Sayfalar

26 Kasım 2015 Perşembe

Dengeyi kaybedişim...

Bu blogda hemen her zaman olumlu şeyler paylaşırken, dengesiz zamanlarda genelde yazma isteğim olmadığı için o hallerimi paylaşamıyorum. Bu, nadir denemelerimden biri olacak şimdi. Eğer akarsa ...

Bugünlerde kafam pek karışık. Dengede değilim; iniyorum, çıkıyorum...

Şöyle bir içime soruyorum tam da şimdi: "Ne(ler)dir beni dengede olmaktan alıkoyan?" diye... Aklıma geliş sırası ile de yazıyorum: Gıda üretme, iyi beslenme meselesi; ekolojik yıkım ve bunun farkında olmayan çoğunluk; yakın çevremde olup olan bitenin de az çok farkında olan ama yeterince çaba sarf etmediğini düşündüğüm eş, dost; bunca sevgi ve desteğe rağmen olanla yetinmekte zorlanan "ben"; -aslında olumlu bir şey ama- yapabileceğim çok fazla şey olması ve seçim yapmakta zorlanma hallerim...

Aynı sıra ile, yine gelişigüzel içimdekileri boşaltayım mı...

Gıda üretme, iyi beslenme meselesi: Aslında ters sırayla yazmam lazım; iyi beslenme, gıda üretme meselesi. İyi beslenmek istiyorum; bunu pazardan, manavdan alışverişle becermem mümkün olmadığı için (yoksa siz hala pazardaki köylülerden alınan sebze-meyveleri temiz, ilaçsız vs. mi sanıyorsunuz?) gıda üretimiyle de hemhal olmam gerektiğini düşünüyorum. Yani aslında gıda üretimi zaten keyifli ve sevdiğim bir süreç olmakla birlikte, temiz gıdaya kolayca ulaşabiliyor olsam, üretimini yapmak yine de benim için öncelikli olur muydu, bilmiyorum. (Bkz. son maddedeki seçenek bolluğu)

Ara ara yazdım çizdim zaten, bakliyat, un vs.yi zaten çoğunlukla eko-çiftliklerden alıyoruz bir süredir; et pek yemiyoruz, sebzeyi pazardan, kendimizce kötünün iyisi üreticilerden almaya çalışıyoruz; bal ve sütü köyden alıyor, yoğurdumuzu kendimiz yapıyoruz.

Bal, yoğurt demişken... Bir bu eksikti ama artık ben de hayvan ve hayvansal ürün yeme işini sorgulayanlar kervanına katıldım. Şimdilik sorgulama dönemindeyim ve ciddi bir girişimim yok ama daha önce düşünmediğim şeyleri düşünmeye başladım ve daha önce düşünmemiş olmama da şaşırıyorum bazen. Mesela bal yemek demek, bayağı bayağı ve çok aleni bir şekilde arıların balını çalmak demek. Çok acayip bir durum! Üreticiler, çaldığımız balın yerine glikoz şurubu, şeker, kek denen bir ürün vs. ile besliyorlar arıyı. Arı binbir emekle ürettiği balı bize kaptırırken kendisi sentetik gıdalara mahkum kalıyor. Elimde yeterli veri yok ama elbette ki bu, arıların genel sağlığını ve mutluluğunu da etkiliyor, hastalıklara ve hava sıcaklığı değişimlerine olan direncini de... Ama olsun, önemli olan bizim bal yememiz. Hem çok faydalı!

Sütte benzer bir durum var. Anladığım kadarıyla inekler zaten her daim süt veriyor da özellikle koyun, keçi sütü içebilmemiz için yavruları annelerinden ayırmamız gerekiyor. İnek yavrusu da hemen ayrılıyor gerçi annesinden. En son komşumuzdan duyduğumuz kadarıyla, yavrusu yanında olduğunda inek hep onla ilgileniyormuş, kendi yemeğini falan az yiyormuş. Eh, bu durumda az süt veriyor, bu da az kazanç demek, vs vs... Çünkü her şey meta! Ve inanın, komşumuz, ineğini ve diğer hayvanlarını gerçekten çok seven ve onlara yürekten bağlı bir insan. Köyün en iyi üreticilerinden belki. Ama bu, dip toplamdaki durumu değiştirmiyor. Hırsızlık, hayvanları kendi çıkarlarımız için kullanma vs...

Çok az bilgiyle yazıyorum bunları, yavaş yavaş eğileceğim artık bu konulara. Daha fazla kaçma şansım yok. Ama herhangi bir şeyi yanlış ya da eksik paylaşıyor olabilirim, affola. Bir de azıcık karamsarım bugünlerde ama hep umut dağıt hep umut dağıt, nereye kadar...

Et yeme mevzusuna girmiyorum şimdilik. Sadece -şu an için- prensip olarak hiçbir şekilde et yemememiz gerektiğini düşünmüyorum ama yaban hayvanlarını avladığımız veya evcil türleri de doğada, olmaları gereken yerde yetiştirdiğimiz takdirde, çok sık olmamakla birlikte yememizi etik açıdan çok yanlış bulmuyorum. Dediğim gibi, şu an için! Ancak korkunç hayatlar yaşayan hayvanları (ancak vücutlarının sığabildiği alanlarda, çoğunlukla karanlıkta yetiştirilen tavuklar, sığırlar ve diğerleri) yiyerek beslenmek çok acayip bir şey. Kısa bir sürede bunu yapamayacak duruma geleceğimi sanıyorum. Tavukta çoktan geldim zaten.

Hayvan ve hayvansal ürünleri tüketme konusuna genelde etik açıdan yaklaşıyorum şimdilik, işin bir de sağlık yönü var tabii. Ama ben daha o konulara gelmedim. Şu an, sağlıklı iseler bile yeme kısmını tartışmaya başladım. Bakalım nerelere gidecek bu iş.

Zaten bi' bu eksikti. ((: Sistemi, parayı, ilişkileri ve diğer her şeyi sorguladığım ve kendi doğrumu aradığım yetmiyordu, bu çıktı bir de. Ama işte, her şey bir bütün ve beslenme de bu bütünün kocaman ve belki en önemli parçası. Şimdiye kadar "çıkmadığı"na şükür (!).

Ekolojik yıkım ve bunun farkında olmayan çoğunluk: Her ne kadar elimin, zihnimin erişemediği haberlerden uzak durmaya, etkileyemeyeceğim şeylerin beni etkilemesinden kendimi sakınmaya çalışsam da yeryüzünde epey korkutucu zamanlardan geçtiğimizin farkında olacak kadar su kaçıyor kulağıma. Küresel ısınma, mevsim anormallikleri, toprağın yok oluşu, seller, tayfunlar, tsunamiler, çölleşme, atmosferdeki karbon oranları ve daha neler neler... Ve durum böyleyken, ekolojistler, kimi çevre kuruluşları bas bas bağırırken hiçbir şey olmuyor gibi hayatına devam eden insanlar, liderler (!), ülkeler, kurumlar...

Tekrar tekrar, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem gerektiğini hatırlatıyorum kendime ve dengeyi bozmamaya çalışıyorum. Ama arada beceremiyorum. Neyse, olur o kadar.

Olan bitenin az/çok farkında olan fakat bunun için yeterince çaba sarf etmediğini düşündüğüm azınlık; kimi eş, dost: Zorlandığım diğer bir konu bu. Bazen bir önceki maddeden daha fazla zorlanıyorum hatta. Mesela, bir fabrikanın bir gölü kirletmesi ve mahvetmesinden daha fazla takılabiliyorum arkadaşlarımın vızır vızır uçağa binmeye devam etmelerine veya her yere fütursuzca arabayla gitmelerine. Fabrika sahiplerinin, yöneticilerinin zaten gözü dönmüş, zaten para dışında hiçbir şeyi gözleri görmüyor oldukları için onlarla daha kolay empati yapabiliyorken "bizimkilerle" aynı empatiyi kurmakta zorlanabiliyorum. Dışıma fazla çıkarmamayı başarsam da içimden içimden yargılıyorum galiba çoğunu, çoğunuzu... Kendim de nasibimi alıyorum, merak etmeyin. Sütten çıkma ak kaşık olmadığımı her zaman söylüyorum. Ama gerçekten de yapabildiğimin en iyisini yapıyorum. Attığım her adıma sinmiş durumda doğayı gözetmek. Yeterince gözetemediğimde, gerçekten yapamadığım için oluyor bu. Ya da belki kendimi kandırıyor, aklıyorum, kim bilir...

Bunca sevgi ve desteğe rağmen olanla yetinmekte zorlanan "ben": Bu da çok acayip mesela! Özellikle son üç yıldır aldığım maddi/manevi desteğin haddi hesabı yok. Tanıdığım/tanımadığım bir sürü insandan bitmek bilmeyen bir sevgi ve ilgi akışı... Tuhaftır, yetmiyor. Kendimi gözlemeye çalışıyorum, içimde neyin doymadığını anlamaya çalışıyorum. Cevap tabii ki ego. Ona kızmıyor, onu görmezden gelmiyorum; sadece bakıyorum ona. Bakmaya devam ediyorum... Bir süre sonra rahatlayacağını biliyorum. Ama kendisi gerçekten çok arsız ve sürekli dış kaynakla beslenmenin peşinde. Sürekli okuyuculardan mektup gelsin, sürekli birileri daha (kitap veya doğrudan benim geçimim için) destek olmak istesin, birileri için önemli olayım, aranır olayım, sorulur olayım... Bitmiyor!

Bakmaya devam ediyorum. Devam...

Yapabileceğim çok fazla şey olması ve seçim yapmakta zorlanma hallerim: Bu, uzun süredir gündemimde olmakla birlikte bir süredir bir miktar aştığım bir konu(ydu), şu günlerde yine sallamaya başladı beni. Hayatımı coşkuyla yaşıyorum ve bu coşkuyu sağlayan, beni -ve dolayısıyla bütünü- besleyen bir sürü şey var. Okuması, yazması başlı başına bir şey; bahçe işleri, yiyecek yetiştirme desen ayrı bir dünya; gezmek, göçebelik, yeni ve mevcut dostlarla takılmaca inanılmaz bir keyif; kendimi atölyelere vermek, dört bir yanda çemberler, armağan ve paylaşım ekonomisi atölyeleri, topluluk olmaya dair çalışmalar yapma ve bütüne bu şekilde hizmet etme isteği; oyun kavramı ve oynamak, bir de bu yaz karşıma çıkan doğaçlama tiyatroya veya bir süredir çok sevdiğim ama istediğimden çok daha seyrek yapabildiğim doğa yürüyüşleri, şu-bu...

Daha 20 gün önce bu konularda daha iyi ve rahatlamış, sadece içimden geldiği gibi devam ediyor bir haldeyken bugünlerde yine çalkalanmaya başladım. Çandır'daki çok keyifli hayatımızın artık bir konfor alanına dönüştüğünü hissetmeye başlamamla birlikte acaba yeniden hareketli bir hale mi geçsem düşünceleri fink atmaya başladı zihnimde. Harekete geçeceksem de ne yöne doğru acaba... Tarım-toprak işlerini iyi bilen birilerinin yanına uzun süreli bir yamanma mı, ufkumun daha da açılması için biraz da yurt dışındaki eko-oluşumları ziyaret mi, yollara düşüp atölyeler, çemberler mi, katılmış olduğum Vipassana'nın da ivmesiyle tam tersine iyice kendi içime girmece mi; hepsi mi, hiçbiri mi...

Seçenek çok, ne kadar bükmeye çalışsam da zaman nihayetinde sınırlı. Neyse ki hepsi coşku dolu seçenekler, doğru zamanda ihtiyacım olanları seçeceğimden çok da şüphem yok aslında.

***

Bunları paylaşmak iyi geldi. İçinde yargılamalarım ve diğer bazı karanlık yanlarım var ama bunlardan utanmıyorum. Daha ziyade, aklıma geldiği gibi ve eksiğiyle gediğiyle paylaştığım için biraz huzursuzum aslında. Muhtelif yanlış anlaşılmalara ve tetiklenmelere yol açmasa bari.

Bu arada biliyorum ki bu da böyle bir dönem ve geçip gidecek. Hatta şimdiden etkisini azalttı aslında ama ben yine de paylaşmak istedim. Bütüne baktığımda her şey olacağına varacak. Kurtarmamız gereken bir dünya falan da yok ayrıca. (Kim oluyoruz ki...) Bunu da kendime hatırlatmış olayım.

Sevgiyle,
Emre

Bugün harika bir yağmur var ve odamın penceresinden, oturduğum yerden manzaram bu. Şimdi ise güneş açtı. Hepsine şükür!
-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

4 Kasım 2015 Çarşamba

Şehirden göçmek isteyenler için bir rehber denemesi

Tanıdığım ve tanımadığım birçok insanla, terk-i şehir edip köye veya küçük bir sahil kasabasına yerleşmeleri konusunu konuşuyor, yazışıyoruz. Gördüğüm kadarıyla gerçekten de çok fazla insan başka bir hayatın hayalini kuruyor; çoğunluk, türlü nedenle bunun için adım atmaya cesaret edemezken, sayıları gittikçe artan bir azınlık ise yeni hayatına doğru yelken açıyor.

Bu yazıyı yazma fikri uzun zamandır aklımda idi, şimdiye kısmet oldu. Aslında şimdiye kadar yazdıklarımın büyük kısmında buradaki hayatın ne kadar keyifli, kolay, ucuz vs. olduğunu belirtegeliyorum ama tamamen buna odaklanacak bir yazı yazmak ve bu adımı atmak isteyenlerin, bir nebze olsun önlerini görmelerini sağlamak ve onlara cesaret sunmak istedim.

Köydeki hayatımdan genel olarak çok memnun olduğum ve diğer şehir göçgünlerinin de birçoğunun (hatta galiba hepsinin yahu!) aynı şekilde memnun olduklarını gördüğüm için, yazı büyük oranda "hadi ne duruyorsunuz!" hali alabilir; bunla birlikte buradaki yaşamın zorluklarından da bahsetmeye çalışacağım.

Ayrıca bu yazının muhatabı elbette ki böyle bir hayatın hayalini kuranlar. Yoksa hiç kimseye kendi hayatımı ve seçimlerimi dayatmak istiyor değilim.

Bu arada eklemek isterim ki hayalini kurduğum hayatta (umarım birkaç sene sonra) büyükçe bir topluluk olarak yaşıyoruz ve ihtiyaçlarımızın çok büyük bir kısmını kendi çeşitliliğimiz içinde gideriyoruz. Fakat ben bu yazıyı, kırsala ilk adımını atacak, bu hayata dair pek bilgisi olmayan, belki pek parası da olmayan  2-4 kişilik gruplara yönelik yazıyorum. Yani burada ayakta kalmak için güçlü bir dayanağı olmayanlar için bile aslında durumun pek o kadar zor olmadığının anlaşılmasını istiyorum.

En sıcak başlık olan ekonomi ile başladıktan sonra, -varlığı ve yokluğuyla- sosyal ve kültürel hayattan, adaptasyon sürecinden, bu yolda atılabilecek muhtemel adımlardan bahsedeceğim.

EKONOMİ

Masraflar

En yakıcı konu ekonomi, değil mi? Adım atmak isteyip de buna cesaret edemeyenlerin büyük çoğunluğu, paraya dair korkuları nedeniyle (ve belki bazen bunu bahane ederek) yola çıkamıyor.

Gerek bir süre sıkı bir şekilde takip ettiğimizden dolayı bildiğim kendi bütçemiz, gerekse diğer bazı yeni köylü arkadaşlarımızın bütçelerinden ortaya çıkan şu ki iki kişinin bir köyde -veya çok popüler ve çok pahalı olmayan bir sahil kasabasında- yaşarken yaptığı harcamalar 1.000 TL ve altında kalıyor. Yani kişi başı 500 TL ve altı ile kiranızı ödeyebiliyor, gıdanızı temin edebiliyor,  faturalarınızı ödeyebiliyorsunuz. (Yani biz yapıyoruz, siz de yapabilirsiniz.)

Bu 500 TL'nin ortalama 50-150 TL'si kiraya, 80-100 TL'si ev ve telefon faturalarına, beslenme alışkanlıklarına göre, 150-250 TL'si ise gıdaya gidiyor. Kışın buna bir miktar ısınma giderleri ekleniyor, yıla vurduğumuzda muhtemelen ayda 50 TL ve altı diyebiliriz. (hepsi kişi başı)

Bu arada gıda kalemine hiç düşünmeden para harcadığımızı paylaşmak isterim. Peynirin en iyisini, yumurtanın köy olanını (piyasa yumurtasına 30 kuruş vermek yerine köy yumurtasına -mevsimine göre- 1 TL'ye kadar verebiliyoruz ve her gün yiyor, gık demiyoruz), unun ve bakliyatın ekolojik olanını (bu alışverişleri çoğunlukla ekolojik çiftliklerden yapıyor, kuru fasulye için 8 yerine 18 TL, nohut için 5 yerine 10 TL, un için 2 yerine 5-6 TL ödüyoruz mesela) tüketiyor, sebze meyve ihtiyaçlarımızı ise pazardan (becerebildiğimiz ve bulabildiğimiz kadar köylü ve ilaçsız üretim yapan teyze ve amcalardan) gideriyoruz. Ayrıca evimizden ne ceviz eksik oluyor ne de tahin. Yani bu kadar rahat harcarken ve güzel-sağlıklı beslenirken gıda için harcadığımız para budur. Bu arada şu an için hiçbirimiz vejetaryen değiliz, çok sık olmasa da balık, et vs. de yiyoruz.

Çizmeye çalıştığım tabloda kıyafet alımı yok (sanıyorum ki bu yazıyı okuyan hemen herkesin, en mutevazi yaşayanların bile çoğunun, hayatlarının sonuna kadar giyecek kıyafeti vardır; yoksa bile takastan vs.den bu işi masrafsız veya belki çok düşük masraflarla halletmek mümkün. Hadi diyelim ayda ortalama 10-20 TL civarı...

Beklenmedik, hesap edilmedik masraflar da ayda 10-40 TL falan olsun.

Benim hesaplarda sigara,tütün vs. yok, alkol nadiren tüketiyoruz. Bunları tüketmeye devam edeceğinizi düşünüyorsanız hesaba katmakta fayda olabilir, zira çok yüksek meblağlı kalemler oluyorlar. (Kullandığım gıda, su, elektrik, her şey dahil günde 10 TL, gayet kaliteli bir hayat sürmem için yeterli oluyor; buna iki bira eklemek istersem bi' 11 TL'yi daha gözden çıkarmam gerekiyor. Masraflar iki katına çıkıverdi!) Gerçi bizim, ya da kendi adıma konuşmak gerekirse benim, eskisinden çok daha az alkol alıyor olma nedenim maddi durumdan ziyade artık buna ihtiyaç duymamam. Doğanın içinde, sakin, yavaş, keyifli, kaliteli bir hayat yaşarken kafam her daim güzel olduğu için alkolden destek almaya ihtiyaç duymuyorum uzun süredir. Şehirdeyken öyle değildi, haftanın ortalama 4-5 günü bir-iki bi'şey içerdim.

Aynı şekilde elektronik vs. alma ihtiyacı olabilir ama hesaplarımda buna yer vermedim. Bu tip ihtiyaçlarınızı paylaşım ekonomisi çerçevesinde arkadaşlarınızdan ve hatta hiç tanımadığınız insanlardan karşılayabileceğinizi sanıyorum. Bunu yapmadığınız takdirde bir miktar bütçe de bunun için koymak gerekebilir. Yalnız şu anda bu konudaki harcamalarınız nasıl bilmiyorum ama buraya geldiğinizde yılda iki kere telefon değiştirmeyi, ayfon altı vs. peşinde koşmayacağınızı varsayıyorum. Koşacaksanız, yine hesaba katın tabii.

Bütün bunları okurken belki dikkat ettiniz, herhangi bir tarımsal üretim yapmadığımız ya da çok az yapabildiğimiz durumda masraflar bu şekilde çıkıyor. Bir de önce sebzemizi, zamanla bakliyat, meyve vs.mizi de yetiştirmemizin, başta tavuk olmak üzere diğer hayvanlara bakabilecek olmamızın da muhtemel olduğunu hesaba katarsak, özellikle gıda kaleminde zamanla düşüş olacaktır. Ben burada, hiç gıda üretimi yapmadığımız koşulların fotoğrafını çekmeye çalışıyorum.

Peki Bu 500 TL'yi Nasıl Kazanacağım

Bu yazıyı okuyacak kesimin bir kısmının böyle bir derdi bile yok aslında. Şehirde sadece bir evi olup sözgelimi 1.500 - 2.000 TL kira geliri elde edebilecek olanlar, dört kişinin hiçbir şey yapmadan yaşamasını sağlayabilir veya tek başına -kelimenin tam anlamıyla- krallar gibi yaşayabilir mesela. (Bu da sistemin getirdiği çok acayip bir durum tabii. Sadece ve sadece bir evin olduğunda, bu kadarına yeterli olma durumu yani.) Ya da evi falan yok da ailesinin -ve bazı örneklerde- arkadaşlarının desteğini arkasına alabiliyor (Bu şekilde geçimini sağlamanın pek çok kişi için kabul edilemez olduğunu biliyorum tabii ama evet, bu da seçeneklerden biri olabilir; en azından geçiş sürecinde...).

Bu tip "şans"ları olmayanların bazılarının "altın bilezikleri" var ve bir şekilde, gittikleri her yerde üç-beş kuruş kazanabiliyorlar. Haftada bir-iki hasta bakan bir diş hekimi, ayda birkaç hafif dosya üzerinde çalışan avukat, bir barda çalıp söyleyen müzisyen, bulunduğu yerden "uzaktan" çalışıp para kazanabilen bilişim teknolojicileri, çevirmenler, çok zorlanmadan harçlıklarını çıkarabiliyorlar.

Ama -bende olmadığı gibi- sizde bunlar yoksa ve benim gibi iktisat mezunu falansanız (bkz. ne iş olsa yaparım abi) ve -yine benim gibi- buradaki hayata dair herhangi bir bilgi, beceri, deneyiminiz yoksa bile, gittiğiniz yerlerde hasatta falan çalışarak bile çıkarabilirsiniz ihtiyacınız olan parayı. Günde ortalama 50 TL kazansanız, ayda 10 gün çalışmanız temel ihtiyaçlarınızı karşılamanız için yeterli olacaktır. Sadece hasat değil, yaşadığınız yer turizm bölgesi ise yaz aylarınızı feda edebilir ve üç ayda kazandığınız ile bir yıl geçinebilirsiniz. O da olmadıysa yine ayda 10-12 gününüzü, belki daha azını vererek deşifre yaparsınız (bilmeyenler için: bazı toplantı, konferans veya benzeri çalışmaların ses kayıtlarını yazıya dökerek), o parayı yine kazanırsınız. Daha da bir sürü seçenek yaratabilirsiniz elbette.

Yani diyeceğim o ki derdiniz, bizim gibi, temel ihtiyaçlarınızı karşılamak ise bunu her türlü yaparsınız, korkacak hiçbir şey yok. Fazlasında gözünüz varsa (ki en doğal hakkınızdır), bunu siz değerlendirin. Ben sadece, buradaki hayata dair herhangi bir bilgi, beceri, yetenek, tecrübesi; ayrıca kenarda parası pulu olmayanların bile çok zorlanmadan hayatlarını idame ettirebileceklerini anlatıyorum.

ADIMLAR

Bu konuda herkese uyacak bir yol haritası çizmek mümkün de değil, gerekli de. Ama her şeye en baştan başlarken, sizden öncekilerin tecrübelerinden faydalanmamak için de bir neden yok herhalde, değil mi?

- Kendinizi güvende hissetmek için -mümkünse- bir yıl ücretsiz izin alın, bir yıllık deneme sürecinden sonra hala bu hayatı istiyorsanız (ki muhtemelen isteyeceksiniz) istifa edin.
Değilse ve çok istiyorsanız hemen istifa edin.
Zaten çalışmıyorsanız, en kolayı... ((:

- Hiç birikmiş parası olmayanlar veya para durumundan bağımsız, ne yapacaklarını, nereden başlayacaklarını bilmeyenler için harika bir yol var: ekolojik çiftliklerde gönüllü olarak bulunmak. Buğday Derneği'nin TaTuTa projesindeki ekolojik çiftliklerden gözünüze kestirdiklerinizde takılarak -kısa ya da uzun- bir süre için, nerdeyse sıfır masrafla yaşayabilirsiniz. Ki olay sıfır masrafla yaşamanın çok ötesinde. Bu süreçte, kırsal hayata dair tecrübe edinebilir, gerçekten ne yapmak istediğinizi yaşadıkça ve gördükçe fark edebilir, tarımsal uygulamalara dair çok kıymetli bilgiler edinebilir ve tüm bunları sosyal bir şekilde, başkalarıyla paylaşarak yaşayabilirsiniz. Gönüllülerin, yani hepimizin desteğine çok ihtiyaç duyan çiftlikler için de çok önemli bir destek sunar, sağlıklı ve besleyici besinlerle beslenmenin tadını çıkarabilirsiniz. Bence başlangıç için harika duraklar bu çiftlikler! Bu arada TaTuTa ağına bağlı olmayan ama gönüllü kabul eden başka oluşumlar, çiftlikler, girişimler de var; belki onlardan birine konuk olabilirsiniz. Ve hatta yurtdışında da bu sistem -çok daha gelişmiş ve oturmuş bir şekilde- varlığını sürdürmekte. Dünyanın hemen her yerinde WWOOF ağlarından gözünüze kestirdiğiniz bir çiftlikte çok büyük tecrübeler edinebilirsiniz. Size düşen, sadece ulaşım masraflarınızı karşılamak.

- Cebinizde çok fazla paranız varsa bile, bir arazi, ev vs. alarak başlamamanızı ısrarla tavsiye ederim. Özellikle de şu anda yaşamak istediğiniz(i düşündüğünüz) hayatı daha önce deneyimlemediyseniz... Bu yazıda da elimden geldiğince değinmeye çalıştığım üzere işin çok farklı boyutları var: Sosyal hayat, yerel halkla ilişkiler, belki farklı bir iklimde yaşama ve diğer birçok konuda ne istediğinizi anlamak için bir süre bu hayatı deneyimlemeniz gerekebilir. Hemen hiçbir şey şehirden göründüğü gibi değil. Hem kim bilir, belki de uzaktan çok güzel görünen bu hayatı deneyimlediğinizde size göre olmadığını anlayacaksınız (Gerçi bunun pek örneğini görmedim ama belli mi olur). İşte bu nedenle, bir yer satın almaktan ziyade, ekolojik çiftlikleri veya diğer alternatif şekillerde yaşayanları ziyaret etmenizi öneririm.

Bu tip ziyaretler size çekici gelmiyorsa da yaşamak istediğiniz hayata kiralık bir evde başlamanız harika olacaktır. Bir ya da iki yıllık bir deneme, birçok konudaki beklentinizi, isteğinizi değiştirecek, geliştirecektir. Kendinize bu zamanı vermenizi çok sağlıklı buluyorum.

- Çiftlik ziyaretleri, kiralık ev gibi konularla bu hayata ısındıktan ve ne yapmak istediğiniz az çok netleştikten sonra, işte o zaman maddi durumunuz da elveriyorsa bir yer satın almayı değerlendirmenizi öneririm. Ya da en kötü bu şekilde devam edersiniz.

SOSYAL ve KÜLTÜREL HAYAT

Şehirden köye veya ufak bir kasabaya gelince, sosyal ve kültürel hayat konusunda epey farklılık yaşayacağınızı söylemeliyim. Bu farklılıkların bir kısmı dezavantaj gibi görünmekle ve kısmen öyle olmakla birlikte bunların büyük bir kısmını avantaja çevirmek elimizde.

-Kötü haber; nereye giderseniz gidin, şehirdeki kadar fazla insanı bir arada bulamayacaksınız, en azından şu an için. İyi haber ise şehirdeki kadar fazla insanı bir arada bulmayacaksınız :)) Ayrıca gideceğiniz köy veya kasabada büyük bir ihtimalle sizler gibi şehir göçgünleri olacak. Ya da seçim yaparken bu tip yerleri tercih edebilirsiniz. Bazılarınız farkında olmayabilir ama bizim azınlık, yavaş yavaş azınlık olmaktan çıkıyor. Özellikle Ege'nin her güzel beldesinde zaten bizim gibi bir sürü insan var, da artık köylerin bile birçoğunda neo-köylüler bulunmakta. Yani muhtemelen yalnız kalmayacaksınız.

Bunla birlikte, bu hayata adım atar atmaz göreceksiniz ki birçok dostunuz, arkadaşınız, aileniz sizi ziyarete gelecek. Hatta bir yerden sonra sosyallikten yorulma ihtimaliniz bile var (bizde zaman zaman öyle oluyor).

İşin en güzel kısmı da gerek gelen gidenle, gerek yaşamaya başladığınız yerdeki diğer göçgünlerle ve hatta köylülerle olan ilişkiniz çok daha doyurucu olacak. Şehirdeki koştur koştur buluşmaların, gürültülü yerlerde geçirilen birkaç saatin yerini, çok daha kaliteli zamanlar alacak. Hatta şunu da eklemeliyim ki şaşırabilirsiniz ama zamansal olarak da şehirdeyken görüşebildiğimizden daha fazla görüşüyoruz birçok arkadaşlarımızla. Hem niteliksel hem niceliksel olarak daha iyi durumda hissediyorum kendimi, eskiye nazaran.

Ha yine de... Bazen çok sevdiğin insan(lar)ı pat diye görmek istediğinde göremeyebiliyor ve bunu yapamayabiliyorum, bunu inkar edecek değilim. Ama artılar eksilerden çok daha fazla.

- Kötü haber, her istediğinizde sinemaya, tiyatroya, konsere gidemeyeceksiniz. İyi haber ise, öncelikle buradaki sakin ve huzurlu hayatta, bu tip etkinliklere olan ihtiyaç bir nebze olsun azalıyor. Zaten doğada her daim harika gösteriler mevcut ve onla ilişkilendikçe bu gösterinin tadını daha fazla çıkarıyorum.

Bunla birlikte, köye yerleşmek demek buraya prangayla bağlanmak demek değil elbette. İstediğim an şehre gidebiliyor, kültürel ve sosyal hayatın tadını çıkarabiliyorum. Özellikle -mesela- festival zamanları İstanbul'a, İzmir'e gidip bir-iki hafta içinde bir sürü film, tiyatro, konser izleyip özgürce bunların tadını çıkarmak mümkün. Şehirde yaşarkenkinden çok daha fazlasının tadını çıkarma şansınız var yani. Ama dostları görme hikayesinde olduğu gibi, istediğin anda gerçekleşmeyebiliyor bu ama olsun varsın.

- Tam zamanlı bir işte çalışmamanın en güzel yanı, herhalde, özgürlük. Üstteki maddeler de hep özgürlük hali ile ilintili zaten ama buna ayrı bir başlık açmak istedim. Birileri kerpiçten bir ev mi yapıyor, fırla yardım et; birileri harika atölyeler mi düzenliyor, koş; tohum festivali mi var, eko bilmemne buluşması mı... İstediğin her birine katılma şansı! İzin alma derdi yok, hesap verme sorunu yok! Gerçekten de bundan daha büyük bir nimet düşünemiyorum.

Bu arada şunu önermek istiyorum: Her nereye gidiyorsanız gidin, bence iki kişi (genelde, çift olarak) yerine 3-4 kişi gidin. Büyük bir evi ortak tutun ya da aynı yerden iki ev tutun vs. Hem sosyal ihtiyaçlar açısından geçişi kolaylaştıracaktır hem de toprakla, hayvanla falan uğraşmaya niyetiniz varsa hareket serbestinizden fazla bir şey kaybetmezsiniz. Mesela dört kişiyseniz; iki, hatta üç kişi bile yollarda olduğunda arkada kalan kişi işlerin yürümesini sağlayabilir. Bu, özgürlük halini de her daim yaşamanızı sağlayacaktır.

AİLEYE KARARI AÇIKLAMAK, ONLARI İKNA (?) ETMEK

Bu, birçokları için önemli bir konu, biliyorum; bu nedenle başlığı açıyorum ama uzun uzun yazmayacağım. Zira, bu sizin hayatınız. Aileme ne derim, arkadaşlarıma bu kararı nasıl açıklarım gibi şeylere takılırsanız yazık olur. Önemli olan, ruhunuzun ne yapmak istediği. Ruhunuz ne yöne doğru uçmak, kanatlanmak istiyor? Lütfen bunu yapın ve diğer şeyleri bahane ederek kendinizi bundan mahrum bırakmayın.

SAĞLIK

Daha doğal, daha gerçek bir hayat seçtiğiniz takdirde, kuvvetle muhtemel şu ankinden çok daha sağlıklı olacaksınız. Muhtemelen pek hasta olmayacaksınız (bizde grip, şu-bu, hiç gündeme gelmiyor). Ama yine de devletin sağlık güvecesinden uzak kalmak istemiyorsanız, genel sağlık sigortası uygulaması (GSS) ile sağlık sigortanızı devam ettirebilir, her türlü sağlık ocağı, devlet hastanesi ve anlaşmalı özel hastanelerden aynı şekilde faydalanabilirsiniz. Üstelik çalışmayan ve resmi bir geliri olmayanlar için aylık ödenmesi gereken prim -yazı ile- sıfır TL. Ayrıca evli olmayan kadınların GSS'ye başvurmalarına bile gerek kalmıyor, babalarından sigortalı oluyorlar (devlet tarafından ikinci sınıf görülmek kırk yılda bir iyi bir şeye de yol açabiliyor).

ÇOCUĞU OLANLAR

Çocuğum olmadığı için bu konuda ahkam kesmem ne kadar doğru bilmiyorum ama "bahane"lerin en güçlüsü gibime geliyor... Çocuk bakmanın, okutmanın pahalı bir şey olması da sistemin getirdiği bir ezber değil de ne! "Alınması gereken" şeylerin çoğunun alınmasına hiç gerek olmadığını düşünüyorum, bu bir. İkincisi, özellikle çocuk kıyafetleri ve eşyalarında harika bir dayanışma var ve çocuğuna tek bir kıyafet almadan onu büyüten arkadaşlarım var. Talep ettiğiniz ve açık olduğunuz takdirde, oradan buradan kıyafet ve diğer eşyalar yağacaktır. "Benim çocuğum ille de sıfır kilometre şeyler giysin, kullansın." diyorsanız, orası sizin tercihiniz.

Okuma çağındaki çocuklar köy, kasaba okullarına gidebilir bence. Arkadaşlarımız çocuklarını o şekilde okutuyorlar ve şehirdekinden geri kaldıklarını pek sanmıyorum.

Gerçi mümkünse çocukları milli eğitimden tamamen uzak tutmak gerektiğini düşünüyorum zaten ama o başka bir konu.

YA BECEREMEZSEM; SEVMEZSEM vs.

Hiç sorun değil, geri dönersin olur biter.

Zaten şunu belirteyim ki bu gerçekten de çok düşük bir ihtimal. Buradaki hayatın dinginliğine, sakinliğine ve özgürlüğe bir kere alıştıktan sonra tekrar şehrin debdebesine ve beyaz yakaya dönüş yapan pek insan tanımıyorum.

Ha, bu düşük ihtimal yine de mevcut tabii ki. İstediğinin veya ihtiyacın olanın bu olduğuna karar verirsen, eski hayatına dönmemek için bir neden yok. Aldığımız hiçbir kararın bizi sonsuza kadar bağlamasına gerek de yok. Belki iş bulma süreçleri bir miktar zor olabilir vs. ama mutlaka tekrar başlayacak bir yol bulursun.

Ama aklın buralardayken, sadece güvenlik (!) hissi ile oralarda kalıyorsan, gel, bunu kendine yapma. Bi' dene...

--- Bu yazı, buradan birkaç gün sonra uzunçorap'ta da yayımlandı. ---
--- Biraz daha sonra ise jiyanaekolojik'te. ---
--- Sonra da gezginlerkulübü'nde. --- ((:
--- Şimdi de onedio'da. --- 
--- Sonradan devamı da geldi ama artık buraya yazmamışım ((: (Ekim 2017 notu)

-----------------------------------------
Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?