Sayfalar

31 Ekim 2017 Salı

sevgiye ve diğer bazı şeylere dair bir sohbet

(...)

- Onu gerçekten sevdiğine emin misin?

- Tabii ki. Bir saattir ne anlatıyorum!

- Peki gerçekten O'nu sevdiğine emin misin?

- Bu da ne demek?

- Sevginin nesnesi gerçekten O mu? Sevdiğin şey gerçekten O mu?

- Başka ne olabilir ki?

- Bir sürü şey olabilir! Daha doğrusu, muhtemelen, bir sürü şeyin bileşkesidir bu sevgi; bir sürü şeye duyduğun sevginin bileşkesi. Bu bileşkenin unsurlarını tek tek fark etmek, öz farkındalık için çok önemli.

- Yine kişisel gelişim kitapları mı okuyorsun sen?

- Bu aralar, hayır. Gerçi okuduğum kitapları kişisel gelişim olarak nitelendirmezdim. Ha, soruyorsan, meditasyon yaparken geldi bu sevgi olayını analiz etme fikri, gerekliliği. Ama boşver bunu şimdi, ne dediğime gel.

- Dinliyorum. Nereye varacak bakalım.

- O'nu sevdiğini söylüyorsun. Ben de diyorum ki seviyorsun, çok güzel lakin bu sevgi katıksız bir sevgi olmayabilir büyük bir ihtimalle. Ve bu kötü bir şey değildir. Durumu, dolayısıyla kendini doğru anlamak için yapman gerektiğini düşündüğüm bir yolculuk sadece.

- Kemerleri bağladım kaptan; uçur beni!

- Bırak zevzekliği.

- Tamam tamam, sustum. Aaa böyle bir şarkı vard...

- ...

- Tamam, gerçekten ciddiyete davet ediyorum kendimi ve davete hemen icabet ediyorum. Sendeyim.

- Şu an hissettiğin sevginin, bir sürü şeyin bileşkesi olduğunu iddia ediyorum.

- Mesela?

Çizim: Deniz Kurt (Çok teşekkürler Deniz!)
- Mesela kendini seviyor olduğun, O'nda kendini gördüğün ve gördüğün sureti sevdiğin gerçeği...

Mesela -herhangi- biriyle olma, yani yalnız olmama isteğin ve şu anda yanında O belirdiği için bu durumdan dolayı O'nu seviyor olman...

Mesela anlaşılmaya, duyulmaya olan ihtiyacın, açlığın ve şu anda seni anlayan, seni duyan O olduğu için sevgini O'na yöneltiyor olman...

Mesela -herhangi- bir vücuda olan arzu ve ihtiyacın ve şu anda hayatındaki vücut O'nun vücudu olduğu için arzu nesnenin O olması...

Ve mesela tam da O'nu istiyor, seviyor olman... Herhangi biri olduğu, herhangi bir vücut olduğu, seni duyan, anlayan herhangi biri olduğu, kendini O'nda gördüğün için değil de gerçekten de tam olarak katıksız bir şekilde O'nu seviyor olman...

"Mesela"ları artırabiliriz. Bunlar ilk aklıma gelenler... Demem o ki birini sevdiğimizi düşündüğümüzde, sevgimizin bir kısmı gerçekten de o biricik kişiye özel olabilir fakat -çoğunlukla büyük- bir kısmı ise şartların ve hayatın karşımıza "o" kişi ya da kişileri çıkardığı ve sevgimizi onlara yöneltiyor olduğumuzdur.

- Hımm... Bu duyduklarım çok hoşuma gitmedi sanki. İtiraz edesim var.

- İtiraz edesin var çünkü romantik hayâller daha çekici geliyor. O'nun özel biri olduğunu ve birbiriniz için yaratıldığınızı düşünüyorsun; düşünmek istiyorsun. Bu öğretildi çünkü sana. Filmler, hikâyeler hep bunu anlatıyor.

Bak, O'nun özel biri olduğu kesin, sen de öylesin. Ama ben de öyleyim ve diğerleri de öyle. Neden senin O'nu bu kadar severken, O'nun bu kadar özel olduğunu düşünürken; bir başkasının da başka birini senin O'nu sevdiğin kadar sevdiğini, senin O'nu özel bulduğun kadar özel bulduğunu düşündüğünü sanıyorsun? Başkasının sevdiği kişi senin için hiçbir şey ifade etmezken O nasıl da parlıyor gözünde, öyle değil mi? Aynı şekilde diğer kişi için de O'nun o kadar fazla anlamı yok.

Bir şekilde bir ruha gerçekten dokunabildiğimiz takdirde, ki bazı sevdiğimizi sanmalarda bunun yanından bile geçmiyoruz, onu sevmememiz ne mümkün? Her ruh özel, her ruh güzel. Güzellik her yerde ve hepimizde ama algılayabildiğimiz güzellik, bakanın gözlerinde. Bunu birinde görürken bir diğerinde göremememiz bu durumu değiştirmez.

- Hem mantıklı geliyor hem de işime gelmiyor sanki. O'nun gerçekten de başka türlü özel olduğunu düşünmek iyi hissettiriyor.

- Başka türlü özel birine sahip olduğun için mi dersin?

- Belki de...

- Galiba bu ayrılık bilincinden geliyor. Senle ben ayrıyız ve rekabet hâlindeyiz. Öyle olunca da senden ayrı olan ben, en güzeli, en tatlıyı, en özeli kaparsam kazanırım.

Ve gittikçe O'na tutunurum, sıkı sıkı yapışırım en özel olana. Artık hayatın anlamını O'nda görmeye alışırım ve bu, zamanla bağımlılık hâline gelir çoğunlukla. O'nsuz yapamam artık.

- Tam olarak öyle hissediyorum, biliyor musun? Şimdi bir şey olsa ve birdenbire hayatımdan çıkıverse, hayatımın tüm anlamı kaybolur gibi geliyor.

- Sık karşılaşılan bir durum. O özel kişinin hayatın tam merkezinde konumlandırılması ve yokluğunun tüm dengeni alt üst etmesi...

- Peki ne öneriyorsun?

- Bilmem. Sen kendine ne önerirsin?

- O'nu sevmekten büyük keyif alıyorum, her geçen gün bağlanıyorum da ona. Ama sanki senin de söylediğin gibi, bağımlılığa dönüşüyor olabilir. Ki bu pek iyi bir şey değil galiba.

- Tabii ki değil. Bağımlılık seni sen olmaktan, bütün olmaktan çıkarır. Bağımlıysan kendinle kalmakla yetinemezsin. Bağımlılık duyduğun maddenin, kişinin veya hissin yokluğu, içinde kocaman bir boşluk açar. Bu boşluğu kapatmak için yapabileceğin tek şey o maddeye, kişiye ve hisse yeniden ve yeniden ulaşmaktır. Ulaştığın sürece iyisindir, ki bu da tartışılır; ulaşamadığında ise sıkıntılar baş gösterir. Fiziksel sıkıntılar, ruhsal sıkıntılar... Ve hep bir gerilim vardır. Zira her an bu maddeye, kişiye, hisse ulaşamama ihtimalin ve bunun yarattığı korku vardır.

- Bunun üstesinden nasıl gelinir?

- Sadece fark et dostum... Ve fark ettiğin şeyden korkma, ondan kaçma, görmezden gelme; bilakis onun içine, merkezine bak... Bu hisle kal, bu hissi yaşa; onun içinden geç...

Bunları sadece bağımlılıklar için değil, tüm istenmeyen duygularla çalışmak için önerebilirim. Korkuyor musun, fark et; kıskanıyor musun, fark et; bağımlı mısın, fark et. Fark et ve sadece bak, ne kadar gerekiyorsa o kadar bak. Onlarla savaşmadan, onları tu-kaka ilan etmeden, onların üstesinden gelmeden... Ta ki bu hisler kendiliklerinden çözülene, eriyene kadar. Olan'a yansız bir şekilde baktığın takdirde bunun önünde direnebilecek hiçbir duygu yok, güven bana. Yeter ki sabırla bak, dosdoğru bak, ta içine bak.

- ...

- Ne diyorsun?

- Kafama yatıyor bu söylediklerin ama hâlâ kabul etmekte zorlanıyorum.

- Belki bunla başlayabilirsin. Bu söylediklerimin sende ne hissettirdiğiyle, içinde oluşan dirençle... Bu dirence dosdoğru bakarak başlayabilirsin. ve oradan adım adım ilerleyebilirsin.

- Immm, tamam, bunla başlayacağım.

- Harika. Sonra yine konuşalım ama...

- Anlaştık! Yalnız iyi gurulama yaptın kaşla göz arasında. :)

- Bazen tutamıyorum işte kendimi. :)

(...)

--------------------------------------------------------------

Blog yazarının üç notu: 

1 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın? 

2 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum. 

3 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.

                                                          emreertegun@gmail.com

28 Ekim 2017 Cumartesi

oğlan & kız

Oğlanla kız tanışmış ve hızlıca yakınlaşmış, kaynaşmış. Kaynaşmalarına herhangi bir isim koymaya, onu şekillendirmeye yeltenmemişler. Kendiliğindenliğe, akışa, olacakların hayrına güvenmişler.

Aralarında oluşmaya başlayan bağı tutmak her zaman çok kolay olmamış ama bir şekilde kotarmışlar; ayrıca mümkün olduğunca sık bir araya gelmeyi, arada sendeleseler de kopmamayı becermişler. Akışa ve kendiliğindenliğe güvenirken bunun hiçbir şey yapmamak olmadığının da farkındalarmış.

Birkaç yanyanalıktan sonra bir ilişki konuşması ("the talk") yapmak kaçınılmaz olmuş. Zira her ne kadar bunu tanımsız, kalıpsız bir şekilde yaşamak isteseler ve böyle sürdürmeye niyet etseler de varlığını iyice belli eden ve artık görünür olan ilişkiyi görmezden gelmenin de bir anlamı yokmuşmuş.

Konuşma yapılmış; duygular, düşünceler, beklentiler ve niyetler paylaşılmış; ilişkinin seyrine dair ortak bir zemine gelmişler. Anahtar kelimeler şeffaflık, kendiliğindenlik ve özgür sevgi/aşk imiş.

***

Şeffaflık, ilişkiye dair önemi olan her şeyi birbiriyle paylaşmak anlamına geliyormuş. Bir şeyleri saklamamanın, gizli gündemlerle yaşamamanın, her hissiyatın ve ihtimalin ilişkinin bir parçası olduğunu bilmenin ve gelen her şeyi kabul etmenin önemini biliyorlarmış ve her şeyin "normal" olduğunu da... Eh bu durumda saklamaya, gizli tutmaya gerek duyacak nesi kalırmış ki insanın...

Kendiliğindenlik; ilişkinin kendi seyrini, inişlerini, çıkışlarını; doğum-ölüm-doğum süreçlerini kabul etmek anlamına geliyormuş. İlişkiyi beslemek önemliymiş elbette ama bunu; olanla kavga etmeden, akıntıya karşı kürek çekmeden yapmanın şifalı ve hayırlı olduğuna inanıyorlar, düşünüyorlarmış. Suyun zaten akıp yolunu bulduğunu, bulacağını ve yapacaklarının, olsa olsa, buna küçük yönler vermek olabileceğini biliyorlarmış.

Özgür sevgi ise sevginin su gibi akmasını kolaylaştırmak, daha doğrusu zaten kendiliğinden akan sevginin önüne set çekmemek anlamına geliyormuş. Ve bu, önce kendine, sonra ise birbirine, diğerlerine ve bütüne duyulan sevgiyle ilgiliymiş.

Kişinin kendini sevmesi elzemmiş, aksi takdirde gerçek anlamda sevmesi ve sevilmesi pek mümkün değilmiş. Öz sevgisinin önünü tıkamaması, iç eleştirmenine takılıp aslında hep orada olan sevgiyi görmezden gelmemesi önemliymiş.

Kişinin diğerini sevmesi ve ona özgürce akması da öyle. Korkuları, endişeleri, "meli"-"malı"ları yavaşça yere bırakıp içinden nasıl sevmek geliyorsa öyle sevmesi, o kişiye öyle akması hayırlıymış. Ne rollere bürünerek ne hissetmediğini hissediyor gibi yaparak -önce kendini- kandırmak ne de hissettiğinin üstünü örtmek, görmezden gelmek, bunlardan korkmak iyi bir fikirmiş. Sadece olanın önünü daha da açmak, onu görünür kılmak, onu yaşamakmış olay.

Kişinin diğerlerine olan sevgisi, ilgisi, çekilme hâlleri de son derece doğalmış. Doğal olmayan; hayatlarını illaki bir kişiye angaje etmek, sadece onla nefes almak, tüm ihtiyaçları ondan karşılamak, beklemek, talep etmek; bunlar gerçekleşmediğinde öfkelenmek, kızmak, kavga etmek, hayâl kırıklığına uğramakmış. İçlerinde var olan sonsuz sevgi potansiyelini kıstırıp küçültmek ve tamamını bir kişiye sunmak -zorunda olmak- ve aynı şekilde her şeyi bir kişiden beklemek biraz zorlama bir hareketmiş ve bundan özgürleşmeleri gerektiğini düşünüyor, hissediyorlarmış. Dolayısıyla bu ilişkiye, farklı biçimlerde, üçüncü, dördüncü, beşinci şahısların dahil olması da mümkünmüş. Bu durum(lar)da zorlanabileceklerinin farkındalarmış ama gerçek olmak, akan sevgiye set çekmemek adına bu zorlanmalar da hoşgelsinmiş.

Çizim için Tijenciğime (İnaltong) kocaman teşekkürler


Süreç bu şekilde akıp gidiyormuş. Arada tökezlemeler olsa da anahtar kelimelerin varlığı unutulmamış, ilişkide varlıkları her daim hissediliyormuş.

Kendiliğindenliğin önünü tıkamamaya çalışıyorlar, sevginin önündeki tüm engelleri kaldırmaya gayret ediyorlar, içlerinde dönüp dolaşan her şeyi birbiriyle paylaşmaya özen gösteriyorlarmış. Yeri geldiğinde etkinlendikleri, yeri geldiğinde ilgi gördükleri diğer insanlardan bahsedebiliyorlar; bunlar kıskançlığa veya o tip diğer olumsuz hislere yol açıyorsa, yine bunları da korkmadan anlatıyorlarmış birbirlerine.

***

Sevginin özgür akmasına izin vermeye epey niyetliymişler. Başka insanlar, başka etkilenmeler, belki başka deneyimler olmasını -karşılaması zor olsa da- olağan buluyorlarmış. Bu, illaki farklı şeyler yaşayacakları anlamına gelmese de, en azından teoride bunun önünde kocaman barajlar olmadığını bilmek, ilişkinin üzerindeki gerilimi de azaltıyormuş. Şeffaflık olduğu ve birbirlerini tuttukları sürece korkacak bir şey yokmuş.

E zaten korkunun ecele faydası da yokmuş.

--------------------------------------------------------------

Blog yazarının üç notu: 

1 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın? 

2 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum. 

3 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.

                                                          emreertegun@gmail.com