tag:blogger.com,1999:blog-88715089980013221662024-03-14T21:48:53.459+03:00içimden sohbetlerkendime not: dünyayı kurtarmak senin işin değil; "kendin"e bak çocuk!emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.comBlogger297125tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-35670461870291341762019-09-17T15:41:00.004+03:002019-09-17T15:41:31.415+03:00eril-dişil-Yine uzun bir aradan sonra- web sitemde yeni bir yazı var canlar.<br />
<a href="http://yeniyedogru.com/blog/2019/09/eril-disil/">http://yeniyedogru.com/blog/2019/09/eril-disil/</a> adresinden ulaşabilirsiniz.<br />
<br />
Sevgiler,<br />
Emreemrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-14544950040725910462019-05-31T14:05:00.002+03:002019-05-31T14:05:44.694+03:00Çember ve merkezSevgili içimden sohbetler takipçileri,<br />
<br />
Bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere, bir süre önce web sitem yayına geçti ve artık tüm üretimim (yazılar, etkinlikler, kitap...) orada bir arada. Dolayısıyla yazıları da artık buradan değil, oradan yayımlayacağım; ki uzun zaman sonra ilk yazı az önce doğuverdi. Bağlantısı burada: <a href="http://yeniyedogru.com/blog/2019/05/cember-ve-merkez/">http://yeniyedogru.com/blog/2019/05/cember-ve-merkez/</a><br />
<br />
Muhtemelen görmeyenler olabileceği için birkaç kere daha burada minik bilgilendirme/hatırlatma yaparım; sonra ise artık burayı kendi hâline bırakırım.<br />
<br />
Herkese sevgiler,<br />
Emre<br />
<br />
Not: Eski yazıların da tamamını siteye geçirdik tabii.emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-55920635310552587162019-04-07T16:48:00.000+03:002019-04-07T16:55:42.311+03:00gitmek7 Nisan 2009'da, bundan tastamam 10 sene önce "yapsam mı... gitsem mi..." yazmışım feysbuk profilimde. Bu 10 yılda köprünün altından ne sular aktı; neler yaptım, ne çok gittim... Neler okudum, neler öğrendim ve unuttum (en çok da unuttum).<br />
<br />
10 yıl önceki "yapma"-"gitme" kararını almaya çalışan Emre'den neredeyse eser yok bugün. Gerçi diğer yandan o Emre bugünküne gebeydi; bugünkünün yarınkine olduğu gibi. Tırtılın kozasından çıkıp kelebeğe dönüşmesi işte; zaten tüm hayat da bu sürekli dönüşümden başka nedir ki... Güvenli bir rahme düşüverir, oranın şahane konforlu ortamında serpilir ve zamanı gelince dünyaya gözünü açarsın. Bir ceninken bebeğe, yavaş yavaş bir çocuğa ve yetişkine dönüştükten sonra zamanla yaşlanır ve yeni bir forma geçersin.<br />
<br />
Nerede yaşadığına ve o bölgedeki kültüre göre, belki ateş dönüştürür bedenini, belki topraktaki mikroorganizmalar ve irili-ufaklı böcekler... Belki bedeninden arta kalan küller havaya savrulur ve milyon tane parçacık yine suya, toprağa karışır; belki gömülen bedenin toprağa dönüşür ve oralarda yaşayan keçinin sevdiği bir ota rahim olur. Kim bilir belki o keçi otu yer ve belki torunun da, o keçinin torununun torununun torununun verdiği sütten kızının yaptığı yoğurdu... Yani bir anlamda seni yer torunun... Garip ama...<br />
<br />
Veya belki bambaşka bir senaryo oynanır ve diğer sonsuz olasılıklardan herhangi biri vuku bulur; her şekilde tam da olması gereken, olacak olan olur. Yoksa başka bir şey olurdu...<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4HfWaPJ2GLCYUESR1fW4NfDZu-aKm-lGN8qmtWFimU1M5sGKieHH9ch7IUeZvKhr1ob0Du7K5rO4_2DfbHDJS0dxBBKG52o-qVBS-OyfrgHkGqirmJbG1sqnvzz_D44e2Zmh97f7gvuXq/s1600/IMG_0959.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4HfWaPJ2GLCYUESR1fW4NfDZu-aKm-lGN8qmtWFimU1M5sGKieHH9ch7IUeZvKhr1ob0Du7K5rO4_2DfbHDJS0dxBBKG52o-qVBS-OyfrgHkGqirmJbG1sqnvzz_D44e2Zmh97f7gvuXq/s400/IMG_0959.JPG" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Fotoğraf: Emre, yani ben<br />
Yer: Karagöl, Borçka</td></tr>
</tbody></table>
<br />
Takım elbiseyi bir daha üstüne almak ve her gün tıraş olmak istemeyen 2009 model Emre şehirden uzaklaşmaya dair kafa patlatıyordu; onunla hemen hiçbir şekilde ilgisi olmayan ama bir şekilde gebe olduğu 2019 model Emre ise -çok şükür ki- kafa patlatmayı büyük oranda bıraktı. Hayat nehrinde bir kano ile akıyor ve yaptığı, küçük kürek dokunuşlarıyla güvenli şekilde ilerlemeyi sağlamak; ötesi ise nehrin inisiyatifinde.<br />
<br />
En azından öyle yaptığımı zannediyor, umuyorum. Geçen günkü paylaşımda da söylediğim ve belki de bundan sonra hayata dair yazmaya, atıp tutmaya cüret ettiğim her seferinde söylemekten kendimi alıkoyamayacağım üzere bütün bunlar sözcüklerden başka bir şey değil. Bu sözcükler bir zihinden çıkıyor nihayetinde ve bu zihin çok ama çok fazla şeyden ibaret: Özümle ve ruhumla temasımdan çıkan bir sürü oluş hâli de var orada; deneyimler, ezberler, şartlanmalar da; kültürden ve atalardan gelen armağanlar ve yükler de. Sözcüklerimin ve eylemlerimin temizliğinden ve saflığından hiç ama hiç emin değilim ama becerebildiğim ölçüde öyle bir yerden yaşamaya, öyle bir yerden konuşmaya, öyle bir yerden olmaya ve eylemeye niyet ve gayret ediyorum.<br />
<br />
Galiba tek yapmam gereken kendimi bilmek, daha çok kendim olmak, fazlalıklardan ve her türlü yükten arınmak ve özümden ibaret kalmak üzere <i>gitmeye</i> devam etmek...<br />
<br />
10 yıl önce gittim ve sonra ohooo kaç kere daha gittim. Dışarıda ve içimde gitmeyi sürdürdüm ve görünen o ki böyle de devam edecek. Ve gittikçe, umarım ve inşallah, üstümdekileri soyunmaya devam edeceğim. Saflığıma ulaşana kadar; ulaşabilirsem...emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com2Urla, İzmir38.372090966210607 26.74449402099605838.347193466210605 26.704153520996059 38.396988466210608 26.784834520996057tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-25402525660581688302019-04-05T12:56:00.000+03:002019-04-05T12:58:15.665+03:00İyi ki doğdum da...Dün sosyal medyada minik bir mesaj döküldü zihnimden, kalbimden ve parmaklarımdan; buraya da not düşeyim istedim:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvjUJRHwaMHIYFuXbZ9C_XefLbgtwI5DqyGeWm1MdPf5IoJnoMf8rcaIaK2UkVG9qxlv0RCuow8By_QtV3jz1X8pAEl61i9fdqA1ICUnRFUFSc0amJgqbKKqN4IN_SyjrjEMB_5nrUL-tq/s1600/20170810_090240.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="1280" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvjUJRHwaMHIYFuXbZ9C_XefLbgtwI5DqyGeWm1MdPf5IoJnoMf8rcaIaK2UkVG9qxlv0RCuow8By_QtV3jz1X8pAEl61i9fdqA1ICUnRFUFSc0amJgqbKKqN4IN_SyjrjEMB_5nrUL-tq/s400/20170810_090240.jpg" width="400" /></a></div>
<span style="background-color: white; color: #1c1e21; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif; font-size: 14px;">Tamam iyi ki doğdum falan da acaba niye doğdum? Var mı bir sebep ya da sebepler, yoksa evrendeki sonsuz olasılıklardan tesadüfen ortaya çıkmış bir varlık mıyım sadece?</span><br />
<br style="background-color: white; color: #1c1e21; font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 14px;" />
<span style="background-color: white; color: #1c1e21; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif; font-size: 14px;">Sebep(ler) olup olmadığını bilmiyorum ama her geçen gün, herhangi bir şeyin tesadüf olmadığını daha derinden idrak ediyorum.</span><br />
<br style="background-color: white; color: #1c1e21; font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 14px;" />
<span style="background-color: white; color: #1c1e21; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif; font-size: 14px;">Sonsuz büyüklükte bir organizmanın hem bir parçası hem de ta kendisi olduğuma/olduğumuza daha fazla inanm</span><span class="text_exposed_show" style="background-color: white; color: #1c1e21; display: inline; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif; font-size: 14px;">aya başlıyorum. Hâlâ şüpheyle yaklaşsam da gördüğüm, deneyimlediğim her şey, yaşamımın ta kendisi beni "inanmaya" yaklaştırıyor. İnandıkça her şey kolaylaşıyor da... "İyi"-"kötü", "doğru"-"yanlış" gibi kavramlar, "-meli","-malı"lar üstümden her geçen gün biraz daha düşüyor ve olan her şeyin, olabilecek olan tek şey olduğunu ve benim yapabileceğim en hayırlı şeyin bunu kabul etmekten ibaret olduğunu anlıyorum.<br /><br />Kazanılacak bir dava yok, yenilmesi gereken düşmanlar yok... İdeolojiler, tutunduğum değer yargılarım, ahlâk anlayışım, hepsi gittikçe üstümden düşüyor ve bu durumda yönümü çizen tek şeyin içimdeki sevgi ve coşku olmasına, bunlarla hep bağlantıda kalabilmeye niyet ediyorum. Bunu yapabildiğimde, oluş hâlim ve buradan çıkan eylemlerim hep çok hayırlı oluyor bence; dilerim ki her geçen gün bunu daha da süreklilik hâlinde deneyimlerim.<br /><br />Bir yandan da bunlar sadece birtakım sözcüklerin yan yana gelmesi işte... Bunları yazdım diye böyle mi oluyorum hemen! Ayrıca mesela bir yıl önce bambaşka şeyler söylerdim, şimdi bunları söylüyorum; muhtemelen yarın da değişecek. Şimdi ulaştığım nokta doğru da dünkü yanlış mıydı o zaman? (Hani hep öyle gelir ya...) Eğer öyleyse yarın ulaşacağım yer daha mı doğru olacak? Hep ilerliyor muyum? Sahi ilerlemek ne demek?<br /><br />*** ***<br /><br />Neyse işte; doğum günü çocuğu olmanın bana verdiği yetkiye dayanarak birkaç dakikanıza göz diktim, kendimi parmaklarıma teslim ettim ve bunlar çıktı. Yetkimi kötüye kullanmamak için şimdilik burada duruyorum. <span class="_47e3 _5mfr" style="font-family: inherit; line-height: 0; margin: 0px 1px; vertical-align: middle;" title="smile emoticon"><img alt="" class="img" height="16" role="presentation" src="https://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/t4c/1/16/1f642.png" style="border: 0px; vertical-align: -3px;" width="16" /><span aria-hidden="true" class="_7oe" style="display: inline; font-family: inherit; font-size: 0px; width: 0px;">:)</span></span><br /><br />İyi ki varım, iyi ki "insan olmak" denen bu zorlu, karmaşık ama çok da keyifli deneyimi seçmişim (eğer ki seçmek diye bir şey vardıysa...).<br /><br />Herkesin içindeki yüceliği selamlıyorum. <span class="_47e3 _5mfr" style="font-family: inherit; line-height: 0; margin: 0px 1px; vertical-align: middle;" title="heart emoticon"><img alt="" class="img" height="16" role="presentation" src="https://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/t6c/1/16/2764.png" style="border: 0px; vertical-align: -3px;" width="16" /></span></span>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com2Urla, İzmir38.380972821197062 26.74586731201168338.356075821197059 26.705526812011684 38.405869821197065 26.786207812011682tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-3119215885724802452019-02-28T20:01:00.000+03:002019-02-28T22:33:22.147+03:00F5<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDhqpZQ9xFSD7qiOwZgyiOxuPCH4UVxPEcgP9DJao-gbPc5CgOYUMkrGB9zAxSJsV6oVex4j7m9QveqHQ7uPb4gfUCZ7KKYmYZNrleZRLULNzwnr1egwEv09gSH2G1aaU0Pr63nP1GfYfH/s1600/Elif+Akan+-+Yol.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1112" data-original-width="1095" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDhqpZQ9xFSD7qiOwZgyiOxuPCH4UVxPEcgP9DJao-gbPc5CgOYUMkrGB9zAxSJsV6oVex4j7m9QveqHQ7uPb4gfUCZ7KKYmYZNrleZRLULNzwnr1egwEv09gSH2G1aaU0Pr63nP1GfYfH/s400/Elif+Akan+-+Yol.jpg" width="393" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mandala: Elif Akan - "Yol"</td></tr>
</tbody></table>
Kendimi anlatasım, kendimden haber veresim var lakin yazamıyorum bir süredir. Başlayıp başlayıp siliyorum yazıları. Filmlerdeki tıkanmış yazar tipolojisi gibiyim, daktilosuyla yazmaya oturup, sürdüremeyip kağıtları buruşturup sağa sola atar ve bu kağıtlar bir yığına dönüşür ya hani...<br />
<br />
Sildiğim yazılardan birinden bir kenara ayırdığım şöyle bir paragraf vardı; şu an yazamama sebebimi de anlatıyor biraz:<br />
<br />
"Gerek kendime gerekse dünyaya dair daha fazla şey öğrendikçe, esasında hiçbir şey bilmediğimi ve bilemeyeceğimi daha iyi idrak ediyorum. O kadar engin bir evrende yaşıyoruz ki bir şeyleri gerçekten anlamak, bilmek ne mümkün!"<br />
<br />
Bu paragrafta bir şeyler öğrendiğimden dem vurmuşum fakat bugün baktığımda <i>hiçbir şey bildiğim yok</i> kısmı çok daha yoğun. Resetlenmiş ve bembeyaz bir sayfada yeniden başlıyormuşum gibi hissediyorum bu aralar. Hayata dair düşüncelerimin, oluş hâlimin, eylemlerimin, yaşadığım yerin, yakın ilişkimin değiştiği ve yenilendiği bir süreçteyim. Geçen gün kullandığım ifadeyle "Sanki biri sürekli F5'e, 'yenile' tuşuna basıyor benim adıma." Ve her yenilenişte bildiğim her şeyi unutuyorum gibi...<br />
<br />
Hiçbir şey bilmeyen kişi ne yazabilir ki...<br />
<br />
Dün birkaç arkadaşıma seslenirken şöyle bir şeyler çıktı: "(...) Ve bütün bu değişkenlik içindeyken kendim ve her birimiz için diliyorum ki kendi merkezimize köklenelim, kendimizi yaşama (gerçekleştirme) yönündeki algılarımızı açık tutabilelim. Bunu gerçekten yapabildiğimizde diğer hiçbir şeye köklenmeye gerek de yok muhtemelen."<br />
<br />
Yalnız bu da bazen çok yorucu oluyor yahu. O kadar büyük bir mesaiymiş ki meğer... 2012'den beri hemen hemen tam zamanlı işim: kendimi bulmak, kaybetmek, yeniden aramak, yeniden bulmak, ... ve ilk başlarda bir şekilde daha kolayken zaman geçtikçe zorlaşıyor sanki. Derinleştikçe, eğer ki bu derinleşmekse, vardığım yer tekinsiz bir yer. Sanki başlarda köklerim hızlıca ve kolayca toprağa tutundu; o zaman her şey daha berrak ve net idi. Sonrasında ise aşağılara indikçe daha büyük kayalara ulaşıp onların da arasından geçerek daha aşağıdaki boşluklu bir katmana geldi ve şimdi orada başıboş salınıyorlar gibi.<br />
<br />
Sanırım o boşluklu katman benim özüm ve hiç bitmeyen dönüşüm nedeniyle bir yere çapa atıp sabit bir rahatlığa ermek pek mümkün değil. Ya da mümkün ama ben seçmiyorum; istesem daha yukarıda kalırdım.<br />
<br />
(Bu benzetmeler ne kadar yerinde, derinleştiğimi sanmalar gerçeğimi ne kadar ifade ediyor acaba...)<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***<br />
<br /></div>
Kendime, insanlara, dünyaya baktıkça ve biraz yol kat ettikçe, her şeyin geçici olduğunu iyice anladıkça, yargılardan sıyrıldıkça ve olanı olduğu gibi kabul etmeye başladıkça; bir yandan müthiş bir hafiflik hâli deneyimlerken bir yandan da her türlü değeri, düşünceyi bir kenara bırakma yoluna girdiğim için tutunacak bir şeyler, köklenecek bir yer bulma ihtiyacımı karşılama konusunda zorlanır buluyorum kendimi. Çünkü iyi-kötü ortadan kalkıyor, kızacak şeyler ortadan kalkıyor, uğruna mücadele edilecek idealler ortadan kalkıyor, alışkanlıklara tutunmalar ortadan kalkıyor. Eh kökler de boşlukta salınıyorlar.<br />
<br />
Ve bütün bunlar beni şuraya getiriyor: Sadece ve sadece dönüşüm ve an'ın getirdikleri var aslında. Herkesin bildiği kadar yaşadığı, elinden geleni yaptığı; canlısı-cansızı sürekli devinim hâlinde akıp giden bir evren...<br />
<br />
Peki bu dünyada kişi ne yapmalı? İşte olsa olsa kendine bakmalı, bütün iş bundan ibaret; galiba...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Bu arada F5'e basıp duran tabii ki benden başkası değil...emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com4Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-90904563881523218172019-01-23T12:11:00.001+03:002019-01-23T12:11:36.787+03:00ben (?)<blockquote class="tr_bq">
"<i>Var olduğumdan emin değilim, gerçekten. Ben, okuduğum tüm yazarlarım, tanıştığım tüm insanlarım, sevdiğim tüm kadınlarım, ziyaret ettiğim tüm şehirlerim ve tüm atalarımım.</i>" - Jorge Luis Borges</blockquote>
<br />
Ben neyim?<br />
<br />
<i>Beden</i>indeki hücrelerin her biri bugüne kadar milyonlarca forma girmiş ve şu sıralar hasbelkader bende birleşmiş olan, sürekli değişen, yenilenen fiziksel bir organizmayım. Mesela büyük bir kısmım sudan oluşuyor, bu da demek oluyor ki içimde Van Gölü'nden Büyük Okyanus'a, yağan yağmurlardan sayısız hayvanın çişine, her yere girip çıkmış milyonlarca su molekülü var. Katı yapıtaşlarım da farklı değil. Dünyanın ve hatta evrenin oluşumundan beri o formdan bu forma girmiş olan bir sürü molekül, bir şekilde yediğim gıdalara dönüşmüş, sonra da Emre'nin hücreleri oluvermiş. Çok acayip, değil mi? ((-:<br />
<br />
<br />
<i>Zihin</i> konusuna girince olay iyice tuhaf bir hâl alıyor ve "ben kimim?", "ben ben miyim?, "ben diye bir şey var mı ki?" gibi soruları derinleştiriyor. Mevcut zihnimin; bir şekilde öğrendiğim, deneyimlediğim, okuduğum, duyduğum ve üstüme boca edilen tüm şeylerin bir toplamı olduğunu düşündüğümde ve bunlara bilinç altımdaki ve kolektif bilinç dışımızdaki etmenleri eklediğimde, "ben"in ne olduğu silikleşiyor.<br />
<br />
<br />
Bir de <i>ruh</i> diye bir şey var diyolaa, sahi o ne ola? Bedenden de zihinden de ayrı, tam olarak anlayamadığım ama varlığına iyice inanmaya başladığım, <i>ben</i>den öte bir varlık. Yüksek benliğimin tezahürü, atalardan aktarılan bilgileri, birtakım enerjileri taşıyan acayip bir form... İfadeler tam olarak doğru olmayabilir, takılmayın lütfen. İddialı olduğum, üstüne konuşabileceğim bir konu değil zaten; sadece en azından diğer iki maddeden de derin bir yerlere dayandığını sezdiğimi not düşeyim.<br />
<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8Z-udpb6fqpPS9LpVqAkvPR0Dt63BN0kC6_vGk_0c3zwGD1L9Zmzd1MvWOmNWELohAmYBJT1Bz46ZDtiYuTq98olwF_5KJjq4ljeTDk20J-VVoee08lBQ8-Rk4vauP-UPSuIlcZoch2zI/s1600/Filiz+Telo.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8Z-udpb6fqpPS9LpVqAkvPR0Dt63BN0kC6_vGk_0c3zwGD1L9Zmzd1MvWOmNWELohAmYBJT1Bz46ZDtiYuTq98olwF_5KJjq4ljeTDk20J-VVoee08lBQ8-Rk4vauP-UPSuIlcZoch2zI/s400/Filiz+Telo.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Filiz Telek</td></tr>
</tbody></table>
<br />
E nasıl oluyor o zaman? Kimim ben hakikaten?<br />
<br />
<br />
Her an birtakım durumlar oluyor ve <i>ben</i> (?) tepki veriyorum mesela. Bu tepkiyi bileşenlerine ayırırsak, içinde yukarıda yazdığım her şey var: Bedenimin, zihnimin ve ruhumun biriktirdiklerinin bileşkesinden ortaya çıkan cevap... Peki bu cevabı ne kadar otomatik veriyorum, ya da ne kadar yavaşlayıp araya önce nefes almayı sıkıştırabiliyorum?<br />
<br />
Burası pek kritik sanki! Eğer ki yazdığım tüm etkenlerden bağımsız bir <i>ben</i> varsa orada (<i>bilinç</i> denen şey bu mu yoksa?), ona ne kadar erişebiliyorum; daha doğrusu o, yaşadıklarıma ne kadar etki edebiliyor; ya da ne kadar edemiyor ve aslında otomatik pilotta yaşıyorum?<br />
<br />
Öte yandan otomatik tepki vermiyor ve yavaşlıyorsam bu iyi galiba ama peki bu durumda yavaşlamamı sağlayan ne; yavaşlamayı bana hatırlatan ne? Yine okuduklarım, hayatıma dokunan kimseler, ruhumun deneyimleri, bedenimin biriktirdikleri vs. değil mi? Yani yine <i>ben</i>i oluşturan sonsuz bileşenin bileşkesi. Bu durumda, otomatik tepki vermemde olduğu gibi vermememde de başka türlü bir otomatiklik yok mu? :))<br />
<br />
<br />
Mesela düşünceler(im)in <i>ben</i> olmadığını daha geçen gün idrak edebildim. Hatta kısacık bir ses kaydı alıp paylaşmıştım (<a href="https://soundcloud.com/emre-erteguen/zihnimdeki-dusunce-ve-ben" target="_blank">Bağlantısı burada</a>). O gün, okuduğum kitaptaki bir cümle zihnimde birdenbire bir düşünce oluşturdu ve ilk kez , düşünceler(im)le <i>ben</i> arasındaki ayrımı görebildim. Bu düşünceyi oluşturan ben değildim, kendisi oluşuverdi. İşte <i>ben</i> burada devreye giriyor olabilir miyim? Bu düşünceyi sahipleniyor muyum, sahiplenmiyor muyum; onu takip etmeyi mi seçiyorum, etmemeyi mi?<br />
<br />
Derinleştikçe iyice beyin yakan bir konu bu, benim için. Umuyorum takip edebilmişsinizdir... :))<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<b><i>Yazandan okuyana not:</i></b><br />
<br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: georgia, utopia, "palatino linotype", palatino, serif; font-size: 14.3px;">Bu blogdaki paylaşımları ve emeği onurlandırmak ve yazana bir karşılık armağanı vermek (para ve diğer) ya da okuduklarına dair geri bildirimlerini, fikirlerini, kendi tecrübeni, olumlu ve olumsuz eleştirilerini paylaşmak istersen,</i><br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: georgia, utopia, "palatino linotype", palatino, serif; font-size: 14.3px;"><b><br /></b><b>emreertegun@gmail.com </b>adresinden bana ulaşabilirsin.</i><br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: georgia, utopia, "palatino linotype", palatino, serif; font-size: 14.3px;"><b><br /></b>Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana açığım.</i>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-84060895458154364082019-01-21T18:01:00.001+03:002019-01-21T18:18:14.750+03:00acı ile göz göze, diz dizeSıkışmalar, sıkılmalar, bunalmalar, Funda ile didişmeler, kendimle didişmeler... 2019 benim için sert başladı.<br />
<br />
Çok şükür ki sağlıksal bir sorun ya da fiziksel iyilik hâllerimi bozan durumlar yok. Bunla birlikte psikolojik ve ruhsal zorlanmaların, en az hastalık, açlık, barınma, parasızlık gibi daha somut görünen sorunlar kadar etkili olduğunu düşünüyor, gözlemliyorum. Hatta sanki bu hâller daha fena bir yerden can yakıyor. Hastaysam, parasızsam veya ne bileyim evden çıkarılıyorsam falan, yapmam gereken az-çok ortadadır. Durum karanlık görünse bile bir fikrim vardır olduğum durumdan feraha nasıl çıkacağıma dair. Öte yandan sebebini bildiğim ya da bilmediğim bir şekilde içim sıkılıyorsa, ruhum daralıyorsa, karnımda bir yumruk hissediyorsam, işte bunla başa çıkmak o kadar kolay olmayabiliyor; ne yapacağımı şaşırıyorum bazen. Sert başladı derken bu tip bazı deneyimleri kast ediyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
İkinci hayatıma başladığım 2012 Temmuz'undan sonraki 5-6 yıl içinde, önceki 30 yılda olduğundan çok daha fazla yol kat ettiğimi düşünüyorum; şu son 8-10 ay -ve hele ki iki ay- ise, sanki bu 5-6 yılı bile katladı şimdiden. Tabii <i>aranan</i> kesinlikle ben olduğum için şikayet etme şansım yok.<br />
<br />
Aranmakla kastım, geçtiğimiz yıl defalarca dile gelen <i>derinleşme</i> niyetim idi. Defterlerime yazdığım, içinde yer aldığım buluşmalarda dile getirdiğim, içimde duyduğum özlem hep derinleşmek oldu. Ve bu kadar isteyince, hayat da bana "al sana derinleşme!" dedi ve diyor ve bu her zaman çok hafif ilerlemiyor. Şikayetçi değilim, zaman zaman zorlansam da dev şükür hâlindeyim. Haa, bu ivme böyle devam eder mi, ederse nasıl başa çıkarım, işte onu bilmem.<br />
<br />
<br />
1982-2012 aralığını, kendimle pek bağlantıda olmadığım bir süreç olarak görüyorum, ki bunun farkına varışım, bu bağlantıyı gerçekleştirmeye başladıktan sonra oldu. Bir şeyin yokluğunda, o şeyin farkında olmak ne mümkün. Gerçi içimde hep başka bir hayatı, başka bir Emre'yi, başka bir dünyayı özleyen tarafım vardı fakat ne olduğu hakkında fikir sahibi değildim.<br />
<br />
Ve 2012'de çembere oturdum, jam'e katıldım, topluluk ruhunu tattım. Artık duygularıma dokunmaya, kendimin farkına varmaya ve üstelik hızla genişleyen kocaman bir topluluğun parçası olmaya başladım. Hayatı başımın çaresine bakmam, mücadele etmem gereken bir yer olarak algılama hâlim günbegün değişti, başka bir şey oldu. <i>İnsanlarım</i> vardı artık, gerçek bir dayanışma içinde yaşıyor idim (siyasal idealler vs. temelinde değil, topluluk bazlı bir dayanışmadan bahsediyorum.). Dünya çok daha güvenilir bir yer olmaya başladı, hayat bana çok iyi davranmaya başladı; böylece ben güvenmeye ve armağanlarımı keşfedip onları paylaşmaya başladım ve sonra hayat daha da iyi davrandı ve sonra ben daha da güvendim ve sonra ...<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcP3W3YpXCqsATGIjXmct4roMYy_XitZ-_POUf6QuuIXESkieweu2mYINJjwwPzASP85utSYS_jgiQR0r5MnqmI-FTUeJr6xsKV_o8B3YdnCDJPbDYNCZizp_IWXsK10RL86U-XXtJh6-b/s1600/Beg%25C3%25BCm+Aykan.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1599" data-original-width="1600" height="398" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcP3W3YpXCqsATGIjXmct4roMYy_XitZ-_POUf6QuuIXESkieweu2mYINJjwwPzASP85utSYS_jgiQR0r5MnqmI-FTUeJr6xsKV_o8B3YdnCDJPbDYNCZizp_IWXsK10RL86U-XXtJh6-b/s400/Beg%25C3%25BCm+Aykan.jpeg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bu yazıya pek yakışan resmini paylaşan Begüm Aykan'a teşekkürler.</td></tr>
</tbody></table>
Öte yandan bir şeyler de eksikti sanki ama yine, yokluğunda tam anlayamıyordum neyin eksik olduğunu; ta ki son zamanlarda kendisiyle gitgide daha fazla hemhâl olana kadar... Adını koyuşumun, cümle içinde kullanmaya başlayışımın ise topu topu iki aylık bir mazisi var: <i>içimdeki acı </i>ile yüzleşme ve ondan öğrenme.<br />
<br />
Daha önce hayat akışında hiç zorlanmıyor değildim, zaman zaman içim sıkılmıyor, sıkışmıyor değildi, yaşam enerjimle bağ kuramadığım zamanlar olmuyor da değildi; fakat bu zamanlar gelip geçiyordu ve kendini bana göstermek isteyen gölgelerimle tam olarak yüzleşmiyordum ve bu nedenle de alacağım dersleri alamıyordum sanki. Bunun sebebi ise acıyı tam olarak buyur etmeme, ona iyi bir ev sahipliği yapmama, onun içinde durmama gibi bir şeylerdi diye düşünüyorum şimdi. Ve işte bu son süreçte derinleşme sayıklaya sayıklaya bu yüzleşmeyi hayatıma davet ettim galiba. Artık bu durum(lar)da, özellikle de son iki aydır acının, zorlanmaların içinde daha sağlam duruyor, burun buruna geldiğim şeyi daha net görüyorum. Neyin acıttığının, neyin kalbimi kapadığının, neyin korkuttuğunun adını çoğu zaman koyabiliyorum artık. Kendimden saklanacak pek yerim kalmadı, içimde çok daha fazla yere ışık tutabiliyorum.<br />
<br />
Ve evet zorlu oluyor, fena acıtabiliyor falan ama yine bu son süreçte içimde iyice bildiğim bir gerçek var, o da bende olmayan bir şeyin yüzeylenemeyeceği. Bu en basit hâliyle şu demek: Canım acıyorsa tohumu bende olduğu için acıyor; içimde coşku hissediyorsam o da ben'den olduğu için ortaya çıkabiliyor ve bu, her türlü his için geçerli. İşte şimdilerde artık tohumları, kaynağı görebilmeye başladım ve artık sadece zihinsel olarak değil, ta içimde biliyorum ki bir kişi veya bir durum beni mutlu ya da mutsuz edemez. Olsa olsa içimdeki olumlu ya da olumsuz bir sürü tohumdan bazılarını sulayabilir ve ben yeşeren bu duyguyu deneyimleyebilirim. Ama tohumlar hep bende ve ne kadarı ile yüzleşebilirsem kendimi ve dolayısıyla bağlantıda olduğum diğerlerini, dünyayı, evreni o kadar bilebileceğim.<br />
<br />
Yine uzun zamandır zihinsel olarak bildiğim ama derinlerime yeni yeni işleyen diğer bir şey ise, her türlü acının, üzüntünün, zorlanmanın dev bir fırsat olduğu. Canım mı acıyor, kalbim mi sıkışıyor; işte derinleşme olanağı, işte içimin bilmediğim köşelerinde neler olduğunu didikleme şansı, işte fark etme zamanı; fark etme, gözünü kaçırmadan duygunun merkezine bakma ve içinden geçme fırsatı! Çok şükür ki son zamanlarda işte böyle bir yerlerde dans ediyorum; yaşadığım birtakım zorlu durumlar kendimle daha çok tanışmama, derinlerimi daha iyi tanımama, kendimle yüzleşmeme hizmet ediyor.<br />
<span style="color: orange;"><br /></span>
Ve bütün bu sıkıntılar, didişmeler ve sonrasında gelen yüzleşmeler, müthiş ve daha derin bir ferahlığa taşıyor beni. Kalbimin kapandığını görünce ve bunun adını koyunca kalbim açılmaya başıyor, içimin sıkışma nedenlerine ışık tutunca bu nedenler adeta yok oluyor, sevginin bir süreliğine gittiğini fark edip ortaya çıkan acıyı deneyimlemek için kendime izin verince sevgi yeniden zuhur ediyor.<br />
<br />
Ve bir gün önce geri gelmeyeceğinden endişelendiğim hayat enerjim fışkırıveriyor bir yerlerimden; bir saat önce yabancılaştığımı ve uzaklaştığımı sandığım kadın, içimdeki o güzel konumuna bir an'da yerleşiveriyor yeniden!<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Hayat enerjimden, içimdeki coşkudan, heyecanımdan bugüne değin çok şey öğrendim ve daha kim bilir neler öğreneceğim. Bunla birlikte son zamanlarda deneyimlediğim bu durum, içimde bunca zamandır var olan bir boşluğu dolduruyor sanki ve şimdi kendimi daha bir <i>tam</i> hissediyorum. Haa yarın bir gün yine yeni bir adım attığımda da şu an olduğum yer sığ, eksik vs gelecek muhtemelen.<br />
<br />
Zira öğrendikçe, derinleştikçe, genişledikçe içimin dipsiz bir kuyu olduğunun daha çok farkına varıyorum. Hiçbir zaman sonlanmayacak ve kaçınmadığım sürece hep devam edecek bir yolculuk bu... Kendime doğru attığım her adım, beni bilmezliğimle, cahilliğimle daha fazla yüzleştiriyor; meyveleri büyüdükçe yere daha çok yaklaşan ağaçlar gibi hissediyorum ve ortaya çıkan tevazuda tatlı bir huzur buluyorum.<br />
<br />
Şükür...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<b><i>Yazandan okuyana not:</i></b><br />
<br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: georgia, utopia, "palatino linotype", palatino, serif; font-size: 14.3px;">Bu blogdaki paylaşımları ve emeği onurlandırmak ve yazana bir karşılık armağanı vermek (para ve diğer) ya da okuduklarına dair geri bildirimlerini, fikirlerini, kendi tecrübeni, olumlu ve olumsuz eleştirilerini paylaşmak istersen,</i><br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: georgia, utopia, "palatino linotype", palatino, serif; font-size: 14.3px;"><b><br /></b><b>emreertegun@gmail.com </b>adresinden bana ulaşabilirsin.</i><br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: georgia, utopia, "palatino linotype", palatino, serif; font-size: 14.3px;"><b><br /></b>Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana açığım.</i>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-18912482170070441512018-12-27T23:35:00.000+03:002018-12-30T16:08:37.173+03:00manifestomsu<blockquote class="tr_bq">
"<i>Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını.</i>" Şemş-i Tebrizi</blockquote>
<br />
Bundan 6 yıl 5 ay 5 gün önce ilk çemberime oturdum (Anadolu Jam 2012) ve o günden itibaren hayatımdaki her şeyin altı üstüne geldi; şükür ki!<br />
<br />
O gün kendimle gerçek anlamda ilk kez bağ kurmaya, duygularıma temas etmeye başladım; sonraki yıllar içinde hayata bakışım, yaklaşımım büyük oranda değişti ve değişmeye devam ediyor. Artık çok daha kendim'im ve bunun sonucunda çok daha keyifli, coşkulu bir yaşam sürdürüyorum. Üstelik bunu yaparken kişilere, şeylere ve bütüne çok daha fazla faydam dokunuyor. Şükür, bir kez daha...<br />
<br />
Bu 6 yıl 5 ay 5 günde bir sürü şey oldu, bir sürü şey değişti ama galiba hiç değişmeyen birkaç şey var: Hemen her zaman akışla hareket ettim; hemen hiç karar almadım, kararın kendini almasına alan açmayı öğrendim (ve halen öğreniyorum); kendimi tanımlara hapsetmemeye özen gösterdim. "Neler yapıyorsun?" dediklerinde "Nefes alıyorum"vari cevaplar verdim, bunun yetmeyeceği ya da anlamlı olmayacağı zamanlarda ve kişilere "Okuyup yazıyorum biraz, biraz da birtakım etkinlikler düzenliyorum işte." şeklinde kısaca açıkladım. Bunca yıldır sıkı bir şekilde yazıyor olmama ve bir de kitap çıkarmış olmama rağmen kendimi hiç "yazar" olarak tanımlamadım mesela, bunun bir meslek olarak üstüme yapışmasını falan hiç istemedim çünkü.<br />
<br />
Hayatın diğer alanlarındaki gidişat da aşağı yukarı buna evrildi. Akışta, tanımsız, kendiliğinden... Kadınlarla olan yakın ilişkilerimi de tanımlamak, adını koyarak bunu bir yerlere hapsetmek istemedim mesela. Bir şeyin ismini kullandığım an'da bu şeyin bir sürü yükle ve ezberle geldiğini gördüm çünkü.<br />
<br />
Etnik kimlik, dini kimlik gibi şeyleri zaten öncesinden bırakmıştım. Uzun zamandır kendimi ne Türk olarak tanımlıyorum ne Müslüman olarak... Hatta yıllar önce kafa kâğıdımdan din hanesindeki "İslam"ı çıkarttırmıştım. Müslüman hissetmemek bir yana, hissediyor olsaydım bile bunun o belgede ne işi olduğunu anlamadığım için.<br />
<br />
Kısmen bilinçli olarak seçtiğim kısmen de kendiliğinden ortaya çıkan bu yaklaşım bugüne kadar bana epey hizmet etti. Bu süre boyunca kendimi, ilişkilerimi, ne olduğumu, kim olduğumu hemen hiç tanımlamadan mis gibi yaşayıp gittim. Kendimi tanımlara hapsetmeyince, an'dan an'a kendimi, kim olduğumu fark etmek aslî işim oldu ve bunu ne kadar becerebildiysem o kadar keyifle yaşadım, ortaya çıkan eylemlerim beni daha fazla yansıttı; bu şekilde bütüne de daha güzel bir şekilde hizmet edebildim.<br />
<br />
Daha az fark ettiğim, kendimle bağlantım koptuğu ya da zayıfladığı zamanlarda ise zorlandım. Tam da bu durumlarda tanımlar ne kadar da yardımcı oluyor aslında. "Ben şuyum. Bunu bunu yapıyorum." deyip bunun üzerinden yaşamak ne kadar da konforlu. Fakat yine de sarılmadım tanımlara; kendimi bulamadığımda bu hâllerle durmayı öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Bu, bazen tutunacak dalım olmadığını hissetmeme yol açtı ama bunla durabildim; ki galiba iyi de ettim.<br />
<br />
<br />
Öte yandan...<br />
<br />
Burcu ile olan bir yazışmamızda, 5,5 yıl kadar önce olmalı, "<i>İlişkiyi tanımlamaya çalışmamak iyi-güzel fakat tanımlamamaya çalışmak da doğru olmayabilir."</i> mealinde bir cümle kullandı. Bu cümle, yakın ilişkilere dair o sıralar değişmeye başlayan yaklaşımımı epey aydınlattı ve şekillendirdi. Bu sözcükler önüme düşmemiş olsaydı, belki de bu konuda ciddi bir efor harcayacaktım ve ilişkilere isim vermemek, tanımlamamak için anlamsız bir çabaya girecektim. Oysaki bu cümle bana hatırlattı ki hiçbir şeyi oldurmaya gerek olmadığı gibi, olan bir şeyi yok saymanın da alemi yok. Bunun için efor harcamak da beyhude...<br />
<br />
Ve evet, bir yerden sonra ilişkinin varlığı öylesine belirginleşir ki ister adını koy, ister koyma hiç fark etmez; o artık oradadır, kurulmuştur baş köşeye. Eh bu durumda, bunun adını koymamak için direnmek efordur ve gereksizdir. Ve artık kabul etmekte hayır vardır: "Bir ilişkim var, bir sevdiceğim var." Bunu kabul etmek, onla gelen ezberleri almamı gerektirmez; farkındalığım yettiğince, ezbersiz bir şekilde sevip sevilebilirim; kelimelerin üstüne yapışan yüklerden onu temizleyip tamamen bana ve bize ait bir sevgililik yaratabilirim(z).<br />
<br />
O an'dan itibaren yaşadığım yakın ilişkilere böyle yaklaştım. Onun adını koymak, belirginleştirmek için bir çaba sarf etmedim lakin varlığı iyice ayyuka çıkınca yokmuş gibi de davranmadım. Ona tutunmadım ancak varlığını kabul ettim, onurlandırdım.<br />
<br />
<br />
Ve bu yaklaşımı son zamanlarda tüm hayatıma yansıtma ihtiyacı duyduğumu fark ediyorum. Ben adını koysam da koymasam da oluş hâli, tavrı, yaptıkları artık epey oturmaya başlamış bir Emre var ve bu durumu onurlandırmanın vakti geldi gibi hissediyorum; en başta kendim için. Yazacağım manifestomsu bir metin, zaten var olan Emre'yi daha iyi görebilmeme ve onun içine yerleşmeme yardımcı olacak zannediyorum. Ve şimdi bunu bu alanda yapmayı deneyeceğim.<br />
<br />
İşte başlıyoruz:<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCkn9WcVnCp5Zu8PDQphtplb9Ctdwa8VSo_Oj_TL5cLMbQDsTqY4g0kQOlhh74tyUbljVnfGVz9OR7uWhfC2YtXWhsQomTKnuls0GViexXsWq88yCAmP-KKYKBMsevwdzlq6SLK5FdJljp/s1600/WhatsApp+Image+2018-12-27+at+15.56.10.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="900" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCkn9WcVnCp5Zu8PDQphtplb9Ctdwa8VSo_Oj_TL5cLMbQDsTqY4g0kQOlhh74tyUbljVnfGVz9OR7uWhfC2YtXWhsQomTKnuls0GViexXsWq88yCAmP-KKYKBMsevwdzlq6SLK5FdJljp/s640/WhatsApp+Image+2018-12-27+at+15.56.10.jpeg" width="360" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Helin Serindağ</td></tr>
</tbody></table>
* Ben Emre. Ruhum, bedenim, zihnim ve kalbimle hizalı yaşamaya çalışan bir insanım. Bunu yapabildiğimde; yani, ruhumla bağlantı kurabildiğimde, bedenimin farkında olup ona iyi baktığımda, zihnime hakim olduğumda ve kalbimin attığı yönleri fark edip bütün bunlar doğrultusunda ol'abildiğimde merkezime yerleşiyor, kendimi gerçekleştirebiliyorum. Bu olduğunda da kendime, çevreme, bütüne hizmet edebiliyorum.<br />
<br />
Kendi içimde derinleşmek ve mümkün olduğunca genişlemek pek kıymetli niyetlerim. Gerek kendimin gerekse her bir varlığın içinin dipsiz bir kuyu olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyorum ve başlıca görevim kendi içimde olabildiğince yol almak, gidebildiğim kadar gitmek. Bunu yaparken kendime yol arkadaşları bulmayı ve birlikte yol almayı, destekleşmeyi çok seviyorum.<br />
<br />
Genişlemek ise madalyonun diğer yüzü gibi. Kendi içimde derinleştikçe, herkesin, her şeyin benim parçalarım olduğunu fark ettikçe her şeyi ve herkesi olduğu gibi kabul etme yetim de artıyor ve zamanla ötekileştirmemeye başlıyorum; her şey benden, her şey bir olan hâline geliyor; işte böyle genişliyorum.<br />
<br />
Bu yolda tetiklenmelerime, yaralarıma daha dikkatli bakmak, buralardan alacağım armağanlardan kendimi mahrum etmemek, kolaya kaçarak görmezden gelmektense kendimle daha fazla çalışmak, derinleşmeme hizmet ediyor; her zaman çok eğlenceli olmasa da...<br />
<br />
<br />
<i>* Çemberler ve yazmak</i> şu an itibariyle başlıca hizmet etme yollarım. Her türlü çemberin, kalpten paylaşımın çok iyi geldiğine en ufak bir şüphem olmamakla birlikte ben, <i>the way of council</i> yöntemini uygulamaya ve taşımaya devam ediyorum. Deneyimledikçe derinleşiyor, derinleştikçe daha da derine gitme heyecanım artıyor ve bu heyecanlı yolculukta kendime ve çevreme dokunuyor olmak ve birlikte genişlemek harika. Ve artık adını koyuyorum: <i>Çember, hayatımın merkezinde.</i> Gerek yakın ilişkilerimin gerekse gerçekleştirdiğim buluşmaların omurgasını o oluşturuyor ve bundan dolayı pek memnunum.<br />
<br />
Yazdıklarım, çoğu zaman benim de bilmediğim bir yerden geliyor. Özellikle de blog yazıları... İçimde yanan bir şeyler oluyor, yazmaya başlıyorum ve gerisi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çoğu zaman, başlarken aklımın ucunda dahi olmayan yerlere gidiyorum yazarken; ve çoğu zaman benim ötemden bir yerden geliyor kelimeler. Yazarken ben şifalanıyorum, okurken diğer can'lar. Ve fakat kendimi yazar vs. olarak tanımlamayı hâlâ istemiyorum; <i>yazan</i>'ı tercih ediyorum. Kendime yazmaktan (günlük) da çok faydalanıyorum. Olan biteni ve halet-i ruhiyemi not düşmek hem hatırlamamı ve geçmiş hâllerimle daha kolay bağ kurmamı sağlıyor hem de içimdeki dağınık parçaları bir araya getirmemi, olan'ın daha net bir fotoğrafını çekmemi sağlıyor. Yazmaya devam, <i>yazan</i> olmaya devam...<br />
<br />
<br />
* Her ne yaparsam yapayım; neşeyi, keyfi, coşkuyu takip ediyorum. Merkezimde olduğumda, kendim olduğumda, <i>neşe-keyif-coşku</i> kendiliğinden ortaya çıkıyor ve yönümü çiziyor zaten. Bunların içinde <i>heyecan</i> var. Heyecanımı, onu takip etmeyi çok seviyorum. Bunla birlikte bunun da tüm duygular gibi gelip geçici olduğunu içselleştirmeye başladım. Heyecan benim için harika bir pusula olmakla birlikte bir görünüp bir kaybolabiliyor. Fakat sorun değil; tıpkı güneş gibi, belli saatlerde göründüğü takdirde onun oradaki varlığından ve bana gösterdiği yoldan emin olabilirim. Her saniye tepede kalmasına gerek yok, ara ara var olması, yönümü belirlemem için yeterli. Gece olduğunda da yönümü bulabilir, ya da gerekirse kamp kurup bekleyebilirim. Yine gelecektir.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
* Bedenimle bir şeyler yapmak her zaman iyi geliyor. Doğa yürüyüşleri, koşmak, odun yarmak, yorulmak, nefes nefese kalmak... Yoga yapmak, dans etmek, mümkün olduğunca çok hareket etmek... Bazı dönemler yazma-okuma-bilgisayar işlerine fazla kaptırabiliyorum lakin hareket etmeyi hep hatırlamaya niyet ediyorum.</div>
<br />
<br />
* Sürekli değiştiğimin farkındayım ve kendimle hizalı kalabilmek, kendimi takip edebilmek ve kim olduğumu anbean anlayabilmek için <i>yavaşlamam</i> gerekiyor. Yavaş yaşadığımda ve hislerimi, düşüncelerimi, deneyimlerimi sindirmeye alan açtığım takdirde çoğunlukla dengemi sağlayabiliyorum. Böyle devam etmeye niyetliyim; aceleye ne hacet...<br />
<br />
<br />
* Attığım her adımın, her eylemimin sorumluluğunu alıyorum. Söylediğim bir sözün, hatta tonlamamın ya da ufacık bir mimiğimin etkisinin farkındayım ve sorumluluğunu alıyorum.<br />
<br />
Kullandığım elektronik aletlerin, elektriğin, doğrudan ya da dolaylı olarak tükettiğim petrolün ve tüm tüketimimin bütün'den borç alındığının farkındayım ve en az aldığım kadarını, mümkünse çok daha fazlasını geri vermeye niyet ediyorum. Bu yolda diğerlerinin ne kadar yol aldığı onların seçimi, bunlar yüzünden karamsarlığa veya umutsuzluğa düşmeden yapabildiğimin en iyisini yapmaya, -bu şekilde dünyayı kurtaramayacağımı bilsem de- bir plastik şişe olsun az tüketmeye, bir yolculuğu daha mümkünse uçak kullanmadan gerçekleştirmeye, -en basitinden- kullanmadığım zamanlarda şarj aletimi prizden çekmeye devam edeceğim. Bunla birlikte bu konuları takıntı hâline getirmemeyi de hatırlıyorum; içine doğduğum dünyanın birtakım gerçekleri var ve bunları reddetmenin de pek anlamlı olmadığını görüyorum. Fakat bu, yapabildiğimin en iyisini yapmamın ve yapamadığımda da bunu telafi etmenin yollarını aramanın önünde engel değil.<br />
<br />
<br />
* Başta kendim, herkesi oldukları gibi kabul etmeye niyet ediyorum. Kabul ettikçe sevgi kendiliğinden ortaya çıkıyor ve büyüyor. Sevgi büyüdükçe de kabul etme yeteneğim artıyor ve bunlar birbirini besliyor. Herkesin olabildiği kadar olduğunu, yapabildiği kadarını yaptığını ve bildiği kadar yaşadığını hep hatırımda tutmak istiyorum. Bunu unutmadığım sürece sevgi hep orada.<br />
<br />
<br />
* Özgürce sevmeye niyet ediyorum. Kendimi, ailemi, dostları, kadınları, adamları... En çok da kadınlarla olan ilişkilerimi tamamen özgürleştirmek istiyorum. İçimdeki sahiplik kalıplarından, derinimdeki ataerkil düşünce kırıntılarından, üstüme yapışmış her türlü ilişki ezberinden silkinmek ve gerçek oluş'umla sevebilmek istiyorum. Sevmenin önündeki engelleri, korkuları, endişeleri birer birer ayıklamak, ayak altından çekmek ve o gepgeniş, sonsuz alanda at koşturmak istiyorum.<br />
<br />
<br />
* Armağanda yaşamaya devam... Yapabildiklerimi, becerilerimi, yeteneklerimi hiçbir sınır ve koşul koymaksızın ve her geçen gün daha da özgürce ortak kullanıma açma niyetim baki.<br />
<br />
Evrende her şeyden yeterince olduğunun farkındayım ve ihtiyaçlarımın beni bulacağına olan inancım her geçen gün kuvvetleniyor (çünkü hep buluyor!). Koşulsuzca alabilmeye, daha da çok almaya niyet ediyorum.<br />
<br />
<br />
* Bütün bunları bir ideal belirlediğim için değil, bana iyi geldiği, bütüne iyi geldiği için gerçekleştirmeye niyet ediyorum. Mış gibi yapmadan, kendimi kandırmadan, olmadığım bir kişi olmaya ya da öyle görünmeye çalışmadan...<br />
<br />
Ve hayatımdaki her şeyin, buraya yazdığım her satırın değişmesine açık kalmaya niyet ediyorum. Temel noktalar muhtemelen hep aynı kalacaktır ama tutunduğum için değil, gerçeğim oldukları için. Hiçbir an kendini tekrarlamıyor, hiç kimse bir an önce olduğu kişi değil, hiçbir şey bir an önce olduğu şey değil; sürekli bir devinim hâlindeyiz. Bu devinim içinde yaşarken değişimlerin, belirsizliklerin olmaması mümkün değil ve bundan korkmak bir yana, bunun tadını çıkarıyorum.<br />
<br />
Bendeki en ufak bir değişimin bütün her şeyi, herhangi bir şeydeki bir farklılığın beni etkileyebildiğini hatırlamaya ve her daim elimden gelenin en iyisini yapmaya niyet ediyorum.<br />
<br />
Hayrolsun...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<b><i>Yazandan okuyana not:</i></b><br />
<br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: Georgia, Utopia, "Palatino Linotype", Palatino, serif; font-size: 14.3px;">Bu blogdaki paylaşımları ve emeği onurlandırmak ve yazana bir karşılık armağanı vermek (para ve diğer) ya da okuduklarına dair geri bildirimlerini, fikirlerini, kendi tecrübeni, olumlu ve olumsuz eleştirilerini paylaşmak istersen,</i><br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: Georgia, Utopia, "Palatino Linotype", Palatino, serif; font-size: 14.3px;"><b><br /></b><b>emreertegun@gmail.com </b>adresinden bana ulaşabilirsin.</i><br />
<i style="background-color: white; color: #222222; font-family: Georgia, Utopia, "Palatino Linotype", Palatino, serif; font-size: 14.3px;"><b><br /></b>Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana açığım.</i>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com10Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-18271720391936311302018-10-13T19:46:00.000+03:002019-01-09T14:34:34.415+03:00dostlara mektupKendimden, hâlimden haber veresim var biraz. Aşırı derecede kişisel gündemimle ilgili yazacağım; beni tanımayanlar için anlamsız/sıkıcı falan bir yazı olabilir, baştan söylemesi...<br />
<br />
Çemberlere genellikle check-in ile başlıyoruz. Tam olarak bir Türkçe karşılığı olmayan check-in'de o anki hâlimizi, içimizde nelerin canlı olduğunu ... paylaşıyoruz diğerleriyle. Buna Türkçe karşılık düşünürken yıllar önce <i>his-bakış</i> ve <i>iç-bakış</i>ı bulmuştuk; son zamanlarda ise <i>hâl-bakış</i> güzel karşılıyor gibi geliyor. İşte bu mektupyazı benim hâl-bakışım olacak.<br />
<br />
Bunu buradan yapmak isteme nedenim ise, en büyük zenginliğim olan çok sayıdaki insanlarımın, dostlarımın her biri ile birebir ilişki kurmaya enerjimin, zihnimin, zamanımın yetmemesi. Bir sürü can var merak ettiğim, nasıl acaba diye düşündüğüm, sesini duymak ve kendimi duyurmak istediğim ama her birine yetişmek elimden gelmiyor. En azından tek taraflı da olsa ben kendimi anlatırsam, bağlar biraz olsun sıkılaşır gibi geldi. Hem belki bundan yola çıkıp bana yazmak, kendi hâlini anlatmak isteyen birileri çıkar, kim bilir... (emreertegun@gmail.com)<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWlYwhHl-MK3OWPSLp0YkTo3v0aOpM2PcZNCPfqAmYTSxX4VB4Uh5zHvy9uAdpQARAbUaeaEJH571uLr_o81YbNM0u6O9e1o4QQezVubJo51RJnNffMWqefrb8WZM5bWiss_KbYar23Gqp/s1600/IMG_1261.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWlYwhHl-MK3OWPSLp0YkTo3v0aOpM2PcZNCPfqAmYTSxX4VB4Uh5zHvy9uAdpQARAbUaeaEJH571uLr_o81YbNM0u6O9e1o4QQezVubJo51RJnNffMWqefrb8WZM5bWiss_KbYar23Gqp/s400/IMG_1261.JPG" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">balkon, sandalye, bilgisayar, güneş ve yeşil<br />
fotoğraf: ben</td></tr>
</tbody></table>
Başlıyoruz. En güzeli <i>şimdi ve burada</i> ile giriş yapmak (Burcu'ya selam olsun): Yaşadığım evin balkonunda, yıllar önce Dalyan'dan almış olduğum ikinci el ofis sandalyemin üstünde oturmaktayım.<br />
Buralara kış gelmedi henüz ama serinledi de epey. Şu an tişört ve şortla oturuyor olsam da üşümenin eşiğindeyim, belki bir şeyler alırım üstüme; zaman zaman serince esiyor zira. İki gündür keyfim epey yerine geldi, hafta içi vize başvurusu için gitmiş olduğum İzmir'de azıcık uyuzlaşmıştım. Perşembe gece yarısına doğru eve gelmemle birlikte ibre yukarı dönüverdi. Evde olmayı bu kadar sevip bir yandan da özellikle yaz başından beri -ama diğer zamanlarda da- bu kadar sık yolculuk yapmamı ilginç buluyorum. Yollar çekiveriyor, çağırıveriyor işte bir şekilde; ki seviyorum da elbet yoksa ne işim olacak. Ama neredeyse her seferinde yola çıkış öncesi zorlanıyorum mesela ve çoğu vakit geri döndüğümde derin bir oh çekiyorum. Neyse...<br />
<br />
Dün harika bir gündü. Önceki gece geç saatte gelmiş olmama rağmen sabah koşarak (mecazen) yoga dersine gittim. Şubat'tan beri, buralarda olmak için önemli bir sebebim de yoga. Pek iyi bir hocamız (Seda) var ve seyahat plan-programı yaparken ders günlerini gözetecek kadar bağlandım derslere. Haftada beş ders var ve beşte beş yaptığım bile oluyor, düşünün (neyi düşüneceklerse).<br />
<br />
Sonrasında eve dönüp güzel bir kahvaltı (ki evde kahvaltı yapmanın benim için ne demek olduğunu beni tanıyanlar iyi bilir), biraz internet minternet takıldıktan sonra pazara gittim... Ahh Fethiye'de kurulan cuma pazarı (üretici pazarı) bu yörede yaşamak için önemli bir sebep. Adı üstünde, sadece üreticilerin-köylülerin ürünlerini bulduğumuz bu pazarda dünya tatlısı teyze ve amcalardan alışveriş yapıyoruz. Dünya tatlısı olmaları, yetiştirdikleri ürünlerde hiç ilaç, fenni gübre vs. kullanmadıklarını kanıtlamıyor elbette ama özellikle alışverişin çoğunu gerçekleştirdiğimiz ve sadece atalık tohumlarla yetiştirdikleri ürünleri satan teyzeler neredeyse yemin ediyorlar kullanmadıklarına dair. Umarım doğrudur, güvenmek istiyorum(z).<br />
<br />
Pazardan yaptığım alışverişin yanı sıra pazarcılarla yaptığım sohbetler de besliyor beni, iyi geliyor iletişim kurmak. Alışverişi kendi poşetlerimizi, bez çantalarımızı vs. götürerek çoğu zaman 0 (yazı ile sıfır) yeni poşetle tamamladığımız için hızlıca tanıdılar zaten bizi, sohbet-muhabbet de edince seviyorlar da... Her seferinde yüksek bir enerji ile tamamlıyorum pazar turunu. Bu yıl fiyatlar biraz yükseldi ama buna pek takılıyor değilim. Bu kadar yoğun emekle üretilen sebze-meyvenin 1-2 liralara satılmasını yadırgıyor(d)um asıl; o yüzden bir yandan işime gelmese de 5 liralara çıkan domatesleri, 6-7 liralara çıkan fasulyeleri çok da erinmeden alıyorum gidiyor. Her yıl değiştirilen telefonlara bilmemkaçbin liralar, uçak yolculuklarına bilmemkaçyüz liralar harcarken patlıcanı 4 değil de 3 liraya almak için gayret edenleri anlamakta zorluk çekiyorum mesela.<br />
<br />
Pazar sonrasında eve döndüm ve akşam ziyarete gelecek olan Deniz'le yemek üzere güzel bir yemek yapıp rokaları sirkeli suya koydum ve yıllar sonra ilk kez koşmaya (gerçekten) çıktım. Kulağıma taktığım müzikle ve üstelik inişli çıkışlı ve sağlam yokuşlu mokuşlu mıcırlı asfalt yolda 3,5 git- 3,5 gel, 7 km koşmuşum. Maşallah! Nasıl iyi geldi, nasıl... Devamını da getiririm gibi... Dilek'e selam olsun, içime koşma ateşini yeniden düşüren o oldu! Ahh biraz da Tijen aslında...<br />
<br />
Döndüğümde Deniz yeni gelmişti ve balkonda oturuyordu, daha eve bile girmemiş. Duşa girecektim ama öyle bir yağmur, şimşekler, gök gürlemeleri başladı ki önce bir süre bunun tadını çıkardım(k). Sonbahar hoş gelmiş!<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.blogger.com/video.g?token=AD6v5dw3IIe22XovOmj6UOsq4e0aWO3EeIdhjMShuLGP02RqfOeKwcrDHImtpocyZdl-RdkLGBkVTFAItjM-Rma-' class='b-hbp-video b-uploaded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="font-size: 12.8px; text-align: center;">
Bitmeyen gök gürültüsü yapmışlar</div>
<div style="font-size: 12.8px; text-align: center;">
Video: Deniz Parlak</div>
<br />
<br />
Hızlı bir duş sonrası salatayı da yaptım ve yemeğe oturuverdik. Elime -ve tüm üreticilerin emeklerine- sağlık, çok da güzel olmuşlar. Sonra da sohbet-muhabbet, biraz kitap okumaca ve yatmaca...<br />
<br />
Bütün bir dünü bu kadar detaylı anlatmamı sağlayan şey neydi ki? Sanırım bir şekilde enerjimin çok yüksek olması ve bunu paylaşma isteği. Neyseki bugünümü veya geçtiğimiz haftayı da bu şekilde anlatacak değilim. Hadi iyisiniz! :p<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Dedim ya yukarıda "fena hâlde yollardayım" diye. 10 gün önceye düşen çarşamba gününe evimde uyandıktan sonra motorla çıkmak istememekle birlikte bir şekilde yine motorla yola düştüm ve Antalya'ya, yakınlarda annesini kaybetmiş olan çok sevdiğim Handan'ın yanına vardım. İki gün birlikte geçirdikten sonra, oralara gitmişken Alanya'ya annemlerin yanına damladım ve geçtiğimiz pazar günü köye geri döndüm. Hem de o sıralar oralarda olan ve Kabak'a geçecek olan Burcu'yu da terkime atarak. Kask konusunu hızlıca çözüverdik: Alanya'da tanıdığım 3 dosta bir mesaj attım ve yarım saat içinde iki tane kask buluverdik (bkz. en büyük zenginliğim: insanlar, dostlar). Zehra, sağ olsun, kaskla yetinmeyip motor ceketini ve eldivenlerini de verdi ve böylece Burcu'yla yola düşüp geldik. Onu Fethiye'ye bırakıp eve geldim; o güne kadar bizde kalan Deniz'in ve Funda'nın güzel yemeklerini yiyip biraz Avatar (çizgi-dizi olan, hâlâ izlemeyen kaldı mı?!) falan izledikten sonra yattım kalktım ve -bu sefer motorsuz- İzmir yoluna düştüm.<br />
<br />
İzmir sürecini de kısacık olsun anlatmak gerekirse, vize evrak hazırlıkları ve birkaç dostla görüşme, iki ayrı yerde kalma ile geçti. Önceki haftalarda, hatta aylarda benle olan yüksek enerjili, yaşama sevinçli hâllerim biraz sekteye uğradı. Buna şehirde olmak mı, vize evrakı hazırlama telaşesi mi yol açtı, yoksa başka bir şey mi emin değilim ama neyseki bu hâllere girdiğimde artık hiç panik olmuyor ve bunun da geçeceğini hemen hatırlayıveriyorum; her şeyin geçici olduğunu artık hep hatırımda tuttuğum gibi... Zira çarşamba akşamı bir tık toparlamış olan halet-i ruhiyem perşembe akşamı eve döndüğüm an'da epey yükseldi ve sonrasında yaşadığım şahane dün'ü yukarıda uzun uzun anlattım zaten. Şu anda da epey tatlış ve minnoş hissediyorum. Şükür!<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Bahsetmek istediğim iki gündemim daha var, eğer henüz sıkılıp kapatmadıysanız... Birincisi Portekiz'e gitme hususu: Blogdaki şu yazıda (<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/09/emreyi-portekize-gonderelim-mi.html" target="_blank"><span style="color: red;">Emre'yi Portekiz'e gönderelim mi?</span></a>) destek çağrımı, şu <a href="https://www.facebook.com/events/2099290740311529" target="_blank"><b><span style="color: lime;">facebook sayfasında</span></b></a> ise durum güncellemelerini görebileceğiniz üzere gayet güzel karşılıklar aldığım süreçte, eğer Avrupa'larda ihtiyacım olacak para hakkında fena hâlde yanılmıyorsam, Portekiz'deki harcamalarımı karşılayacak seviyeye geldik bile. Bazen hayatın beni çok fazla şımarttığını düşünüyor, sonra benim de az güzellik yapmadığımı hatırlıyorum. Öyle ya da böyle, an itibariyle 50'ye ulaşan kişinin desteği beni Portekiz'e gönderecek, iş ki vize çıksın. Seyahate esasen bir etkinlik için gidecek olmakla birlikte gitmişken birkaç topluluk ziyareti yapmayı istiyorum. Henüz bu konuda tam olarak kayda değer gelişme sağlayamadım ama daha vakit var.<br />
<br />
İkincisi Dilek Bulutlar ile birlikte Bodrum'da gerçekleştirmeyi çok istediğimiz <a href="https://www.facebook.com/events/2126830490708097/" target="_blank">Esnemeye, Değişime Açık bir Buluşma</a> etkinliği: Mevsimle ya da tarihle ilgili bir durum mu, başka bir şey mi bilmiyorum ancak şu an itibariyle yeterli başvuru almamış olan bu etkinliği, bugün-yarın bi' oynama olmadığı takdirde erteleme ihtimalimiz yüksek gibi görünüyor. Şimdiye kadar sadece, erkeklere açık bir Likya etkinliğini iptal etmek durumunda kalmıştım, bu da ikincisi olacak gibi... Buna biraz üzüldüm açıkçası, zira Dilek de ben de bu buluşmaya dair o kadar heyecanlı ve coşkuluyuz ki... Ve kendimi şu sıralar o kadar güçlü ve merkezimde hissediyorum ki bu dünya için yapabileceğim en iyi şey bu tip buluşmalarda alan tutmak ve insanların değişim-dönüşüm süreçlerine destek olmak gibi geliyor. Ama bazen ne kadar istesem de, ne kadar heyecanlansam da olmayabiliyor işte. (bkz. What can I say sometimes?!) Bu durumu da kabul ediyorum elbette, yukarıda <i>üzülme</i>'yi -di'li geçmiş zaman ile kullanmam bundan geliyor; şu an pek de üzüntü hissetmiyorum ve fakat şu birkaç günde bir sıçrama olsa, "belki"ler başvuruya dönse, etkinlik kendini yeniden yaratıverse çok da sevinirim. Ay hadi inşallah...<br />
<br />
Lakin bu etkinlik olsa da olmasa da Portekiz dönüşü için beni çok heyecanlandıran birtakım çağrılar zihnimde fıldır fıldır dönüyor. Eylemlerim devam edecek gibi görünüyor netekim.<br />
<br />
<br />
Bir de Funda ile olan ilginç hâllerimiz var aslında ama şu an buna dair bir şey yazmayacağım. Lakin yaşadıklarımızı uzun uzun yazasım, anlatasım var; bir gün belki...<br />
<br />
İşte böyle sevgili can'lar; ilk -ve şimdilik tek- açık mektubumun sonuna geldik. Bakarsınız devamı gelir.<br />
<br />
Emreemrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-65309443726657468002018-09-24T13:10:00.001+03:002018-09-24T13:13:24.756+03:00hadi verelim!<i>Bu yazıyı <a href="http://www.charleseisenstein.net/" target="_blank"><span style="color: #990000;"><b>Charles Eisenstein</b></span></a>'a ithaf ediyorum. Onun fikirleri, söylemleri yaşamımın ve yazılarımın birçoğuna epey etki etmiş durumda zaten ama özellikle bu yazıyı neredeyse tamamen onun yazdıklarından, söylediklerinden esinlenerek yazdığımı söyleyebilirim.</i><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
**</div>
<br />
"Bir milyon TeeLee'm olsa ne yaparım?" sorusu dönüyor bazen içimde. Bu para en güzel ne şekilde kullanılır? Hem bütüne hem bana nasıl katkı sağlar?<br />
<br />
Kim milyoner olmak ister programının başvuru formunda benzer bir soruyla karşılaştım: "Hedeflediğiniz miktar nedir ve bunla ne yapmak istiyorsunuz?" Cevabım bir nevi adak idi: "Olur da büyük ödüle ulaşırsam bir milyon teelee'yi on kırsal inisiyatif arasında paylaştıracağım ve kendime bir şey almayacağım." (Şu an itibariyle iki yerden eminim.) Geçenlerde bunu paylaştım bir sohbette ve bari yüz binini de kendine al dediler ama cık, almıcam; hele bi' ulaşayım görürsünüz. :))<br />
<br />
Yarışmaya katılıp büyük ödüle ulaşmak biraz fantezi elbette ve fakat bu veya başka bir şekilde elimde beliren büyük miktarda parayı en akıllıca kullanma yolu gerçekten de bu olabilir. Akıllıca diyorum zira elimdeki paranın bir kısmı muhteşem ekonomik gidişat sayesinde birkaç gün içinde buharlaşıp gidebilir (bkz. TL'nin birkaç ayda yerle bir olması); mesela büyükçe bir miktarını kırsalda içinde olmak istediğim topluluk için kullanabilirim ve burası bir gün bir anda yanıp kül olabilir; yatıracağım banka iflas edebilir ve paranın yalnızca bir kısmını geri alabilirim vs vs. Ve fakat 10 yere yapacağım bu destek, her koşulda kıçımı sağlama almamı sağlayabilir.<br />
<br />
Hesap-kitap yaparak, karşılık alma beklentisi ile destek olmaktan bahsetmiyorum. Ancak zaten içinden geldiği için destek olduğun kişiler, ihtiyacın olduğunda sana gereken desteği sunacaklardır. Bir o kadar önemlisi, aklımın ermediği ama bir şekilde hissettiğim çembersel döngü: Sen birine yardım edersin, o başka birine, o başka birine, ... , ve döner dolaşır, tam da ihtiyacın olduğunda ihtiyacın olduğun şey önünde beliriverir. Bunu ispatlayamam ama buna benzer bir döngünün var olduğuna her geçen gün daha çok inanıyorum; zira bunu yaşayıp duruyorum.<br />
<br />
Kendimi ve herkesi vermeye davet ediyorum; elde avuçta ne varsa vermeye... Paranız mı var, verin; araziniz var ve kullanmıyor musunuz, kullanıma açın, kesin etrafındaki dikenli telleri; boş duran evleriniz mi var, açın kapılarını, kırın kilitlerini; zamanınız mı var, vakfedin; beceriniz mi var, armağan edin...<br />
<br />
Eğer ki sizde bir şey varsa, bu, almış olduğunuzu gösterir. Hiçbir şey yoktan var olmaz. Paranız varsa, belki aileden gelmiştir, belki piyangodan çıkmıştır. Çalışıp kazanmış da olabilirsiniz ama öyle olsa bile çalışacak gücü nereden edindiniz, iyi koşullardaki işleri nasıl buldunuz/kurdunuz? İyi bir üniversitede okuduysanız muhtemelen iyi okullara, dershanelere gittiniz; bu şansınız vardı. Ya da belki bir mucize oldu ve Türkiye birincisi olan bir çobansınız, yani her şeyi dişinizle tırnağınızla edindiniz belki. Ama hâlâ... Peki bu azim, bu zekâ, bu yetenek nereden geldi?<br />
<br />
Bir noktada aldınız. Edindiğiniz bir şey varsa, bir yerde bir şeyler almış olmalısınız. İnsanlardan, doğadan, kültürel değerlerden, -belki- önceki hayatlarınızdan ve beslendiğimiz diğer her yerden...<br />
<br />
Şu anda paraya her nasıl erişiyorsanız, bu, bir zamanlar armağan ilişkisi çerçevesinde karşıladığımız bir ihtiyaçtı. Psikologsanız, yaptığınız şeyi yakın zamana kadar büyük oranda arkadaşlar, daha önceleri ise belki kabilenin bilge yaşlıları yapıyordu; doktorsanız, yaptığınız şeyi şifacılar yapıyordu; kreş öğretmeniyseniz, daha 20 yıl öncesine kadar, herkes komşusunun çocuğuna bakıyordu; su gibi yaşamsal bir gerekliliği paraya çevirdiyseniz... kuzum lütfen bir an önce bırakın bu işi ...<br />
<br />
Her ne yapıyorsanız sizi yargılamak için yazmıyorum, yanlış bir şey yaptığınızı da düşünmüyorum. Belki suyu metalaştıran hariç... :) Ben de bunun bir parçasıyım ve bir şekilde bir şeyleri paraya dönüştürerek geçimimi sağlıyorum; seçtiğim yol biraz daha farklı olsa da, armağan ekonomisi ruhu ile paraya eriş-tiğimi düşün-sem de özü yine de o kadar farklı değil belki.<br />
<br />
Sadece diyorum ki <b>hadi verelim artık</b>! Almadığımız bir şeyi veremeyiz zaten. Aldıysak da vermemizin önünde bir engel yok demektir. Nefes gibi... Nefesi almayı ama vermemeyi düşünebilir miyiz? Dünyaya geldiğimiz gibi gideceğimizi göz ardı edebilir miyiz? O zaman hiç beklemesek ve hazır buradayken versek ve paylaşsak şahane olmaz mı?<br />
<br />
Üstelik şöyle bir durum var ki, <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/08/bocalamalarm-2.html" target="_blank">birkaç önceki yazıdan</a> alıntıyla "<span style="background-color: white;">Halihazırda o kadar fazla kaynağı üretime, metaya, paraya çevirdik ki yerküremiz nefes almakta zorlanıyor. Dünyaya pozitif değer katmayacak şeyleri, para kazanmak veya değerli hissetmek veya zaman öldürmek için üretmeyi durdursak çok daha hayırlı olur sanki." Evet, birçok şeyi durdursak ve bunun yerine sadece <i>boş</i> dursak kesinlikle daha hayırlı olacak. Günümüzde öyle bir servet birikimi, öyle bir para miktarı, öyle bir her türlü ürün fazlası var ki uzun yıllar -gıda hariç- hiçbir şey üretmesek ve mevcut birikimimizi yeni şekillerde kolektif olarak kullanmak için yollar yaratsak, şu an kullandığımız hiçbir şeyden mahrum kalmadan yaşamaya devam edebiliriz. Fakat sistem bunla yetinemiyor, daha fazla semirmeye devam etmek istiyor. Peki biz onu beslemeye devam edecek miyiz?</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span><span style="background-color: white;">Ortada böylesine bir servet birikimi, mal-mülk-para varken, buna sahip olmayanların kendilerini paralayıp buna ulaşmak zorunda kalmalarını anlamakta zorlanıyorum. Bence bu hikâyeyi değiştirebiliriz, değiştirmeliyiz. Tekrar ediyorum ki paraya, mala-mülke sahip olanlara düşmanca bir yaklaşımla yazmıyorum hiç birini lakin bu kişiler/kurumlar bir şekilde ortak değerlerden bir şeyler kattılar kendilerine ve aldıklarını geri verebileceklerini, böylece hem kendilerine hem de bütüne şahane bir şekilde hizmet edebileceklerini düşünüyorum.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Bütün bunlar hayâl falan değil; sadece tek tek ve hep birlikte alacağımız kararlara ve eylemlerimize bakar. Güzele, iyiye yatırım yapabiliriz ve bunu yaptığımızda bütüne şahane bir destekte bulunduğumuz gibi kişisel olarak da kazanırız. Bu hırs girdabından çıkmak, özellikle varlıklı kimseler için, söz gelimi 15 milyar doları 20 milyar dolara çıkarma hevesinden vazgeçmek ve sakinlemek zaten ödüllerin en büyüğü olacak. Bunla birlikte artık uykular kaçmayacak ve hafifleyeceğiz. Bu da yetmezmiş gibi, aynı örnek üzerinden gidersek, 15 milyar dolarının tamamını ya da önemli bir kısmını <i>hayırlı </i>işlerde kullanan birinin sırtı nasıl yere gelebilir ki? Nasıl ben bir milyonumu paylaştığımda, amacım o olmasa bile aslında kendimi sigortalamış da oluyorum; bu kişiler bunca parayı güzel işlerle, kişilerle, projelerle paylaştıklarında kahraman olacaklar; isteseler de istemeseler de. Ve başlarına her ne gelirse gelsin, ne yaşarlarsa yaşasınlar, ellerinden tutup kaldıracak birçok can olacak etraflarında. Gerçekten kaybedeceğimiz tek şey hırsımız ve kaçan uykularımızken kazanacağımız şey o kadar büyük ki: Dostluklar, güven, sevgi, şefkat, minnet...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Almadığımız şeyi veremeyiz. Verdiğimiz takdirde ise aslında çok şey almaya gebe kalıyoruz, böyle bir gündemimiz olmasa bile. O zaman bizi paylaşmaktan, cömertlikten alıkoyan ne? Kaynaklarımızı daha güzel, daha adil, daha temiz bir dünyaya yöneltmemek için nasıl sebeplerimiz olabilir?</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisWx7ccBZ5kgiipxF4_xokyRY7arkDaNyS0L0nMA4sy0B0n5dyiEaglBkalQ0OxoNfksexdv4TNNrD1ngCIDiViWT7nGwDsFzAJTLr56q0qcyEZZelZudQeRMwLJ0Mes-JxWtJRL1VAWWB/s1600/ver.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1225" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisWx7ccBZ5kgiipxF4_xokyRY7arkDaNyS0L0nMA4sy0B0n5dyiEaglBkalQ0OxoNfksexdv4TNNrD1ngCIDiViWT7nGwDsFzAJTLr56q0qcyEZZelZudQeRMwLJ0Mes-JxWtJRL1VAWWB/s400/ver.jpg" width="305" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Derya Albayrak</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<span style="background-color: white;">Alınanlar verilsin, paylaşılsın ki hem hayatlarımız hafiflesin, rahatlasın hem de yerküremizin tepetaklak gidişi yavaşlasın. Aksi takdirde tüm gezegeni epey zor günler bekliyor.</span><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Birinin bankasında milyarlarca dolar durup dururken bir başkasının çocuğuna ne yedireceğini düşündüğü; birileri topluluklar kurup barış içinde ve dünyaya zarar vermeden yaşamak için gereken parayı bulamazken başka birilerinin sadece kıyafet ve takılarına bir yılda harcadıkları paranın bundan fazla olduğu bir dünya yarattık el birliğiyle. İşin ilginç tarafı zengin olanların da mutsuz ve kaygılı olması... Zira bağlantıyı kaybetmişiz; birbirimizle, doğayla, bütünle...<br />
<br />
Kolektif olarak böyle bir oyun oynadık uzun zamandır; şimdi ise bunu değiştirme gücümüz ve imkânımız var. Yukarıda yazdığım üzere, sadece ve sadece karar vermemize bakıyor. Senin, benim, bizim...<br />
<span style="background-color: yellow;"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Bu satırlar içinizde titreşiyor ve fakat nereye vereceğinizi bulamıyorsanız sadece yavaşlayın ve etrafınıza bakın. Vermek için çok fazla harika seçenek göreceksiniz. Olur ya bu seçenekleri göremiyorsanız bana yazın. :))<br />
<br />
Titreşiyor ama vermekten korkuyorsanız yine yavaşlayın ve bu sefer içinize bakın. Sizi vermekten alıkoyan şeyin ne olduğunu görün; korkularınızla yüzleşin, doymayan arzularınızla yüzleşin. Yüzleşin ve gözünüzü kaçırmayın. Gördüğünüz şeyin ta merkezine bakın ve sadece içinden geçin. İçinden geçin ve hafifleyin; hafifleyin ve verin; verin ve güzelleşin.<br />
<br />
Hep birlikte güzelleşelim...<br />
<br />
<br />
<b>emreertegun@gmail.com</b>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-46365144785793141052018-09-22T14:06:00.001+03:002018-09-22T14:06:44.752+03:00Emre'yi Portekiz'e gönderelim mi?Öhömm, esas noktayı en başta söylemek istiyorum: <b>Avrupa Council Ağı'nın (ECN)</b> 31 Ekim - 5 Kasım arasında gerçekleşecek olan yıllık buluşması için Portekiz'e gitmek niyetindeyim ve bunun için maddi desteğinize ihtiyacım var. Detaylar (çok uzatmamaya özen gösterdim) aşağıda...<br />
<br />
<br />
<b>Way of Council</b>, 2014 Ocak'tan beri hayatımda uyguladığım, deneyimlediğim, ayrıca içinde yer aldığım çeşitli etkinliklere taşıdığım, bana ve katılanlara epey destek olduğunu sürekli deneyimlediğim, basit ve bir o kadar etkili ve şahane bir çember iletişim yöntemi.<br />
<br />
Amerikan yerlilerinin geleneklerinden damıtılmış ve bir miktar modernize edilmiş olan Way of Council, dünyanın birçok yerinde uzun yıllardır uygulanıyor. Ve her yıl, Avrupa'daki council uygulayıcılarının bir araya geldiği 5-6 günlük buluşmalar düzenleniyor.<br />
<br />
İşte bu yıl ben de orada olmaya niyet ettim can'lar. Council'i hayatına ve insanlara taşıyan birçok insanla tanışmak, onlarla çemberlere oturmak, bir sürü tecrübeli council kolaylaştırıcısı ile bir arada olmak ve bu buluşmada yaşayacağımı düşündüğüm derinleşmeleri yine hayatıma, çevreme ve gerçekleştireceğim çalışmalara taşımak istiyorum.<br />
<br />
***<br />
<br />
Bunla kalmayıp, hazır oralara gitmişken doğada birlikte yaşam kurmuş olan bir ya da iki topluluğu ziyaret etmeye niyetim var. Bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere, uzun yıllardır topluluk olarak yaşama heyecanım ve bu konuda çeşitli deneyimlerim var; bunu daha ileri taşımak ve yurt dışında birçok örneği olan topluluklardan bir-ikisinde biraz vakit geçirmek ve bolca ilhamlanarak dönmek, yakın zamanda atmayı düşündüğüm(üz) güzel adımlara da katkı sağlayacak. (Ziyaret edeceğim topluluklara dair araştırmalarım sürüyor; bu konuda önerileriniz varsa çok sevinirim.)<br />
<br />
***<br />
<br />
TL'nin aşırı değer kaybı ile yükselen maliyetler nedeniyle geçtiğimiz birkaç haftada niyetimi gözden geçirdim ve hâlâ orada olmak istediğimi görüyor, bunun güzelliklere hizmet edeceğini hissediyorum. Bu nedenle geri adım atmak bir yana, niyetimi sağlamlaştırıyorum. Kurlardaki oynaklıkların sürmesi, buluşma organizasyonu yapacak ekipten istemiş olduğum yarı burs durumunun henüz belli olmaması, vize alana kadar geçecek olan sürede değişmesi muhtemel uçak bileti fiyatları vs nedeniyle nasıl bir bütçe sağlamam gerektiğine dair net bir şeyler söylemek çok zor ancak bugün (22 Eylül) itibariyle görebildiğim kadarıyla masraf kalemlerini şu şekilde paylaşabilirim:<br />
<br />
<b>Uçak bileti:</b> 2.000 - 2.500 TL civarı<br />
<b>ECN buluşması (konaklama, yeme-içme ve katılım ücreti dahil):</b> -Burs almadığım takdirde- 1.500 TL civarı<br />
<b>Vize masrafı:</b> ?<br />
<b>Portekiz içi yol masrafı:</b> ?<br />
<b>Topluluk ziyaretleri esnasında oradaki yaşamlara yapmam gerekebilecek katkılar:</b> ?<br />
<br />
<b>Tahmini toplam:</b> 7.000 TL civarı<br />
<br />
Velhasıl epey bir bilinmezlik var şu an için ancak bu, destek çağrısı yapmama engel değil. İlk hedefim uçak bileti ve ECN katılım masraflarını toplamak olmakla birlikte diğer kalemleri de karşılayabilirsem çok da güzel olur yahu!<br />
<br />
Eksik kalan kısım olduğu takdirde, aile ve/veya borç alma joker haklarına başvurmam gerekecek. :)<br />
<br />
***<br />
<br />
Bu tip kalabalık fonlama çağrılarında, insanları destek sunmaları için cesaretlendirmek için birtakım ödüller vaat ediliyor ve destek miktarı arttıkça karşılık olarak sunulan ödüller de artıyor. Bu harika bir yöntem olmakla birlikte, Portekiz'den her ne ile döneceksem, bütün bunları, katkı sunmuş olsun-olmasın dileyen herkesle paylaşmak istediğimden mütevellit böyle bir kademelendirme yapmayacağım. Bunla birlikte, -katkı yaptıkları miktar ne olursa olsun- sadece destekçilere sunmak üzere şöyle bir karşılık geliyor aklıma: Bir yazışma grubu kurmak ve Portekiz'de yaşadıklarımı onlarla günbegün yazılı ya da sesli mesaj yoluyla paylaşmak. Tatlı olabilir sanki, hımm? Bundan gayrı her türlü öneriye ve talebe de açığım elbette.<br />
<br />
***<br />
<br />
Eğer ki bu çağrı içinizde bir yerlere dokunuyorsa, az-çok demeden katkılarınızı bekliyorum. Ayrıca sürece dair her türlü soru, öneri ve yorumunuz için bana ulaşın lütfen: <b>emreertegun@gmail.com</b><br />
<br />
<b>Emre Ertegün - Finansbank - TR 3100 1110 0000 0000 4357 1477</b><br />
(Açıklama kısmına "Portekiz destek" gibi bir şey yazarsanız sevinirim.)<br />
<b><br /></b>
<b>Önemli not:</b> Bu güzel süreçte bankaları nemalandırmamayı tercih ediyorum. Eğer ki para aktarımı sırasında bankanıza masraf ödemeniz gerekiyorsa lütfen şu alternatif yöntemi kullanın: Herhangi bir Finansbank ATM'si bulun ve kartsız işlem seçeneğini kullanarak katkınızı hesabıma doğrudan ve masrafsız olarak yatırın. Bu durumda tüm IBAN değil, hesap no yeterli oluyor: <b>4357 1477</b><br />
<br />
<b>Bir not daha:</b> Aksini belirtmedikleri sürece, katkı yapan dostların isimlerini etkinlik sayfasında ve icap ederse diğer alanlarda kullanmak ve desteklerini onurlandırmak istiyorum.<br />
<br />
Buraya kadar okuyan, ilgilenen, maddi ya da fikirsel katkı yapacak herkese şimdiden kocaman teşekkürler. Ayrıca bunu, ilgilenebilecek dostlarınızla paylaşmanız halinde pek memnun olurum.<br />
<br />
<b>Emre</b><br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b>Not:</b> Sürece dair güncellemeleri facebook etkinlik sayfası üzerinden yapacağım; takip etmek isterseniz buyrunuz; <a href="https://www.facebook.com/events/2099290740311529/">https://www.facebook.com/events/2099290740311529/</a>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-5034395468207769492018-09-18T22:28:00.000+03:002018-09-19T11:51:42.963+03:00topluluk destekli hür aşkAşkı hür bırakabilsek...<br />
<br />
Özgürce akabilsek birbirimize, herkese ve her şeye...<br />
<br />
Topluluğumuzdan, dostlarımızdan, insanlarımızdan aldığımız destekle çağlasak gürül gürül...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<i>Free love</i> (özgür/serbest/hür aşk) terimini Tamera Eko Köyü'ndeki (Portekiz) paylaşımlar vasıtasıyla duymuştum ilk. Aşka dair, ilişkilere dair türlü tanımlama var ancak her biri aşkı bir yerlere sıkıştırıyor gibi geliyor ve hepsinin ötesine geçmenin tek yolu onun önünü açmaktan başka bir şey değil. Bunu açan terim ise <i>hür aşk</i>tan başka bir şey değil bana kalırsa. Özgürce akmak isteyen suya benzetiyorlarmış aşkı, tam da bu işte!<br />
<br />
Tamera'yı ziyaret eden dostlardan duyduklarım, oranın kurucularının yazdıkları ve diğer okumalarım, konuya dair izlediğim üç-beş videoya, paylaşıma ek olarak kendi düşünüp taşınmalarım ve deneyimlerim sonucunda bu konunun önemini her geçen gün daha da derinden idrak ediyorum.<br />
<br />
Kadın-erkek ilişkisine barış gelmediği sürece dünyada barışın yaşanmasının mümkün olmadığını söylüyor Tamera canları (Kadın-erkek ilişkisine vurgu yapmaları LGBTQ bireyleri dışlıyor değil bu arada ancak genelde kullandıkları terminoloji bunun üzerinden kuruluyor.). Hak veriyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Algılayabildiğim kadarıyla, yaşadığımız dünyada -istisnaya yer vermeyecek derecede- her şey çapraşık. Doğamızı yaşamıyoruz, hayata bize anlatılan veya uydurduğumuz bir takım hikâyeler üzerinden bakıyoruz ve bu bizi <i>hakikat</i>ten uzak tutuyor. Her geçen gün kirlenen ve gitgide kartopu gibi büyüyen bir hikâyeler zinciri, insanı özünü yaşamaktan uzak tutuyor ve hemen her an'ını taktığı maskeler üzerinden yaşıyor; bilerek ya da bilmeyerek -mış gibi yapıyor, durmaksızın; ve dahi yalnızken bile...<br />
<br />
Yaşadığımız kültür, kıtlık bilinci üzerine kurgulanmış durumda ve bu nedenle rekabet her yerde. Hiçbir şeyden yeterince olmadığı inancı, birbirimizin omuzlarına basarak o şeylere erişebilmek için mücadele etmeye çağırıyor bizi. Yeterince kaynak yok, yeterince gıda yok, yeterince para yok, yeterince huzur yok, yeterince neşe yok, ve tabii ki yeterince aşk-sevgi yok!<br />
<br />
Yeterince olmayan her şey, öhömmm ben biraz iktisat okudum da, arz-talep dengeleri sonucunda yüksek fiyatlı olur. Az sayıda olan ve bedeli yüksek olan şeylere ise herkes erişemez, sadece seçkin bir azınlık... Ona erişen ise tutunmalıdır, zira kaptırdığı takdirde bir daha erişememe riski vardır.<br />
<br />
Yeterince olmayan aşk ve sevgi için de piyasanın kuralları dibine kadar geçerlidir. Birini ya da bir şeyi severiz ve nasıl bir sevmekse bu, yanında hemen endişeler belirir. Sevginin tadını çıkarıp onu doyasıya yaşamaktansa onu elde tutmaktan ve biricik olmaktan başka bir şeyi düşünemez oluruz. Hangimiz ebeveynlerinin birbirine, kardeşlerimize veya diğer varlıklara olan sevgisini kıskanmadı; hangimizin içi, çok sevdiğimiz bir arkadaşımız sırlarını ya da neşesini bir başkasına akıttığında sıkışmadı; ve tabii ki hangimiz sevdiği kadının/adamın gitmesinden, bir başkasını -daha- sevmesinden, ve hatta bir başkasına beğeniyle bakmasından rahatsız olmadı?<br />
<br />
İyi de çok zor ulaşılan ve Kaf Dağı'nın arkasında olduğunu düşündüğümüz aşkı bulduğumuz takdirde ona yapışmamak ne mümkün, değil mi? Kaybedersek o boşluğu kim/ne dolduracak? Buna izin veremeyiz ve böylece başlarız aşkımızın-sevgimizin önüne barajlar örmeye. Bu su akıp gitmemelidir, ondan doyasıya ve yalnızca biz içmeliyizdir. Akıp gitmeyen ve yenilenmeyen su ise bulanıklaşır ve zamanla pislik tutmaya başlar. Artık berrak olmayan su nedeniyle paniğe gireriz ve kaybetme korkusu barajın setini yükseltmemize ve onu kaybetmememizi garanti altına almaya çalışmamıza yol açar. Sonuç ise iyice durgunlaşan ve yaşam kaynağını kaybetmiş olan bir birikintiden ibarettir.<br />
<br />
Suyun kaynağının çok daha yukarılarda olduğunu ve müdahale etmediğimiz sürece her daim akacağını unutmuşuzdur. Önünü kestiğimiz suyun yaşam enerjisini kaybettiğini ve bizi artık beslemediğini, dahası bundan beslenen diğer can'ları da engellediğimizi bir zaman belki fark ederiz, belki etmeyiz.<br />
<br />
Aşklı meşkli ilişkilerde yaşanan da tam olarak bu gibi geliyor bana. Şu acımasız ve sınırlı dünyada tutunacak birtakım dallar ararız ve eğer şanslıysak bu dalların en sağlamlarından biri huyu huyuma suyu suyuma bir sevdiceğe kavuşmaktır. Kavuştuğum an'da ise önünü kapayıp barajı kuruvermek isterim. Benden gayrı hiçbir şeye, hiç kimseye akmasın isterim. Hep beni sevsin, sadece beni sevsin isterim. O da boş durmaz ve aynılarını yapar, hisseder. Böylece kapalı devre bir sevgi sistemi kurarız. Bok kurarız!!! Tam da yukarıda yazmış olduğum kokuşmuşluk hâli sevgiyi de öldürür, aşkı da, tutkuyu da; ya ayrılığa düşeriz ya da alışkanlıklar nedeniyle tutunduğumuz ve aslında artık olmayan bir aşka...<br />
<br />
Çünkü korkarız; çok korkarız. Onu kaybetmekten, onun biriciği olmamaktan, onu paylaşmaktan, yalnız kalmaktan, başkalarıyla kıyaslanmaktan, zayıf görünmekten, incinmekten korkarız.<br />
<br />
Çünkü bize bu öğretildi. Çünkü her şeyin az olduğu bilgisi (!) paylaşıldı bizle. Para ve yiyecek gibi sevgi de... Onu bul ve yapış dendi bize, hiçbir şekilde kaybetme dendi, çok nadir başına gelir dendi, öbür yarı'n dendi, ruh ikizin dendi. Aşk kısıtlı dendi, her şey gibi kısıtlı; aman haa dendi, dikkat et dendi.<br />
<br />
<br />
Oysaki aşk her yerde! Biraz önce bir anda kopan rüzgarla bahçede deli gibi hışırdayan dut ağacının (ismi Fuşi Fuşi, isim babası Rob) yapraklarında; onun yanındaki ayva ağacının (ismi Mandinga, isim anası Hanna) etrafında şu an eşelenen tavuklarda, uzaklardaki bir başka horozla ötüşme rekabetindeki horozda ve onlar gibi ötmeye çalışıp onları kandıracağını zanneden Emre'nin şapşallığında; minicik bir tohumken içinde taşıdığı bilgiyle kocaman olup harika meyveler sunan türlü bitkide...<br />
<br />
Aşk her yerde dostum... Anne babanın korumacılığında ve korkularında -bile-; pazar yerindeki teyzelerin güler yüzünde ve alın teri ile üretip sunduğu pekmezde; bir dostun hatır sormasında, "Eee nasıl oldun?" demesinde; hakikati arayan insanın bitmek bilmeyen çabasında, bazen düşüp sürünmesinde, bazen şahlanarak kanatlanmasında, her daim devinmesinde...<br />
<br />
Ve aşk her yerde azizim... Sevgilinin bir bakışında, bazen bir sevişmede, bazen kavuşmada, bazen uzak düşüp ayrı kalmada ve sonra yeniden birleşmede; güzel hâlleri sürdürmeye gayret etmekte ancak onlara tutunmamakta, saplanıp kalmamakta; eğer ki gidiyorsa onu en güzel dileklerle ve sonsuz kabulle yolculamakta; durumlar sallantıdaysa paniğe girmeden sallantının geçmesini ve bunun hayra dönüşmesini sabırla ve sakince beklemekte...<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCIBHUopzf0kiSdVGVvc4bu8114-Xg0OxieelNm-EzJJhwCEIBARSxIQcIqgp41A0h0br5sMJtZL9fAHCPhvdIzauqLnZZJX2tEc823kZ66wCewJezSkhjrRPE7v5DaaK3gC8jyjEPyh-q/s1600/goktugdan....jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1143" data-original-width="1600" height="285" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCIBHUopzf0kiSdVGVvc4bu8114-Xg0OxieelNm-EzJJhwCEIBARSxIQcIqgp41A0h0br5sMJtZL9fAHCPhvdIzauqLnZZJX2tEc823kZ66wCewJezSkhjrRPE7v5DaaK3gC8jyjEPyh-q/s400/goktugdan....jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Göktuğ Taner</td></tr>
</tbody></table>
<br />
Ve belki de aşk O'nu tamamen özgür bırakabilmekte, kendini de öyle...<br />
<br />
O'nun başka varlıklardan beslenmesine ket vurmak bir yana, bunun için teşvik edebilmekte...<br />
<br />
Başka varlıklardan beslenebilmeye açık kalabilmekte...<br />
<br />
Endişeleri aşka bulaştırmamakta aşk...<br />
<br />
Biricik olmaya gerek olmadığını idrak edebilmekte...<br />
<br />
Sınırsızlığı görmekte, onu deneyimlemeye cüret etmekte...<br />
<br />
Kafamızı nereye çevirsek orada aşk olduğunu görebilmekte...<br />
<br />
<br />
Ve aşk dayanışmada...<br />
Binlerce yılın tortusu her yerimizi kaplamışken bunu bir ya da iki başımıza halledemeyeceğimizi bilmeliyiz... Hikâyeleri paylaşmaktan, başkalarının suretinde kendimizi görmekten çekinmemeli, birbirimizden beslenmeliyiz. Diğerlerinin desteğini almalı, farklı deneyimler duymalı, mahrem dediğimiz şeyleri herkesin yaşadığını hatırlamalıyız.<br />
<br />
Dibine kadar toplumsal ve kültürel bir şey aşk, diğer her şey gibi. Üstümüze yapışmış ezberlerden azade bir şekilde bakmak hiç kolay değil; zorla giydirilmiş gömlekleri çıkarıp ateşe atmak ve çıplak kalabilmek de öyle. İşte bu nedenle aşkta da dayanıştığımız bir döneme geçme zamanımız çoktan geldi. Artık topluluk destekli hür aşk'ı yaşama zamanı... Artık yaşayageldiğimiz bu savaşlara son verme zamanı... Aşkı onararak ve hakikatini özgürce yaşayarak iç barışımızı hatırlamanın zamanı ve kim bilir, belki de çok uzun zaman sonra ilk kez dış barışı da yaşama zamanı.<br />
<br />
Aşkın serbest yaşanması sadece ve illaki çok eşlilik demek değil. Bu gayet mümkün; tecrübe ve gözlemlerime göre çoğumuzun doğasına daha uygun fakat kilit nokta bu değil. Kilit nokta her ne yaşıyorsak bunu hür bir şekilde ve farkındalıklı olarak ve hissederek yaşamak. Aşkı her yerde, her an'da görebilmek... Hayatında biri varken bir başkasına -türlü şekillerde- akabilmenin yanı sıra hayatındaki o özel kişiye de özgürce akabilmek, onu da korkmadan sevebilmek hür aşk. "Ya şöyle olursa, ya böyle olursa"lara prim vermeden yaşamak... Yani tam anlamıyla an'ı yaşamak aslında hür aşk. An'ın gerektirdiğine boyun eğmek sadece. Tam bir farkındalıkla...<br />
<br />
Aşk olsun...<br />
Aşk, olsun...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>*** ***</b></div>
<br />
<div style="text-align: left;">
<i><b>Okuyucuya not:</b> </i></div>
<div style="text-align: left;">
<i><br /></i><i>Bu blogda okuduklarınız sizde bir yerlere dokunuyorsa, bu yazılardaki paylaşımları ve emeği onurlandırmak ve yazana bir karşılık armağanı vermek (para veya diğer) ya da okuduklarınıza dair geri bildirimlerinizi, fikirlerinizi, kendi tecrübenizi, olumlu ve olumsuz eleştirilerinizi paylaşmak isterseniz,</i><br />
<i><b><br /></b><b>emreertegun@gmail.com </b>adresinden bana ulaşabilirsiniz.</i><br />
<i><b><br /></b>Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana açığım.</i></div>
emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com13Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-82356808235715462182018-08-16T11:52:00.000+03:002018-09-18T22:50:45.570+03:00"neden?""Neden?" sorusunu uzunca bir süredir mümkün mertebe, -en azından farkındalıklı kalabildiğim sürece- kullanmıyorum.* Bu sorunun arkasında gizli bir şiddet yatıyor gibi geliyor bana.<br />
<br />
* Nesnel değil, öznel durumlardaki "neden" sorusundan bahsediyorum. Aşağıda daha açık bir şekilde anlatmaya çalışacağım.<br />
<br />
Zira bu soru, çoğunlukla, bir şeylerin yanlış olduğuna dair değerlendirmemizi ve ön yargımızı içeriyor ve pek sıkıntılı. Bu sorunun muhatapları, yani hepimiz, hemen her seferinde aniden savunmaya geçiyoruz. Zira daha ziyade doğru gitmeyen bir şeyler olduğu düşünüldüğünde sebep sorgulamaya, hatta bir nevi hesap sormaya meyilliyiz gibi geliyor bana. Bir şey "olması gerektiği gibi" akıyorken bu soruyu duyma olasılığımız pek düşük.<br />
<br />
"Olması gerektiği gibi"yi tırnak içine almam boşuna değil. Geçmişte de buna dair bir şeyler karalamıştım (<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2015/10/olan-ve-olmas-gereken.html" target="_blank">"olan" ve "olması gereken"</a>); bir "olan" var, bir de "olması gereken", yani olması gerektiğini düşündüğümüz. "Olan" gayet açık ve nesnel bir gerçeklikken*, "olması gereken" sonuna kadar özneldir. İsterse belli bir insan grubunun %99'unun "olması gereken"i aynı olsun, bu, yine de bunun öznel olduğu gerçeğini değiştirmez. Bunun farkındalığını çok önemli buluyorum.<br />
<br />
* Dikkat! "Olan"ın nesnel bir gerçeklik olması, bizim onu bütünüyle ve nesnel bir şekilde kavrayabildiğimizi göstermez. Aynı "olan"ı herkes kendi nesnel bakışıyla anlamlandırmaya çalışır ve yorumlar; çoğu zaman bambaşka şekillerde...<br />
<br />
Örneğin en zorlandığım "neden?" sorusu, yeni tanıştığım birinden veya eski bir dosttan, hiç fark etmez; köyde yaşıyor olmama rağmen <i>neden</i> tarım-toprak işleriyle pek ilgilenmediğimin sorgulanması şeklinde zuhur ediyor. Soran kişi bunu tüm masumiyetiyle ve üstüne düşünmeden soruyor ve kötü bir niyeti yok elbette; köyde yaşayan kişinin otomatik olarak toprakla ilgilenmesi gerektiğini (ya da ilgileneceğini) varsayıyor ve sadece soruveriyor. Sorunun muhatabı Emre ise, zaten çok zorlandığı bu konuya dair cevap verirken akla karayı seçiyor. Çünkü Emre, bu işleri yapmayı çok istese ve zaman zaman kısmen yapmış olsa da bir türlü yoğunlaşmayı ve istikrarlı bir şekilde ilgilenmeyi becerememiş ve bundan dolayı kendini zaten kötü hissedegeliyor. Konuya dair tecrübe ve bilgi eksikliğinin yanı sıra, arka planda Demokles'in kılıcı gibi sallanan öyle bir "ben yapamam, ben beceremem" kalıp-düşüncesi var ki hemen her türlü somut üretim isteğini fena halde baltalıyor. Diğeri tüm bunlardan habersiz, otomatik olarak gelen soruyu aktarıyor sadece ama karşı tarafta, pıfff neler neler olabiliyor... :))<br />
<br />
Alternatif ne olabilir? Sadece bir örnek:<br />
<br />
"Eee, bostan falan yapıyor musun bari?"<br />
"Yok, ona pek vakit ayıramıyorum."<br />
"Anlıyorum; nasıl geçiyor mesela bir günün, nelerle ilgileniyorsun?"<br />
...<br />
<br />
"Aaa neden?" diye sorulması yerine böyle bir akış durumu o kadar farklılaştırıyor ki... Konu gerçekten canlıysa ve karşı tarafta merak uyandırıyorsa da farklı bir şekilde sorulabilir en azından: "Hımmm; vaktin olsa yapmak ister miydin?" gibi bir soru sorulup olumlu yanıt geldiği takdirde "Peki bunun için neye ihtiyacın var?" gibi bir şeyle devam edilip o kişi desteklenebilir. "Aaa neden?"den çok farklı bir yere götürür bizleri.<br />
<br />
Bu, benim yaşadığım ufak bir örnek olmakla birlikte "neden" sorusunun yarattığı -belki biraz abartılı bir ifade olabilir ama- terörü her yerde, herkeste, sıkça gözlemliyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Bir de "iyi" ve "kötü" bulduklarımıza göre bu soruyu sorduğumuzu ya da sormadığımızı fark ediyorum. İyi bulduğumuz, sevindiğimiz şeyler için sormadığımız "Neden?" sorusu, olumsuz olduğunu düşündüğümüz durumlarda hemencecik ortaya çıkıveriyor. Örneğin şöyle bir gözlemim var: İnsanlar ne zaman bir boşanma haberi duysalar "neden?" diye soruyorlar, arkasında "ne olmuş ki?", "anlaşamamışlar mı?", "başka biri mi varmış?" gibi alt sorularla. Bu insanlar için bir arada kalmak iyi, güzel, hoş olan iken ayrılmak nahoş. Bense, mesela, birilerinin evlendiğini duyduğumda "neden?" diye soruyorum; arka planda "ne gerek varmış ki?", "takılsalarmış ya", "niye sistemin dayattığı birliktelik formuna boyun eğmişler ki?" vs diye düşünerek. Ve bu ikisinin birbirinden farkı yok. İkincisinde de benim birtakım doğrularım devreye giriyor ve buna uygun davranmayanları -çoğunlukla içimden- sorguluyorum; hepsi bu.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfSD6UOQJGATNimj8mKAv0EOi6haAqhhEGfbiF6mZUrjK4wWwVZ9ZBn2IQXJikdHtpwMwCFyiaJ9OWnJc6eNp4bBjHAkZUYMQCYxHffw9tRfum6L2-L11TKgPdar5ivjeFsQDAh-syinlK/s1600/ilknurdan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="788" data-original-width="572" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfSD6UOQJGATNimj8mKAv0EOi6haAqhhEGfbiF6mZUrjK4wWwVZ9ZBn2IQXJikdHtpwMwCFyiaJ9OWnJc6eNp4bBjHAkZUYMQCYxHffw9tRfum6L2-L11TKgPdar5ivjeFsQDAh-syinlK/s640/ilknurdan.jpg" width="464" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: İlknur Urkun Kelso</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<br />
Değinmek istediğim diğer bir konu, her şeyin birbirini etkilediği ve sebep sonuç ilişkilerinin çoğu zaman bize göründüğü kadar basit olmadığı. Yani öznel ya da nesnel bir konuda "neden" sorusunu sorup birtakım sonuçlara ulaşıyoruz belki fakat her şeye etkiyen o kadar fazla değişken var ki bir şeyin neden(ler)ini gerçekten bulmak o kadar da kolay değil aslında.<br />
<br />
Mesela geçen kış arka bahçeye diktiğim pırasa fideleri neden büyümedi? Lahana ve karnabaharlarla karışık diktiğim için mi, az suladığım için mi, toprakta yeterince organik madde olmadığı için mi, bu kış kış gibi geçmediği için mi, yoksa bambaşka sebeplerden dolayı mı? Bu ve diğer etkenlerin yüzdesel etkileri nedir? Hangisi ne kadar etkiledi? Aklıma gelmeyen ve asla gelemeyecek olan başka sebepler de olabilir mi?<br />
<br />
Veya Ayşe'yle Ahmet niye evleniyorlar? Sisteme boyun eğdikleri için mi, Ayşe işinden ayrılabilsin ve tazminat alabilsin diye mi, artık çok yaşlı olan Sevim teyzelerini memnun etmek için mi? Bilinç altlarında yer alan diğer sebepler, gelinlik giyme hevesi, pratik nedenler vs. Aynı şekilde bu sebeplerden hangileri gerçek ve ağırlığı ne, kim bilir ne gibi diğer sebepler olabilir...<br />
<br />
Pırasaların büyümemesi gibi pratik konularda <i>neden</i> sorusu yine de faydalı elbette. Kesin bir cevap bulamayacak olmamız, bu soruyu sormamızın ve birtakım sonuçlara ulaşarak bir sonraki denemede daha iyi pırasa yetiştirme ihtimalimizin önünde durmasın. Fakat iş Ahmet'le Ayşe'nin evliliğine ya da boşanmasına gelince; işte bu ve benzeri durumlardaki "neden" sorularını yavaşça yere bırakıp sadece dinlemekte, anlamaya gayret etmekte ve yargılamamakta büyük fayda var.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Zaten davranışlarımızın, seçimlerimizin arkasındaki sebepler sonsuz olmakla birlikte kişisel kararlarımı çok daha duygusal bir şekilde almaya ve sonra bunları gerekçelendirmeye meylettiğimi fark ediyorum (herkesin böyle olduğundan emin değilim ama bence öyle); ki bu da nedenleri sorgularken önemli olabilir. Yine ufak bir örnek, söylemek istediğimi daha anlaşılır kılacaktır: İki ay kadar önce kırsalda yaşayan ve çok sevdiğim dostları ziyaret ettiğimde içimde orada yaşama, oraya yerleşme heyecanı çok güçlü bir şekilde var etti kendini. Sonradan fark ettiğim üzere, o süreçte bu heyecanımı haklı kılacak türlü neden sıraladım ve bu ihtimali rasyonalize ettim sürekli.<br />
<br />
Gel zaman git zaman bu heyecanımda azalma hissettim, dostları yine ziyaret ettim ve şu an için bu adımı atmaya hazır olmadığımı fark ettim. Bu sefer de oraya yerleşmemeye dair türlü sebepler sıralanmaya başladı zihnimde.<br />
<br />
Hatta öyle ki orada olduğum günlerde konuya dair düşünürken ve doğru olan kararı görmeye, hissetmeye çalışırken, içim biraz olsun bu fikre akmaya başladığında, yine beni oraya çağıran sebeplere ağırlık verdiğimi; bir an sonra bu ihtimalden biraz uzak hissetmeye başladığımda ise bu sefer oraya gitmemeye dair sebeplerin zihnimde yoğunlaştığını fark ettim.<br />
<br />
Yani almaya çalıştığım karar an'dan an'a değişip dururken, zihnim hızla duruma adapte olup o andaki kararı doğru kılacak milyon tane sebep buldu. Oysaki hadise, çoğunlukla, arkadaki sebeplerde değil, içteki heyecanda bana kalırsa.<br />
<br />
Tüm duygular gibi, hatta belki hepsinden daha hızlı değişebilen heyecan duygusuyla karar almak ne kadar doğru, onu da ayrı bir tartışma konusu olarak şuracığa bırakmış olayım. Şimdilik bu kadar.<br />
<br />
(((Bugünlerde fena takıldığım bir şarkı var, yazıdan bağımsız olarak iliştiriyorum: <a href="https://open.spotify.com/track/0pFu0rH9bPiPNm7dTZ9Wzv?si=fRjxV54KRqySaZSH4gM4Mw">https://open.spotify.com/track/0pFu0rH9bPiPNm7dTZ9Wzv?si=fRjxV54KRqySaZSH4gM4Mw</a> )))<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>*** ***</b></div>
<br />
<div style="text-align: left;">
<i><b>Okuyucuya not:</b> </i></div>
<div style="text-align: left;">
<i><br /></i>
<i>Bu blogda okuduklarınız sizde bir yerlere dokunuyorsa, bu yazılardaki paylaşımları ve emeği onurlandırmak ve yazana bir karşılık armağanı vermek (para veya diğer) ya da okuduklarınıza dair geri bildirimlerinizi, fikirlerinizi, kendi tecrübenizi, olumlu ve olumsuz eleştirilerinizi paylaşmak isterseniz,</i><br />
<i><b><br /></b><b>emreertegun@gmail.com </b>adresinden bana ulaşabilirsiniz.</i><br />
<i><b><br /></b>Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana aç ve açığım.</i></div>
<div style="text-align: left;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: left;">
<i>Bu yazıyı, önümüzdeki günlerde çıkacağım Çanakkale yolculuğunun ulaşım masraflarına adamak istiyorum. Bir kısmı ya da tamamı çıksa ne güzel olur. :))</i></div>
emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık,Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-76685472731628334412018-08-15T11:22:00.003+03:002018-08-15T22:43:56.760+03:00bocalamalarım - 2Geçtiğimiz hafta yazdıklarıma ekleyeceğim bir-iki şey daha var. Bütünlüğü sağlamak isterseniz -ve eğer ki okumadıysanız- önce o yazıya uğramakta fayda var: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/08/bocalamalarm.html" target="_blank">bocalamalarım</a><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Bocalamamın en bariz görünen nedeni; iç sesimi duyamamak, heyecanımın nereye aktığını fark edememek ve bunun sonucunda harekete geçmek isteyip de geçemediğim zamanlarda <i>atıl hissetmek</i> diyebilirim. Geçenlerde içimde doğan düşünce şu oldu: "Bu aralar dünyaya pek bir şey vermediğimi hissediyorum." Bu düşünceye biraz bakmak ve bunun getirdiği diğer düşünceleri ve hisleri paylaşmak istiyorum.<br />
<br />
Dünyaya pek bir şey vermediğimi bana düşündüren şeyler ne? Bu doğru mu? Hem dünyaya çok şey versem ne oluyor? Sahi kendimi ne sanıyorum? :)<br />
<br />
Dünyaya bir şey vermek diye darlandığım şey üretim yapmak galiba. Son zamanlarda daha az ürettiğimi düşündüğüm için huzursuzluk hissediyorum içimde. Peki nasıl bir üretimden bahsediyorum? Bu konuyu epey önemsiyorum, zira bütüne hizmet etmeyen bir şey üretmektense hiç üretmemenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Hizmet etmekten kastım, o şeyin illaki elle tutulur bir şey olması değil; örneğin sanat üretimini, fikir üretimini ya da neşe üretimini de patlıcan ya da sandalye üretimi kadar önemsiyor ve gerekli buluyorum. Bir üretimin işe yaraması, üretim sürecinde üreticinin, tüketim sürecinde ise tüketicinin faydalanması, keyif alması ve bu süreçte kaynakların hor kullanılmaması demek bence. Üreticinin keyif almadığı veya tüketicinin gerçek bir ihtiyacını karşılamayan veya kaynakları fazlaca sömüren üretimleri hep birlikte çöpe atmak ve hafiflemek çok iyi bir fikir gibi görünüyor bana.<br />
<br />
Halihazırda o kadar fazla kaynağı üretime, metaya, paraya çevirdik ki yerküremiz nefes almakta zorlanıyor. Dünyaya pozitif değer katmayacak şeyleri, para kazanmak veya değerli hissetmek veya zaman öldürmek vs. için üretmeyi durdursak ve sadece dursak çok daha hayırlı olacak.<br />
<br />
Bunları nutuk çekmek için değil, kendimle ilgili nasıl bir yerde olduğumu anlatabilmek için yazdım. Örneğin bir yazı yazarken veya etkinlik çağrısı yaparken, önce içimden gelmiş olmasını önemsiyorum; sonrasında yazdığım şeyi okuyanların ya da çağrıda bulunduğum etkinliğe gelenlerin vaktini almaya değer bir şey yaptığıma kani olmak istiyorum ve bu süreçte fazla kaynak israfı olmaması için elimden geleni yapıyorum. Bunlar bende biraz otomatik bir hâle geldi, madde madde düşünüyor ve hesap yapıyor değilim ama bir şekilde değerlendiriyorum koşulları ve karar ortaya çıkıyor.<br />
<br />
Zaten madde madde değerlendirerek sonuca ulaşmak pek kolay bir şey değil. Elma ile armut olsa yine iyi, asla karşılaştırılamayacak şeyler üzerinden ilerliyor bu değerlendirmeler. Ufacık bir örnekle açıklamak gerekirse, uçak yolculuklarının ciddi ölçüde karbon salımına yol açtıkları malumumuz; yurt dışından gelen kimi dostların gerçekleştirdiği bazı etkinliklerin ortaya çıkardığı fayda da öyle. Şimdi ben kağıt-kalemle nasıl hesaplayayım Andrew'un* Türkiye'ye gelişinin maliyetini ve faydasını. Şu kadar kilo CO2 salımını 15 insanın hayatında önemli dönüşümlerle karşı karşıya getirip nesnel/rasyonel bir sonuca ulaşmak ne mümkün. İşte burada sağduyu giriyor bence devreye, hissetmek giriyor. CO2 salımının zararlarının da, Andrew'un insanlara yapmış olduğu katkıların da farkındayım; bakıyorum, bakıyorum ve evet, dip toplamda etkinin pozitif olduğunu düşünüyor, hissediyor, değerlendiriyorum ve böylece bu tip bir çalışmanın içinde yer alabiliyorum. Mantıksal bir değerlendirme süreci değil bu, bir nevi sezgisel değerlendirme.<br />
<br />
* Andrew Davies ile birkaç yıldır Türkiye'de Visionary Leader's Journey (Öncünün Yolculuğu) adlı çalışmayı gerçekleştiriyoruz.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxCjAM3D2JIhXsmvkENveJq4EBr5vp9Jimf00MkMDTl4tljSc6tRyIkE1LTrte-co21w9VMSd5TRmRdzkPg0KHylHVzswcqBp35RBqO9EKNvnBH3HXDjydu_eK60Mg1-uriKk2qvOGdXNX/s1600/39091703_212603546269241_6662171974690668544_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1352" data-original-width="1079" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxCjAM3D2JIhXsmvkENveJq4EBr5vp9Jimf00MkMDTl4tljSc6tRyIkE1LTrte-co21w9VMSd5TRmRdzkPg0KHylHVzswcqBp35RBqO9EKNvnBH3HXDjydu_eK60Mg1-uriKk2qvOGdXNX/s640/39091703_212603546269241_6662171974690668544_n.jpg" width="510" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Şeyma Sayımlar</td></tr>
</tbody></table>
<br />
Laf lafı açıyor ve bu yazının gerekliliğini ve okuyanlara katacağı şeyleri de sorgulamama ramak kaldı. :)) Konuyu tekrar kendime ve bocalamalarıma getirsem iyi olacak.<br />
<br />
Son zamanlarda daha az üretim yapıyor olduğum düşüncesi beni boşluğa düşürüyor ve faydasız hissettiriyor sanki. Bütün bunlar elbette ki egomdan geliyor ve fakat egoyu tukakalamak için söylemiyorum bunu; sadece farkındalık olarak şeyediyorum. Kendimi daha faydalı hissetmek istiyorum ve öyle olmadığımı düşündüğümde içim sıkışıyor. Ve evet bu, yaptıklarımın bütüne hizmet etmesini istiyor olsam bile egosal bir durum. Fakat bunda kötü bir şey yok belki de. -Bir kez daha adını analım-, Andrew'un "pozitif ego" dediği tam da bu sanırım, bizleri hayırlı şeyler yapmaya iten benliğimiz...<br />
<br />
Bu arada konu sadece üretim değil şu sıralar. Tüketimle ilgili de alışkın olmadığım bir dönemden geçiyorum. Son yıllarda tüketmeme konusu o kadar merkezime oturdu ve beni hareketsiz bıraktı ki zaman zaman bu konuda biraz aşırılığa kaçmış olabilirim. Parayı, karbonu ve diğer şeyleri tüketmemeye böylesine bağlanmak da, güzel bir temelden yükselse bile o kadar hayırlı olmayabilir gibi geliyor artık. Otostopla yol alırken yolunu 3-4 km. uzatarak beni daha pratik bir yere bırakmak isteyen şoförü engellemek o kadar da iyi fikir değil belki. Orada harcanacak fazladan karbon, bana o sıcakta yarım saat kazandıracaksa belki de iyi bir yere gidiyordur. Çağım'ın bir-iki yıl önce bir grup yazışmasında isabetle belirttiği üzere, anlık verimliliğin hiçbir anlamı yok ve önemli olan uzun vadede, büyük resimde verimli olanı seçmek galiba.<br />
<br />
Bu şekilde düşünmeye başlamak ve tüketmeme konusunda bir miktar hafiflemek iyi geliyor. Son zamanlarda otostopta yol uzatmanın çok daha ötesine geçtim. Geçtiğimiz yıl bir anda elimde beliren para ile bir scooter aldım ve kısa-uzun hemen hemen tüm yolları onunla yapıyorum artık. İki yıl önce fazlaca bireysel tüketim (hem para olarak ama en çok da CO2 açısından) hissiyatına girerdim; şimdi girmiyorum, basıyorum gaza.<br />
<br />
Son zamanlarda en şaşırarak yaptığım tüketim, Yanıklar'da arkadaşlarlayken ve akşamında yine o civarda başka bir yere gidecekken, 2,5 saat için eve gelmem ve sonrasında tekrar oraya dönmem oldu. İki yıl önceki Emre, bu 40 km.lik fazladan yolu katiyen yapmazdı, bugün ise yapıyor; karbonları da salıyor, yaklaşık 7-8 TL'lik masrafı da yapıyor.<br />
<br />
Bu sadece ufak bir örnekti, bu tip başka ufak tefek yaramazlıklar da yapıyorum artık. Yalnız tüketim konusunda hafiflemekle birlikte "bozuldum mu ben?" sorusu da geliyor bazen zihnime (Gülmeyin!). Hani üniversitede solcu, devrimci olan kimileri birkaç yıl sonra sistemin tamamen içinde yer edinir, hatta zamanla doğayı ve diğer insanları sömürme yarışında ön sıralarda yer alır falan ya; bunun farklı bir versiyonunu yaşıyor olmaktan korkuyorum biraz. Zira belki tam da bu insanların geldiği noktaya yaklaşıyor olabilirim: "Ben mi kurtarıcam lan dünyayı?" Dünyayı kurtaramayacağımı kabullendim gerçi çoktan, dünyanın kurtarılmaya ihtiyacı olup olmadığı da ayrı bir olay zaten. Fakat dünyayı kesin olarak kurtaramayacağından eminken bile ilkeli davranmayı önemsiyorum. Fabrikalar ve diğer insanlar milyonlarca ton suyu sömürürken, ben bulaşık yıkarken biraz daha az su kullanmayı veya kullanmadığım zamanlarda bilgisayarımın fişini çekmeyi hâlâ kıymetli buluyorum. Hem kim bilir, belki de dünya, bu şekilde davranan bizlerin yüzü suyu hürmetine dönmeye devam ediyordur; aklım ermez.<br />
<br />
Umuyorum ki tüketim konusunda bozulmamış da biraz dengeye gelmişimdir. Sarkaçın en uç noktasından biraz daha merkeze yaklaşmışımdır sadece.<br />
<br />
Ama nihayetinde nispeten artan ve daha kolay akan tüketimimle azalan üretimim yan yana geldiklerinde bocalayabiliyorum işte. Kendimi zaman zaman miras yiyen bir umursamaz gibi hissedebiliyorum. İşe yaramayan, fayda sağlamayan vs...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Bu satırları yazdığım an itibariyle bu düşünceler o kadar da yoğun değiller; bugünlerde daha dengede hissediyorum. Eskisinden daha fazla tükettiğim ve daha az ürettiğim düşüncesi gerçeği gösteriyor olabilir fakat bunu fark edip bundan huzursuz olmam, bir şeylerin muhtemelen değişeceğini (belki de değişmeye başladığını) gösteriyor. Lakin değiştirmek için yapmam gereken, yoğun bir çabaya girmek değil sanırım. Sakin olmakta ve bu duygu ve düşüncelerle kalmakta; onları gözlemlemekte ve nereden geldiklerini, köklerinin nerelerde olduğunu görmeye çalışmakta fayda var. Böylece, bana hizmet etmeyenler kendiliklerinden düşeceklerdir ve bu bocalamalardan alacağım güç beni bir yerlere taşıyacaktır. Diyeceğim odur ki, işte bunlar hep meditasyon!emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-87876622877148708482018-08-08T22:22:00.000+03:002018-09-17T16:07:41.942+03:00bocalamalarım - 1Geçtiğimiz Nisan ayında katıldığım bir çalışma öncesinde, kolaylaştırıcıların, gitmeden önce üzerinde çalışmamızı, kendimize sormamızı istedikleri birkaç soru vardı ve ana sorular "Who are you?" (Kimsin sen?) ve "Who are you becoming?" (Kime dönüşüyorsun, kim haline geliyorsun?) idi. Bu sorular beni fena salladı, zira kim olduğuma ve kime dönüştüğüme dair pek bir fikrimin olmadığını fark ettim. İçim sıkıştı da sıkıştı; iki gün sonra etkinliğe, açılış çemberinde hıçkıra hıçkıra ağlayarak giriş yaptım (çok da iyi geldi!), sonra yavaş yavaş açıldım.<br />
<br />
Sonraki aylarda ise içim bir miktar ferahlamakla birlikte henüz dengeyi bulamadım. Dalgalanıyorum; iniş-çıkışlar sıklaştı. Gün içinde birkaç kez mod değiştirebiliyorum ve valla yoruldum. Bu durum, ilkbahardan beri epey yoğun ve içime bakmaktan, ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktan helak oldum resmen.<br />
<br />
Bir-iki saat önce, epeydir görüşmediğim bir arkadaşımla yazışırken kafamın, içimin bir karışıp bir durulduğunu yazdım ve "Sen hep karışmıyor musun? Seni sen yapan şeylerden biri değil mi karışıklık?" şeklinde cevap verdi.<br />
<br />
Bu, önemli bir geri bildirimdi benim için; herkes zaman zaman karışır, peki ben gerçekten daha mı sık karışıyorum acaba? Belki... Özcan'a sorduğumda aldığım yanıt "Bence öyle." oldu. Gerçi son birkaç yıldaki yakın çevreme baktığımda, birçoklarımızın sıkça karıştığını gözlemliyorum. Daha birkaç gün önce başka bir arkadaşımla yazışırken onun da benzer hâllerde olduğunu duydum mesela. O da işi gücü bırakıp kendini yola atan ve "yol"unu bulmaya çalışan ruhlardan biri. Biraz kayıp olduğunu hissettim ve yolladığım ses kaydında, ona, bizlerin elimize tutuşturulan hazır haritaları yırtan (Gülengül'e selam olsun) ve kendi haritalarımızı çizme yolunda insanlar olduğumuzu; bu haritayı ezberlerle, öğrenilmişliklerle değil de içimizin sesini dinleyerek çizmeye çalıştığımızı; bazen bu ses sustuğunda ya da biz onu duymadığımızda ise ne yapacağımızı şaşırabildiğimizi söyledim. Ve hazır haritayı yırtıp atan herkes benzer süreçlerden geçiyor sanki. Yine de bilmiyorum, belki ben yine de benzerlerimden daha sık karışıyorumdur. ((:<br />
<br />
Bunca aydır -ve bazı başka zamanlarda da- yaşadığım, yukarıda Deniz'e söylediklerimden başka bir şey değil galiba ve zaman zaman bocalıyorum işte. Kalbimin (ya da ruhumun) çağrısı/şarkısı ile bir şekilde bağlantı kuramadığım zamanlarda ne yapacağımı şaşırıyorum; olan bu sanırım.<br />
<br />
Onun şarkısı o kadar güzel ve onu duyabildiğimde o kadar açık ve net yönlendirmeler alıyorum ki yönümü o tarafa doğru çevirmek hiç güç olmuyor ve her seferinde son derece tatmin olarak yaşıyorum o an'ları. 2012 sonrasında başlayan ikinci hayatımda, bu davetler arasında -<i>yapma</i> anlamında- en ete kemiğe büründürebildiklerim ağırlıklı olarak, yazmak ve birtakım çemberli etkinlikler düzenlemek olarak zuhur etti mesela ve bu süreçlerin neredeyse tamamında hiçbir şeyi <i>oldurmak</i> zorunda kalmadım; her şey kendiliğinden oluverdi; her şey akışa ve içimden yükselen çağrılara uygundu zira; yapmam gerekeni yapıverdim. Her şey çok kolaydı! Yazılar kendiliğinden çıkıverdi, etkinlikler adeta kendi kendine organize oluverdi... Zorlama enerjisi yoktu ya da çok azdı.<br />
<br />
Son süreçte ise ses kesildi adeta. Tabii muhtemelen kesilmedi de ben duymuyorum ve ne yapacağımı şaşırıyorum. Ara ara yine birtakım yönlendirmeler geliyor gibi oluyor ama bu sefer tam olarak ayıramıyorum nedense; ne kadarının özümden geldiğini, ne kadarını zihnimle benim yarattığımı... Sonuç: bocalama!<br />
<br />
Bocaladığımı, o sesi duymadığımı fark edip <i>gözlemci bir</i> konuma geçebildiğim anda rahatlıyor; bazense bunu yapamıyor ve panik oluyorum: "Şimdi ne olacak? Ne yapmalıyım? İçimden bir şey yapmak gelmiyor, bu devam ederse ne olacak? Yaptığım şeyleri sadece yapmış olmak, oyalanmak için yapmak istemiyorum. Sırf para kazanmak için de yapmak istemiyorum. İyi de paraya erişmek için bir şeyler üretmem lazım ve şu an üretmiyorum. Ne halt edicem ben?" türevi birtakım zihin akışları ile kendimi yoruyorum. ((:<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_I92BRUxC4DABmud2Ix_ExuKyWfJAqhJRAVwgxS5s0glfiWopDO3i6POuKfnQkF39FAqab7ywU5vCitpJoMhyKPyoiaNTobTr61qntoWDZBpMKXoQb7ZedHmTkpAaFwTi_zjIaYfp-Nfn/s1600/IMG_8205.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1199" data-original-width="1600" height="475" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_I92BRUxC4DABmud2Ix_ExuKyWfJAqhJRAVwgxS5s0glfiWopDO3i6POuKfnQkF39FAqab7ywU5vCitpJoMhyKPyoiaNTobTr61qntoWDZBpMKXoQb7ZedHmTkpAaFwTi_zjIaYfp-Nfn/s640/IMG_8205.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Seda Sezer</td></tr>
</tbody></table>
<br />
İşin ilginç tarafı, olmak ve yapmak konusunda epey bir düşünmüşlüğüm, bir şeyler yazmışlığım ve -bence- bu konuda bayağı yol kat etmişliğim var(dı). Hayatı ya da kendimi <i>yapmak</i> üzerinden tanımlıyor değil(d)im uzun zamandır. Ben yalnızca olmaya çalışıyor ve içimden bir çağrı geldiğinde, oluş'umun gereği olarak eyleme haline geçiyor(d)um ve mis gibi de yürüyor(du) hayat. Oysa şimdi, bir önceki paragrafa baktığımda en çok gördüğüm kelime <i>yapmak</i>! Sorun buradan başlıyor galiba.<br />
<br />
Bu aralar yürümemesinin (ya da zor yürümesinin) nedeni, <i>olma</i>nın yetmemesi ya da <i>olamamam</i> belki. Olmak için içimden gelen sesleri daha iyi duyabilmem lazım, duymadığımda zorlanıyorum ve böyle olunca pek bir üretim de çıkmıyor içimden. Sakin olup yavaşlamak iyi gelecek; işte bunu bazen yapabiliyor bazen yapamıyorum.<br />
<br />
İşin başka bir ilginç kısmı, birkaç yıl önce (hatta geçtiğimiz Nisan'da şu yazıda <<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/04/kendime-dogru.html" target="_blank">kendime doğru</a>> atıp tuttuklarıma bakarsak, birkaç ay önce) çok daha dengeli ve sakindim. Bir şeyler yapma telaşına pek girmiyordum; sakin sakin takılıyor, daha ziyade duruyordum. İçimde bir eylem ateşi duyduğumda (seyahat etmek, yazı yazmak, etkinlik düzenlemek vd.) eyliyor, onun dışında öylece geçiriyordum günleri. Birkaç yıl önceki kendime baktığımda daha dengeli, daha bilge bir adam görüyorum; şimdi ise biraz yolunu kaybetmiş ve ne tarafa doğru gideceği konusunda telaşa kapılan birini...<br />
<br />
Bu da bana şunu hatırlatıyor ki, hayat yolculuğu düz bir çizgi hâlinde ilerlemiyor; şu aşamayı geride bıraktım ve <i>hallettim</i>, şimdi önümüzdeki aşamalara bakalım diyemiyorsun (diyemiyorum); desen (desem) de bir de bakıyorsun (bakıyorum) ki dere tepe düz gitmişim derken bir arpa boyu yol gitmişsin (gitmişim). Masallar boş konuşmuyor!<br />
<br />
Düz bir çizgi üzerinde ilerlememek, yerinde saymak demek değil elbette. Spiral diye şahane bir şekil var dünyamızda, birçok doğal örüntünün de biçimi... İlk aklıma gelen salyangoz kabuğu mesela. Hayatta, galiba, spiral üzerinde gibi hareket ediyoruz. İçten başlayıp genişleyerek ve derinleşerek ilerliyoruz. Bu esnada çoğu zaman bir şeyleri arkamızda bırakıp onları tamamen aşamıyoruz ve zamanla tekrar ve tekrar ziyaret ediyoruz buraları belki ama onlara dair bilincimiz, algımız da kuvvetleniyor ve büyüyoruz bir yandan. Umarım...<br />
<br />
Bütün bunlar geçiciliği ve geçişkenliği de hatırlatıyor bana. Hiçbir şey aynı kalmıyor, her şey değişiyor, dönüşüyor. Neşe yerini kedere, öfke yerini huzura, sevinç yerini hüzne bırakıyor; hastalık sağlığa, yaz kışa; yumurta larvaya, larva pupaya, pupa kelebeğe dönüşüyor; bir zaman sonra kelebek toprağa dönüşüyor ve döngü devam ediyor. Hiçbir şey yoktan var, vardan yok olmuyor; sürekli dönüşüyor sadece... Hepsi bu!<br />
<br />
Şifa olsun.emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-48785477314009554532018-07-24T12:50:00.001+03:002018-07-24T12:50:54.172+03:00Ayşe Dirikman Kalıpçı ile röportaj: "Cesur adımların öncülerinden: Emre Ertegün"Geçtiğimiz hafta sonu, Ayşecim ile bir yıl önce gerçekleştirdiğimiz röportaj gün yüzüne çıktı sonunda. Burada da paylaşmak istedim. Haberin orijinali için: <a href="https://hthayat.haberturk.com/yasam/roportajlar/haber/1063792-emre-ertegun-yeniye-dogru">https://hthayat.haberturk.com/yasam/roportajlar/haber/1063792-emre-ertegun-yeniye-dogru</a><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
"İlklerin insanı” diye kısaca anlattığım, cesur adımların öncülerinden Emre Ertegün ile geçen yıl yaptığım röportajın ilk kısmının deşifresi benden, ikinci kısmına sevgili Bahar Topçu’nun ve son okumaya da sevgili Funda Aydın’ın ellerli değdi, size de keyifli ve ufuk açıcı okumalar olsun.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Emre (E):</span> Hadi bismillah!</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Ayşe (A): Nerede tanıştık seninle, o sı</span><span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">rada hayatının hangi noktasındaydın?</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Eylül 2012’de Charles Eisenstein’ın “Armağan” atölyesinde ilk kez bir araya geldik, sonra Facebook üzerinden arkadaş olduk, sonra da Mart 2013’te Antalya’daki <em style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Armağan Ekonomisi – 101</em> atölyesi için Begüm’le size gelmiştik, ilk kez o zaman gerçekten tanıştık diyebiliriz.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Temmuz 2012’de işimden ayrılmıştım, evi de boşaltıp bir süre göçebe yaşamaya karar vermiştim, aslında Charles’ın atölyesi bu sürecin en başına denk geliyor. Kafamın karışık olduğu bir dönemdeydim o zamanlar, sistemle ve şehirle bağımın yavaş yavaş, hatta hızlı hızlı koptuğu, onun yerine ne koyacağımı bulmaya çalıştığım, topluluk olma bilincinin içimde yer ettiği, <em style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Kutsal Ekonomi</em> kitabının hayatıma girdiği bir dönemdi. Çok yeniydi tabii benim için, yine de sohbetlerle, Armağan Ekonomisi atölyeleri ile yavaş yavaş yerine oturuyordu bu kavramlar. Yavaş yavaş da “Bu kırsal da güzel galiba, böyle bir yerlerde yaşamak nasıl olur ki?” demeye başladım bu süreç içinde. Hatta “Artık İstanbul’a kolay kolay dönemeyeceğim galiba” demeye başladığım zamanlar.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Şimdi biraz daha geriye dönelim, daha öncesinde neler yapıyordun?</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde İktisat okudum. Sonra İstanbul’da çalışma hayatım oldu. 5-6 yıl içinde yedi ayrı işte çalıştım, özel sektörde satış, insan kaynakları gibi alanlarda çalıştım; bir sezon Alanya’da annemlerle turizm alanında biraz çalışmışlığım var. Sonra İstanbul’a geri döndüm, bu sefer sivil toplum çok ilgimi çekti. Hem biraz para kazanabileceğim hem de iyilik - güzellik yapabileceğim, insanlara faydalı olabileceğim bir şeyler arayışındaydım; çünkü tatmin etmiyordu beni “para kazan, harca” ya da “biriktir” döngüsü. İki farklı sivil toplum örgütünde çalıştıktan sonra orasının da beni çok fazla tatmin etmediğini görüp bir süreliğine kendimi yola atmıştım. Sonra da işte gel zaman git zaman, hayat değişti.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Şimdi yine ileriye gidelim, tanışmamızdan sonrasına. Tanıştığımız zaman sen zaten yazıyordun, “göçebe günler” ve “içimden sohbetler” isimli blogların ve belli bir kitlen vardı. Sonrasında birtakım deneyler yapmaya, birtakım cesur adımlar atmaya başladın. Benim hatırladığım çok belirgin ve temel adımlardı bunlar ve bu adımların devamı geldi, bir sürü ilke imza attın, o yüzden sana “ilklerin insanı” diyesim geliyor. Onları biraz anlatır mısın?</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> 2013’ün sonbaharında bir yılı aşkın süredir yollardaydım ve hayat çok keyifli geçiyordu ama birikmiş param bitmek üzereydi. Bir süreliğine işsizlik maaşım vardı, onun süresi de dolmuştu. Bu süreçte bloglarımda yazdığım için pek çok insan beni takip ediyordu ve hoşlarına gidiyordu böyle alternatif bir yola sapan birisi, yaptıkları, yazdıkları, düşünceleri… “En iyisini sen yapıyorsun, ne kadar güzel, oh süper, bizim için de geziyorsun, düşünüyorsun, okuyorsun” diyen bir sürü tanıdığım ve tanımadığım dostum oluştu. Sonra para bitme sürecine girince de içimden bir destek çağrısı yükseldi, (benzer bir çağrıyı daha önce Filiz Telek arkadaşımız yapmıştı) bunun üzerine blogda bir yazı yazdım ve dedim ki; “Ben bu göçebe hayata, bu hayalleri kurmaya, bu şekilde yaşamaya devam etmek istiyorum. Zaten çok çok düşük masraflarım, az parayla yaşıyorum, aslında bir üretim var orada ama çok somut bir üretim olmadığı için, herhangi bir şeyler üretip satmadığım için, fikir üretmek, hayal kurmak, bunlar da piyasada normal şartlarda para etmediği için, desteğe ihtiyacım var.”</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Blogda bu duyuruyu yaptıktan sonra çok hızlı bir şekilde insanlar bu sürecin ucundan tuttular. Bunu takip eden yaklaşık bir yıl boyunca çoğunu, en azından yarısını tanımadığım insanlardan destek aldım. Her ay beş lira yollayan, bir seferde yüz lira veren, yirmi yirmi yollayan, bir süre yollayan, sonra vazgeçen… Kimisi on iki ay boyunca, kimisi tek seferlik olmak üzere toplamda elli sekiz kişinin desteğiyle bir yılı o şekilde finanse ettim ve çok keyifliydi bu süreç. Bu süreçte gelen destekleri düzenli olarak paylaştım. Her ay sonunda destekçilerime mektupla o ay neler yaptığımı, nelere para harcadığımı yazdım. Bir yandan da o sıralar ne kadar az parayla yaşayabileceğimi merak ediyordum, bunun da etkisiyle kalem kalem hesap tuttum. Bu dönemde (2013 Ekim – 2014 Eylül) maksimum 500 lirayla bir ayımı -rahatça, kısmadan, seyahatler ve satın aldığım kitaplar da dahil olmak üzere- geçirdiğimi görüp bunları da naklen paylaştım. Çok güzel geçen bu sürecin, bir yıl sonra miadını doldurduğunu hissettim ve maddi ve manevi beni destekleyenlere teşekkür ederek süreci sonlandırdım.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Benim hatırladığım ilk cesur adımın, bir miktar paran vardı ve onu vermek istedin, bence onunla başladı hikayen.</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Evet, o da çok keyifli bir süreçti. Charles’ın Türkiye’de gerçekleştirdiği atölyede Begüm Erenler ile tanıştım ve Facebook’ta arkadaş olduk. Bir gün Begüm, Facebook profilinde “Bir arkadaşımın taşınması gerekiyor, acil 2.000 liraya ihtiyacı var” şeklinde bir paylaşım yaptı. Günlerden çarşamba o gün ve haftaya salı ya da çarşamba geri vermek üzere, çok da kısa süreli bir şey. Begüm’ü hiç tanımıyorum, sadece bir şekilde kim olduğunu ve benzer kafalarda olduğumuzu biliyorum. O zaman da benim bankada 2.500 lira kadar bir param var, hiç tereddüt etmeden Begüm’e yazdım; “Bende para var, hemen yollayabilirim” ve yolladım da. Bu hikayedeki ilginç bir nokta da paraya ihtiyacı olan arkadaşın Taksim Tünel civarında apartmanları varmış meğer ve satılamamış ve o an paraya sıkışmışlar. Normal şartlarda benden bin kat daha fazla varlığı olan birine tanımadan, dolaylı olarak borç vermiş ve bu süreçte destek olmuş oldum. Gerçekten de söylendiği gibi 5-6 gün sonra para geri geldi ama o para bana batmaya başladı. 5-10 gün gibi bir zaman geçti ve bunu duyurmak istedim; blogda; “Bende şu an 2000 lira kadar bir para var, öylece dursun istemiyorum, belki birinin bir şeyler için ihtiyacı vardır, isteyin, çekinmeyin, <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/02/borc-vermek-istiyorum.html" style="border: 0px; font: inherit; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px; text-decoration-line: none; vertical-align: baseline;">borç vermek istiyorum</a>” dedim. O şekilde iki ayrı kişiye 1.300 lira ve 700 lira verdim. 700 lira hemen geri döndü, onu başkasına verdim. 1.300 liranın bir kısmı döndü, bir kısmı hemen dönmedi. Dönen kısmı da altı-yedi kişinin elinden geçti herhalde. Hatta son parçasını almam epey uzadı, 1.5-2 yılı buldu neredeyse. Bunun gibi birtakım hayırlı işler için dolaşmış oldu para.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Hâlâ da öyle şeyler yapıyorum. Bazen nasıl olduğunu anlamadığım şekilde, -çalışmıyorum etmiyorum, para kazanmak için özel bir çaba sarf etmiyorum- bir bakıyorum elimde bir anda para birikiyor. O parayı yine hemen birilerine aktarıyorum. Eskisi gibi duyurmadan, çünkü o, o anın psikolojisi ve enerjisiyle, o zamanın ruhuyla yaptığım bir şeydi şimdi öyle bir şey yapasım gelmiyor ama arkadaşlarıma soruyorum veya halihazırda ihtiyaç duyanlara ben teklif ediyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Bu deneyleri yaptın, sonraki süreçte topluluk olayları başladı sanırım…</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Aslında işten ayrıldığım 2012 yazında Anadolu Jam’le birlikte hayatıma topluluk kavramı girdi. Anadolu Jam, 2011'den beri her yıl düzenlenen bir haftalık birbirini sevme, topluluk olma pratiği… Bir hafta boyunca bütün hayatımıza, içimize bakabildiğimiz, birbirimizi gördüğümüz, duyduğumuz harika bir etkinlik. Zaten benim “yeni” hikayem orada başladı, oradan sonra göçebelik, hayata güvenmek vs. kendi kendine, kendi ritminde gelişti. Kırla, köyle tanışmak, Flora’ya gelmek, gönüllü olarak diğer ekolojik çiftliklere gitmek gibi yeni yollara beni hazırladı. Göçebelik ise iki yıla yakın sürdü ve 2014’te Çandır’da yaşamaya başladık.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Fakat bundan da önce ilk kırsala yerleşme girişimim burada, Flora’da oldu. Kısa süreli gönüllü deneyimler yerine bir yere yerleşme fikri, ilk kez Flora’da içimde yeşerdi. 2013’te buraya birkaç kere geldikten sonra, bir sonraki gelişimde “Ben buraya bir süre kalmaya geleceğim” dedim ve sen de Selahattin de kollarınız açık bir şekilde buyur ettiniz beni. 2013 Mayıs’ta buraya geldim kalmaya ve o zaman Selahattin’in kurduğu şu cümleyi hatırlıyorum; “Bir beklenti veya baskı hissetme üstünde, istersen bir hafta kal, istersen 5 yıl kal, istersen sürekli kal, bizim öyle bir söz beklentimiz yok” demişti ve o beni çok rahatlatmıştı. Ben de en azından 5-6 ay kalmaya niyetliydim ki geldikten 3-4 hafta sonra Gezi direnişi başladı. Ben de çadırımı, tişörtlerimi, çantamı olduğu yerde bırakıp ufacık bir sırt çantasıyla çıkıp İstanbul’a gittim ve sonra da bir türlü geri gelemedim. İşte, hayat başka türlü esti o süreçte ve bunun üzerine yaklaşık bir yıl daha ben yine göçebe olarak yaşadım.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Yardımlara gittin insanların evine diye hatırlıyorum, insanların evlerinde kalıp bahçelerine ve hayvanlarına göz kulak oldun, evlerini yapmalarına yardım ettin, bir taş evde yaşadın bir süre…</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Evet, ne kadar çok şey olmuş yahu. Bir süre de İzmir’de bir arkadaşımızın taş evinde Burcu (Ertunç) ile bir 4-5 ay geçirdik. O da ilginç bir süreçti, tam böyle ne yapsak bu kış derken önümüze çıktı, o süreçte her şey öyle oldu zaten, tam “Acaba şimdi ne olacak?” derken önüme bir kapı açıldı. Artık buna güvenmeye başlamıştım, ne zaman bir boşluk hâli olsa “dur şimdi bir şey olacak” diyordum ve oluyordu…</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Kışı da öyle geçirdikten sonra, 2014 baharında göçebeliğin artık miadını doldurmuş onu fark ettim. Tam o zamanlarda Begüm, bir yıldır yaşadığı Çandır’da yaşamak üzere beni ve Burcu’yu davet etti. Bülent (İnci) de orada yaşıyordu o dönem ve Begüm “Gelin hep beraber topluluk olarak yaşayalım” dedi. O zamanlar topluluk hayalleri kuruyoruz, bunun üzerine sohbetler, yazışmalar, atölyeler, “Barış Köyü” toplantıları yapıyoruz. Ve 2014 Mayıs’ında Çandır’da 4 kişi yaşamaya, öyle bir ortak yaşam deneyimlemeye başladık.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Toplam üç yıl boyunca Çandır’da yaşadım, bir yıl sonra Bülent aramızdan ayrıldı; Burcu, Begüm ve ben kaldık. Sonra yan tarafta ufak bir ev daha vardı, oraya da bir başka arkadaşımız (Gülengül Anıl) taşındı. Yine dört kişi olduk, bu süreçte hayatı paylaştık, ev işlerini paylaştık, parayı ortaklaştırdık. Ortak kasemiz oldu para için, bir ara hesap-kitap tuttuk; ‘kim, ne kadar koyuyor’ diye, sonra onu da bıraktık. Artık isteyen istediğini koyuyordu, isteyen istediğini alıyordu, böyle bir üç yıl geçti.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: STK’lardaki, iş hayatındaki Emre ile şimdiki Emre sohbet etseler birbirlerine neler anlatırlardı?</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Bununla ilgili bir yazı da yazmıştım 2012 yılında, muhtemelen o zamanın Emre’si bu zamanın Emre’sine bir hayli şaşırırdı. Çok yargılardı, çok yadırgardı, “Ne işin var burada, manyak mısın!” derdi, “O kadar okudun, ettin, iş hayatın var, iyi-kötü bir kariyerin var, ona yazık olmayacak mı?” derdi. Sonra kurtarılacak bir dünya var şehirde; politika, aktivizm, sokaklar, meydanlar… O zamanlar çok aktif olmasam da sokağa çıkan, eylemlere giden bir insandım. O şekilde dünyayı kurtarma sürecine katkıda bulunduğumu düşünüyordum. O zamanın Emre’si şimdinin Emre’sini bu konuda da çok ciddi yadırgar ve “Ohooo sen tabii takılıyorsun, keyfine bakıyorsun, biz ne olacağız burada?” falan derdi muhtemelen. Tam bu cümlelerle olmasa da böyle düşünen çok fazla arkadaşım oldu.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bugünün Emre’si ise o günün Emre’sinin yansımalarını başka arkadaşlarında görüyor zaten. Bugünün Emre’si çok keyifli, çok mutlu ve çok küçük bir hayatta çok mutlu olunabildiğini, herkese yer olduğunu gördüğü için onları bu taraflara çekme isteğiyle yanıp tutuşuyor. Gerçi bir ara daha da fazla yanıp tutuşuyordum, bu aralar duruldum. Bu konuda herkesin kendi zamanı olduğunu biliyorum artık, –ki bazısının zamanı hiç gelmeyebilir de. Ama gerçekten bu kadar keyifli yaşarken ve mutlu, küçük, çok fazla paraya ihtiyaç duymadan, huzurlu, koşturmadan, egzoza boğulmadan ve çok da zor olmayan bir şekilde yaşayabildiğimizi görürken, o çileleri çekenlere bazen haddim olmayarak üzülüyorum ve yaşamlarını değiştirmelerini diliyorum. Bu konuda kimseye baskı yapmıyorum ama destek isteyenlere de yardımcı oluyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: İlkler, ilkler! Bir de kitap süreci var.</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Evet, ben bunları yaşarken ve yollardayken, sürekli yazıp çizdim. Bu yazıların içinde “şuraya gittim, bunu yaptım” da vardı, “farklı bir dünya mümkün”ün hayallerini kurduğum, belki kendimce formüle ettiğim fikirler de… “Nasıl daha iyi yaşarız?”, “Nasıl bir hayat kurmalıyız?”, “Nasıl bir topluluk oluşturabiliriz?” gibi sorular için fikirler üretiyor ve bloglarımda, sosyal medyada paylaşıyordum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Sonra bu fikirleri, bu bilgileri, hem yolculuğun kendisini hem de o yolculukta çıkan ürünleri toparlamak istedim ve bunları bir kitaba dönüştürmeye karar verdim. Yazmaya yeltendim bir kere, bayağı bir emek verdim, sonra olmadı, kaldı. Sonra bir kez daha yeltendim, yine olmadı. Ancak üçüncü denememde bir sonuca varabildim. Uzun bir süre ismi yoktu kitabın. Sonra ismi de geldi; <a href="http://www.yeniyedogru.com/" style="border: 0px; font: inherit; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px; text-decoration-line: none; vertical-align: baseline;"><em style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">"Yeni"ye Doğru</em></a>. Böylece kronolojik olarak 2012’de başlayıp 2014’ün Eylül’ünde sona eren bir kitap ortaya çıktı.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Kitabın baskı ve dağıtım süreci çok keyifliydi, bu da bildiğim kadarıyla bir ilkti. Başta kararsız olmama rağmen birkaç yayınevine gönderdim, kitabın sistemin içine girmesine, büyük kitapçılarda bu kitabın satılmasına içim tam elvermiyordu. Öte yandan daha fazla kişiye ulaşması için normal bir yayın evinden basılması da iyi bir fikirdi. 5-6 yayınevine yolladım, görüştüm, yorumlar aldım vs. ama o veya bu nedenle hiçbiri basmak istemedi ve çok da güzel oldu. Tam da o sırada içimin rahat etmeme kısmı rahatladı ve ben bu işi bir şekilde çevremle, eşle-dostla duyurarak yapabileceğimizi düşündüm ve bir duyuru yaptım yine blogdan; “Böyle bir kitap yazdım, bunu bastırmak istiyorum ve desteğe ihtiyacım var. Hem mali bir destek hem de dağıtım desteği lazım. Bu, kitabın dizgisi, kapak tasarımı gibi konuları da kapsıyor”. Çok şükür ki yine pek çok kişi işin ucundan tuttu, kimisi para yolladı, kimisi kapak tasarladı, öbürü dizgisini yaptı, diğeri dua etti, diğeri dağıtımına yardımcı oldu… Derken topluluk desteğiyle kitap 2016 Mart’ta basıldı.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Kitabın kapağında “Bu kitap topluluk desteğiyle hayata geçmiştir” diye yazıyor. Arka kapağında “Ederi yoktur, hediyesi çoktur”, üçüncü beşinci sayfasında “Bu kitabın hiçbir hakkı saklı değildir” yazan, normal kitaplarda ne yazıyorsa tam tersini ifade eden, farklı bir kitap ortaya çıktı.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Dağıtımını da yine tanıdık mekânlar aracılığıyla yaptık. Ankara’ya, İstanbul’a, İzmir’e, Çanakkale’ye, Fethiye’ye kitaplar yollandı. Bunları genellikle arkadaşlar taşıdı, kimisi kendi gitti aldı kitapların durduğu yerden, ilgili yere götürdü. Mesela gönüllü olarak kitabın dizgisini de yapan İdil (Ateşli) kitapları dağıta dağıta İstanbul'dan İzmir’e geldi, beni oradan aldı köye götürdü, geri kalanını Antalya’ya getirdi, çok emeği geçti gerçekten. Sadece birkaç kere kargo kullandık, en çok “eş-dost kargo”yla, kim ne kadar yapabiliyorsa, onar-on beşer taşıdık. Gerçekten muhteşem ötesi bir süreç oldu. Kitap bin adet basılmıştı, neredeyse tükenmek üzere. Bandrolsüz basıldı bu arada tabii ve satılmıyor olması benim çok hoşuma gitti çünkü parayla olan ilişkimi armağan ekonomisi üzerinden kuruyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bu arada kitaba da tabii çok ciddi destek geldi, ondan da bahsetmeliyim. Sayı olarak tam aklımda değil ama en az 40 – 50 kişinin maddi desteği, en az 30-40 kişinin diğer alanlardaki destekleriyle hayat buldu bu kitap ve çok da ucuza mâl oldu. Bandrollü olmadığı için satılamıyordu, bu zaten benim hoşuma giden bir şey. Ben yıllardır herhangi bir şey için önceden ücret belirleyerek para edinmedim hiç. Kitap da bu sürece eşlik etmiş oldu. Dağıtım noktalarından, özellikle büyük şehirlerde, insanlar sadece gittiler ve “burada Emre’nin kitabı varmış” dediler, kitabı aldılar ve çıktılar ellerini kollarını sallayarak, herhangi bir şey vermelerine gerek kalmadan…</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Burada nasıl bir deney yaptın armağan üzerinden?</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Deney yapmak değildi oradaki derdim ama armağan ekonomisinin sevdiğim yanlarından biri, önceden belirlenmiş bir karşılığa dayanmayan alışveriş biçimlerine işaret ediyor. Eski zamanlarda para yokken, herkes yapabildiği kadarını yapıyordu ve ihtiyacı olanı alıyordu. Kabilelerde, topluluklarda kimisi ağaç işleriyle ilgileniyordu, kimisi ev yapıyordu, kimisi yemek yapıyordu, kimisi ot topluyordu, kimisi şifacıydı… Herkes armağanını sunuyor ve karşılığında ihtiyaçlarını görüyordu. O şekilde bir düzen ve sistem vardı. Sonra çok büyüdü tabii her şey ve para diye bir kavram devreye girdi.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bugün binlerce yıl önceki bu armağan sistemin parayı da içerecek şekilde kullanılmasına dair fikirler var. Örneğin; parayı bir enerji olarak görebilir miyiz? Bu, parayı ‘kirli’ bir şey olarak algılamaktan vazgeçip onunla ilişkimizi şifalandıran bir şey aslında.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bu sistemi basit bir şekilde şöyle anlatabilirim; mesela ben bir ekmek yaptım ve sana verdim, “Bu, 10 liradır” demek yerine, “Ayşeciğim bu, benim zaten severek yaptığım bir armağanım ve bunun karşılığında parasal ya da başka bir şekilde bana bir armağan verebilirsin” diyerek alışveriş yapmak. O an belki içinden para vermek ya da belki ihtiyacım olan, yetiştirdiğin bir ürün vermek gelecek. Armağan ekonomisi bu tip alışveriş ilişkilerini kapsıyor ve dediğim gibi, paranın da bu ilişkinin içerisinde girmesinde ben hiçbir sakınca görmüyorum. Günümüz dünyasında, parasız yaşamak bir tercih olabilir ama çok zorlayıcı olur bence ve buna gerek görmüyorum. Dolayısıyla parayı da şifalandırarak, o kötü etkilerinden arındırarak kullanabilir miyiz, hayatımıza katabilir miyiz diye düşündüğümüzde armağan ekonomisi uygulamalarından faydalanabiliriz.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Kitap da bu şekilde hayat buldu, insanlar kitaplarını sadece alıverdiler herhangi bir şey vermelerine gerek kalmadan. Okuduktan sonraki hissiyatlarına, içlerindeki şükran duygusuna ya da oluşan verme ihtiyacına göre kitaptaki iletişim bilgilerim üzerinden benimle iletişime geçtiler. Tabii herkes değil, kimisi iletişime hiç geçmedi, belki bazısının içinden gelmedi. Belki bazısı kitabı aldı ama henüz okumadı. Bazısı vermekten korktu, işte o verme korkusu -eksildim, azaldım korkuları- birçoğumuzda çok çok var.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Ama vermek isteyenler de bana yazdılar, bir şekilde iletişime geçtiler. Kimisi para yolladı, kimisi memleketinden gıda dolu koli yolladı, kimisi başka kitaplar yolladı. Bu insanların birçoğuyla yüz yüze tanıştık ve çok keyifli deneyimler yaşadım. O kitapevlerinin, dağıtım şirketlerinin olmaması, kitabı belki normalde ulaşabileceğinden daha az kişiye görünür kılmış olabilir ama ziyadesiyle içime sinen bir süreç oldu. Sürecin epey tadını çıkardım ve hâlâ da çıkarıyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLzQqYXNZ10ZUSGUVd_ObqV1sTsnMFxPseCQNcX0qG_jcCz7jDoCNl3FPXFX5bGVDmVYxQvTeSMXEsJq0CeotXOGxZ25dBE75qAo3h0O_1WLwdBHfSoa-CEbZak7-C5LN6Y3FNNsc9r1N0/s1600/ht.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="360" data-original-width="620" height="231" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLzQqYXNZ10ZUSGUVd_ObqV1sTsnMFxPseCQNcX0qG_jcCz7jDoCNl3FPXFX5bGVDmVYxQvTeSMXEsJq0CeotXOGxZ25dBE75qAo3h0O_1WLwdBHfSoa-CEbZak7-C5LN6Y3FNNsc9r1N0/s400/ht.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Benim de aklımda ve kalbimde kalan; senin kitabını okuyup sana destekte bulunan, minnet duygusuyla sana karşılık vermek isteyen insanlarla bağ kurman ve bunların neticesinde, bu armağanlaşma sonucunda oluşan ilişkiler ve hikayeler oldu…</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Kesinlikle… Çok insanla tanıştım o süreçte. Buluştuk, yemekler yedik kahveler içtik. Bunun için özellikle kitapta veya blogda hesap numaramı da paylaşmıyorum ki bana yazmak zorunda kalsınlar. Ben sadece para gelsin istemiyorum, o zaman bir ilişki kurulmamış oluyor. Daha doğrusu tek taraflı kuruluyor, evet, ben bir şekilde onlara ulaşmış oluyorum ama onlardan da en azından bir ‘merhaba’yı duymak istiyorum herhangi bir karşılık almadan önce. O yüzden de herkese tek tek, üşenmeden, uzun uzun cevaplar yazıyorum. Çoğu zaman soruyorum, “Bu kitap/yazı sende neler canlandırdı?” diye. Bazısı uzun uzun yazıyor, “Kitabı okudum ve şunu hissettim” diye. Bazısı bazı yerlerine eleştirel yaklaşıyor, önerilerde bulunuyor. Böylelikle işte o ilişki kuruluyor, bağ kuruluyor, zaten hani en büyük hediye de bu oluyor başlı başına. Gelen o koliden, paradan başka, onların ötesinde böyle bir müthiş karşılık alıyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bu sisteme, armağan ekonomisi dedik, başka başta tabirler de zaman zaman kullandık, kullanıyoruz. Ben bir süredir gönül bedeli tabirini çok seviyorum. ‘Bir şey aldım ve karşılığında ne vermek istiyorum’ bakış açısına daha güzel işaret ediyor sanki. Genelde onu kullanıyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Kimi zaman ufak tefek buluşmalar, atölyeler, yürüyüşler düzenliyorum. Bunları son derece amatör bir ruhla gerçekleştiriyorum ve hiçbirinin bir fiyatı olmuyor. Dolayısıyla gelen kişiler istediği karşılığı vermekte özgürler ve etkinliğin ya da buluşmanın sonunda kendileri karar veriyorlar. Paraya erişmekle olan ilişkim bu şekilde değişti, benden gidişiyle olan ilişkimin de bu şekilde olmasını istiyorum aslında. Ama bu benle biten bir şey değil, parayı vereceğim kişinin de bu şekilde uygulama yapıyor olması gerekiyor. Tam bir armağan ekonomisi sisteminde yaşamak için, biraz daha zaman gerekiyor galiba.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Bir de otostop maceraların var, onlardan bahset istersen, biraz anlatmak ister misin?</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Son 7-8 aydır biraz daha az kullanıyorum ama yaklaşık 5 yıldır epey otostopla seyahat ettim. Çok keyifli deneyimlerim oldu. Güzel dostluklar oluştu. Örneğin; beni aracıyla Alanya’dan Antalya’ya kadar götüren Samet ile iyi bir dostluk kurduk. İki saatlik yolculukta müthiş bir sohbet ettik, ardından Facebook’tan arkadaş olduk ve yazıştık. Antalya’da da bir kez beni konuk etti. İki saat birlikte yolculuk yaptığımız bir adama ben güvendim, o da bana güvendi. Eşinin ve çocuğunun olduğu evine çağırdı. Hala arada bir yazışıyoruz, sık sık olmasa da.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bunun haricinde komik anılarım da var, bu röportajda anlatmakta zorlanacağım anılarım… Enteresan ağabeylerimizle de karşılaşmışlığım, onları dinlemişliğim var.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Armağanlaşma hikayeleri de anlatıyordun otostopla ilgili…</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Evet, galiba, 2013 yazıydı. Çanakkale tarafından yine Antalya-Alanya tarafına doğru gelecektim. Mehmet diye biri beni arabasına aldı. Çok kısa bir yolculuk yaptık onunla, herhalde 40 km’yi paylaştık. O biraz daha öteye, Burhaniye’ye kadar gidiyordu. Ama çok kısa, çok güzel bir sohbet ettik. Hayata bakışımız örtüşüyordu. Beğendi benim yaptıklarımı, düşündüklerimi. O da benden birkaç yaş büyük, genç bir adamdı yani aslında. Bu arada yol boyunca, “Otostopla zorlanma, uğraşma, ben sana biletini alayım, rahat rahat git otobüsle” dedi. Ben de “Bu, sadece parasal bir şey değil, bu yolculukların sohbetlerini seviyorum, bak senle tanıştık otostop sayesinde” dedim. Bir daha, bir daha sordu ısrarla… Ben gerçekten istemiyorum. “Zaten çok istesem, var o kadar param” dedim. “O zaman ben sana en azından kahve ısmarlayacağım” dedi. Sahilde bir yere yakın bir kahve içtik. Sonra tekrar beni ana yola bırakırken, bir kez daha ısrar etti. Ben istemediğimi söyleyince de “Tamam o zaman ben sana nakit çıkacağım!” dedi ve 100 lirayı elime tutuşturdu. Ben de o sıralarda almak konusunda çok rahat değilim ama yeni yeni rahatlıyorum. Aslında bir şey verildiğinde alınabilir yani para da olabilir bu, bir tane elma da olabilir. Ama ben o zamanlar biraz biraz zorlanıyordum ve dedim ki; “Ben bunu alırım almasına ama gerçekten ihtiyacım yok, bunu bil”. O da “Bende çok var zaten, almanı istiyorum” dedi. Sonuçta hem beni bir yerden bir yere götürmüş, hem kahve ısmarlamış üstüne de para vermiş odu. Pek çok otostop hikayesi vardır böyle zaten, bir sürü kişiye yemek ısmarlarlar…</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Yol melekleri onlar.</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Böyle bilet için ısrar etmesi filan çok tatlıydı. Bunun gibi başka hikayeler de var yani, başkalarının da teklif etmişliği var bilet almayı. Paylaşabileceğim bir başka hikaye de; bir kurabiye fabrikasının çok genç bir kurucusu ile yolda tanışmıştım. Benden daha gençti, o zaman 27 yaşındaydı. Onunla iki-üç saatlik bir yolu paylaştık ve yolda o bana soruyor, ben anlatıyorum, o bana soruyor ve ben anlatıyorum… Bir yandan da “Abi, Allah aşkına sus bak kapatacağım fabrikayı, bütün hayatımı değiştireceğim” deyip durmuştu. Sonra yine dayanamayıp sorular soruyordu. Çok keyifli ve çok güzel bir sohbetti…</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">A: Senin anlatmak istediğin şeyler var mı? Belki seni heyecanlandıran hayaller, yeni şeyler…</span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">E:</span> Çok var. Tam zamanlı bir işte çalışmayan ve büyük oranda istediği gibi yaşayan bir insan olarak söylüyorum bunu. Belki o yüzden söylüyorum bunu, ona rağmen değil, çünkü böyle olunca daha da fazlasını yapma potansiyeli ortaya çıkıyor. İçimde bir sürü hayal var… Bir tanesi yolda olmak istiyor, bir tanesi yürüyüşler yapsın, doğayı daha çok keşfetsin istiyor, bir tanesi evinde otursun kitap yazsın istiyor, öbürü tarımla uğraşmak istiyor falan. Yani işte bir sürü şey çok heyecanlandırıyor şu anda beni. Zaten işte en büyük derdim -en büyük derdim de bu olsun ama- seçim yapmak oluyor genelde. Hepsi çok güzel işin güzeli. Yapacak çok şey var hayatta.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bazı arkadaşlarımdan eskiden, belki yakınlarda da olmuştur, sohbetlerimizde, “İş kötü-mötü de işte iş olmasa ne yapacağız? Nasıl zaman geçecek?” cümleleri duyardım. Ama o kadar çok yapacak şey, o kadar çok farkına varmadığımız armağanımız var ki ortaya çıkmayı bekleyen… Bunun için de biraz boşluk gerekiyor. Boşluk olduğunda ortaya çıkacak o armağanlar, öyle harıl harıl koştururken, haftada 6 gün çalışırken, yollarda kendini tüketirken çıkmıyor armağanlar ya da daha zor çıkıyor diyelim.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Sonuçta bugün bir sürü şey heyecanlandırıyor beni. Çok fazla şey yapmak istiyorum ve nihayetinde zamanı ne kadar iyi de kullansak, zamanı esnetsek de bir sınırı var nihayetinde, en azından algıladığımız kısmıyla bir sınırı var. O yüzden bazen hangisini seçeceğimi şaşırabiliyorum. Nereden yürüyeceğime, hangi yolu yürümenin benim ve dolayısıyla da bütün için en hayırlı olduğunu bulmakta zorlanabiliyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Ama en makro hayallerin başında, topluluk olarak yaşama isteği var. Bu, yıllardır kurduğum bir hayal. Üç-dört kişilik mini bir topluluk deneyimimiz oldu ama daha da büyük bir grup olarak bunu deneyimlemek istiyorum. Bir arazide, doğada bir grup insanla birlikte minik bir köy oluşturmak ve orada üretmek… Beraber yemek, içmek; beraber oyun oynamak, dans etmek. Birlikte yaptığımız evlerimizde, kendi özel alanlarımızı yaratarak ama bir arada, birlikte yaşamı paylaşmak üzerine bir hayal. Diğer her şey bunun etrafında dönüyor aslında.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Mesela, doğa yürüyüşleri yapıyorum zaman zaman. Son günlerde azaldı biraz. En azından kendi keşiflerim azaldı. İnsanlarla birlikte yürüyüşler yine yapıyorum ama yeni yollar keşfetmek istiyorum. Yürümek istiyorum. Çantamı sırtıma alıp yine yollara düşmeyi arzuluyorum. Diğer yandan ritimle ilgili çalışmak istiyorum. Davul çalmak istiyorum. Ona hiç sıra gelemiyor, çok sevmeme ve istekli olmama rağmen. Yazmak istiyorum, kitap yazmak, daha fazla yazmak, kurgu bir şey yazmak. Birkaç fikir var aklımda, onlara eğilmek istiyorum.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Doğayla ilgili bir sürü şey, tarım – toprakla ilgilenmek, gıda ormanları kurabilmek… Hepsi ilgimi çekiyor, bunların hepsi beni çok heyecanlandırıyor. Bir yandan da armağan ekonomisi atölyeleri yapayım, gezeyim, fikirleri tekrar tekrar çekebiliyor beni bazen. İnsanların zaten içinde olan o armağan ruhunu ortaya çıkarmak, ona bir kıvılcım çakmak…</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Öte yandan oyunlarla aram çok iyi, oyunlar oynuyorum, oynatıyorum. Daha fazla oyun oynatmak istiyorum. Yani bir sürü şey istiyorum. Hepsi çok keyifli, çok şahane. Ve hayattan keyif almak istiyorum. Zaten hiç azalmayan ve hiç değişmeyecek bir şey bu.</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Seçim konusu bazen zor olabiliyor. Hangisi gerçekten benim yolum? Hepsi olabilir azar azar ama ana eksen hangisi olabilir diye bazen kestiremiyorum. Sonuçta istediklerimi yapmak istiyorum. Kültürün ya da sosyal normların yüklediği şeylerle pek ilgilenmiyorum. Tortuları mutlaka var üzerimde ama çok da kaile almıyorum bütün bunları. Dilediğimce yaşamak istiyorum ve bu benimle sınırlı kalmasın, başkalarına da sıçrasın istiyorum. Böyle yaşayan tek kişi ben değilim, neyse ki. Daha fazla kişi böyle yaşasın. Böylece de dünya kendi kendisini tedavi etsin, güzelleşsin. Kurtarmaya çalışmak değil; istediğimiz gibi yaşadığımızda, keyif aldığımızda, ürettiğimizde, güldüğümüzde, oynadığımızda zaten olacak bu. Ne zaman olacak, onu bilmiyoruz...</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Röportaj - Düzenleme:</span> Ayşe Dirikman Kalıpçı, Bahar Topçu, Funda Aydın</div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: 8pt; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"><span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Mail:</span> emreertegun@gmail.com </span></div>
<div style="background-color: white; border: 0px; color: #393939; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 14px; font-stretch: inherit; font-variant-east-asian: inherit; font-variant-numeric: inherit; line-height: inherit; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: 8pt; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: inherit; line-height: inherit; margin: 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;"><span style="border: 0px; font-family: inherit; font-size: inherit; font-stretch: inherit; font-style: inherit; font-variant: inherit; font-weight: 800; line-height: inherit; margin: 20px 0px; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Facebook:</span> facebook.com/emrettin</span></div>
emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-44890171466038776762018-06-11T17:21:00.000+03:002018-06-12T09:38:56.086+03:00topluluk bir-ki - 4 (peki nasıl olacak bu iş?)Geldik zurnanın zırt dediği yere. Belki altı aydır bu konuya dair yazmak istiyorum ve esas yazmak istediklerime, dördüncü yazıda ancak sıra geldi. Yazı yazmaya her oturduğumda neredeyse tüm denetimi akışa bıraktığım için, -çoğu zaman olduğu üzere- niyetlendiğimden farklı şeylerle başladım anlatmaya.<br />
<br />
Henüz o yazıları okumadıysanız ve oralardan başlamak isterseniz buyursunlar:<br />
<br />
<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/05/topluluk-bir-ki-1.html" target="_blank"><span style="color: #e69138;">topluluk bir-ki - 1</span></a><br />
<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/05/topluluk-bir-ki-2.html" target="_blank"><span style="color: #6aa84f;">topluluk bir-ki - 2</span></a><br />
<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/06/topluluk-bir-ki-3.html" target="_blank"><span style="color: #c27ba0;">topluluk bir-ki - 3</span></a><br />
<br />
Girizgahı daha da fazla uzatmadan "Nasıl bir topluluk, nasıl bir yapılanma?" sorularına güncel cevaplarımı vermeye başlıyorum. Bir önceki yazıda yazdığım üzere, son bir yılda yaklaşımım epey değişti. Bunun ana nedeni, o yazıda lafı geçen -ve bende bir süre epey güçlü olan- idealist yaklaşımların beni/bizi yavaşlattığını, hatta durdurduğunu ve harekete geçmemizin önünde belki de bir engel olduğunu düşünmeye, fark etmeye başlamış olmam. Aynı yazıda yazmış olduğum üzere, birlikte yaşamayı öncelikle kendim için çağırmaya başladım başlayalı, bu konuda atacağım(ız) adımlar benim için giderek çok daha kolay görünmeye başladılar; en azından teoride...<br />
<br />
Şunu da yazmadan geçemeyeceğim ki bugün bu fikirlere epey yakın hissetsem de yarın başka şekilde düşünebilirim. Hayatta genel olarak belli fikirlere sıkı sıkı tutunmadığımı sanıyorum. Daha önce defalarca yazdığım üzere, her bir an yeni bir ben'in doğduğuna şahit olurken tutarlılık denen ölüm hâline girmeye hiç niyetim yok. Zihnime geliveren her yeni fikir; okuduğum her bir kitap, makale, feysbuk iletisi; belki bu yazının tetikleyeceği ve sizlerden gelecek her türlü eleştiri, geliştiri, meydan okuma, itiraz; yaklaşımımda ufak tefek değişikliklere neden olabileceği gibi içimdeki her şeyi tepetaklak edip beni bambaşka yerlere de taşıyabilir. Buna tüm samimiyetimle kendimi açıyor ve başlıyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Topluluk yaşamı, bütün hayatı kapsayan ve yaşamımızdaki her maddeye dokunan bir konu olduğu için bütünlüklü bir bakış gerektiriyor. Görüşleri daha anlaşılır bir şekilde ortaya dökebilmek için şu an bana öncelikli görünen birkaç başlık üzerinden ilerleyeceğim ve fakat bütün bu başlıkların birbiriyle etkileşimli ve iç içe olduğunu ve bu şekilde ayrımlar üzerinden yazmanın, düşünmenin aslında biraz sakıncalı olabildiğini; ben yazarken, siz de okurken, hiç aklımızdan çıkarmayalım.<br />
<br />
<b>Bizi ne bir araya getirecek, ne bir arada tutacak? Kimlerle yola çıkmalı?</b><br />
<br />
Krishnamurti, konuşmalarında iş birliğine şüpheyle yaklaşır. Bir konu, bir görev, bir ülkü etrafında bir araya gelmeye dair uyarıda bulunur bizlere; zira ona göre bir konu bizi birleştirebiliyorsa başka bir konu da ayırabilir. Bugün belli konulara dair ortak bir gündemimiz, yaklaşımımız varken birlikte hareket ederiz, yarın gönlü başka konulara takılanlar olduğu takdirde (ki mutlaka takılacaktır) işler muhtemelen zorlaşır. Ve bu değişimlerin herkes için olabileceğini, hatta birçok insanın ilgi ve odaklanma alanının doğal olarak zaman zaman değişeceğini düşündüğümüzde, bir ideal etrafında bir araya gelmek epey sallantılı bir şey gibi görünüyor. Sallanmakta sorun yok, bir şeyler başlar, biter, yenisi başlar... Fakat özellikle de söz konusu olan birlikte yaşamak, birlikte hayat kurmaksa, mutlak olmasa da daha kalıcı bir yapıştırıcı gerekiyor sanki.<br />
<br />
Krishnamurti'nin önerdiği tutkal <i>sevgi</i>dir. Bir fikir bizi birleştirirken başka bir fikir bizi ayırabilir ancak ortada sevgi olduğu takdirde birbirimizi çok daha sıkı tutarız; hem de zorunlukluktan, "dava"ya hizmet için falan değil, sadece ve sadece içimizden geldiğinden ötürü. Bu, elbette ki bir araya gelmiş kişilerin asla ve asla ayrılmayacağının garantisini sunmaz, böyle bir garantiye ne gerek duyuyorum ne de bunu gerçekçi buluyorum. Ama ortamda sevgi dolu bir ilişkiler ağı kurulabilmişse, bu, omuz omuza vermiş topluluk sakinleri için görece sürdürülebilir bir zemin sağlar.<br />
<br />
Sevgiye ekleyeceğim tutkal <i>düş birliği</i> olacak. Bir topluluğun üyelerinin düşleri ne kadar uyumluysa, bu kişilerin bir aradalığı kotarma ve sürdürme ihtimallerini o kadar yüksek görüyorum. Düş birliğimiz, hem bireysel yaşamlarımıza ve nasıl bir gündelik yaşam kurgulamak istediğimize dair mikro hem de görmek istediğimiz dünyaya dair makro konuları kapsadığı takdirde tadından yenmez ve bir aradalık daha kolay akar diye düşünüyorum. Altı yıldır konuya dair konuştuğum, bu konuyla yatıp kalkan hemen herkesin özlediği dünyanın ve yaşamak istediği bireysel hayatın epey ortaklaştığını söyleyebilirim aslında. Farklar daha ziyade detaylarda ortaya çıkıyor, ki bu detaylar çoklukla idealizm devreye girdiğinde görünür oluyor. İdealizmi ön planda tutmaktan kendiliğinden vazgeçmeye başladıkça bu farkların aslında o kadar önemli olmadığı bir yere yaklaşmaya başladım. Dolayısıyla bu konu benim için daha bir kolaylaştı; benden farklı olanları (örneğin özellikle ekolojik konularda benim kadar hassas olmayanları) çok daha kabul halinde hissediyorum artık.<br />
<br />
Sonuç olarak şu an itibariyle, -yazının sonlarında bahsedeceğim- <i>asgari müşterekler</i>de hemfikir olan, düş birliği içinde hisseden düş adamları ve kadınlarından oluşan ve sevip sevileceğim birçok kişiyle bu yola çıkabilirmişim gibi görünüyor bana.<br />
<br />
Dev bir konu olan iletişime dair bir-iki cümle kurup devam ediyorum: Düş birliği içinde olduğum ve sevip sevildiğim insanlarla bu sevgi hâlinin devam etmesi, hatta güçlenmesi için en güvendiğim mekanizma <i>çember</i>. Bu kadim ve kıymetli uygulamaya hayatlarında yer veren kişiler her türlü riskten, sıkıntıdan, anlaşmazlıktan uzak değiller elbette fakat çemberin hakkı verildiği takdirde, kişiler içlerinde olan ve karşısındakileri ilgilendiren her şeyi -onları üzmekten, kırmaktan çekinmeden ve kendi kırılganlıklarını da ortaya koyabilecek şekilde- paylaşabildikleri, birbirlerine karşı açık olabildikleri takdirde hemen her türlü anlaşmazlığın, uyuşmazlığın bir şekilde dengelenebileceğini sanıyorum. Bu konuda kendime ve birlikte yola çıkabileceğime inandığım insanlara epey güveniyorum.<br />
<br />
<b>Topluluk skalası</b><br />
<br />
Bu yazıyı en çok da bu bölüm için yazdığımın, aylardır aklımda dönüp duran ve formülize etmek istediğim kısmın burası olduğunun altını çizmeliyim. Topluluk olarak yaşamaya dair yapmış olduğum sohbetler, okumalar ve deneyimlerim, bu konuda beni bir yerlere taşıdı ve gelmiş olduğum bu yerde her şey daha kolay görünmeye başladı.<br />
<br />
Ayıptır söylemesi bizzat uydurduğum bir tabir olan <i>topluluk skalası</i>na göre her topluluk, yatay bir çizgiden oluşan topluluk skalasında, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir yer seçer kendine. Bu çizginin en solunda; üretimden tüketime, yemekten alışverişe, yaşama dair her şeyin ortaklaştığı, tam anlamıyla bütünleşmiş bir organizma gibi yaşayan bir topluluk; en sağında ise komşu olmak dışında hiçbir zorunlu müşterek etrafında birleşmeyen, çok daha bağımsız hücrelerden oluşan bir topluluk hayal edelim. Politik çerçeveden baktığımızda birincisi komünizme, ikincisi ise anarşizme denk düşüyor demek yanlış olmaz sanıyorum. (Yani her koşulda sakıncalıyız, burası net!) Hayatta hiçbir şeyin siyah ve beyaz olmadığı gibi bu konuda da tam anlamıyla ve bütünüyle iki kutuptan birinde olunacağını düşünmüyorum. En <i>gomünist</i> toplulukta bile birtakım özel alan isteklerinin ortaya çıkacağını ve en <i>anarşik</i> toplulukta bile bazı şeylerin illaki ortaklaşacağını zannediyorum.<br />
<br />
Bir önceki yazılarda haykırdığım üzere, artık buna dair fikirler geliştirmekle, sohbetler etmekle, hayaller kurmakla tatmin olmuyor, kendimi bunlarla oyalayamıyorum. Yan yana durabilme istek ve ihtiyacım bu kadar yüksekken harekete geçmenin zamanının geldiğini umuyorum. Topluluk skalasında tutmuş olduğum yer ise, bunu nispeten kolayca ve hafifçe kotarabileceğimizi fısıldıyor bana:<br />
<br />
Skalada bana yakın gelen yer, yazdıklarıma ve/veya bana aşina olan dostların şaşırmayacağı üzere bireyci, yani anarşist kutba yakın bir yerler. Yine çok büyük bir konu olmakla birlikte, kestirmeden birkaç cümle ile açıklamak istiyorum olduğum yerin nedenini: Başlıca sebep kolaylık aslında. Beğensek de beğenmesek de, tam olarak bir parçası olsak da olmasak da, epey bireyselleşmiş insanlar üreten bir sistemin çocuğu olduğumuz ortada ve<span style="color: orange;"> </span>birçoğumuzun da özgür olma isteği olduğunu, zorunlu ortak sorumluluklardan kaçındığını, buna dair konuştuğum hemen herkesten ve kendimden dolayı iyi biliyorum. Gerçeklik böyleyken; ortak kararlar alma, ortak üretim yapma, birbirine karşı büyük sorumluluklar alma gibi şeyleri -en azından başlangıçta- ne kadar aza indirirsek o kadar hafif başlarız ve daha yolun başında bir sürü zorluk, tartışma, sancı yaşamayız diye düşünüyorum.<br />
<br />
Zira verili (default) olarak, üstünde düşünmeden, bunu istediğine emin olmadan ortak yapılan her şey, beraberinde kocaman bir risk taşıyor. Görev paylaşımı yapmanın potansiyel zorlukları, birilerinin sık seyahat etmek isterken birileri daha fazla kökleneceği için işlerde-güçlerde ortaya çıkması muhtemel dengesizlikler, ortak yaşam alanındaki farklı davranışlar ve bunların kişileri tetikleme riski: Derli toplu olanlar ve dağınık olanlar, titiz olanlar ve olmayanlar, daha fazla çalışmak isteyenler ve daha az çalışmak isteyenler, mutfaktaki çalışma şekilleri, mutfağın düzeni, temizliği ... Bunlara sonsuz sayıda madde eklenebilir ve bütün bunlar tehlike arz ediyor gibi geliyor bana.<br />
<br />
Skalanın sağı, daha keyifli ve hafif görünüyor bana: hiçbir şey verili olarak ortak yapılmasın, yani varsayılan fabrika ayarımız ayrı-gayrı, bağımsız takılmak üstünden olsun ve fakat aşağıda anlatacağım üzere, yaşam alanını ve/veya üretim alanını ve/veya birtakım ortak kullanım alanlarını birleştirmek isteyenler olursa, bunun önünde de herhangi bir engel olmasın.<br />
<br />
Bu çerçevede, bir an için zamanda sıçrama yaptığımızı ve kullanımımıza hazır bir arazinin mevcut olduğunu ve barınma konusunun hızlıca çözüme kavuşturulduğunu varsayarak -ve bu konuyu yazının sonraki kısımlarına paslayarak- ilerlediğimiz takdirde şöyle bir hayat akışı bana iyi ve uygulanabilir görünüyor:<br />
<br />
* Her bireyin yatıp kalkabileceği, hava koşullarından kendini koruyabileceği kapalı bir alanı olsun. Bana kalırsa, klasik anlamda ilişki yaşayan çiftler dahil olmak üzere herkesin ayrı mekânının olması iyi bir fikir ama birlikte yaşamak isteyenler de olabilir. Ayrıca içinde çift olsun - olmasın, "Biz dört kişi bir arada yaşayacağız." deyip ona göre bir yer inşa etmek isteyenler de olabilir elbette. Burada önemli olan, bana göre, isteyen herkesin bağımsız bir hücresinin olabilmesi ve bunun bir lüks olarak görülmemesi.<br />
<br />
* Birbirimize karşı zorunlu sorumluluklar üstlenme konusunda son derece çekimserim fakat bu, gönüllü sorumluluklar altına girilmesinin önünde bir engel değil. Topluluk skalasının sağ tarafında, anarşik kutba yakın bir yerlerde durmanın bana makul gelmesi, isteyenlerin sol tarafa yanaşmasının önünde bir engel olduğu anlamına gelmiyor. Yeter ki en sağ tarafta durmak isteyenlerin bunu yapabilme hakkı olsun.<br />
<br />
Bunu biraz daha açıklığa kavuşturmakta fayda var. Öyle bir topluluk hayal ediyorum ki önce sevgi (kalp), sonra düş birliği (ruh), sonra belki asgari müşterekler (zihin) çerçevesinde yan yana gelmiş bir grup insandan oluşsun ve fakat bu insanların birbirine karşı tanımlanmış hiçbir sorumluluğu olmasın. Yani isteyen, sadece ve sadece komşuluk çerçevesinde takılabilsin; kendi işini, kendi yemeğini, kendi bahçesini, kendi üretimini diğerlerinden tamamen bağımsız bir şekilde yapabilsin. Ve isteyenler, istedikleri konular ve işler etrafında birleşebilsin, istedikleri yükümlülükler altına girebilsinler.<br />
<br />
Anlatmaya çalıştığım yaşam akışı, anarşist toplulukların karar alma süreçlerine dair yaptığım birkaç okuma sonrasında gelişmişti zihnimde. Umarım yanlış ifade etmiyorumdur, anarşist yapılanmalarda zorunlu sorumluluk, itaat, hiyerarşi gibi kavramlara hiçbir şekilde yaşam hakkı yok; birey olmak, kendi vicdanın ve isteklerin doğrultusunda yaşamak en doğal ve kaçınılmaz hak. Okuduğum metinler daha ziyade birlikte eylemler yapma, anarşist hareketi görünür kılma vs. üzerineydi bu arada ve anladığım kadarıyla deniyordu ki 100 kişiden oluşan bir anarşist topluluk varsa mesela, yapılacak her eylemde her bir birey bu eyleme katılma/katılmama hakkına sahiptir. X eylemine bu 100 kişinin 75'i katılırken Y eylemini belki sadece 8 kişi gerçekleştirebilecektir. Burada önemli olan, eylemi ya da hareketi gerçekleştiren kimlerse, sorumluluğun da onlarda olması... Yani Y eyleminin her kısmından bu 8 kişi sorumlu, diğer 92 kişi hiçbir şekilde değil; Y eyleminden ise 75'i sorumlu...<br />
<br />
Oradaki mantığı, hemen hemen olduğu gibi, birlikte yaşama üzerine yerleştiriyorum. Sevgi, düş birliği ve asgari müşterekler çerçevesinde yan yana gelmiş grubun her bir üyesi keyfince yaşayabilir, toplulukta yalnızca istediği sorumlulukların altına girebilir ve istiyorsa ortak yaşama dair hiçbir sorumluluk almayabilir. Kimi konuların, üretimlerin etrafında kendi iradeleriyle bir araya gelmiş kişiler ise, bu konulardaki süreçleri yine kendi istedikleri gibi kurgulayabilir; istediği gibi iş bölümü yapabilir, istediği şekilde karar alabilir ve ortaya çıkan meyveleri de istediği gibi değerlendirebilir.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
Basit bir şekilde somutlaştırayım: Velev ki sekiz kişi birlikte yaşıyor olsun. Bu kişilerden ikisi, tamamen kendi kafasına göre takılıp sanatla veya belki aylaklıkla meşgul olmak istiyor ve ortak hiçbir konuda sorumluluk almıyor; dördü gıda üretimine yanaşıyor ve hep birlikte belirlenen ve onlara ayrılan bir alanda ekip biçmeye başlıyor; diğer iki kişi ise ahşapla çalışmayı seçiyor ve bir ahşap atölyesi kuruyorlar; gıda üretenlerden ikisi ahşap konusunda da heyecanlı ve buna da vakit ve enerji ayırmaya gönüllü; onlar da ucundan tutuyorlar. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Gıda üretimi konusuna dair tüm sorumluluk buna gönüllü olan dört kişide oluyor. Bahçe aletlerini alması ya da üretmesi gerekenler onlar, bahçede çalışma sorumluluğunu paylaşanlar onlar, iş bölümü ve planlaması yapanlar (ya da yapmayıp akışa bırakanlar) onlar, gerekiyorsa yardım talep edenler yine onlar. Diğer dördüne çağrı yapabilirler, destek için alan açabilirler ama bunun için beklentide olmazlar, taleplerine karşılık almadıklarında trip falan atmazlar mesela :) Bütün sorumluluk bu dört kişide olduğuna göre sürecin her türlü meyvesi de bu kişilerin yetkisi altında. Üretilen gıdanın ne yapılacağı tamamen onlara bağlı. İster yerler, ister satarlar, ister diğer üyelerle paylaşırlar, isterlerse de toprağa döküp çürütürler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Ahşap atölyesi kuran dört kişi de benzer şekilde, her nasıl uygun görüyorsa o şekilde yapılanır. Malzemeleri ister satın alır, ister bir kısmını kendileri üretir; gereken parayı ister eşit bir şekilde bölüşürler ister parası olan ve buna gönüllü bir kişi bütün masrafları karşılar; çalışma saatlerini istedikleri gibi düzenlerler ve yine, ortaya çıkan ürünleri de canları her nasıl istiyorsa o şekilde değerlendirirler. </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Hiçbir sorumluluk almak istemeyen iki kişi ise, belki zaman zaman bir şeylerin ucundan tutar, belki arkadaşlarına maddi destek verir, belki onların ortaya çıkarmış olduğu ürünlerin dağıtılması, satılması gibi konularda destek verir; fakat belki de bunların hiçbiriyle ilgilenmeme hakları vardır. Kimse onlardan illaki bir şeyler yapmasını beklemez.</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
Sonuç olarak kimsenin üstüne yapışmış herhangi bir sorumluluk, herhangi bir -meli/-malı yoktur. Her bir kişi diğerleriyle istediği kadar ortaklaşır, istediği kadar ayrı takılır. Kimsenin kimse üzerinde bu konuda baskı yapmaya hakkı yoktur.</blockquote>
Umarım nasıl bir hayat akışı öngördüğümü anlaşılır bir şekilde ete kemiğe büründürebilmişimdir. Bu şekilde yapılanan bir toplulukta kişisel olana sonsuz bir özgürlük verilmesi ve hiç kimseye herhangi bir sorumluluk dayatılmamasının yan yana durmayı kolaylaştıracağını sanıyorum. Bunla birlikte beraber üretim yapmanın güzelliğini ve yapıştırıcı etkisini unutuyor değilim. Ama zaten bu hayatta yan yana yaşamayı seçmiş kişilerin birlikte üretim yapmaktan kendilerini alıkoyabileceklerini hiç zannetmiyorum. Bunun bir zorunluluk, bir ödev olarak kimsenin üstüne yüklenmemesinin özgürleştirici etkisi, tahminime göre tam ters etkide bulunarak birlikte bir sürü şey yapmaya alan açacaktır.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUzCZgREidi5RMVMDxw_0mhymrHIFFqju-Ga9oVCFC9HE-TJXUfrUEZeEqlsbqONumDbm0oESShNRN4PffYjLF4Usq8QK_42s5KmseqFtCaiV2wcbHLNylTaJ2G8slzYu99J8S-246vatZ/s1600/34775012_10155754266163031_5200801062939787264_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="838" data-original-width="1600" height="208" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUzCZgREidi5RMVMDxw_0mhymrHIFFqju-Ga9oVCFC9HE-TJXUfrUEZeEqlsbqONumDbm0oESShNRN4PffYjLF4Usq8QK_42s5KmseqFtCaiV2wcbHLNylTaJ2G8slzYu99J8S-246vatZ/s400/34775012_10155754266163031_5200801062939787264_n.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Melike Demirbağ Kaplan</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<b>Ya mülkiyet?</b><br />
<br />
Bir arada yaşamanın belki en önemli, en kritik ve belki de en zorlu, çetin kısmı bu gibi görünüyor olabilir ama hiç öyle olmayabilir de. Konunun bu -büyük- kısmının kolayca, hafifçe halledebileceğine dair umudum, inancım var ama gerçeklikte ne yaşayacağımı(zı) zaman gösterecek.<br />
<br />
Bu başlığın akabileceği en kolay yol, bizzat içinde yer almak istesin/istemesin, halihazırda kullanmadığı ya da kullandığı ve yanına insan aradığı, hatta belki içinde birtakım yapılar bile olan arazisini bir topluluğun kullanımına açmak isteyecek birileriyle hareket etmek olabilir gibi geliyor. Birileri şimdiye kadar buna dair yol aldıysa ve mülkiyetini -belki belli bir anlaşma çerçevesinde- ortak kullanıma açmak isterse ne kadar da pratik olur. Her şeye illaki en baştan ve sıfırdan başlamak zorunda değiliz diye düşünüyor, hatta buna açık olan en az birkaç yer/kişi olduğunu biliyorum. Nasıl bir anlaşma çerçevesinde bunun mümkün olabileceğine dair teorik atıp tutmalar çok anlamlı olmayacaktır, zira herkesin beklentileri ve ihtiyaçları farklı. Kimisi sahip olduğu mülkiyeti bir derneğin veya vakfın üstüne geçirip o yeri tamamen nötr bir yer haline çevirmek isteyebilir; kimisi "Gelin beraber yaşayalım işte, istediğiniz kadar; herhangi bir beklentim de yok" diyebilir; bir başkası onca emekle ve masrafla yapmış olduğu şeyleri paylaşırken belki kira ya da farklı türde katkılar isteyebilir; ... Sonsuz varyasyon mümkün.<br />
<br />
Aynı şekilde davet alan kişilerin kimisi belli bir süre garanti (sözlü ya da yazılı, resmi ya da gayrıresmi) isteyebilir; kimisi sürece güvenmeyi seçip arkasını düşünmeden hop diye atlayabilir; kimisi mevcut bir yere eklemlenmek ya da başkasının arazisinde bir şeyler yapmaktansa bunu, resmi olarak kendi sahip olacağı bir yerde yapmayı tercih edebilir; ... Bu tarafta da sonsuz varyasyon mümkün, uzatmaya ne hacet.<br />
<br />
Ama öyle ama böyle, halihazırda atılmış olan adımları, alınmış arazileri, yapılmış ya da yarım kalmış yapıları değerlendirmek bana çok makul geliyor. Dolayısıyla böyle bir yola çıkarken önceliğim, mevcut adımların üstüne bir şeyler inşa etmenin bir yolunu aramak olacak sanki. Tabii ki diğer konularda olduğu gibi bunda da her kimlerle hareket ediyorsam, o kişilerle yaratacağımız ortak bilgeliğin sezgisine güvenmek en iyisi bu arada.<br />
<br />
Ve olur da böyle bir yol bulunamıyorsa, o zaman yeni bir yer satın almak, devletten ya da belki bir şahıstan uzun süreli yer kiralamak, boş duran bir araziyi ve/veya bir yapıyı işgal etmek gibi, yine sayısız seçenekten biri üzerinden ilerlenecektir. Bu kısma gerek bile kalmayacağını umduğum için şu anda burayı çekiştiresim gelmiyor.<br />
<br />
Ama kendi adıma şunları söyleyebilirim en azından: Yaşayacağım yerde herhangi bir sahiplik ihtiyacı duymuyor, birlikte hareket edeceğim insanlara güveniyorum. Diğerlerinin de güven dolu olmalarını önemli buluyor, hatta güvensiz kişilerle zorlanacağımı sanıyorum. Birilerinin sözü benim için senettir, hele ki bir arada yaşamaya dair hayaller kuracak, fikirler üretecek kadar yakın hissettiğim birilerinden bahsediyorsak. Kendimi, -hiç inanmadığım sistemin- yasal sözleşmeleriyle falan sağlama alma gibi bir arzum yok. Bir şeyler yürümediği ve yollar ayrılacağı takdirde tüm tarafların dengede olacağı, kimsenin mağdur olmayacağı şekillerde bunu yapabileceğimize dair en ufak bir şüphem yok. Bunu yapmaktan acizsek, birbirimize güvenemiyorsak hiç yola çıkmayalım daha iyi diye düşünüyorum. İletişime dair bu ve diğer her türlü durumda <i>çember</i>in varlığına, gücüne, yaratacağımız o kıymetli ortak alanın bizi koruyacağına dair inancım tam.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Yazının başlarında "Topluluk yaşamı, bütün hayatı kapsayan ve yaşamımızdaki her maddeye dokunan bir konu olduğu için bütünlüklü bir bakış gerektiriyor." demiştim; öyle olduğu çok bariz. Bu nedenle böyle bir yazıda konunun her kısmına ışık tutmak mümkün de değil, amacım da... Tüm detaylara girmek istersem bir gün, yapmam gereken bir kitap yazmak olur. Ancak her topluluğun oluşum dinamikleri kaçınılmaz bir şekilde kendine has olacağı için bunu gerekli göreceğimi pek zannetmiyorum. Bu yazıda, vurgulamak istediğim üç çok önemli noktayı elimden geldiğince anlattım. Birinci kısımda bizi nelerin bir araya getireceğini ve nelerin bir arada tutacağına dair fikirlerimi, ikincisinde topluluk skalası diye tabir ettiğim şeyi ve bunun neresinde durmanın bana makul göründüğünü açıklamaya çalıştım.<br />
<br />
Üçüncü olarak da mülkiyete dair fikirlerimi kısaca paylaşırken özellikle şu sıralar fena hâlde kafama takılmış olan "mevcut yerleri kullanma, açılmış patikalardan yararlanma ve daha kolayca ilerleyebilme" konusuna şöyle bir girdim çıktım ama sırf buna dair ayrı bir yazı yazma isteği dolanıyor içimde. Kocaman bir çağrı yapma isteği, mülk sahiplerinin mülklerini, onların da uygun görecekleri şekillerde açmaları için bir davet, bir talep, bir yüreklendirme, bir destekleme yazısı... Belki de bu yazıdan sonra sıra buna gelecektir. Bu ateş içimde epey canlı zira. Sadece kendim için falan değil, sadece doğada yaşamak isteyen topluluklar için de değil; daha geniş bir düzlemde yanan bir ateş...<br />
<br />
<b>Asgari Müşterekler</b><br />
<br />
Kaçınılmaz olarak uzayan yazıyı burada bitirmeyip son bir kısma daha yer vermek istiyorum; bu da birkaç kere kullanmış olduğum <i>asgari müşterekler </i>kavramına dair birkaç lakırdı olacak. Yazının tamamında geçerli olduğu ve bir önceki yazıda altını çizdiğim üzere, bütün bunlar özellikle son altı yılda yapıp ettiklerim, okuduklarım, sohbetlerim ve deneyimlerim çerçevesinde bugün itibariyle ortaya çıkan kişisel bir bakıştan ibaret. Her bir cümlemi, her bir fikrimi değiştirmeye, dönüştürmeye, geliştirmeye ve hatta çöpe bile atmaya prensip olarak açığım. Tıpkı asgari müştereklere dair, şu anda içimde oluşan fotoğraftakileri aşağıda paylaşacağım ama bunların da her birinin değişime açık olduğu gibi.<br />
<br />
Asgari müşterekler, topluluğu bir arada tutacağını düşündüğüm üç ana ayaktan bir tanesi. Yazının başlarında diğer ayakları sevgi ve düş birliği olarak anmıştım. Asgari müşterekler, bana göre, sevgi ve düş birliği içindeki kişilerin yan yana durmasını kolaylaştıran bir takım niyetlerden ibaret olabilirler. Bu bir manifesto değildir, bir kurallar ya da ilkeler bütünü de değildir. Bu, olsa olsa bir niyet beyanıdır; yan yana durmaya gönül vermiş kişilerin sevgi ve düş birliklerini destekleyecek ve dengede tutmalarına yardımcı olacak olan sacayağın üçüncü ayağıdır.<br />
<br />
Aşağıda paylaşacağım asgari müşterekler örneğinin*, yazının kalanıyla ve özellikle de topluluk skalasına dair yazdıklarımla tutarlı ve onları tamamlayacak ve geliştirecek nitelikte olmakla birlikte bunun, detaylı bir düşünmenin sonucu değil, aklıma gelen ilk şeylerden ibaret yol gösterebileceğini düşündüğüm basit bir örnek olduğunun ama konuya dair her önemli noktayı kapsamayabileceğinin farkında olduğumun altını çizmek isterim. Ama bu tip bir metnin, bu tip maddelerin ve bu tip bir üslubun hayatı kolaylaştırabileceğini sandığım için böyle bir örnek ortaya çıkarmak ve yazıyı bununla bitirmek istedim.<br />
<br />
* Salt niyet beyanı şeklinde bile olsa, bu tip bir metni hiç hazırlamamak da seçilebilir elbette.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<u>Bir Asgari Müşterekler Metni Örneği</u><br />
<br />
<i>Prensipler</i><br />
<i><br /></i>
- Topluluk üyeleri, her şeyden önce kendi vicdanlarına ve kendi ruhlarının onları davet ettiği yönde yaşamaya; hemen sonrasında ise içlerinden ve ellerinden geldiği kadarıyla bir aradalığa, dayanışmaya niyetlidirler.<br />
<br />
- Topluluk üyeleri, attıkları her adımın biyosfere olan etkilerinin farkındadır ve bu etkilerden yaşamı olumsuz etkileyenlerini azaltmaya, onu besleyenleri ise çoğaltmaya niyetlidirler.<br />
<br />
- Topluluk üyeleri, bir önceki maddede yazan durumlar dahil olmak üzere hiçbir nedenle diğerlerinin davranışlarına ve yaptıklarına müdahale etmezler; bunla birlikte gerek ekolojik gerekse diğer konularda -herhangi bir şekilde baskı yapmamak koşuluyla- birbirlerine önerilerde bulunurlar.<br />
<br />
- Topluluk üyeleri, çember ve diğer açık iletişim yöntemlerinin de yardımıyla, birbirlerine karşı şeffaf olmaya, içlerinden geçen her şeyi -kırıp dökmemeye özen göstererek- ifade etmeye; diğerlerinden gelebilecek her türlü ifadeye de aynı şekilde açık olmaya niyetlidirler.<br />
<br />
- Topluluk üyeleri, maddi ve diğer her türlü konuda birbirine destek olmaya ve birbirinden destek istemeye açıktırlar.<br />
<b><u><i><br /></i></u></b>
<i>Somut konular</i><br />
<i><br /></i>
- Topluluk üyeleri, ihtiyaç duydukları bir ürün topluluktaki birileri tarafından üretiliyorsa, bunu dışarıdan almaktansa içeriden edinme yolunu seçmeye gayret ederler. İç alışverişin ne şekilde gerçekleşeceği, karşılığın ne şekilde belirleneceği, hatta bir karşılık belirlenip belirlenmeyeceği, sadece tarafların isteğine ve anlaşmasına kalmıştır.<br />
<br />
- Topluluk üyeleri, edinmek/tüketmek istedikleri gıda ya da gıda dışı ürün topluluk içinde üretilmiyorsa, bu ürüne mümkün olduğunca doğa dostu üretim yapan ve mümkün mertebe yerel üreticiler aracılığıyla ulaşmaya gayret ederler.<br />
<br />
- Topluluk üyeleri, ayrı üretim sahalarında çalışıyor dahi olsa (örneğin ayrı bahçeler), malzemeleri ve aletleri mümkün olduğunca ortak kullanmaya özen gösterirler.emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com6Alanya, Antalya36.544443 31.99540799999999836.4423875 31.834046499999996 36.6464985 32.156769499999996tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-15803345462726950672018-06-09T14:01:00.000+03:002018-06-11T17:41:51.486+03:00topluluk bir-ki - 3Geldik üçüncü -ve muhtemelen sondan bir önceki- yazıya. Evet, üç yazıya sığamadım; dördüncüye taşacağım! :))<br />
<br />
Önce ilk iki yazıyı okumak isteyenler, yazı isimlerinin üzerilerine tıklayabilirler: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/05/topluluk-bir-ki-1.html" target="_blank">topluluk bir-ki - 1</a> & <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/05/topluluk-bir-ki-2.html" target="_blank">topluluk bir-ki - 2</a><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Zihnimde iki temel soru var şu an: <b>Neden topluluk yaşamı istiyorum? Nasıl bir topluluk yaşamı istiyor, öneriyorum?</b> Bu yazı birincisine, bir sonraki ikincisine dair olacak. Bu yazı daha kişisel bir yakarışım; sonraki ise konuya dair bir öneri, tasarı olacak.<br />
<br />
"Neden topluluk yaşamı?"nın benim için iki temel cevabı var baştan beri: Birincisi çok daha keyifli, neşeli, rahat ve çok daha bana uygun olduğunu düşündüğüm için, ikincisi ise dünyanın gidişatına yerinde ve tatlı bir cevap olacağını, güzel örnek oluşturarak başkalarını da etkileme ve genel gidişata olumlu bir katkı yapacağını düşündüğüm için. Yani hem kişisel olarak Emre'ye iyi gelecek hem de bütüne. Aslında benim için iyi olanın bütün için de iyi olduğuna dair pek şüphem yok; bütüne hizmet etmek için kendimden fedakârlık etmenin, özveride bulunmanın falan <i>çalışmadığına,</i> zira sürdürülebilir olmadığına dair de öyle. İlk yazıda bir cümlede geçirdiğim üzere, kişisel olanla bütünün bu şekilde ayrılmasını çok da doğru buluyor değilim yani ve fakat fikir üretimi ve paylaşımı yaparken bu tip sınıflandırmalar, anlatmayı ve anlamayı kolaylaştırabiliyor.<br />
<br />
Bu nedenle yapmış olduğum sunî ayrımdan devam ediyorum: Uzunca bir süre, kendim için çok keyifli ve tercih edilebilir olduğunun bilincinde olmakla birlikte ikinci cevap beni daha çok heyecanlandırdı. Bu tip iyi örnekler yaratarak önce yakın çevreye, sonra benzer diğer oluşumlarla birlikte belki ülkeye, sonra da dünyaya örnek olmak, daha güzel bir yaşamın varlığını göstermek ve bunun yayılmasını sağlamak; böylece dünyayı değiştirmek, olmasını istediğimiz şekle bürünmesi için çalışmak için bunu istiyordum daha ziyade...<br />
<br />
Yani kendim için de iyi olacak bir şeyin hayalini kuruyordum ama idealist tarafım daha ağır basıyordu. Bu blogun üst kısmından uzun zamandır kendime "dünyayı kurtarmak senin işin değil" şeklinde seslensem de içimdeki o <i>kahraman</i>, bundan vazgeçmiyordu aslında. Bunu, iyi veya kötü diye nitelendirmek istemiyorum ama şu sıralar bunun dönüştüğünü ve bu dönüşümden memnun olduğumu ifade edebilirim.<br />
<br />
İdealist tarafım* daha güçlüyken ayrım yaratan, başkalarını "beğenmeyen" bir hâlim vardı ve konuya dair fikir üretir ve konuşurken (örneğin Acemi Kabile sürecinde) ideallerime uymayan kişileri uzak tutmayı isteyebildim: Topluluğumuzun içinde Ikea ürün olmasın, topluluk üyeleri uçakla seyahati tercih etmeyen kişiler olsun, topluluk üyeleri her adımlarında ekolojik kaygıları fazlaca gözeten kişiler olsunlar... Bunlara -ve daha fazlasına- uymayanlarla yan yana durmak o kadar da iyi bir fikir değil(di) sanki; zira kurtarılacak bir dünya var, her şey tepetaklak gidiyor; iklim değişikliği, nesli tükenen türler, toprağın yok olması ve zehirlenmesi, her yerde gördüğüm(üz) sağlıksız iletişim hâlleri vs. ve yapacağımız şey, atacağımız adımlar bütün bunlara cevap olmalı, iyi bir örnek olmalı; bu durumda önce bizler "doğru" olanı yapmalıyız, "temiz" ve tutarlı davranmalıyız; ...<br />
<br />
* "İdealist tarafım" derken kast ettiğim şeyi, detaylara girmeden ve kestirmeden, yaşama ve attığımız her adıma ekolojik çerçeveden bakma konusundaki derin hassasiyet ve ısrarım ile ve büyük firmalardan, zincir mağazalardan, yani bir nevi sistemden, kapitalizmden olabildiğine uzak durma isteğim ile biraz olsun anlatabilirim sanki.<br />
<br />
-Uzunca bir süre için içimde ciddi yer eden- bu tip fikirleri bugün tamamen yadsıyor değilim; "Ahh ne sersemmişim!" falan da demiyorum. O bakış açısının kendine göre doğru ve kendi içinde son derece makul olduğunu söyleyebilirim. İdealizmi ön plana alınca; daha saf bir grubun oluşması, belli hassasiyette buluşan kişilerin yan yana durması akışı kolaylaştıracaktır. Belki daha homojen bir topluluk olacaktır ve herkesi içine almayacaktır ve fakat belki de harika bir örnek olacak ve gerçekten de dünyanın değişim sürecine önemli bir katkı koyacaktır. Kim bilir...<br />
<div style="text-align: center;">
<br />
***</div>
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQc2ET7t5IhwPJAUrxzjJEBmfgzzQd0_HeriXzt-MOTf-6LYazw1AhJQOdoshPlWSob8v_iVA-uM57lIs7bXFn6S36oLch75nKH-B6iZc5zrJxL67f6FlCt7-Zm_GTmnZitmQ-Oomz-pFc/s1600/20180606_103541.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="986" data-original-width="1600" height="246" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQc2ET7t5IhwPJAUrxzjJEBmfgzzQd0_HeriXzt-MOTf-6LYazw1AhJQOdoshPlWSob8v_iVA-uM57lIs7bXFn6S36oLch75nKH-B6iZc5zrJxL67f6FlCt7-Zm_GTmnZitmQ-Oomz-pFc/s400/20180606_103541.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Ayşegül Duygu Top</td></tr>
</tbody></table>
Ve fakat bugün (aslında yaklaşık bir yıldır) başka bir noktada geziyorum. Bir kez daha sunî ayrım üzerinden gideceğim; artık bunu, her şeyden önce ve en çok da kendim için iyi olduğu düşüncesiyle çağırıyorum hayatıma. Bunun başkalarına ilham vereceğine şüphe yok, bir sürü kişinin buradan gelip geçeceğine, burada ekolojik hayata ve -en az bu kadar önemlisi- kendilerine dair tonla şey öğreneceklerine dair hiç şüphe yok. Bu, hâlâ dünyayı değiştirme ve güzelleştirme yönünde atılacak bir adım olacak muhtemelen. Bunların hiçbirine itirazım yok ve hatta, bunları yine davet ediyorum; buyursunlar...<br />
<br />
Fakat artık önce kendim için istiyorum bu hayatı. Sevdiğim tonla insanın her birine sürekli hasret kalmayı istemiyorum öncelikle. Artık kaç kişi olacaksak, atıyorum 8, en azından bu 7'si seyahat vs. durumlar haricinde hemen yanı başımda ve kolayca ulaşılabilir olsun istiyorum.<br />
<br />
Enerjim düştüğünde, depresif olduğumda, her şey anlamsız geldiğinde, bana alan tutacak birileri olsun istiyorum yakın çevremde; bana seslenecek birileri, nasıl olduğumu merak eden ve bunla ilgilenen birileri, yeri geldiğinde hiç ilişmeyecek ama hazır olduğum an'da destek olmaya hazır birileri... Ve aynı şekilde, ben de onlara aynı şeyleri sunabilmek istiyorum. Hizmet etmek; var olduğumu derinden hissettiğim, anlam bulduğum yolların başında geliyor.<br />
<br />
Artık <i>insanlarımın</i> en azından bir kısmının birkaç adım ötemde olduğunu bilmek istiyorum. Buna aşırı derecede ihtiyacım var! Hayatın sınavlarını tek ya da iki başımıza göğüslerken, başkalarının da bunu yaptığını izlerken içimden geçen tek kelime "yeter" oluyor. Uzun zaman önce çatlamış olan topluluk ruhunun ayağa kalktığını görmek istiyorum. Hiçbir şeyi tek başıma göğüslemek zorunda değilim. Hem ne gerek var!<br />
<br />
Önce kendim için istiyorum bu hayatı. Ne zaman insanlarla bir arada olsam, içimdeki komik adam ortaya çıkıyor, o adamı daha çok yaşamak istiyorum; o adam olmak çok eğlenceli ve iki-üç kişiyken çoğunlukla saklanıyor. Ne zaman ki nüfus 5 ve üstüne çıkıyor, hop sahne alıveriyor. İşte o zaman çok eğleniyorum!<br />
<br />
Önce kendim için istiyorum bu hayatı. İyi beslenmek istiyorum, temiz gıda istiyorum. Mümkün mertebe, dalından kopararak yemek istiyorum gıdayı. Bunu muhtelif sebeplerden ötürü yalnızken kotaramıyorum ve insanlara ihtiyacım var. Birlikte çalışmak, birlikte üretmek istiyorum; benden iyi bilenlerin yönlendirmeleriyle çalışmak istiyorum, yola çıkmam icap ettiğinde bahçeyi emanet edebileyim istiyorum...<br />
<br />
Önce kendim için... Daha fazla oyun oynamak istiyorum, ki bunun için insan lâzım; ufkum daha fazla açılsın istiyorum, ki bunun için daha fazla insan, daha fazla bakış açısı lâzım; teknik becerilerim artsın, elimden daha fazla iş gelsin istiyorum ki bunun için iş bilen insan lâzım...<br />
<br />
Daha fazla sevilmek istiyorum. Kırılganlıklarımı, arızalarımı daha fazla görünür kılabilmek, daha da fazla şeffaflaşabilmek; bütün bunlarla kabullenilmek istiyorum.<br />
<br />
Daha fazla sevmek istiyorum; herkesi olduğu gibi kabul etme, olduğu gibi sevme yolunda adımlar atmaya devam etmek, daha da çok sevmek istiyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Şu an bütün bunlardan tamamen uzakmışım gibi okunmasın. Dağ başında yalnız başıma, kimseden destek almadan ve kimseye destek sunmadan yaşıyor değilim. Yanı başımda olan sevdicek ile epey güzel dayanışıyor, birlikte gülüyor, eğleniyor, birlikte büyüyoruz. Kimisi gerçekten kimisi ise sanal -ama bir o kadar gerçekten- yakınımda olan, kimi zaman birbirimizin elinden tuttuğumuz, kimi zaman birbirimizde bir şeyleri tetikleyerek birbirimizi büyüttüğümüz, kendimizi tanıma ve gerçekleştirme yolculuğumuzda türlü şekilde bilinçli/bilinçsiz destekleştiğimiz onlarca dost var. Yurt dışından gelip bu topraklara bir takım bilgelikleri aktaran, içimizdeki bilgeliği uyandıran güzel insanlar var. İnternet sayesinde etkileşebildiğim yüzlerce (hatta binlerce) insan var.<br />
<br />
Velhasıl halihazırda da bir topluluk, bir dayanışma ve destek ağının içindeyim aslında ve buna dair çok şanslı hissediyorum. Ve fakat artık bir adım daha atma zamanının geldiğinin çanları kulağımda yankılanıyor. Artık bu dayanışmanın, birlikte geçirilen sınırlı zamanla, internet bağlantısıyla, birtakım etkinliklerle sınırlı kalmadığı, çok daha iç içe, çok daha koyun koyuna olacağı günleri özlemle çağırıyorum. C.Eisenstein'ın şu sıralar Türkçeye kazandırma çalışmaları yaptığımız güzel kitabının adından ödünç alacağım tabirle, Kalplerimizin Mümkün Olduğunu Bildiği Daha Güzel Dünya'yı gözümde canlandırabiliyor, ete kemiğe büründürdüğümüz zamanları bu kadar net görebiliyorken, bunu yaşamaktan daha fazla geri durmak istemiyorum.<br />
<br />
Sanki artık vakit geldi, artık bir an önce harekete geçmemek için bir sebep yok gibi geliyor bana. Ve daha hızlı ve hafif bir şekilde harekete geçebilmek için çok basit birtakım fikirler dolanıyor kafamda. Bir sonraki yazıda işte bu fikirlere gireceğim. Konuya dair geldiğim noktada bu işe nasıl adım atabileceğimize dair güncel düşüncelerimi yazacağım. Ve sonrasında da umarım ve sanırım, yeniden harekete geçeceğim.<br />
<br />
*** Bir sonraki yazı ise üç gün sonra geldi: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/06/topluluk-bir-ki-4-peki-nasl-olacak-bu-is.html" target="_blank">topluluk bir-ki - 4 (nasıl olacak bu iş?)</a>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com4Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-56345365176380325982018-05-30T13:02:00.001+03:002018-06-11T15:22:04.020+03:00topluluk bir-ki - 2Bir önceki yazıda (okumayanlar buyursun: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/05/topluluk-bir-ki-1.html" target="_blank">topluluk bir-ki - 1</a>) topluluk kavramıyla şimdiye kadar ne şekilde ilişkilendiğim üzerinden paylaşımım olmuştu; Barış Köyü buluşmalarından ve Çandır Candır tecrübem(iz)den bahsetmiştim. Bu yazıya ise Acemi Kabile girişimimizle başlayacağım ve sonrasında yazı nereye akarsa teslim olacağım. İçimde dönen epey bir şey var, bakalım hangileri görünür olmaya daha hevesli.<br />
<br />
<b>Acemi Kabile</b><br />
<br />
İki yıl kadar önce, Çandır'da yaşamımız devam ederken bir yandan da -geçen yazıda biraz bahsettiğim- daha bi' özlemini duyduğumuz tarz topluluk hayallerimize dair konuşup duruyorduk. Derken kış aylarında, içinde benim de olduğum bir dört kişi kurtlandı ve bir çağrı yapmaya karar verdik. Bu sefer Barış Köyü'nde olduğu gibi sadece bir araya gelmek ve paylaşımlar yapmak yoktu hedefimizde; fiiliyata dönen, <i>gerçekten bir arada yaşayan bir ya da birkaç topluluk çıkartır mıyız acaba</i> sorusu üzerinden yaptık çağrımızı. İki kriter çerçevesinde davet ettik dostları: Birincisi, bir arada yaşamayı istediğimizden büyük oranda emin olduğumuz, çok sevdiğimiz kişiler olmaları, ikincisi ise kısa vadede harekete geçmeye hazır kişiler olmaları idi. Yani aslında çok sevdiğimiz ama o an hareket edemeyecek olan ya da hareket edemeyeceğini varsaydığımız kişileri haberdar etmedik örneğin.<br />
<br />
20 kadar kişiye seslendik ve Mayıs 2016'da 15 kişi ile harika bir toplaşma yaptık. İlk buluşmamız Kayaköy'deydi ve 4-5 gün süren birlikteliğimizin iskeletini pek tabii ki çember uygulamaları oluşturdu. Süreci kolaylaştırma işini, ilk gün için, çağrı yapan dört kişi olarak üstlendikten sonra diğerlerini de dahil etmek istedik ve bence çok güzel ve iyi işleyen bir fikir çıktı ortaya. Farklı buluşmalarda kullanılabilir diye düşünerek buraya not düşmek istiyorum:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>Her bir araya gelişimizin sonunda (ki günde iki ya da üç kez toplandık) bir sonraki seansı kolaylaştırmaya gönüllü olanlar el kaldırıyor ve sorumluluğu devralıyordu. Bir sonraki bir araya gelişi bu kişiler kurguluyorlar ve bunun sonunda daha sonraki tur için yine gönüllüler ortaya çıkıyordu. Böylece son derece katılımcı ve organik bir şekilde ilerledi sürecimiz. Daha önce kolaylaştırıcılık tecrübesi olsun/olmasın, herkese açıktı bu alan; dikkat ettiğimiz tek nokta ise bir önceki seansı yürüten kişilerden en az birinin bir sonrakine de kalmasını sağlamaktı. Bu, sürekliliği sağlamamıza ve süreçler arasında kopukluk olmasını engellememize hizmet ediyordu.</i></blockquote>
Yapmış olduğumuz çemberlerin ve kullanmış olduğumuz diğer araçların desteği sonucunda varmış olduğumuz derinlik ve oluşan aşk hâli heyecan vericiydi. Son akşam yapmış olduğumuz çemberde öyle yoğun ve kuvvetli bir enerji vardı ki "<i>Sanki bütün insanlık tarihi şu an için, bu çember için hazırlanmış, bunca şey sanki bunu yaşamamız için gelmiş, geçmiş.</i>" diye bir cümle döküldüğünü hatırlıyorum ağzımdan. Sanki C.Eisenstein'ın öne sürdüğü üzere insanlık çok uzun zamandır bir çocukluk evresindeydi ve şimdi yetişkinliğe geçiyordu ve bu buluşmanın işleme şekli ve akışı bu yetişkinliğin harika bir dışavurumu, yansımasıydı.<br />
<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhb7s1ODvRTESzhppMhc_ZzOySjEkXqX8BZInZ8SSD0FnfvlERDjHx9sup-S-sZtSNpHhsIHhBfUUjB6mFLASW_8JWqQJt6U0VJW9yXWIUMNcrdxXuzMsYeX13xOXMCqePstqn9qO5z2a_E/s1600/mineden+acemi+kabile+cekirgesi.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="551" data-original-width="939" height="233" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhb7s1ODvRTESzhppMhc_ZzOySjEkXqX8BZInZ8SSD0FnfvlERDjHx9sup-S-sZtSNpHhsIHhBfUUjB6mFLASW_8JWqQJt6U0VJW9yXWIUMNcrdxXuzMsYeX13xOXMCqePstqn9qO5z2a_E/s400/mineden+acemi+kabile+cekirgesi.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Acemi Kabile'nin Çekirgesi - Gonca Mine Çelik</td></tr>
</tbody></table>
Ertesi sabahki çemberde ise, bu topraklarda örnek alacağımız toplulukların yer almaması ve bu nedenle el yordamıyla yolumuzu bulmaya çalıştığımız ve bu süreçte zaman zaman en hayırlı adımları atamayabilecek olmamızdan bahsedildi ve "Acemi bir kabile gibiyiz." cümlesi dile geldi. Grubun adı o an, kendi kendini koymuştu: Acemi Kabile. Ertesi sabahki çemberde bizi ziyaret eden ve saatlerce her birimizin üstünde, saçında, omzunda takılan harika yeşil çekirge ise grubun bir nevi simgesi oldu. Ki sonraki günlerde sevgili Mine bu çekirgenin görselini çizdi.<br />
<br />
Hem çok keyifli hem de son derece umut verici günlerdi. Hemen herkes muhtelif adımlar atmaya hazırdı, ki sonraki aylarda hızlıca birbirini ziyaretler, bir süre birlikte yaşamayı deneyimlemeler vs. vuku buldu. Kabile eşrafından izin almadığım için neler yaşandığının detaylarına ve isimlere burada girmiyorum.<br />
<br />
Aynı yılın Ekim sonu Kasım başında, bu sefer Çandır'da bir buluşma daha gerçekleştirdik. Tam kadro olmadıysak da 15 kişinin 12'si gelebildi. Yine gayet keyifli bir 3-4 gün... Bir önceki buluşmanın büyüsü yoktu sanki bu sefer, zira ilk buluşma çok daha çember ve kalpten iletişim hâlinde geçmişti; bu kez ise -yine çember de uygulamış olmakla birlikte- biraz daha pratik konulara girmeye çalıştık. Tam olarak ne istiyorduk; nasıl bir arazi, nasıl bir yapılanma, nasıl bir dayanışma, kaç kişi... Yani biraz daha zihinsel bir süreç oldu diğerine göre. Fakat zihni tu-kaka etmeyelim tabii.<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>Bence bütün süreçlerde zihnin de kalbin de önemli bir yeri var. İlk buluşmamızda zihin-kalp dansı zikredilmişti, tam da öyle bir şey var içimde. Tek tek ve kolektif olarak hepimiz için en hayırlı hareket biçimi, bana göre, kalbimizin ve hayatın doğal akışının çağırdığı yöne doğru ilerlememiz, bu ilerleme esnasında ise zihnimizin kapasitesinden sonuna kadar faydalanmamız. Yani çok basit bir ifadeyle karar merci kalp, uygulama merci zihin olduğu takdirde güzelliklere doğru yol aldığımızı ve alacağımızı düşündüğümü (belki de bildiğimi) öne sürebilirim.</i> </blockquote>
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Bu buluşmanın akabinde haberleşmeler, gidip gelmeler, e-postalaşmalar, facebook grubu paylaşımları epey aktif bir şekilde devam etti. Gruptaki heyecanın gayet canlı olmasının yanı sıra bir takım fikir ve yaklaşım farklılıkları da gündeme gelmeye başladı. Bunları (en azından benle ilgili kısımları) ve şu an nasıl bir noktada olduğumu, galiba bir sonraki yazıya bırakacağım. Aslında bütün bu tantanayı o yazı için yapıyorum, esas niyetim o yazıya ulaşmak ancak henüz gelemedim oraya. ((:<br />
<br />
Belki gündeme gelen farklılıklarımızdan, belki o sırada Çandır'daki birlikte yaşamımız miadını doldurduğu -ve bir süre birlikte yaşayan diğer bir grup daha ayrıldığı için- grup enerjisini tutacak bir aradalıkların çözülmesinden, belki içimiz kıpraşmışken bu potansiyel enerjiyi hareket enerjisine çevirme konusundaki ağırdan almalarımızdan, belki de bambaşka sebeplerden ötürü Kabile'nin iletişim süreçlerinde bir yavaşlama gerçekleşti ve 2017'nin yaz aylarında iletişimimiz neredeyse bir anda kesiliverdi. Arkadaşlık, dostluk ilişkilerimizden değil, topluluk konusundaki paylaşım ve enerjimizden bahsediyorum.<br />
<br />
Yaz sonlarında, sonbahara doğru grubu şöyle bir hareketlendirmeye çalıştıysam da muvaffak olamadım ve sonraki aylarda iyiden iyiye sönümlendik.<br />
<br />
Gel zaman git zaman, 2018'in bahar aylarına geldik; bu konu beni yeniden ve güçlü bir şekilde çağırmaya başladı. İçimdeki huzursuzluk sönümlenmenin kendisinden değil, bunun adını koymamışlıktan ve kendi hâline bırakmışlıktan ileri geliyor. Hemen herkesin, her kurumun, her oluşumun -bana pek sağlıksız gelen- yaklaşımı vuku buluyor bana göre:<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>Bir şey başlarken iyidir, güzeldir, kutlamalar vs. yapılır ama biterken bir sessizlik çöker, bir şeyler görmezden gelinir, buradan alınabilecek dersler alınmadan yüz çevrilir, "eski"nin çürümesi ile onun kompostlaşarak "yeni"ye besin olmasının önemi unutulur. Tam da bu nedenle -ve istisnalar hariç- evlilikler, sevgililikler kutlanırken ayrılıklar sessiz sedasız halledilir; bir eve taşınırken partiler verilirken oradan ayrılma zamanı geldiğinde bu çok nadirdir; bebek doğduğunda hep birlikte sevinirken ölümler olduğunda o kişinin hayatını kutlamak yerine karalar bağlanır...</i></blockquote>
Ve bunun aynısı şimdi Kabile'de vuku buluyordu sanki. Kuruluş ve ilerleme döneminde işin tadını çıkarırken gerileme ve -muhtemelen- sona erme döneminde onu görmezden geliyor, unutulmaya terk ediyorduk. Bu, aynı zamanda, sıkışmış ve tamamlanmamış bir enerji olarak, ileride birlikte ya da ayrı ayrı atacağımız diğer adımların önünde de bir nevi engel oluşturuyor. Benim hissiyatım bu şekilde en azından.<br />
<br />
Tam da bu nedenle, şu sıralar, yeniden bir araya gelerek bir aradalığımıza yakışır bir kapanış yapma fikri var şu an ortada. Henüz uygun tarihleri yakalayamadık ama bu yaz sona ermeden toplanacak gibiyiz. Bir araya gelmek yine çok keyifli olacak ve keyfin yanı sıra, bu süreçten tek tek ve kolektif olarak neler öğrendiğimizi, heybemize neleri kattığımızı konuşma, paylaşma fırsatı bulacağız. Ve sonunda her ne olacaksa ona teslim olacağız diye düşünüyorum. Kapanışsa kapanış, hortlamaysa hortlama, şekil değiştirerek var olmaysa ona da eyvallah; ve diğer bütün olasılıklara da... Yeter ki bir araya gelelim ve bu işin hakkını verelim.<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
...</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Birkaç gün sonra devamı geldi: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/06/topluluk-bir-ki-3.html" target="_blank">topluluk bir-ki - 3</a></div>
emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com2Gökçeovacık,Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-33001410936428383822018-05-27T22:51:00.000+03:002018-05-30T13:20:00.568+03:00topluluk bir-ki - 1<i>Topluluk</i> konusu son zamanlarda bende yeniden harlanınca, aylardır buna dair içimde bekleyen; son durumları, güncel fikirleri yazıya dökme isteğine nihayet cevap vermek istedim ve başlıyorum yazmaya. Tahminimce üç yazıdan oluşan ufak bir dizi olacak; belki iki yazıda da bitebilir; bakalım...<br />
<br />
Bu yazılarda; topluluğa dair deneyimlerimi ve bunlardan neler çıkardığımı, şu sıralar buna dair bende nelerin canlı olduğunu ve bundan sonra ne şekilde hareket etmenin bana iyi göründüğünü ortaya dökmeye çalışacağım. Yazıyı şu an blog arayüzünde yazıyorum ama inanın en çok da kendim için yazıyorum, zira aklımda dolanan fikirleri ve hayalleri bir araya getirmek ve ne yöne gideceğimi anlayabilmek için yapmam gereken tam da bu. Bunla birlikte buradaki deneyim ve fikirlerin başkalarına da ilham verebileceğini umuyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZgIELfxPQBG3g6Cnim5X7aaM7yoFxBKakNhujade3D_UMZI3M7L2nfqPcN47oUl56IC_YY1J7qEEkmmdiVilisquAaVPmMdzjZXqoaGv9CuoOrFfhAwce4vIWbHLNSKh1L5zsjyHehYhS/s1600/sedeften.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1161" data-original-width="1600" height="290" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZgIELfxPQBG3g6Cnim5X7aaM7yoFxBKakNhujade3D_UMZI3M7L2nfqPcN47oUl56IC_YY1J7qEEkmmdiVilisquAaVPmMdzjZXqoaGv9CuoOrFfhAwce4vIWbHLNSKh1L5zsjyHehYhS/s400/sedeften.jpeg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Çizim: Sedef Güneş</td></tr>
</tbody></table>
2012 Anadolu Jam'e katılana kadar, <i>topluluk</i> kelimesinin hayatımda özel bir yeri yoktu. Akabinde ise en sık kullandığım kelimelerden biri, en çok hayalini kurduğum yaşam ve bir aradalık şekli oluverdi ve yıllardır öyle devam ediyor.<br />
<br />
Bir hafta süren Jam'de, topluluk olmanın nasıl bir şey olduğunu ilk kez hissettim; tüm yaralara ve her şeye ilaç gibiydi adeta. Sevmeler, şefkatler, kalpten konuşup dinlemeler, birbirimizin her halini kabul etmeler, birlikte hayal kurmalar ve neler neler... Ve böyle bir haftayı geçirdikten sonra, bunun, hayatın kendisi olduğu bir oluşumun mümkün olabileceğine dair türlü hayaller kurdum, kuruyorum, kuruyoruz yıllardır.<br />
<br />
Sonraki yıllarda başka başka etkinliklerde de bulundum (birçoklarını da organize ettim, kolaylaştırdım) ve her birinde başka başka güzellikler, hoşluklar yaşadım/yaşadık. Tabii nihayetinde etkinlik bunlar ve belli bir süre için bir araya geldiğimiz için arızalarımızdan ziyade cici taraflarımızı gösteriyoruz birbirimize. Sahtekar olduğumuzdan falan değil, arızalar genellikle zamanla görünür oldukları için. Ayrıca bu buluşmalarda yemek yapmak, çocuk bakmak, çit onarmak, temizlik gibi işler de yok; tamamen kendimize ve birbirimize odaklanma imkanı bulduğumuz günler... Dolayısıyla bu bir aradalıklar, toplu halde yaşamanın bir nevi simülasyonu olsa da tam bir gerçekliğin resmini ortaya çıkarmıyor elbette.<br />
<br />
6 yıla yaklaşan bu zaman diliminde topluluğa dair yaşadığım şeyler etkinliklerle sınırlı kalmadı. Yaptığım okumaların, içimde büyüttüğüm hayallerin, belki onlarca kişiyle konuya dair ettiğimiz sohbetlerin, kırsalda ziyaret ettiğim dostların; birkaçını bizzat gözlemlediğim, birkaçına dair ise dedikodu mekanizması ile fikir sahibi olduğum diğer topluluk girişimlerinin yanı sıra birkaç deneyim yaşama şansı da buldum.<br />
<br />
<b>Barış Köyü</b><br />
<br />
2013 yılında, bu konu ben ve çevremdeki birçokları için taze ve pek heyecanlı iken, Begüm'le (Erenler) telefonda konuştuğumuz bir gün, bir toplaşma çağrısı yapmaya karar veriverdik ve sonradan <i>Barış Köyü</i> adını alacak olan buluşmalar başladı. <i>Belirli bir grup birlikte hareket edelim</i>den ziyade <i>Ortaya duyuralım, isteyen gelsin, eteğimizdeki taşları ve hayallerimizi ortaya dökelim; fikir alışverişi yapalım</i>vari bir çağrı idi. Birinci buluşmayı Köyceğiz-Çandır'da, sonraları birlikte yaşayacak olduğumuz Begüm'ün evinde 15 kadar kişi ile gerçekleştirdikten sonra sıkı bir rüzgar esti ve birkaç ay içinde Olimpos'ta, İzmir'de ve İstanbul'da, her birinde başka başka insanlarla altı buluşma daha yapıldı ve güzel güzel hayalleşmeler, tanışmalar, niyetleşmeler vuku buldu.<br />
<br />
Barış Köyü'nün neticesinde ortaya somut bir şey çıkması gibi bir niyetim(iz) yoktu; bir araya geldik, güzel zaman geçirdik, konuya dair çemberler, beyin fırtınaları vs. yaptık. Ama iki ya da üçüne katıldığım bu buluşmalarda idrak ettiğim en önemli nokta, detaylarda farklı farklı düşünüyor olabilmekle birlikte özde hemen hepimizin birebir aynı şeyleri düşlüyor olmamızdı: Doğanın içinde, sakin bir yaşam; birlikte üretmek; dışarıya bağımlılığın mümkün olduğunca aza indirilmesi; bol oyun, müzik, kahkaha ve dayanışma... Bu yazdıklarım herkeste o kadar aynı ki... Hatta kafalardaki soru işaretleri, şüpheler bile son derece ortak: Mülkiyet sorunu ne olacak, birileri çalışmadığında aylaklık yaptığında ne olacak, parası olmayanlar, kazanamayanlar ne olacak, "Ama özel alanım olmalı" gibi...<br />
<br />
<b>Çandır Candır</b><br />
<br />
Barış Köyü'nün ilk toplantısının sonunda sevgili Begüm, "Bu ev kocaman ve ben bu işi ufaktan deneyimlemek istiyorum. İsteyenlerle belli süreler için burada birlikte yaşamı deneyimleyebiliriz." dedi ve sonraki aylarda konuya dair paylaşımlarımız sürdü. Detaylara girmeye gerek yok (süreci, yazdığım <a href="https://www.facebook.com/Yeniye-Do%C4%9Fru-705802472894681" target="_blank">kitabı</a> okuyanlar ve eş-dost zaten biliyor, bilmeyenleri <a href="http://candircandir.blogspot.com/">candircandir.blogspot.com</a> adresine yönlendirelim), 2014 Mayıs sonu itibariyle Çandır'da bir nevi topluluk yaşamını hayata geçirmeye başladık. Evin ilk sakini Begüm'den gayrı Burcu, ben ve -bizden birkaç ay önce oraya konmuş olan- Bülent vardı. Velhasıl 4 kişi yaşamı paylaşmaya başladık.<br />
<br />
Bir süre sonra açtığımız blogun adını Çandır Candır koyunca bu, bir aradalığımızın da gayrıresmi ismi oldu.<br />
<br />
Bir yıl kadar dördümüz takıldıktan sonra Bülent ayrıldı, birkaç ay üçümüz devam ettik ve sonrasında yanıbaşımızdaki evi de tuttuk, Gülengül aramıza katıldı ve yeniden dörtledik. Derken yaklaşık olarak 2017 başlarına kadar devam etti sürecimiz. Neredeyse üç yıl...<br />
<br />
Bu üç yılda milyon tane keyif, kahkaha, coşku paylaştık; herhalde 100'ün üzerinde dostumuzu ağırlamışızdır; bir sürü de zorluk, sıkılma, birbirinden tetiklenme, uyuşamama, anlaşamama, iletişememe vs. yaşadık. Bu yazıda hangi birilerini öne çıkarmalı bilmiyorum ama birlikte yaşamaya dair çok fazla şey öğrendim(k) elbette. Açık iletişimin önemi, özel alanlara olan ihtiyacımız, birlikte üretmenin güzelliği -ve bunu yapmıyorsak eksikliği-; birlikte yaşarken, aslında bireysel yapıyor olduğumuz şeyleri de bir anlamda birlikte yapıyor olduğumuz gerçeği (örneğin, ben kitabı yazarken Begüm ve Burcu'nun varlıkları, gözle görünen ve görünmeyen destekleri vs.), <i>topluluğun ihtiyaçları mı / bireylerin ihtiyaçları mı öncelikli</i> sorusuna gelen ve aslında bu ikisinin birbirinden ayrı olmadığı bilgisi ve daha bir sürü şey...<br />
<br />
Üç yılda bir sürü güzellik yaşamanın yanı sıra kendimize dair birçok şey öğrendik, ki benim için bu süreç halen devam ediyor, halen bu üç yıla dair bir şeyler dank ediyor ara ara. Ayrıca hayal ettiğimiz topluluk yaşamına dair de epey bir şey şekillendi ve şekillenmeye devam ediyor.<br />
<br />
O an yaşadığımız, tam olarak hayal ettiğimiz şey değildi fakat tam olarak hayal ettiğimiz şeye doğru yürürken önümüzde böyle bir fırsat belirdiğinde onunla yetinmeyi bildik ve ilerisi için epey deneyim biriktirdik diye düşünüyorum. En baştan beri bunun geçici bir adım olduğunun bilincindeydik ve gittiği yere kadar birlikte takılıp keyfini çıkarmaya çalıştık elimizden geldiğince. Kirada oturuyorduk ama keyfimizce kullanabileceğimiz ve çok daha büyük bir arazi hayal ediyorduk; aynı kapalı alanda yaşıyorduk ama herkesin bireysel alanları olan bir yaşam yerini çağırıyorduk; dört kişiydik ama en az 6-8 kişinin, mümkünse daha da kalabalık bir topluluğun içinde soluk almak istiyorduk; Bülent gidip Gülengül geldikten sonra üç kadın bir erkektik ve -poff!- daha dengeli bir kadın-erkek oranına ihtiyaç duyuyorduk.<br />
<br />
Çandır'da en eksik kalan şey, oradaki hayatımızda hepimizin ortaklaştığı üretimlerin olmaması idi sanıyorum ki. En kolayca sürdürdüğümüz büyük konu ise para idi. Ortada duran bir kâsemiz vardı ve herkes uygun bulduğu ve gücünün yettiği miktarı oraya koyuyor, evin ortak harcamaları buradan karşılanıyordu. Bir süre, kimin ne koyduğunu takip etmek için liste tuttuk, sonraki zamanlarda bunu da bıraktık. Aynı şekilde gelen giden dostlarımız da, içlerinden gelen miktarı bu kâseye koyuyor ve evin masraflarına destek oluyordu.<br />
<br />
En kıymet verdiğim pratiğimiz ise; bazen düzenli, bazen düzensiz uyguladığımız çemberlerimizdi*. Gerek evin sakinleri olarak gerekse gelen giden dostlarla yaptığımız çemberlerde, günlük akışta çok kolay dile gelemeyen birçok konuyu konuştuk, paylaştık; bazen neşemizi, coşkumuzu, heyecanımızı bazen ise göz yaşlarımızı, kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı... Her zaman ve her derdimize deva oldu demek çok iddialı olur ama epey desteğini aldık bu kadim uygulamanın.<br />
<br />
* Bu satırları okuyanların çoğunun çembere dair fikri olduğunu zannediyorum ama tek cümle ile anlatmak gerekirse, basit ve pek kıymetli, kadim bir iletişim yöntemi olduğunu söyleyebilirim.<br />
<br />
Ve üç yılın sonunda -şimdilik- her birimiz başka yan yollara saptık ve fakat sürekli iletişim halindeyiz ve yeniden bir araya geleceğimiz günler belki de çok uzak değildir. İnşallah amin!<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Bu arada daha Çandır'da bile yaşamaya başlamadan önce, bu konuya dair zihinsel keşifler, fikir üretimleri yaparken, <i>Topluluk Oluştururken </i><a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2013/11/topluluk-olustururken-1.html" target="_blank">1</a>-<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2014/03/topluluk-olustururken-2.html" target="_blank">2</a>-<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2014/04/topluluk-olustururken-3.html" target="_blank">3</a> diye üç tane yazı çıkmıştı benden (her rakamın üstüne tıklayarak ilgili yazılara ulaşabilirsiniz) ve ilginç bir şekilde, 4,5 yıl önce konuya dair sıfıra yakın deneyimle yazdığım şeylerin büyük kısmı, bugün düşündüklerimle ve hayal ettiklerimle paralel. Genel olarak hızlı değiştiğini düşünen ve belli fikirlere saplanıp kalmadığını sanan biri olarak, bu konudaki istikrarım hoşuma da gidiyor aslında. Benim için doğru olanı daha en başlarda bulmuşum sanki ve oradan devam ediyorum. Bunla birlikte, bu yazılarda yer almayan ama mesela bir yıl önce düşündüğüm bazı konulara dair ise şu an bambaşka yerlerde olabiliyorum. Bunlara dair paylaşacaklarım, görünen o ki bir sonraki yazıya kalacak; topluluk olmaya dair diğer girişimimiz olan <b>Acemi Kabile</b> de öyle...<br />
<br />
Bir sonraki yazı için: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/05/topluluk-bir-ki-2.html" target="_blank">topluluk bir-ki - 2</a>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com0Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-80980828126424594602018-04-16T15:33:00.001+03:002018-10-13T13:57:07.922+03:00armağan ekonomisi, kırılganlığım, tuhaf fiyatlar...İhtiyacım olan paraya <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2014/09/armagan-ekonomisi-5n1k.html" target="_blank"><b><span style="color: red;">armağan ekonomisi</span></b></a> ile eriştiğim, yani yapıp ettiklerime bir bedel belirlemek yerine gelecek karşılıkların belirlenmesini, sunduklarımdan faydalanan kişilere bıraktığım yolu tutturalı beş yıldan fazla oluyor ve bunun keyfini yaşıyorum. Bu konuya dair eski yazılarda epey paylaşımım var. (Neyden bahsettiğimi daha iyi anlayabilmek için, özellikle beni ve armağan ekonomisi süreçlerimi, deneylerimi bilmeyenlerin, Kasım'da yazmış olduğum <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2017/11/armagan-ekonomisi-ve-ben.html" target="_blank"><b><span style="color: red;">armağan ekonomisi ve ben</span></b></a> adlı yazıyı okumasını öneririm. Böylece bu yazı daha fazla şey ifade edebilir.)<br />
<br />
Bu satırları yazma niyeti ise bir önceki cuma günü düştü içime. Fethiye'de açılmış olan masa tenisi cafeye gittim ilk kez; birkaç saat geçirdim ve çok iyi geldi. Masa tenisi oynamayı o kadar seviyorum ki geçen yıl bu zamanlarda eve almayı bile düşünüyordum. Bu mekânda masa tenisi oynayabilmek için aylık üye olabiliyor ve bu durumda haftanın her günü istediğin sıklıkta ve uzunlukta orada takılabiliyorsun ya da günlük ücret verip o gün boyunca istediğin kadar takılabiliyorsun; ister yarım saat oyna ister tüm gün orada kal.<br />
<br />
Oranın kurucusu Cengiz Hoca bana ücretlerden bahsettiği anda bunun benim için pahalı bir adım olacağını fark ettim. Zaten birkaç aydır düzenli bir şekilde yogaya gidiyorum ve o da bütçemde ciddi bir yer kaplıyor mesela. Aslında aldığım faydaya baktığımda, her ikisi de bir sürü şeye göre hiç de pahalı sayılmaz ama neyi neyle kıyasladığına göre değişiyor tabii bu pahalılık/ucuzluk. Ben bir şeyin fiyatını, genellikle temel ihtiyaçlarla, en çok da gıdayla kıyasladığım için, bana her şey pahalı geliyor. 😃 Buna aşağıda değineceğim.<br />
<br />
Şimdi bahsedeceğim konu ise, fiyatı duyduğum an'da içimde oluşan "indirim istemeliyim" cümlesi. Zira her türlü eğitimin, atölyenin, üyeliğin fiyatı benim için yüksek kalıyor; çünkü bana para getiren etkinlikleri çok sık yapmayı tercih etmediğim; yaptığımda da, karşılıkları armağan ekonomisi ile katılımcılar belirlediği ve çoğu zaman diğer atölye vs.lere nazaran düşük karşılıklar aldığım için bütçem genellikle epey sınırlı.<br />
<br />
(<i>Düşük karşılık</i> almaktan bahsediyorum ama diğer taraftan, belki tam da böyle bir hayat sürdüğüm için bir sürü işimi, ihtiyacımı parasız görebiliyorum. Örneğin bu blogda yazdığım yazılara eşlik eden görseller yapmak isteyen var mı diye sorduğumda onlarca kişi beliriveriyor, yazılarımı İngilizceye çevirmek istediğimde 15-20 kişi çıkıveriyor. Bunların ötesinde, hayat bana hep harika davranıyor ve hiçbir ihtiyacımın karşılanmadığı olmuyor, şükür.)<br />
<br />
Gelirim görece düşük olunca giderimi de düşük tutmam gerekiyor ve bu da, bir şeylere çekildiğim her seferinde indirim, burs vs. istememi gerekli kılıyor. Bu da beni zaman zaman kırılgan yapıyor tabii... Bazen düşünüyorum da yavaş yavaş 40 yaşına doğru ilerliyorum ve modern dünyanın yetişkinleri gibi paramı kazanmanın peşine düşmeyip bu şekilde bir hayatı seçtiğim için sürekli talep etmem gerekiyor:<b> 1 -</b> <b>Yaptığım şeyler</b> karşılığında almak için talep etmem ve kendimi uzun uzun anlatmam gerekiyor. Armağan ekonomisi uygulamalarında olayı tamamen kendi hâline bıraktığımda aldığım karşılıkların epey düşük kaldığını görüp (verme, eksilme korkusu, kıtlık bilinci; nasıl isimlendirirseniz...) daha aktif bir isteme hâline geçtim ve son yıllarda çok daha olumlu sonuçlarla karşılaşıyorum. <b>2 -</b> Yukarıda bahsettiğim ve aşağıda rakamlarla da anlatacağım üzere, hemen her şey bütçeme ve algıma göre fazla olduğu için bir <b>hizmet edinmek</b> istediğimde de indirim vs. talep etmem gerekiyor.<br />
<br />
Yani <i>alırken de</i> <i>verirken</i> <i>de</i> sürekli talep etmem, kendimi uzun uzun anlatmak durumunda olmam söz konusu. Bu, bazen kolayca akarken bazen daha zor gelebiliyor.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhofTMM-bx1YoPC8pJVoIXWsZaNwyH3frFRxZz73fzm0UYWdngOCtvqnQjmNenFCALoUmNdB3xOrLxF5o9VOYT7q3mlHjvl6NdineSu1lgOT3RqdWjDE6iCUV-SACY8jIaT1nN18uCEv-9V/s1600/IMG_1328.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="1600" height="255" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhofTMM-bx1YoPC8pJVoIXWsZaNwyH3frFRxZz73fzm0UYWdngOCtvqnQjmNenFCALoUmNdB3xOrLxF5o9VOYT7q3mlHjvl6NdineSu1lgOT3RqdWjDE6iCUV-SACY8jIaT1nN18uCEv-9V/s400/IMG_1328.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Burcu Ceylan</td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Öte yandan şöyle de bir durum var: Aldığım karşılıkların az olduğundan dem vuruyorum zaman zaman ama birkaç paragraf önce yazdığım konuya girmek gerekirse, neye göre az, kime göre az... Aslında aldığım karşılıklar bir yandan bana gayet makul geliyor. Elime geçen paranın büyük kısmını temel ihtiyaçlara aktardığım bir hayat yaşıyorum. Barınma (kira), elektrik ve su faturaları (su ve enerji), pazar alışverişi (gıda)... Bütçemin çok büyük kısmını bunlara akıtıyorum ve kiramızı biraz yüksek bulmak haricinde son derece helâl ederek veriyorum parayı; en çok da gıda için... Bir ara aylık harcamalarım mercek altındaydı (blogda ve <a href="https://www.facebook.com/Yeniye-Do%C4%9Fru-705802472894681" target="_blank">kitabımda</a> buna dair çok fazla veri var) ama son iki yıldır ne kadar para ile döndüğümden emin değilim. En son hatırladığım bütçeme birkaç yıllık tahmini enflasyon farkını ve yoga-masa tenisi gibi yeni çıkan harcamalarımı eklediğimde, tahminen 800 TL ile dönüyor olabilir bütçem. Hadi + - 100 TL diyelim, 700-900 TL arası olsun...</div>
<br />
Yine bir zamanlar çok sık yazdığım üzere, bu kadar düşük bütçelerle çok zengin, keyifli bir hayat sürebildiğimi görüyorum. Ve hâl böyle olunca, yani örneğin 800 TL ile bütün ihtiyaçlarımı zengince giderebildiğim bir hayat sürerken, aldığım karşılıklar -piyasaya göre düşük görünebilse de- çoğu zaman gayet de yeterli ve dengeli geliyor ve bütçemi döndürmekte büyük zorluklar çekmiyorum. Fakat günümüz dünyasında, bana çok tuhaf gelen bir şekilde, temel ihtiyaçlar çok ucuzken diğer hemen her şey görece çok pahalı. Bir haftalık gıda alışverişim için 70-90 TL ayırmam gerekirken bir günlük X atölye çalışmasının fiyatı 150 - 250 TL, 4 günlük bir inzivanın maliyeti 1.000 küsur TL'lerde olabiliyor, ki bunlar, benim gördüğüm en düşük meblağlar diyebilirim.<br />
<br />
Yani ilgimi çeken 4 günlük bir çalışmaya katılabilmek için en az bir aylık masrafım kadar bütçeyi gözden çıkarmam gerekiyor ve bu bana biraz tuhaf geliyor. Burada inziva düzenleyenleri veya başkalarını işaret edip kötülemiyorum, tüm sistem bu şekilde dönüyor ve tuhaf gelen bu. Günde 10 TL ile mükemmel bir şekilde beslenebilirken bir cafede bir fincan kahvenin 10 TL falan olması da tuhaf geliyor mesela.<br />
<br />
Sistemin kökünde ve neredeyse tüm fiyatlarda yanlış bir şeyler olduğu hissiyatındayım. Yokluğunda yaşayamayacağım temel şeylerin aşırı ucuzluğu ve çok daha keyfî mal ve hizmetlerin görece pahalılığı... En temel ihtiyaçlarımı karşılayan, üreten, bunu büyük emeklerle yapan insanların daha adil karşılıklar almasını istiyor gönlüm. Ki alamamalarının bu yazının boyunu aşacak bir sürü sıkıntılı sonucu var. Öte yandan bu ucuzluğa bir yandan da şükrediyorum tabii, en azından temel ihtiyaçlara erişim konusunda zorluk çekenlerimiz çok fazla değil gibi görünüyor zira.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Son bir şey daha paylaşıp bitiriyorum. Fark etmiş olabileceğiniz üzere, parasal meselelere genellikle günü geçirme, temel ihtiyaçları karşılama çerçevesinden bakıyorum. Bunla birlikte, bu kafayla yurt dışına gitme ihtimalim yok, bir yerde arazi alıp ev falan yapma ihtimalim yok, araba ihtiyacım olduğunu fark etsem araba satın alma şansım yok. Yani bir yandan gönüllü sadeliği büyük bir keyifle yaşarken bir yandan günü geçireceğim meblağlardan ötesine ulaşmıyor olmak, hayâl gücümü ve yapabileceklerimi de kısıtlıyor olabilir mi diye düşünüyorum bazen. Ya da bir şeye ihtiyaç duyduğum her seferinde istemeye, talep etmeye devam etmek de bir seçenek tabii; zaman zaman yorucu olsa da...<br />
<br />
Bu son paragraf beni başka bir önemli noktaya daha götürüyor ama belki başka bir yazıda devam etmek üzere, kafalar iyice karışmadan burada duruyorum. Zaten son derece öznel bir konuda içimi döktüğümün farkındayım. Umarım bir şeyler ifade etmiştir. 😐<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<i><br /></i>
<b><i>Okuyucuya not:</i></b><br />
<i><br /></i>
<i>Yukarıdaki satırlarda gördüğünüz üzere, tüm ihtiyaçlarımı armağan ekonomisi ruhu ile giderdiğim bir yaşam seçtim. Yazdığım, yapıp ettiğim hiçbir şeyin belirli bir fiyatı yok; elimden, ruhumdan geldiğince paylaşabildiğimi paylaşıyorum ve gelebilecek olan karşılıklara kendimi açıyorum.</i><br />
<i><br /></i>
<i>Yazılarımı veya kitabımı okumanız ya da gerçekleştirmiş olduğum buluşmalara katılmak için bana hiçbir ücret ödemeniz gerekmiyor. Bunun yerine, yaptıklarımdan ve oluş hâlimden faydalanıyorsanız ve içinizde bir şükran duygusu oluşuyorsa, içinizdeki bu duyguyu maddeye çevirebilmeniz için alan açmak daha iyi geliyor bana; ki armağan ekonomisinden anladığım tam olarak bu.</i><br />
<i><br /></i>
<i>Velhasıl bana iletmek istediğin bir şey varsa... </i><br />
<i><br /></i>
<b><i>emreertegun@gmail.com</i></b>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com3Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-43470393559524413422018-04-03T13:45:00.000+03:002018-04-03T17:19:01.853+03:00kendime doğru<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTeB2B1txpKzWxy2kQvPER_tEJKtdD3d2u9uD6p_146H8ayckyoRElHdHfRuFAJKX-08xVQi2uV4oxiCneT9X1MeTaUP41yyIB99rypbmgF5XRaRNbNY_Z72bRHYEHGqV238rFsBYLhMG5/s1600/meltem+%25C3%25A7izim.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1195" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTeB2B1txpKzWxy2kQvPER_tEJKtdD3d2u9uD6p_146H8ayckyoRElHdHfRuFAJKX-08xVQi2uV4oxiCneT9X1MeTaUP41yyIB99rypbmgF5XRaRNbNY_Z72bRHYEHGqV238rFsBYLhMG5/s400/meltem+%25C3%25A7izim.JPG" width="298" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Görsel: Meltem Türkan Alagöz</td></tr>
</tbody></table>
<br />
İki ay kadar önce olmalı, bir arkadaşımla güzel bir kahvaltı sofrasında oturuyorduk, ki şu soruyu sordu: "<i>Eeee, Likya Yolu etkinliği* yapacak mısın?</i>" Son iki yıldır kıştan bahara, yazdan güze dönerken, bu fikir hemencecik zihnimde beliriyor ve yine, çoktan belirmişti. Nasıl belirmesin; ortalama 10 kişi ile son derece keyifli üç ya da dört gün, sevdiğim ve faydasını gördüğüm şeyleri birileriyle paylaşma fırsatı, topluluğumun genişlemesi ve bütün bunlar yetmezmiş gibi, etkinlik sonunda gönüllerinden geçen para ve diğer armağanları benle paylaşmaları neticesinde maddi ihtiyaçlarımın önemli bir kısmını bu yolla karşılamak... Bir Emre daha ne isteyebilir ki?! Fakat cevabım müspet olmadı, tam olarak menfi de değildi; sanıyorum ki kelimesi kelimesine şunu söyledim: "<i>Valla yine zihnime düştü tabii ki bu fikir ama kalbime düşmedi henüz; bakalım...</i>"<br />
<br />
<span style="font-size: x-small;">* 2016'nın ilkbaharında başlayan, sonbaharında tekrar eden, 2017'de de her iki mevsimde ikişer kere daha gerçekleştirdiğim; içinde doğa yürüyüşünün, çemberlerin ve oyunların olduğu bir etkinlik.</span><br />
<br />
Bir zamandır eylemlerim, çoğunlukla, kalbime düştüklerinde zuhur ediyorlar. Bu şekilde yaşadıkça her şey daha bi' keyifli, hayırlı oldu; öyle olduğunu gördükçe de bu şekilde yaşamak için daha fazla güç buldum, buluyorum. Keyifli bir açık döngü var sanki; salyangozun spiral kabuğu gibi, merkezden başlayıp dışarıya doğru genişleyen, gittikçe büyüyen...<br />
<br />
Hayatımın her anını kendime, yani kalbime ve ruhuma göre yaşadığımı söylersem abartmış olurum. Bunu yapamadığım zamanlar; alışkanlıkların veya korkuların, endişelerin kendilerini gösterdikleri ve beni yönettikleri anlar olmuyor değil; bunları bazen fark etmiyorum bile ve beni yoğurmalarına izin veriyorum, bilmeden; bazen ise farkındalığım bütün bunları kapsayacak şekilde genişliyor; bu durumda onları görüyor, selamlıyor ve içlerinden geçiyorum. İşte o zamanlar pek güzel oluyor. Bu arada alışkanlıklar derken, olumlu görünenleri de içeriyorum; ezbere, farkındalıksız yaptığım her şeyin farkındalıklı seçimlere dönmesine niyet ediyorum. Buna, sabah çayını koymak da dahil...<br />
<br />
<i>Zihnime düştü ama kalbime düşmedi</i> gibi cümleler kurarken yarattığımız <i>zihin-kalp ikiliği</i> diye bir şey gerçekten var mı, yoksa bu ikiliği yaratan yine bizim zihnimiz mi? Bilmiyorum... Lakin şu an anlatmaya çalıştığım şeyi anlatmak için faydalı bulduğum için bu şekilde başladım. Yoksa aslolan, bana kalırsa, <i>ben olan</i> ve <i>ben olmayan; ve </i>burada tam olarak bir ikilik yok aslında. Daha ziyade, Osho'nun -çok beğenerek okuduğum- <a href="http://www.kitapyurdu.com/kitap/tantra-en-yuksek-bilgelik/252766.html&publisher_id=1728" target="_blank">Tantra</a> kitabından ödünç alacağım tabir ve akıl yürütmeyle, karanlık-ışık ilişkisi var gibi. Karanlık ışığın zıttı değildir, demiş Osho abi, ışığın yokluğudur. Ve bir yere ışık girdiği an'da karanlık yok olur, çünkü aslında karanlık yoktur. Işığın karşısında durması mümkün değildir.<br />
<br />
Aynı şekilde, herhangi bir an'da ben varsam, varlığıma alan açıyorsam, ben olmayanın var olmasına imkân yoktur. Burada bahsedilen ben, elbette ki anbean değişen ve ele avuca sığmayan bir ben. Kesinlikle sabit değildir; sabit olduğu an ölmüş demektir... Ele avuca sığmayan ben'i yakalamak için yapabileceğim tek şey farkındalığımı artırmaktan ibarettir; farkındalığımı artırmak için ihtiyaç duyduğum üç şey ise, galiba, yavaşlamak, yavaşlamak ve yavaşlamaktan...<br />
<br />
Velhasıl yukarıda bahsi geçen ikilikte; kalp, an'dan an'a değişen ben'i, zihin ise alışılmışlıkları, öğrenilmişlikleri, ezberleri yansıtıyor diyebiliriz. Yalnız zihni bir düşman gibi görmemeyi hatırlayalım. Krishnamurti'nin de dediği gibi, evime gitmek için evimin yolunu, caddeleri, sokakları; akan trafikte nasıl yol alacağımı vs. bilmem gerekir, bu zihinsel bir süreçtir ve bunda yanlış bir şey yoktur. Burada zatıalilerinin pratikliğinden faydalanıp hayatımızın akmasını sağlıyorsak ne âlâ. Kendisi şahane bir kolaylaştırıcıdır, yeter ki efendimiz hâline gelmesin.<br />
<br />
Ne kadar hızla hareket ediyor, ne kadar hızla düşünüyor, ne kadar hızla konuşuyorsam; o kadar alışkanlıklarım ve halihazırda bildiklerim rehberlik ediyordur bana. Yani an'daki ben değil, an'ların sonucunda oluşmuş benliğim. Benlik olgusu ben'e düşman değildir, onun en güzel bir yardımcısı olma potansiyeline sahiptir. Fakat günümüz insanı ben'i unutup benliğe yapışıp kaldığı için acı çekmektedir (bence). Zira oluşmuş olan benliğe yapışıp kalınıyor ve anbean yeni sürüme güncellenmek isteyen ben'in kim olduğunun farkına bile varılmıyor. Bu, bir şekilde oluşmuş ve yüzümüze yerleşmiş bir maskeyi çıkarmayı akıl bile edememek gibi bir şey. Oysaki gerçek ben, maskelerin ardında gizli ve bunları çıkarmadığımız süreci kendi anlık suretimizi kendimiz bile görmüyoruz; aynaya baktığımızda da yine, maskeyi görüyoruz.<br />
<br />
Maskeyi çıkarmak için durmam, nefes almam, yavaşlamam gerekiyor. Yavaşlayayım ki farkına varayım. Hayatın koşturmacası içinde iken kendimi çok güzel oyalayabilirim, "çok mühim işler" peşinde koşturabilirim, bir sürü, bir sürü şey yapabilirim ama benim dışımdaki tüm bu şeylerle ilgilenirken en yakınımda durup duran içimdeki ben'e erişemem. Erişemediğim ve ulaşamadığım ben, içimde titreşir durur, türlü yoldan kendini hatırlatmaya çalışır; lakin kendimi görmek, duymak için dikkatime ihtiyaç vardır. Dikkatim, odağım neredeyse onu görür, onu duyar, onu yaratırım. Kendimden uzak düştüğüm, dikkatimi kendime vermediğim ezbere bir hayat yaşıyorsam, kendimi yaşayamaz, kendimi gerçekleştiremem. Şeyler olur, olur, olur; ben de onlarla birlikte, bir şekilde süzülür giderim, içimdeki ben'e gerçek anlamda hiç dokunmadan.<br />
<br />
<b>Tepkilerle</b> yaşarım; duvar tenisindeki duvara dönüşürüm. Üstüme bir top gelir (etki), gelişine yapıştırırım (tepki). Topun yönünü değiştirme iradem yoktur. Top bana hangi açıyla ve hangi falsoyla çarparsa ona göre bir yere düşer. <b>Verdiğim şey karşılık değil, tepkidir.</b> Ve tepki, hızla verilir; zamana, sindirmeye fırsat yoktur. Düşünmeye, hissetmeye gerek yoktur; ne zaman ne yapacağım, hangi söze nasıl cevap vereceğim, hangi davranışı nasıl yansıtacağım bellidir.<br />
<br />
<b>Karşılık</b> vermek öyle değildir. Karşılıkta duvar bir çeşit süngere dönüşür; gelen topu soğuruverir, bir süre onla kalır, hemhal olur ve bu süreç sonucunda bir yerlere iletir onu, kendi varlığından bir şeyler ekleyerek. Karşılık vermek için zamana ihtiyaç vardır; geleni almak, bir süre onla kalmak ve bunun sonucunda iletmek icap eder. Konuya, duruma, kişiye göre bu zamanın uzunluğu değişebilir ama en basit karşılıkta bile, an'daki ben'in farkına varabilmek için en az bir nefes almak ve bu an'a dönmek icap eder. Bazı karşılıklar ise birkaç dakikayı, saati ya da günleri, haftaları bulabilir. Gelen topun niteliğine ve o topu işleyebilme yeteneğime göre değişir bu.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Karşılık veren çok matah da tepki veren çok mu kötü yani? Tabii ki hayır. Sadece ve sadece, hayata tepki yerine karşılık vermeyi becerebilen -ya da becerdiğini sanan- ve bunun mutluluğunu yaşayan biri olarak, doğru bildiğimi paylaşmak hoşuma gidiyor, hepsi bu.<br />
<br />
Maskeyi çıkarmamak, ben olmaya uzak düşmek, benliğine yapışıp kalmak; bunları da <i>kötü</i> diye adlandırmam; ne haddime... Ancak bu durumda; varoluşun keyfine, neşesine erişmek ne mümkün! Şu an içimde bu neşe ve coşku oluşuyor mesela ve bu yazı, bunun sonucunda ortaya çıkıyor.<br />
<br />
Bu satırları, tam da şu an'daki oluşumun gerçekliği çerçevesinde yazıyorum. Nefes alıyorum, nefes veriyorum; içimin kıpraştığını hissediyorum; kıpraşmaya bakıyorum ve ne zamandır dikkat kesilmiş olduğum bu konu "yaz artık beni" diye zıplıyor orada bir yerde; çağrıyı duyuyor ve cevap veriyorum: Ne yazacağıma dair bir fikrim yok, sadece ilk paragraftaki örneği ekrana dökeceğimi ve kelimelerin beni bir yerlere götüreceğini biliyorum. Bu süreci asla ve kat'a kurgulayamam, ne yazacağımı bilemem. Süreç kendini var etmek için titreşiyor ve beni göreve çağırıyor; bense titreşime kendimi bırakıyor ve kendiliğinden çıkmakta olan cümlelere araç oluyorum.<br />
<br />
Becerebildiğim ölçüde yavaşlıyorum, boşalıyorum ve yaşamın beni doldurmasına, beni kullanmasına izin veriyorum. Sanki...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***<br />
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
En başa dönmek gerekirse, Likya Yolu etkinliği halen kalbime düşmüş değil mesela ve bu nedenle, beni bunu yapmaya çağıran tüm o güzel nedenlere rağmen, şu hâlimle, şu ruhumla böyle bir çağrı yapmayacağım. Yarın veya bir hafta sonra bütün bunlar değişirse, neden olmasın... Ama içimde böyle güçlü çağrılar hissetmeksizin mümkünse hiçbir adım atmayayım. Niyetim budur.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
***</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<i><b>Okuyucuya not:</b> </i></div>
<div style="text-align: left;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: left;">
<i>Eğer ki bu satırlar bir yerlerine dokunuyorsa ve sürecimi, yaşamımı desteklemek istersen lütfen bana ulaş. </i></div>
<div style="text-align: left;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: left;">
<i>Bu yazıyı, iyice yavaşladığım ve bir şeyler yapmak için kendimi iteklemediğim şu zamanlarda, bana çok iyi gelen yoga derslerine adamak istiyorum. Kim bilir, belki bir ya da birkaç aylık ödemem, bu yazı aracılığıyla gelip bulur beni. Pek de sevinirim. 😊</i></div>
<div style="text-align: left;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: left;">
<b><i>emreertegun@gmail.com</i></b></div>
</div>
emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com2Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-5410107811533058552018-03-31T12:12:00.000+03:002018-03-31T15:13:24.047+03:00kuzu göbeğiYazmıyorum bir süredir. Kelimeler güçlerini ve gerekliliklerini yitirdiler sanki. Geri kazanacakları zaman gelecektir mutlaka, ve yeniden kaybedecekleri zaman da...<br />
<br />
Her şey değişiyor, dönüşüyor; hep... Devr-i daim...<br />
<br />
2018'e fena hâlde yüksek girdim, sonra minik bir çakılma, sonra hafif bir yükseliş ve şimdi durulma... Hiçbir şey yapmama gerek yokmuş gibi; illaki bir gereklilik varsa, o da, hiçbir şey yapmama gerekliliğiymiş gibi bir hâller...<br />
<br />
...<br />
<br />
Biri bi'şey yazıyor/söylüyor, diğeri kendi penceresinden, kendi algılarıyla, kendi yansımasına uygun düşeni okuyor/duyuyor. Ben bunları yazarken sende kim bilir neler oluyor; ben ne yazarken sen ne anlıyorsun...<br />
<br />
Yazdığım şey nereden geliyor, orası da muallak. Yani yazan kişi ben miyim, o bile belli değil... Sahi <i>ben</i> ne?<br />
<br />
Ne desem boş gibi, ama tatlı bir boşluk hâli deneyimliyorum tam şu anda ve bunu paylaşmak istiyorum. Boşluğu paylaşmak çok keyifli gibi geldi bir an; arka gündem olmadan...<br />
<br />
Çünkü benim genelde arka gündemim vardır. Kötü değildir bu, zaten hiçbir şey <i>kötü</i> değildir. Ayrıca <i>arka gündemim iyi bir şeyler için</i> diyecem ama hiçbir şey <i>iyi</i> de değildir. Şeyler, olgular, diğer canlılar sadece vardırlar ve olurlar. İyiymiş, kötüymüş düşünmezler. Bi' biz, insanoğlukızı, takılıyoruz böyle nitelemelere...<br />
<br />
Diyeceğim o ki aslında diyeceğim bir şey yoktur. Denecek şeyler vardır ama hangileri denmeye değer, bunu bilmek sanattır. Denecek şeylerin muhtemelen tamamı, değilse %99,999'u defalarca denmiştir zaten; aynı şeyleri tekrar tekrar demek, varoluş üstüne yük yüklemek değilse nedir? Daha az desek, daha çok sussak acaba nasıl olur... Belki biraz dinleniriz.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<br />
Az önce dolu yağıyordu, hatta filme almaya çalıştım ama pek belirgin görünmedi kamerada. Dolu bana bir şey fısıldadı o an ve bunu sizlere fısıldamak istedim. O sırada zihnim hemen, bunu video görseliyle zenginleştirebileceğimi düşündü ama olmadı işte. Önemli değil, dolunun bana fısıldadıklarını ben de buradan fısıldayacağım alt tarafı; bu kadar tantanaya gerek olmayabilir.<br />
<br />
Ufacık bir ulaklık yapacağım, lafı bin dereden getiriyorum. Alt tarafı diyeceğim ki, doluyu izlemek çok güzel. Onun çiçeğe durmuş ağaçlara, bostandaki otlara verebileceği zararları düşünmediğim an, bayılarak izliyorum. Görüntüsü de çok güzel, sesi de. Çocuk gözüyle bakınca mesela, dolu en güzel bir şey. Yetişkin ise eyvahlayarak bakar doluya. "Gitti bahçedeki bilmemneler!"...<br />
<br />
Bazen o an çok kötü görünen şey bir an sonra iyi görünür; bazen de tersi. Hangi an'a inanacağız peki; ve üstelik bana iyi görünen sana kötü görünebilir; kime inanacağız peki; her şey ve herkes mütemadiyen değişirken... Ve üstelik birkaç paragraf önce <i>iyi-kötü yok</i> diye atıp tutarken...<br />
<br />
Doluya karşı önlemimi alıp (ya da almayıp), yağdığında her halükarda onun keyfini çıkarabilir miyim? Dolu yağar, ben bu görsel ve duysal şölenin tadını çıkarırım ve sonra hasar tespite geçerim. Mümkün mü bu? Dolu yağdığı an, onun verebileceği zararı düşünürsem yazık olmaz mı şölene... O an yapabilecek bir şeyim yoksa, sadece izleyip onla kalabilir miyim acaba? Vakti geldiğinde yaraları sararım zaten, sarabildiğim kadar. Ve bir dahaki sefere belki daha dikkatli, daha önlemli yaklaşırım. Ha bu sefer de don vuracak belki; akıl edebildiysem ona dair de önlem almışımdır, edemediysem de canım sağ olsun.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
***</div>
<div style="text-align: right;">
</div>
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2G4fQTIHW4OIsoC7DXHY8tIH0Rz2BhxJ-lkB1ip2gdqnDQxloEt5wnfTA16FbFXGkHVpKOAYIcoxrOVnxPOCzxumZSokvIsg2ovJLlJUXePRfihC-J3cJXddzeDcvXV3WNSFXAiwZSpcv/s1600/mantaros.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="640" data-original-width="480" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2G4fQTIHW4OIsoC7DXHY8tIH0Rz2BhxJ-lkB1ip2gdqnDQxloEt5wnfTA16FbFXGkHVpKOAYIcoxrOVnxPOCzxumZSokvIsg2ovJLlJUXePRfihC-J3cJXddzeDcvXV3WNSFXAiwZSpcv/s400/mantaros.jpg" width="300" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">heykel ve fotoğraf: memço<br />
(arka plan: istanbul)</td></tr>
</tbody></table>
Bi' de geçenlerde ormana kuzu göbeği mantarı bulmaya gidip hiç bulamadığım(ız) o gün, bir yerlerden bir takım düşünceler fısıldanmıştı yine; gelenler nadiren aklımda kalıyorlar, bu ise kaç gündür yer ettiğine göre yazmalıyım.<br />
<br />
Kuzu göbeklerini ararken diğer her şeyi ıskaladığımı fark ettim bir an. Gözlerim göbeklere (kısaca öyle diyorlar) odaklanmıştı ve geri kalan hiçbir şeyi görmüyordum; göbek de bulamıyordum, o ayrı, yarın bir gün bulurum belki*. Fakat yine göbeğe çıkarsam algım yine sadece göbeğe açık olacak. Diğer şeyleri yine göremeyeceğim.<br />
<br />
Göbek konusunda sözsüz bir şekilde pes ettik ve sohbete başladık, bu sefer gözüme perde indi adeta, motor becerilerle yürüyor ve kısa an'lar haricinde hemen hiçbir şey görmüyordum. Sohbetin içinde yüzüyordum. Arada muhteşem bir manzaraya takılıyordu gözüm ve bir anlığına görüyordum lakin mevzu derindi, hızla sohbete dönüyordum ve şahane manzara, arka planda çalan ve bir süre sonra unuttuğum müzik durumuna geçiyordu.<br />
<br />
Bunların hiçbirinde iyilik ya da kötülük olduğunu söylemiyorum, olsa olsa farkındalık vardır; ki o varsa başka ne isterim. Buraya yazdım diye farkında mı oluyorum hemen? Kelimelerle kendimi(zi) kandırdığım(ız) çok sık olmuyor mu?<br />
<br />
Hepsinin ayrı güzelliği var ama: Göbek peşinde koşmak ayrı bir heyecan; bulmak, hem damak hem vücut hem bütçe için sevindirici; bulamamak biraz hayâl kırıklığı ama o bile tatlı belki. Sohbet mühim; anlamak, aktarmak (artık ne kadar olabiliyorsa), paylaşmak güzel. Dayanışmak, destek almak/vermek güzel; çoğu zaman göbek yemekten daha güzel. E manzara da güzel.<br />
<br />
Göbek, sohbet, manzara; hepsi güzel ve aslında ne fark eder. Olan oluyor ve yeni olanlara doğru akıyor, yeni olanları yaratıyoruz anbean; hepsi bu. Çok da büyütecek bir şey yok.<br />
<br />
Ama göbek biraz fazla güzel. Her şeyi ıskalamaya değebilir...<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** ***</div>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPDx2cNCJ9bh5FzwRQv6NhCAAkjbxMQ4C8fs_dadrInYYFXWDuZYjhLcyOhRfgdWboS6kIqHd0cn13NYwpQIC7UwbcTe2hf0bVD6945ZP5Wh9VbeIniSLKRNhB0TbMvs-hbvIb_fOZrQ5_/s1600/g%25C3%25B6bek+siftah.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1296" data-original-width="761" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPDx2cNCJ9bh5FzwRQv6NhCAAkjbxMQ4C8fs_dadrInYYFXWDuZYjhLcyOhRfgdWboS6kIqHd0cn13NYwpQIC7UwbcTe2hf0bVD6945ZP5Wh9VbeIniSLKRNhB0TbMvs-hbvIb_fOZrQ5_/s320/g%25C3%25B6bek+siftah.jpg" width="187" /></a></div>
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b>*</b> Bu satırların büyük kısmını 24 Mart'ta yazdım, paylaşmak bir hafta sonrayı buldu. Ve bu satırlardan birkaç gün sonra göbeklere de kavuştuk. Şükür... Immm...<br />
<br />
<br />emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com2Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-39334763512339972142018-02-06T13:07:00.000+03:002018-02-06T13:46:12.662+03:00Bir tüketim nesnesi olarak atölyeler, vörkşaplar...Bu konuda yazmaya kalkışmam ironik görünebilir. Zira özellikle şu sıralar, bir ya da birkaç günlük etkinlik, atölye vs. çağrıları yapıp duruyorum. Bu yazıda tüketim nesnesi hâline gelmiş atölyeleri, buluşmaları sorgulayacak olduğuma göre kendi ayağıma ateş ediyor olabilir miyim? Belki. Bu beni durduracak mı? Hayır. ((:<br />
<br />
"Tüketmekten ne anlıyorum?" diye sordum kendime şimdi ve aklıma ilk gelen cümle, <i>bir şeyi içselleştirmeden, sindirmeden, ondan beslenemeden kullanmak </i>oldu. Yani her türlü <b>kullan-at-unut</b> ilişkilenmemizi, tüketme kapsamına alıyorum galiba. Tükettiğimiz şey gıda da olsa, ilişki de, atölye de; temel mantıkta bir fark yok diye düşünüyorum.<br />
<br />
Ve müthiş bir yabancılaşma içinde yaşayan günümüz insanı hemen her şeyi tüketir oldu. Zamanımızı, paramızı ve diğer her şeyi tüketiyor, aslında çoğunlukla sadece oyalanıyor, harcıyoruz. Arada olan; her birimize, diğer canlı ve cansız varlıklara ve biricik Gaia'mıza oluyor tabii. Ama bütün bunları zaten biliyoruz değil mi?<br />
<br />
O yüzden bu kısmı kısa kesiyor ve konuya, etkinlikler özelinde mercek tutmak istiyorum. O kadar çok ilgi çekici davet ortada geziniyor ki birçoklarımız hangi birini seçeceğini, hangi birine ve nasıl bütçe ayıracağını şaşırıyor. Bu buluşmalar, birçokları için hayatın öylesine vazgeçilmez bir unsuru hâline geldi ki örneğin işinden ayrılmayı değerlendiren bir sürü kişinin "İyi de o zaman nasıl bu eğitimlere, atölyelere katılacağım?" sorusunu kendisine sorduğunu işittim.<br />
<br />
Tabii ki çok geniş bir skaladan bahsediyorum bu arada (yoga, kişisel gelişim-değişim-dönüşüm, ekolojik hayat, ekolojik beslenme, permakültür, seramik, ses, dans, ruhanî, diğer...) ve benim haberdar olduğum çalışmalar, yapılanın yüzde biri bile değildir belki. Ve bu yüzde birde bile o kadar kıymetli çağrılar oluyor ki bütün bunları görenlerin katılmak için yanıp tutuşmaları anlaşılmayacak bir durum değil elbette.<br />
<br />
Bunla birlikte, sorgulasak iyi olur diye düşündüğüm birkaç şey var; kişiler ya da çalışmalar özelinde değil ama genel olarak bunları paylaşmak istiyorum:<br />
<br />
1 - <u>Atölyeden atölyeye, inzivadan inzivaya koşmak:</u> Yukarıda paylaşmış olduğum sindirememe durumuna neden olan bir hareket bence. Eğer ki bu buluşmaların bana gerçekten hizmet etmesini istiyorsam, bir süre için o birkaç günde yapmış olduğum şeylerle, ortaya çıkan hislerle, hikâyelerle kalmalı ve bütün bunları içselleştirmeliyim. Ama hop orada hop burada boy gösterip üst üste bir sürü çalışmaya katılım sağladığımda bunu yapmam pek mümkün olamayabilir. Bu "bir süre için"i belirlemek için bir formül yok elbette; bunu ancak kendimle bağ kurabildiğim takdirde ben bilebilirim.<br />
<br />
İngilizcesi <i>fear of missing out</i> olan güzel bir deyim var: Kaçırma korkusu. Bu, uykum geldiği hâlde ortamda dönen muhabbetten mahrum kalmamak için yatağa gitmeye direnç olarak da tezahür edebilir, çağrıların cezbediciliğine karşı koyamayarak her atölyeden faydalanma istek ve coşkusu olarak da.<br />
<br />
Peki herhangi bir çağrıya cevap vermeden önce şu soruları sormak nasıl olur:<br />
<br />
- Bu çağrı bana gerçekten hitap ediyor mu? Yoksa yeni bir tüketim nesnesinin peşinden koşuyor olabilir miyim?<br />
- Bunun için doğru zaman şimdi mi? Yoksa bir sonraki çağrıya kadar beklemek bana hizmet edebilir mi?<br />
- Bu çağrıya gidecek olanın ben olması şart mı? Yoksa, çoğunlukla sınırlı kontenjanlar olduğunu da göz önünde bulundurarak, başvuruyu yapmak yerine alanı başka bir can'a bırakmak nasıl bir fikir?<br />
- Bana hitap eden, etkinliğin kendisi mi yoksa oradaki sosyal ortam veya başka bir şey mi? Sosyal ortam için bir şeylere katılmakta bir sakınca görüyor değilim ama bunun farkında olmak iyi bir şey bence. En azından kendimizi kandırmamış oluruz. :))<br />
<br />
2 - <u>Kişileri atölyeden atölyeye, buluşmadan buluşmaya davet etmek:</u> Bugünlerde sıklaşan çağrılarımı da göz önünde bulundurarak yazıyorum. Bu aralar benim için sıcak bir sorgulama konusu ve aşağıdaki gibi sorular soruyorum kendime, cevap bulmaya çalışmadan; ben sormaya devam ettikçe cevapların zaten zuhur edeceğini bilerek... Belki başkalarına da dokunur.<br />
<br />
İnsanları bir şeye davet ederken kendimde neyi beslemek istiyorum? Hizmet etme, paylaşma hissi ile mi çağırıyorum; benliğime, egoma yatırım yapıp sevilme, beğenilme, önde olma arzularımı mı tatmin ediyorum? Bu çağrılar kalbimden mi geliyor, yoksa etkinlik enflasyonu yaşanan şu dönemde kendi yerimi sağlama almaya ve güçlendirmeye mi çalışıyorum? Şu aralar hızlanmaya alışan zihnimi oyalayacak bir şeylerin mi peşindeyim, yoksa bu zamanlardaki oluş hâlim ve yaşam enerjim mi kendiliğinden ve en doğalından, daha çok "yapma"ya götürüyor beni? Ne olduğunu ve miktarını katılımcıların kendi belirledikleri karşılık armağanlarını alma hevesim bunun neresinde? Etkinlik açıklamasında vaat ettiğim şeyleri karşılayabilecek miyim, yoksa heyecanlanıp biraz uçuyor olabilir miyim? Kendimi fazla büyütüyor olabilir miyim?<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPT8IV6zQkoUF0mCPHVI7bO8Af6v2Xf27R6_tKhSMvQTlRWvL3-c1_K6fcCNmO0Jn9mmOKNN2OcPb1j5NgFrkHc1PGoI4kXozFrzRB3DLLneQR4iJ9c6FxgOzqrbwN7H8tmSienm-wQzRN/s1600/eceden+blog+i%25C3%25A7in.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1118" data-original-width="1600" height="278" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPT8IV6zQkoUF0mCPHVI7bO8Af6v2Xf27R6_tKhSMvQTlRWvL3-c1_K6fcCNmO0Jn9mmOKNN2OcPb1j5NgFrkHc1PGoI4kXozFrzRB3DLLneQR4iJ9c6FxgOzqrbwN7H8tmSienm-wQzRN/s400/eceden+blog+i%25C3%25A7in.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">çizim: Ece Pürtaş</td></tr>
</tbody></table>
<br />
3 - <u>Yüksek fiyatlar:</u> Çok zorlu bir alana girdiğimin bilincinde olduğumu paylaşarak başlayayım. Konu son derece öznel ve birçoğu somut, elle tutulur şeyler önermeyen fakat katılanlara çok ciddi katkılarda bulunma potansiyeli olan çalışmalara değer biçilmesi gerçekten hiç kolay değil.<br />
<br />
Yüksek fiyat nedir? Hangi çalışma için hangi fiyat yüksektir? Atölyeyi veren kişi, birikimini nasıl koşullarda edinmiş ve şimdi birilerine alan açıyordur? Bu birikimi edinmek için ne gibi maddi-manevi ödemeler yapması gerekmiştir? Yaptığı çalışmadan bağımsız, bu kişinin gerçek ihtiyaçları nedir? Para ile karşılanabiliyor mudur?<br />
<br />
Her birinin cevabı herkese göre değişken olacağı için bu konuda devam etmekte zorlanıyorum; bir yandan da içimdeki çocuk "İyi de şu-şu atölyelerin şu fiyatlara olmasında biraz aşırılık yok mu yani?" diye yırtınıyor. Mesela geleneksel ve basit bir bilginin üç saatlik bir paylaşımının karşılığında 150 - 200 TL istenmesinin aşırılığı da mı öznel yaklaşımım, yoksa baĞzı şeyler gerçekten de biraz abarmış durumda mı?<br />
<br />
Yüksek fiyatlara takılmamın temel nedeni, kişilerin bundan edindikleri parayı hak edip etmedikleri değil. Daha ziyade, bu "iş"lerin gittikçe sektörleşmesi, sistemin bir parçası hâline gelmesi. Yukarıda yazdığım üzere, yapılan çalışmaların birçoğunu çok beğeniyor, çok faydalı buluyorum. Ve galiba bütün bunların, herhangi bir para kazanma aracına dönmesi ya da mevcut hayatlarından memnun olmayan kişilerin birkaç günlüğüne deşarj olarak hayatlarını aynı şekilde sürdürebilmelerini desteklemesi gibi sonuçları tercih etmediğimden bunca önemsiyorum bu konuyu.<br />
<br />
Ama her zaman yazdığım ve söylediğim üzere, bu güzel "iş"leri yapan kişilerin bunları yapabilmeye, bilgi, deneyim ve becerilerini aktarabilmeye devam etmeleri için beslenmeleri ve dengeli karşılıklar almaları çok önemli. Bütün bunlar, bu şeylerden para edinmeye karşı olduğum gibi bir izlenim oluşturduysa, bu izlenimi yavaşça yere bırakın lütfen.<br />
<br />
4 - <u>Çareyi hep dışarıda aramak:</u> Birçok insanda düşünme ve hareket tembelliği ve kolaya kaçmayı isteme görüyorum. Yok, hiçbir şeye illaki zor yollardan, acı çekerek, sürünerek ulaşılacağını düşünüyor değilim. Kendi adıma, geldiğim noktada hayatımdan epey memnun bir insanım ve hiç de büyük acılardan, dev fedâkarlıklardan geçmiş gibi hissetmiyorum. Ancak hayatımı, içimden gelen farklı bir doğrultuya yöneltmeye başladığımda kendimi rüzgâra bıraktım, gerek maddesel ve bildiğimiz anlamda gerekse manasal düzeyde bir yolculuğa çıktım ve halen onun içindeyim. Bu yolculuktaki öznel keşiflerimi seve seve ve heyecanla zaten paylaşıyorum, o da ayrı fakat hiç tanımadığım bir insanın tek bir cümleden oluşan e-postasında "<a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2015/11/sehirden-gocmek-isteyenler-icin-bir.html" target="_blank">Yazınızı</a> okudum ve çok beğendim; sizce Ege'de hangi köyler bizim için uygun olabilir?" diye sormasını anlamakta güçlük çekiyorum. Fikir sormakta, almakta hiçbir sorun yok ama hiç değilse bu iletiye biraz emek vermek ve kendi koşullarından, hayallerinden vs. bahsetmek daha makul olmaz mı? Benzer şekilde, aynı yazıda, kırsalda para edindiğim beş örnekten bahsetmişim ama gelen başka bir e-posta "Oralarda başka ne şekilde para kazanabilirim?" diye soruyor. Soru tam olarak yanlış değil ama adresin yanlış olduğu kesin.<br />
<br />
Biraz uzattım ama meramımı anlatmak için faydalı olduğunu umuyorum. Atölyelerde de benzer bir durum gözlemliyorum, ki bu, atölyeden atölyeye koşma maddesiyle de bağlantılı. İnsanlar kişisel yolculuklarında ilerlemek istiyorlar, çok da iyi ediyorlar ve fakat bazı dostlar her şeyi hazır ve dışarıdan istiyorlar. Birileri ona ne yapması gerektiğini, nasıl düşüneceğini, neleri değiştireceğini, nasıl meditasyon yapacağını ve diğer her şeyi öğretsin; her şey değişiversin, hep beraber aydınlanıverelim.<br />
<br />
Bir yandan hepimizin bir olduğuna, ayrılmaz bir bütünün parçası olduğumuza inanıyorum, diğer yandan ise bu bütün içinde her birimizin biricikliği söz konusu. Herkesin huyu, suyu, anlama kapasitesi, anlama süreci, hangi yolları seçeceği, sindirme, hazmetme süreci ve diğer her şeyi farklı. Ama birçoğumuz kişisel yolculuğunu ve gelişimini paket programlara indirgemiş durumda ve bu da olsa olsa, programlı ve aynılaşmış kişisel yolculuklara; her yerde karşımıza çıkan ve içi pek de dolu olmayan ezber cümlelere yöneltiyor bizleri. Velhasıl, gidelim tabii, gitmeyelim demiyorum ama kendi özgün yolumuzu bulmamıza yardım edecekse, bu niyetle gideceksek gidelim. Aksi takdirde, özellikle inzivalarda rüya gibi birkaç gün geçirip gündelik hayatımıza döndükten sonra, için için değiştirmeyi çok istediğimiz kabuğumuza daha çok sığınır ve kaldığımız yerden devam etmeye çalışırsak, daha bile fazla zorlanmamız mümkün. Zira önceden en azından uykudaydık; şimdi ise başka bir dünyayı, başka bir iletişim hâlini bir ya da birkaç günlüğüne deneyimlemiş olarak eskiye dönmek ve orada sıkışıp kalmak hiç de kolay değil.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Tüm bunlar ve özellikle ikinci maddede kendime de sorduğum sorular bir yana, bu buluşmalar, atölyeler gayet güzel bir aradalıklar ve -en azından benim katıldıklarım- başka bir dünyanın mümkün olduğunu hepimize gösteren ilham verici örnekler. Ayrıca Eisenstein'ın <a href="https://charleseisenstein.net/books/the-more-beautiful-world-our-hearts-know-is-possible/" target="_blank">kitabında</a> yer verdiği üzere bu tip buluşmalar, inzivalar, yalnız olmadığımızı, deli olmadığımızı hatırlatıyor bize; ki sırf bu bile çok kıymetli.<br />
<br />
Yalnızca istiyorum ki olay tüketmeye dönmesin, istiyorum ki bu konular da iyice piyasalaşıp sistemin değirmenine su taşıyan piyonlar olmasın.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
<b>Okuyana not:</b><br />
<i><br /></i>
<i>Bi'şey dicem. Bu yazıları okuyor, beğeniyor, güzel güzel yorumlar yapıyor olmanız benim için harika armağanlar ve geri dönüşler. Bunla birlikte kendimi berekete ve karşılık armağanlarına daha da çok açasım var artık. </i><br />
<i><br /></i>
<i>Eğer ki bu yazım veya daha öncekiler, belki <a href="https://www.facebook.com/Yeniye-Do%C4%9Fru-705802472894681" target="_blank">kitabım</a> veya yaptıklarım sana iyi geliyor ve bunlara dair minnet hissi besliyorsan ve manayı maddeye çevirmek istersen ben buradayım. Her türlü karşılık armağanını (para ve diğer) keyifle ve sevinçle kabul ediyorum.</i><br />
<i><br /></i>
<i>Anlamlı şeyler yaptığımı düşünüyor ve bunların hiçbirini belirlediğim bedeller karşılığında satmıyor, öylece sunuyorum. Yüreğine dokunduğum kişilerden ise bu anlamlı şeyler karşılığında bir şeyler almayı çok istiyorum. Zira aldıkça daha çok verme isteği duyuyor, verdikçe daha çok alıyorum ve bu muhteşem alışveriş hâlinin daha da büyümesine niyet ediyorum. Haberin olsun. 💗</i>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com4Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007tag:blogger.com,1999:blog-8871508998001322166.post-24101613575251672102018-01-14T13:52:00.001+03:002018-02-23T16:40:28.884+03:00Ben ne yapabilirim?<a href="https://charleseisenstein.net/books/the-more-beautiful-world-our-hearts-know-is-possible/" target="_blank">The More Beautiful World Our Hearts Know is Possible</a>, Türkçesiyle, <i>Kalplerimizin Mümkün Olduğunu Bildiği Daha Güzel Dünya</i>'yı okuyorum; ki üniversite yıllarından sonra İngilizce olarak okuduğum ilk kitap. Bu blogda <a href="https://www.okuyanus.com.tr/urun/kutsal-ekonomi" target="_blank"><span style="color: red;">Kutsal Ekonomi</span></a> adlı muhteşem kitabını sıkça andığım Charles Eisenstein'ın mevcut dört kitabından biri. Şu an için Türkçesine ulaşamazsınız ama çok uzak olmayan bir gelecekte, çok şükür ki mümkün gibi görünüyor. Bu da konuya dair kamuoyuna ilk bilgi sızdırma olsun. Kıpss!<br />
<br />
İngilizce kelime haznem, Charles'ın her yazdığını anlamama yetmiyor ve sürekli sözlüğe bakmak akışı bozduğu için çoğu zaman kullanmıyorum ama anladığım kadarı bile ilhamla dolup taşmama yetiyor. Zaten kitap hem aklıma hem ruhuma hitap ediyor ve içeriği kaçırdığım kısımlarda bile özü bir şekilde anlıyorum.<br />
<br />
Eisenstein, burada birkaç cümleyle ya da paragrafla özet geçmeye cüret edemeyeceğim çok ama çok kıymetli bakış açısını, düşüncelerini, duygularını paylaşırken dünyaya ve sisteme dair muazzam tespitlerde bulunuyor. Ruhun maddeden, kalbin zihinden, soyutun somuttan kopuşunu çok başarılı ve isabetli bir şekilde göz önüne seriyor ve yazılmakta olan, aslında bir şekilde hep birlikte yazdığımız <i>yeniden birleşme öyküsünü</i> ustalıkla anlatıyor, daha doğrusu hatırlatıyor hepimize.<br />
<br />
Bu adamı, yazılarını, kitaplarını bu kadar seviyor olma nedenlerimden biri de mutlaka ki onaylanma ihtiyacım. Yine Charles'ın da kitapta yer verdiği üzere, istisnalar varsa kaideyi bozmasınlar, hepimizin görülme, duyulma, anlaşılma ve bir ölçüde onaylanma ihtiyacı var; ve bu adam bu kitapları sanki bana yazmış gibi okuyorum. Hayata bakışıma o kadar paralel bir yerden düşünüyor, yazıyor ki "ohh" diyorum, "yalnız değilim; deli falan da değilim". Üstelik benim akıl edebileceğimden ve bilebildiğimden daha zekâ ve bilgi dolu bir yerlerden sesleniyor ve hayata bakışımın manevi kısmı güçlenirken içeriği de genişliyor, bakış açım zenginleşiyor... Yazdıkları kalbime de zihnime de o kadar güzel dokunuyor ki okurken heyecanlanıp coşkulanıp acayip sesler çıkarıyorum (beni tanıyanlar için, kahvaltı esnasında çıkardığım seslere benziyor diyeyim, o kadar yani!).<br />
<br />
Tüm bu kocaman girişi yazma gibi bir niyetim yoktu ama bir anda dökülüverdi bunlar. Hem bu kocaman giriş, belki birkaç kişiyi <a href="http://www.charleseisenstein.net/" target="_blank"><span style="color: red;">Charles</span></a>'ın kitaplarıyla, yazılarıyla, videolarıyla tanıştırır; inşallah amin.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
Esas yazacağım şey ise, yine kitaptan da bilgi, güç ve esin alarak söylüyorum, bireysel bazda yapabileceğimizi yapma, harekete geçme hikâyesine dair.<br />
<br />
Küresel boyutta yaşadığımız kriz çok büyük ve gidişat çok parlak değil (en azından bulunduğumuz yerden görünen bu). Aslında hepsi de iç içe olan ve birbirini tetikleyen, iklim değişikliği ve diğer çevresel sorunların oluşturduğu <b>ekoloji krizi</b>, para, istihdam ve üretim-tüketim sistemlerimizin yarattığı ve hiçbir yere gidecek gibi görünmeyen <b>ekonomik kriz</b>, bireysel ve toplumsal yaşamlarımızda var olan <b>psikolojik,</b> <b>sosyolojik, toplumsal krizler</b> tüm çıkışları tutmuş durumda ve ne yapacağımızı bilemiyoruz.<br />
<br />
Çare bulmaya çalışanların büyük çoğunluğu ise alışıldık kalıplarla düşünüyor ve sorunlara illaki bütünsel çözümler bulmaya çalışıyor ve elbette ki başaramıyorlar. Bunun iki ana nedeni var gibi: <u>Birincisi</u> -bu sefer de Albert <b>Einstein</b>'a selam olsun- sorunları, onları yaratan bilinç seviyesi ile çözmeye çalıştığımız için; <u>ikincisi</u> ise bunlar çok büyük ve aslında tamamen birbirine bağlı, birbirini besleyen, yeniden ve yeniden üreten sorunlar oldukları için; çözmeye yeltendiğimizde, koskocaman sorun yumağının dokunabildiğimiz kısmı çok ufak kalıyor. Tüm zihniyetimizi, paradigmalarımızı kökten değiştirmeden büyük bir şeyleri harekete geçirmeye çalıştığımız takdirde çuvallamaya mahkûmuz gibi görünüyor.<br />
<b><br /></b>
<b>Soru </b>basit: Peki ne yapacağız? <b>Cevap</b> daha da basit: B-i-l-m-i-y-o-r-u-z!<br />
<br />
Ve işte tam da umutsuz ve çıkmaz görünebilen bu durumdan, bakmasını bilene, her türlü hareket ve eylem olanağı fışkırıyor. Zira durum tam anlamıyla arapsaçına dönmüş durumda ve buna; kapsayıcı, herkese ve her şeye uygun çözümler aramak, biz bireyler, kurumlar -ve hatta devletler- için bile imkânsız görünüyor ve tam da bundan dolayı, bize düşen, elimizden geleni yapmaktan, bizi <i>çağıran</i> şeyler her ne ise onlarla başlamaktan başka bir şey değil. Bu da eylem demek, harekete geçmek demek! Hemen bugün, şimdi...<br />
<br />
Bazen arkadaşlarımla konuşurken, bazen tanımadığım insanlarla yazışırken, bazen de bir grup önünde hikâyemi anlatırken sıkça karşılaştığım bir soru/eleştiri var. Herkes konuyu başka yerinden tutsa ve başka cümlelerle ifade etse de aşağı yukarı şöyle bir şeyler: <i>İyi, tamam, yaptığın / yazdığın / önerdiğin çok güzel de bunun bütüne faydası ne olacak; hem sen yapabiliyorsun da Xyz de yapabilecek mi; gençler hiç bunlarla ilgili değiller maalesef</i> gibi yorumlar, sorular... İlk duyuşta makul görünen, -hiç merak etmeyin- benim de kendime sıkça yönelttiğim bu bakış açısında pek de doğru olmayan şeyler var diye düşünüyorum:<br />
<u><br /></u>
<u>Birincisi</u>, kimin hangi eylemi, düşüncesi bütünü, bütünüyle etkileyebiliyor ki? Yani her şeyden önce, bu mümkün mü? Ne olduğunu arayıp durduğumuz o "her şeyi düzeltecek" çözüm(ler) gerçekten var mı? <u>İkincisi</u>, eğer ki yaptığım şey yalnızca bende çalışıyor, sadece beni "kurtarıyorsa"; yani bütünden geçtim, benden gayrı tek bir kişiye dokunmuyorsa bile, -doğaya ve bütüne zararlı olmamak kaydıyla- en azından bende çalışıyor olması, kendi çözümümü bulmuş olmam, yine de iyi bir şey değil mi? Bir yerde yangın varsa ve içinde on insan ölmek üzereyse ve sadece iki kişiyi kurtarma imkânınız varsa bu ikisini kurtarmayı mı seçersiniz, yoksa hepsini kurtaramayacağımıza göre bir anlamı yok diye mi düşünürsünüz? <u>Üçüncüsü</u> ise, her birimiz biricikken ve herkesin sorunları nasıl gördüğü ve bunlara verdiği cevaplar birbirinin aynı olamayacakken, üstelik yeniden altını çiziyorum ki konu her yere dallanıp budaklanmışken birilerinin çıkıp "Tamam, şunu şunu yapıyoruz ve kurtuluşa bu yoldan gidiyoruz" şeklinde diğerlerine birtakım çözüm yollarını dayatması, mümkün olmaması bir yana, doğru mu?<b><span style="color: #bf9000;">*</span></b><br />
<br />
Ben, bana düşeni yapmakla mükellefim; ötesi için, yani bütünün şifalanmasına dair niyetlerim, umutlarım canlı olabilir, bunun gerçekleşmesi için elimden geleni yapabilirim ve bence yapmalıyım da. Ancak yaptığım şeyi, sadece ve sadece bütüne dokunması şartı altında yapacak, aksi takdirde tatminsizliğe düşeceksem, kilitlenmemem ve pasifize olmamam pek mümkün görünmüyor.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdN3U89FGL6Hoj0T5Dcr_ta_cBR4c8XtbsJ1IyGplzjUoO5sLsY9qeyS6q1EFuQZpbhiw2bOzGppwYC9OpbvjtmjNxuu77hdEO6_GUIAD0u1EB55dqIH3honR-ycoEH-mV336SS4U_wH9D/s1600/gizemden+blog+i%25C3%25A7in+%25C3%25A7izim.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="164" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdN3U89FGL6Hoj0T5Dcr_ta_cBR4c8XtbsJ1IyGplzjUoO5sLsY9qeyS6q1EFuQZpbhiw2bOzGppwYC9OpbvjtmjNxuu77hdEO6_GUIAD0u1EB55dqIH3honR-ycoEH-mV336SS4U_wH9D/s400/gizemden+blog+i%25C3%25A7in+%25C3%25A7izim.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kanatları takarken belki bir miktar kanama olabilir<br />
ve/fakat sonrasında uçuşa geçeceksek değmez mi?<br />
Görsel: Bengi Gizem Turna</td></tr>
</tbody></table>
<br />
Ben, bana düşeni yapmakla mükellefim; bir allahın kulu yapmasa da ben pazara giderken kullanılmış poşetlerimi, bez çantalarımı, hatta peynir vs. için kaplarımı yanımda götürmeye devam edeceğim; büyük çoğunluk bireysel araçlarını yerli-yersiz kullanmaya, fabrikalar hiçbir gerçek fayda yaratmayan ürünleri üretmeye tam gaz devam etse ve kolektif olarak enerji tüketimi canavarlığını, yani sürdürülemezi sürdürmeye çalışıyor olsak da ben kullanmadığım zamanlarda bilgisayarımın fişini çekmeye devam edeceğim; milyarlarca insan birbiriyle hiç de hayırlı olmayan şekillerde iletişim kuruyor olsa da ben, elimden ve kalbimden geldiğince çevremdekilerle şefkat ve sevgi dolu bir iletişim içinde kalmaya gayret edecek; yılda 50, 100 ya da ne kadar oluyorsa o kadar insanı <i>çember</i>le buluşturmaya devam edeceğim.<br />
<br />
Nicel olarak <i>hesap</i> yapınca, eylemlerimin ne kadarcık şeye etki ettiğine bakmadan, yapabildiğimi küçümsemeden, boşvermeden...<br />
<br />
Ben, bana düşeni yapmakla mükellefim. Atmış olduğum adımlarımın beni bireysel bazda tatmin ederek (uyuşturarak) daha kolektif adımlar atmamı engellememesine dikkat etmekte büyük fayda var; bunun dışında ise yapmam gereken öncelikli şey kendimi dönüştürmek, değişimin kendisi olmak. Görmek istediğim değişim olabildiğim, hayata dair özlediğim şeyleri önce kendi yaşamıma geçirebildiğim takdirde, en azından kendi adıma içim rahat olur, bu karmaşanın içinde bile huzurlu yaşamayı becerebilirim. Bu şekilde yaşamayı becerebildiğim takdirde, çevremdekilere ve hatta internet sağ olsun, uzaklardakilere bir nevi örnek olabilirim. Aldığım teşekkür ve takdirlerin büyük kısmı, insanların kendi ifadeleriyle; keyifli bir yaşamın, başka bir dünyanın mümkün olduğunu onlara gösteriyor olmamdan kaynaklanıyor-muş.<br />
<br />
Ayrıca bir de morfogenetik alanlar teorisi var. Doğruluğundan yüzde yüz emin olmadığım ama bana iyi gelen, içimi açan bu teoriye göre, bir grup insan belirli bir konuda belirli bir şekilde davranmaya başladığında, belirli bir sayıdan sonra (bu sayıya <i>kritik kütle</i> deniyor) bu, kolektifi de etkileyecek ve bu davranışlara birebir şahit olmasalar bile, enerjisel bir şekilde o şekilde davranmaları mümkün olacaktır. Birçoğunuzun duyduğunu sandığım <i>yüz maymun fenomeni</i>, bunun bir örneğidir.<br />
<br />
Morfogenetik alanlar teorisinin çalıştığını kesin olarak bilemesem de, hatta yanlış olduğunu bir şekilde kesin olarak bilsem bile, yine yukarıda yazdığım şekilde hareket etmenizi önerirdim. En azından ilk iki maddenin varlığı ve gerçekliği ortada. Yani kendimize ve bir şekilde dokunduğumuz kişilere fayda sağlama kısmı. Ehh, doğru bildiğini yapmak, doğru bildiğin olmak için bunlar yeter de artar bile; bence...<br />
<br />
Velhasıl, herkes öncelikle kendine düşeni yapmakla, kapısının önünü süpürmekle mükellef ve kime neyin düştüğünü bilmek, kimin hangi süpürgeyi kullanacağını dışarıdan empoze etmek ne mümkün ne de doğru. Kimi cam şişelerin geri dönüşümüne kafayı takacak ve bu konuda bir şeyler yapacak; kimi yoksul çocukların daha mutlu olması için onlarla çalışmalar yapacak, belki bir mahalle ya da köy tiyatrosu kuracak mesela; kimi azınlık haklarına kafayı taktığı için bu konuda araştıracak, yazacak, konuşacak, anlatacak; kimi kendini meditasyona ve öz farkındalığa adayacak; kimi de öğrenmiş olduğu şifa tekniklerini uygulayacak ve dokunabildiği kadar insanın şifalanmasına destek olacak. Kimisi bunların birkaçını aynı anda yaparken kimisi bambaşka güzellikler yaratmakla meşgul olacak.<b><span style="color: #bf9000;">**</span> </b><br />
<br />
Bunların hiçbiri diğerinden önemli değil, hiçbiri diğerinden öncelikli de değil. Bana kalırsa ne yapacağımıza, hangi alanlarda <i>çalışacağımıza</i> bakarken dikkat etmemizin hayırlı olacağı iki önemli nokta var: <u>Birincisi</u>, yaptığımız şey(ler)i, birtakım idealist sebeplerle, içimizin oraya akmamasına rağmen ve kendimizle mücadele hâlinde değil, gerçekten de buna <i>çağrıldığımız</i>, içimizden dolup taştığı için yapmaya, yani <i>oluş hâlimizin eyleme dönmesine<b><span style="color: #bf9000;">***</span></b></i> dikkat etmeliyiz; ki bu şekilde yaşamak ve eylemek, aynı zamanda sürdürülebilirliğin, tükenmemenin de anahtarı. <u>İkincisi</u> ise, eylemlerimizin söylemlerimizle uyumlu olması. Camın geri dönüşümüne kafayı taktıysak, önce bizim en ufak bir cam parçasını dönüşüm kumbarasına götürmemiz; azınlıklarla çalışıyorsak, önce kendimizin günlük hayatta kimseyi ötekileştirmediğinden emin olmamız, büyük sorunlarla çalışırken bireysel hayatımızdaki durumları görmezden gelmememiz; karbon salımına kafayı taktıysak, önce kendimiz uçağa binmeyi, özel koşullar haricinde kabul etmemeliyiz. "Önce büyük sorunları çözelim de ...", "Önce devrim yapalım da ..." gibi yaklaşımların modasının çoktan geçtiğini düşünüyor, değişimin bizde başladığını kuvvetli bir şekilde hissediyorum. Zaten bu şekilde davranmadığımız, bu şekilde yaşamadığımız, görmek istediğimiz değişim olmadığımız zaman bir sahtelik oluyor, her şeyden ve herkesten önce kendimize karşı bir sahtelik bu; bir "olmama" hâli, bir şeylerin oturmaması durumu...<br />
<br />
<b>Ve nihayetinde elimizden geleni yapacak, bu hayatın hakkını vermeye çalışacak, tadını çıkaracak ve her şeyin çok daha keyifli, şenlikli, bütün için hayırlı olmasını umacağız. Ve olacak da...</b><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
<b>Dipnotlar</b><br />
<br />
* Bireylerden başlayıp bütüne yayılacağını umduğum (d)evrim sürecine dair, bir yıl kadar önce şöyle bir yazı yazmıştım: <span style="color: red;"><a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2016/12/once-tek-tek-sonra-cok-cok.html">icimdensohbetler.blogspot.com/2016/12/once-tek-tek-sonra-cok-cok.html</a></span><br />
<br />
** Bu arada kimisi ise eski kalıplarla yaşamaya, bakış açısını değiştirmeyip "Böyle gelmiş, böyle gider", "Biz mi kurtarıcaz dünyayı", "Aman boşver" vs. demeye devam edecek. Onlara da şefkat!!<br />
<br />
*** Olmak - yapmak ikiliğine dair ise, bir ay kadar önce yazmıştım: <a href="http://icimdensohbetler.blogspot.com/2017/12/diger-yol.html">icimdensohbetler.blogspot.com/2017/12/diger-yol.html</a><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
*** *** ***</div>
<br />
<b><u><i>Okuyana not:</i></u></b><br />
<i><br /></i>
<i>Okuduklarınız sizde bir yerlere dokunuyorsa, buradaki heyecanı ve emeği onurlandırmak ve yazana maddi bir karşılık armağanı vermek (para veya diğer) ya da okuduklarınıza dair geri bildirimlerinizi, fikirlerinizi, kendi tecrübenizi, olumlu ve olumsuz eleştirilerinizi paylaşmak isterseniz,</i><br />
<i><b><br /></b>
<b>emreertegun@gmail.com </b>adresinden bana ulaşabilirsiniz.</i><br />
<i><b><br /></b>
Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana aç ve açığım. :))</i>emrehttp://www.blogger.com/profile/09705167870363750367noreply@blogger.com2Gökçeovacık, Fethiye36.786003 28.9805200000000736.7796445 28.970435000000069 36.7923615 28.99060500000007