kimse fikirlerini değiştirmeye açık değil. Dolayısıyla savaşıyoruz. Güçlü olan da kendi değerlerini dayatıyor. Bu kadar basit (mi acaba)!

Bundandır sistem içinde savaşma konusunda geri adım atmam ve yeni bir dünya hayaline dalıp gitmem. “Bizim fikirlerin” sistem içinde iktidar olmasının imkânsızlığından daha imkânsız belki de hayallerimin gerçekleşmesi. Ama şu anda bunlara inanıyorum. Ve işin en güzel kısmı da burası: Bu yoldan gittiğimde hem kendi küçük dünyamda özlediğim dünyayı kurma (veya en azından buna yaklaşma) şansım var hem de kurduktan sonra örnek olup “bakın biz ne kadar mutluyuz, siz de yapsanıza” deme şansım. İşte budur beni bu fikirlere ve hayallere daha bağlı kılan. Yani hem belirsiz bir geleceğe havale edilmeyen, “şimdi”de uygulamaya geçen hayaller hem de gerçekleştiği zaman (gerçekleşirlerse) fikir düzeyinde kalmadığı için ilham olmalar…

İşin diğer tarafları da yok değil tabii. “Peki şu anda acı çekenler ne olacak? Zayıfları kim koruyacak?” gibi sorular gündeme gelebilir haklı olarak. Onları kendi hallerine mi bırakalım yani? Hımm? İşte burada bir çeşit denge öngörüyorum ama ne çeşit bir denge, tanımlaması zor. Üç aşağı beş yukarı şöyle bir noktadayım: Kendimle çelişmediğim bir hayat yaşarken diğerkâmlık yapabiliyor, başkalarına -fazladan- faydam dokunabiliyorsa ne ala! Ama diyorum ya zaten, kendimle çelişmediğim bir hayat ve ilişkileri kurduğumda da istemesem bile başkalarına etkim zaten olacak. Bunun ötesine geçmek istiyorsam da geçeyim, sıkıntı yok. Daha fazla kişiye yardım edeyim, daha fazla doğa katliamının önüne geçeyim vs. Bunu istemiyor da değilim. Ben kendimi o kadar da bağımsızlaştırmış değilim dünyadan ama yapabilsem, belki de bunu yapmayı ve tüm enerjimi “yeni”yi kurmaya harcamayı isterdim sanırım. Bir gün gerçek ve büyük çaplı bir dönüşüm gerçekleşecekse bunun küçük çaplı dönüşümlerden, tümdengelerek değil de tümevararak ortaya çıkacağını düşünüyorum. Yani bütünün dönüşümü için bütünü dönüştürmekten önce kendini dönüştürmenin olmazsa olmaz olduğu ve başı çektiği fikrim çok güçlü.
...
Senden farklı olarak ben etrafımda dönen koca dünyanın merkezine kadar gitmek istiyorum.” demişsin ya, bunu anlıyor ve kabul ediyorum. Fakat buna karşılık olarak diyorum ki gerçekten de etrafımızda koca bir dünyanın dönmesine gerek var mı? Tüm bu sistemsel sorunlar zaten her şeyin bu kadar büyümesinden ve karmaşıklaşmasından kaynaklanmıyor mu? Kabileleşsek tekrar, olmaz mı? Kendine yetecek, şöyle 300 civarında kişiden oluşan büyüklükte kalan kabileler kursak, insanlar kendine yakın hissettiği yerlerde, topluluklarda yaşasa. Kurallar, kanunlar olmasa; her şey akışta aksa… Ben gerçekten bunu hayal ediyorum işte, Bolo Bolo’yu okudun mu bilmem, orada tasavvur edilen sistem(sizliğ)i kurmak ve bunu yaşamak istiyorum. Mümkünse bu yaşamımda ama zor gibi… Eğer dedikleri gibi tekrar tekrar geliyor isek dünyaya, belki bir veya birkaç sonraki gelişe hazır olur her şey. ((: Bakalum…

Ama ütopyam bir yana, tüm dünyanın böyle olması çok zaman alabilir fakat halihazırda kurulmaya başlanmış ve güçlenen “topluluk” yaşamlarının kartopu gibi büyüyeceğini düşünüyorum. Güzel örnekler çoğaldıkça ve yaşadığımız dünya, sistem her geçen gün daha çekilmez bir hale geldikçe, ipini koparma cesaretini gösterenlerin sayısında geometrik artış olacaktır. Bu, kaçınılmaz gibi görünüyor bana…
..."
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

11 Nisan 2014 Cuma

Topluluk oluştururken - 3

Televizyonlarını yeni açan seyirciler için: Kırsalda ve topluluk olarak yaşamak üzerine özellikle son zamanlarda çokça düşündüğümden ve hatta artık yola çıkmaya hazır hissetmeye başladığımdan mütevellit biraz fikir alıştırması yapıyorum. Bu da serinin üçüncü yazısı oluyor.

Topluluk Oluştururken - 1
Topluluk Oluştururken - 2

-----------------------------------------

Konuyla ilgili bir önceki yazımda gelişigüzel birkaç soru atmıştım oraya, oradan gidesim var:

Nasıl bir topluluk yaşamı hayal ediyoruz? Nereye kadar "toplu"yuz, nereye kadar "bireysel alan"ımızı koruyoruz? demişim mesela, oradan gitmek istiyorum...

Öncelikle bireysel alanımın ortadan kalktığı bir yaşam düşlemiyorum ve çok "bitişik" bir hayatın benim için uygun olmadığını düşünüyorum. Son iki yıldır yaşadığım hızlı değişim ve yalnızlığı sevme hallerim, bireysel alanımı korumaya yöneltiyor beni. Bununla birlikte verimli bir hayat kurabilmek, en az enerji harcayarak, en az tüketerek yaşamak için yaşam alanlarını mümkün mertebe ortaklaştırma gerekliliğini de göz ardı ediyor değilim.

Yaşam alanları ve üretim konularını ayrı ayrı ele alırsak:

1 - Yaşam alanları ile ilgili konularda bireysel-ortaklaşa arasında bir denge kurulabilir bence,

Kişiler ve/veya çiftler ve/veya birkaç kişilik gruplar için tamamen bağımsız evler yapılabileceği gibi tek bir evde tüm alanların ortak kullanıldığı bir yaşam tarzı seçilebilir. Bireysel alanını daha fazla korumak isteyen kişilerden oluşan bir toplulukta ilk seçeneğe yaklaşılırken, daha komün bir hayat düşleyenler ikinciye yönelebilirler.

Bu ikisinin arasında da sonsuz sayıda seçenek yaratılabilir tabii ki...

Benim en azından bağımsız bir odaya kesinlikle ihtiyacım var; hatta galiba, şu an olduğu gibi hayatımda sevdicek durumu varsa bile bu bağımsız oda işi önemli gibi. Kitaplarımı, defterlerimi, az sayıdaki kıyafetimi, şunu-bunu istediğim gibi yerleştireceğim; keyfim isterse dağıtabileceğim, canım istediğinde derli toplu tutabileceğim ama tamamen benim kontrolümde olan ("sahip olma"yı özellikle kullanmıyorum) bir alan. Yalnız kalmak istediğim an, bundan hiçbir şekilde mahrum kalmadığım; rahatça okuyup yazabildiğim, kendimle kalabildiğim küçük bir yer. Yatak, masa, sandalye, askı, küçük bir dolap, soba ve aydınlatma, bir de priz olsa yeter sanırım.

Bunun dışındaki yaşam alanlarının ortak kullanımına açığım ama topluluktaki diğer kişilerin istekleri ve fikirlerine göre esneyebileceğim konular.

Örneğin tuvalet, banyo gibi yerlerin ortak kullanımı (tabii mesela sekiz kişi isek bir banyo olmasın mümkünse) uygun bence; fakat bağımsız olmasını isteyenler varsa "Yok, illaki aynı banyoda yıkanıcaz, dünyada bırakmam!" demem.

Mutfak ve yeme-içme işlerinin mümkün mertebe ortaklaşmasını önemli buluyorum. Sosyalliğin yanı sıra enerji verimliliği açısından da kritik bir konu. Mesela toplulukta sekiz kişi yaşıyorsa, -mesela- her iki kişi için dört ayrı yemek yapılmasındansa bir yemek yapılması hem enerji hem de zaman kullanımı açısından çok daha akıllıca görünüyor. İstisnai durumlar olması her koşulda mümkün olmakla birlikte prensip olarak keyifli, büyük bir ortak mutfak, topluluğu "topluluk" yapacak olan yerlerden biri, bana göre.

Bir de ortak yaşam alanı gibi bir yer olsun. Orada da sohbetler edilir, filmler izlenir, oyunlar oynanır, kitap okuma-tartışma seansları yapılır, -tabii ki- çemberler yapılır... Yani topluluk üyelerinin sosyalleştiği güzide bir alanımız olur. Ayrıca burada veya daha da iyisi ayrı bir alanda, sevdiğimiz şeylerle ilgilenebilsek; hobilerimizi uygulayabileceğimiz alanlar olsa...

2 - Gündelik üretim, iş-güç süreçleri ile ilgili konularda ise daha ortaklaşmış bir hayat geçiyor içimden:

Kırsal hayatta günlük hayatla üretim süreçlerinin iç içe girdiğinin az biraz farkındayım. Yani böyle keskin bir ayrım yapmak çok doğru olmayabilir ama düşünce oluşturabilmek için bu ayrımı yapma ihtiyacı içindeyim. Kaldı ki yaşam alanı konusunda en ayrı seçenek olan birinciye (bağımsız evlerde yaşayan kişilerden oluşan bir topluluk) yakınsarsak mesela, o halde bu madde daha önemli hale gelebilir.

Yaşam alanı konusunda ne kadar ayrı veya bir arada olursak olalım, üretim kısmında tam bir birlik hayal ediyorum. Burada mülkiyet durumlarından, ayrı gayrı işlerden uzak durmak istiyorum. Dünyada görmek istediğim üretim ve paylaşım sisteminin mikro sürümünü kendi hayatımda yaşamayı gerçekten çok istiyorum.

Üretimle kastımın ne olduğuna gelince, hayatı sürdürmek için yapılan tüm gündelik işlerden bahsediyorum. Yiyecek yetiştirmek, hayvanlarla ilgilenmek, yemek yapmak, alışveriş, temizlik, tamirat vs. işler, odun toplamak-kesmek vs. (Para kazanma söz konusuysa, onu da buraya katmak istiyorum ama toplulukta parayla olan ilişkiyi ayrı bir yazıda yazmak daha iyi olabilir.) Tüm bunların güzel bir paylaşım ile yapılmasını çok önemli buluyorum. Burada kişilerin sevdiği işleri daha fazla yapmasını, bununla birlikte her işi herkesin -veya en azından birden fazla kişinin- yapabilmesini önemli buluyorum. Yani büyük bir şans eseri, toplulukta her işten bir kişi çok iyi anlıyor ve onu yapmaktan hoşlanıyorsa bile kişilerin diğer işlerden de anlaması gerekli bence. Bu şekilde seyahat, hastalık ve diğer nedenlerle kişi veya kişilerin yokluğunda günlük işlerin yürümesinde sıkıntı yaşanmaz.

Yani yapılması gereken işlerin; belirli uzmanlıklara, ilgi ve becerilere göre paylaştırıldığı dinamik bir sistem olsun, herkes istediği ve sevdiği işleri yapsın, bununla birlikte işler dönüşümlü görülsün; iş paylaşımı işine de birlikte karar verilsin, falan...

Uzlaşma ile yapılan iş bölümü sonrasında ortaya çıkan her türlü üründe ise topluluktaki herkesin eşit oranda hakkı olsun. "Sen şunu yaptın", "ben daha fazla çalıştım" gibi konular hiç gündeme gelmesin, istiyorum. Böyle bir ortamda herkesin elinden gelenin en iyisini yapacağından hiçbir şüphem yok zaten.

Topluluk - bireysellik ayrımındaki görüşlerim kabaca böyle...
Çokça toplu olma haline yaklaşan ama kişisel alanın korunmasına da izin veren...
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

6 Nisan 2014 Pazar

sıkıntı basınca...

Benim olmayan sıkıntıları üstüme almama konusunda ilerlediğimi düşünsem de bugünlerde gündemden ve dertlerden alamıyorum kendimi.

Hepsi de üstüme üstüme geliyor, ne yapacağımı şaşırdım. Daha bugün Pamircik öldü ama ölmesinden ziyade arama-kurtarma çalışmaları esnasındaki sosyal medya savaşları tek kelimeyle mide bulandırıcıydı. Ne zaman böyle olduk biz? Hep mi böyleydik? Çıkış yolu nerede?..

Doğa katlinin sembollerinden üçüncü köprünün inşaatında biraz önce ölen üç işçiyi ne yapacağız peki? Milyonlarca ağacın ve diğer canlının ölümüne şimdiden sebep olmuştu ve oluyordu zaten de böyle bir kaza, pardon iş cinayeti, fena halde iç burkucu!

Seçim sonrası süreç de korkunç ve süreçten daha korkunç olanı tüm bunların bile normalleştiği bir ülkede, dünyada yaşıyor olmamız. Bırak normal olanları, en anormal şartlarda bile dünya durur yahu bütün bu olan biten sonrası. Çalınan oylar, çöplerdeki tutanaklar, onbeşinciye sayılan oylar ... Ve bir anda kanıksayıverdik işin kötüsü bunları bile. Yani bu ülkenin hukuk devleti olduğunu falan düşünüyor değilim ve demokrasiyi sandığa bağlıyor hiç değilim. Kaldı ki demokrasinin iyi bir yönetim şekli olduğunu da düşünmüyorum. Benim tek hayalim 300 kişilik anarşist cumhuriyet kurmak bir yerlerde. Ama madem şu an için -sözde bile olsa- demokratik bir ülkede yaşıyoruz, bari seçim sonuçlarına güvenebilelim yahu. Siyasetçiye zaten güven olmuyor; polise, askere, hakime, savcıya, hiçbirine güvenemiyoruz; medyanın ipliği pazara çıkmış, her yerde güç ilişkileri, şunlar-bunlar... Tüm bu ahval ve şerait içinde zaten sağlıklı seçim yapılamaz, tamam da, bari sağlıksız seçimimizin "normal" sonuçlarına ulaşalım! Bunu bile yapamıyoruz. Yani yapsak yeteceğinden değil de hani hiç olmazsa, hiç olmazsa...

Bitmiyor ki daha neler neler var!

Diyorum ki enerjimi güzel şeylere vereyim, oluşan "yeni"ye vereyim... Yine veriyorum da elimden geldiği kadar, ayrı da... Arada bi' nefessiz hissediyorum... Suyun üstüne çıkamayacakmış gibi... Ama yok, kabullenmek lazım. Demiş ya o meşhur duada, "değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır" istemiş ya; işte ondan istiyorum ben de...

Zaten senenin ilk sinekleri her yerimi ısırıyorlar şu anda...

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

2 Nisan 2014 Çarşamba

Gündeme dair

Bu blogda siyasi yazılara pek yer yok, çünkü bir süredir benim siyasete pek ilgim kalmadı.

Ve fakat seçimler, seçimlerden de öte oy sayımı ve hile-hurda hikayeleri ile önümüzdeki diğer seçimler ve olasılıklar beni içine çekiyor ve içimden bu konularda sohbet etmeye başlayınca bu konularda yazmak farz oldu. Fakat derin politik analizler de beklemeyin elbette, o kadar da angaje olmaya niyetli değilim. ((:

Yüzeysel olarak birkaç kelam edeceğim konulara geçmeden önce başka bir şey paylaşasım var aslında. Geçenlerde facebook'ta da paylaştığım üzere şizofreni yaşadığımı hissediyorum. Her şeyden önce sisteme, sözde demokrasimize, sözde demokrasinin abuk seçimlerine ve temsili yönetime hiç inanmıyorum. Yani tüm bu hile-hurda durumları olmasa da inanmıyorum. Bir grup insanın milyonlarca insanın hayatını etkileyecek kararlar aldığı bir sistemde, dünyada yaşamak istemiyorum. Siyasi literatürde "anarşizm" olarak adlandırılan "-izm"e yaklaşmış durumdayım. Tüm "-izm"lerin dışında görüyorum kendimi ama bu noktaya siyasi veya entelektüel bir çabayla değil, kendiliğimden geldim. Ha, yine de kendimi "anarşist" vs olarak tanımlamıyorum, ayrı. Zaten "kendini tanıma hapseden bir anarşist, nasıl anarşist olabilir ki?" gibi bir soru da canlanmıyor değil içimde.

Onu diyorum, her ne kadar bu sisteme ve bu sistemin seçimlerine inanmasam da, enerjimi buraya akıtmak istemesem de azıcık kaymış bulundum bugünlerde. Yapacak bir şey yok, ben de insanım.

Öncelikle tüm bu oy çalınma, sonuç değiştirme vs. muhabbetleri ne kadar korkunç, değil mi? Adil seçimler (elbette oyların sayımını da içeriyor) bir demokrasiyi asla demokrasi yapmaz ama bununla birlikte demokrasinin olmazsa olmazıdır, asgari koşuludur. Tamam Türkiye için "hukuk devleti" falan diyemiyoruz maalesef de bu kadarı da yapılmaz be hocam! İstanbul'dan Ankara'ya oy nöbetine giden arkadaşlarım var yahu, böyle bir şey olabilir mi? İşte bir yandan da güzel gelişmeler tabii bütün bunlar. Yani bu musibetin çok acayip faydaları da olmuyor değil, Gezi'de üstümüze sıkılan her damla suyun, patlayan her gaz bombasının direnişi güçlendirmesi gibi...

Sonra twitter'ın, youtube'un kapatılmaları hususu. Neresinden tutsam bilemiyorum ki. Hani kapatılmaları elbette ki korkunç, bunu yazmaya bile gerek yok da kapatılmalarının, erişilmelerinin önünde engel olmadığını, bin çeşit yolla halihazırda girebildiğimizi mi yazsam; cumhurbaşkanının, belediye başkanlarının ve milletvekillerinin de hepimizin gözü önünde tweet atmaya devam ettiklerini mi (ki, atsınlar elbet); yoksa önce 11 gün önce mahkemenin bu yasağı bozma kararının hala uygulanmıyor olması bir yana, iki saat kadar önce Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararın an itibariyle hala uygulanmamış olmasını mı?.. Tamam Türkiye için "hukuk devleti" falan diyemiyoruz maalesef de bu kadarı da yapılmaz be hocam!

E bir yandan bir çocuğun daha gözü kör olmuş, nasıl olacak bu işler?..

chp'nin haline ve basiretsizliğine gelmek istiyor bünyem ama şu oy sayma sıkıntıları bi' bitsin de sonra. Şimdi zamanı değil! Bununla birlikte #occupychp hareketi ilginç görünüyor, ne dersiniz?

akp seçmenine karşı küçümsemelerle, onları düşman görmelerle ilgili de yazmak istiyorum ama bunu da başka bir yazıya bırakmak istiyorum. Benim için çok kapsamlı ve önemli bir konu çünkü ve becerebilirsem detaylı bir şekilde yazmak isterim.

Ama cumhurbaşkanlığı seçimleri konusuna girmeden edemeyeceğim. Birkaç yıl önce, cumhurbaşkanını halkın seçmesini sağlayan ve bunun için iki turlu seçimi getiren akp'nin kendi ayağına kurşun sıktığını ve ufaktan başlıyor gibi görünen düşüşlerinin bu seçimden sonra hızlanacağını ve çok pişman olacaklarını öngörüyorum. akp ve anti-akp olarak bölünen Türkiye'de %50'yi geçmesi gereken cumhurbaşkanlığı için muhalefetin adayının daha avantajlı olacağını düşünüyorum. Tabii ki başta chp, mhp ve bdp-hdp olmak üzere herkesi asgari düzeyde kucaklayan bir aday olması gerekir. İşte böyle bir adayla ortaya çıkan muhalefet, akp'yi 12 yılın sonunda ilk kez yenilgiye uğratacak ve kaçınılmaz düşüş hızlanacaktır. Hele ki bu adayın tayyip erdoğan olduğu durumda (ki ben aday olmayacağını düşünüyorum) oluşacak hayal kırıklığını siz düşünün. Poff, düşünmesi bile çok keyifli, di mi?..

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

1 Nisan 2014 Salı

Destekçilere mektup vol.7

Mart ayı da bitince bugün arkadaşlara yedinci mektubumu gönderdim. Bunu paylaşmadan önce Mart ayında yeni eklenen beş kişiden dördünün adını paylaşayım (bir tanesi burada ismini yazmamı istemedi): Bürge Abiral, Sinan Fındık, Hande Arcan ve Uygar Şirin de destekçiler arasına katılarak toplam destekçi sayısını 43'e çıkardılar. Bir de hatırlatmak iyi olabilir; bu 43 kişi arasında bir kez para veren/gönderen de var, her ay düzenli gönderen de, düzenli gönderirken bırakan da, düzensiz bir şekilde ara ara veren de...

Mektup aşağıdadır, buyrunuz:
--- --- ---
Dostlar selam,

Seçim öncesi ve esnasında -ve şimdi de sonrasında- her şeyin tepetaklak ve karman çorman olduğu acayip dönemlerden geçiyoruz. Hayatımıza bire bir dokunmayan şeylerin hayatımızı bunca işgal etmesi ne gariptir, değil mi?

Neyse, blogda bunlarla ilgili atıp tutuyorum nasıl olsa, şimdi baş ağrıtmak istemem. 

Gelelim malum konumuza...

Bir önceki ay ilk kez ekside kapatınca Mart ayında yardıma koşanlar oldu ve -maşallah- 847 TLgibi çok ciddi bir meblağ geldi. ((: Beş de yeni kişi var bu arada. Bununla birlikte bu meblağın yarısından fazlası tek seferlik destek veren kişilerdi. Yani tahminlerime göre Nisan ayında yine eksiye düşebilirim, göreceğiz ((: Gerçi kitabevinden de hala dönüş alamamakla birlikte başka bir yoldan bir miktar gelir elde edebilirim gibi bu ay. Bakalım...

Nisan ayı harcamaları toplamı ise 500,15 TL oldu. Müsaadenizle kalem kalem paylaşmaktan vazgeçiyorum artık. Gerçi bu ay da tek tek yazdım harcamalarımı ama paylaşmaya gerek görmüyorum. Sadece ekistıra durumların altını çizeyim: Normalde olmayan bir internet faturası ödemesi vardı 41 TL, çeşitli eğitimlere katılmak isteyen iki arkadaşımla paylaşmış olduğum 25 TL, bir de ayın son günü (dün) İzmir'den Alanya'ya otobüsle geldiğim için 60 TL'lik bir ödeme yaptım. (Zaten geri kalan yeme-içme ve şehir içi ulaşımdan ibaret büyük oranda.) internet ödemesi ve otobüs olmasa mesela, yine 400'ün altında kalmışım. Güzel... ((: Ha bir de, yüksek bir meblağ olduğu için ayrıca yazasım var, sıkışık durumdaki bir arkadaşımla da 200 TL paylaştım geçtiğimiz ay. Böylece bu ayki fazlalığı gönül rahatlığıyla güzel bir insana aktarmış oldum, pek güzel oldu. Onu da ekleyince 700,15 TL çıkmış oldu benden ve hala da 146,85 TL artıdayım. Onu da aşağı yukarı geçtiğimiz ayın eksisine (137,35 TL) sayıyor ve ayı bu şekilde kapatıyorum.

Bende durumlar böyle işte. Siz nasılsınız, keyifler yerinde mi? 

Sahi, ihtiyaçlarınızı ve armağanlarınızı çevrenizle paylaşıyor musunuz?

Öperim,
emre

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com