Sayfalar

29 Ekim 2015 Perşembe

bir "son bir kez oy kullanma" daha

7 Haziran seçimleri öncesinde, artık oy kullanmamaya karar vermiş olmama rağmen HDP, parti olarak seçime girdiği için son bir kez oy kullanacağımı paylaşmıştım. Şimdi ne yapacağımı en baştan yazmak gerekirse, (artık nasıl oluyorsa) "bir kez daha son bir kez" oy vereceğim ve adres yine HDP olacak.

Neden böyle yapacağım: Her şeyden önce, 7 Haziran seçimleri resmen "sayılmadı". Bildiğim kadarıyla böyle bir şey ilk kez oluyor. Sonuçları beğenmediler (gerek kendi oy oranlarını gerekse %13'ü geçen HDP'nin oy oranını), oyalandılar, hükümet kurulmadı ve hop yeniden seçim... Beğenmedikleri sonuçları beğenecekleri hale getirmek için ülkeye korku ve terör saçtılar, saçıyorlar. Hala anaakım medyadan haber takip ediyorsanız belki hiçbir fikriniz yoktur ama Suruç'ta, Yüksekova'da ve diğer Güneydoğu şehirlerinde geçtiğimiz aylarda yapılanlar, 90larda yaşananları aratmadı. Ha, 90larda ne oldu ki diyenler olabilir, biraz araştırın ve görün efendim. En kestirme yoldan, aklıma gelen bir kitap var mesela: Bildiğin Gibi Değil. Ayrıca Güneydoğu'da olanları görmediyseniz, duymadıysanız bile başkentin göbeğinde 100 arkadaşımızı uğurladığımız patlamayı duymamış olamazsınız diye düşünüyorum. Bu patlamada, devletin çok ciddi bir rolünün olduğu pek şüpheye mahal bırakmıyor. Oradan durumu nasıl okuyorsunuz, bilmiyorum tabii.

Ülkede tüm bunlar olup biterken HDP'nin ve özelilkle Demirtaş'ın açıklamaları yüzümü güldürdü, içimi ısıttı. Patlamada partiden 30 küsur kişiyi kaybediyorlar, ısrarla "barış" diyorlar; yüzlerce kişi tutuklanıyor, ısrarla "müzakere" diyorlar; diğerleri somurttukça bu adamlar gülümsüyor, sakinliklerini kaybetmiyorlar. Daha ne olsun...

MHP ve -kendini MHP'ye yakın ilan eden- CHP'ye dair iki kelam etmek bile zor geliyor valla. Zaten onlara yer verecek kadar takip etmiyorum ülke gündemini. Yalnız şunu söyleyeyim: bu iki parti de "eski"de o kadar çakılıp kalmışlar ki gerçekten üstüne konuşacak bir durumları yok. En azından benim için...

Tüm bunlar bir yana, daha önce de söylediğim üzere sistemden bir çözüm bekliyor değilim. Durumu yaratan, sistemin ta kendisiyken çözümü ondan beklemek, oy vererek bile olsa onu beslemek hiç de akıllıca ve gerçekçi gelmiyor. Ama bizlerin "yeni dünya"da kendi çözümlerimizi yaratma yolunda devam edebilmemiz için nefes alacak bir alana ihtiyacımız var. Bu alan da, her şey bir yana, tek başına bir AKP iktidarının kurulamaması halinde daha fazla açık kalacak diye düşünüyorum. Bundan dolayı HDP'nin barajı geçmesini istiyorum. Hem benim gibi birkaç insanın orada olması bana daha iyi, güvenli hissettiriyor.

Son olarak... Bu seçimde HDP'nin baraj sorunu yok sanırım ama bana öyle geliyor ki HDP, en az geçen seçimdeki oyunu yine almalı. Bu sakinliklerinin, barış yanlılıklarının karşılığında oyları düşmemeli. Bunu hak etmiyorlar. Yine en az %13 alsınlar ki en azından 7 Haziran'da gelen destek azalmamış -ve tercihen artmış- olsun. Biraz da bu nedenle oyumu kullanmaya karar verdim aslında. HDP'nin barajını %13 olarak gördüğüm için yani...

Ama bu son olsun diye niyet ediyorum, umarım ve sanırım ki gerçekten son. Bu ülkede çok kritik, en kritik seçimler hiç bitmez ama bu sefer ki biraz fazla kritik sanki. Bir Ortadoğu ülkesine mi dönüşeceğiz, iyi kötü devinmeye devam mı edeceğizin seçimini yapıyor gibiyiz ve ben, en azından iyi kötü devinmeye devam edelim istiyorum.

Not: Bu yazıda HDP'ye oy verme nedenim olarak tek başına bir AKP iktidarı istemediğimi, ülkeyi terörize ettiklerini düşündüğümü ve HDP'nin tutumunu beğendiğimi yazdım ama tek konumuz bunlar değil tabii ki. Burada uzun uzun yazmayacağım ancak başta ekolojik yıkım, kadın ve işçi cinayetleri olmak üzere birçok konu başlığında da AKP iktidarının rolü çok büyük ve yine HDP, bütün bu konularda bana en yakın olan parti. Kısacık da olsa altını çizmek istedim.

27 Ekim 2015 Salı

"olan" ve "olması gereken"

Üniversitede iktisat okudum ben. Üç ya da dördüncü sınıfta, dersin birinde, pozitif iktisat ve normatif iktisat kavramlarını öğrenmiştim. Pozitif iktisat, olanı incelerken; normatif iktisat olması gerekene bakarmış.

Bu ayrım -şu an hatırlamadığım bir vesile ile- dün bir anda zihnimde yandı söndü, sonrasında ise böyle bir ayrım yapmanın günümüzdeki anlayışla ne kadar örtüştüğünü fark ediverdim. Bi' olan var, bi' de olması gereken, ve bunlar birbirinden tamamen farklı şeyler...

Peki acaba istediğimiz dönüşüm, olanı ve olması gerekeni keskin bir şekilde birbirinden ayırdığımız için gerçekleşmiyor olabilir mi? Hatta sadece birbirinden değil, kendimizden de ayırıyoruz, özellikle de olanı!

Şimdi şöyle oluyor (yani, galiba...): Hepimizin kafasında olmasını istediklerimiz, yani bir takım olması gerekenlerimiz var ve bunların çoğunda aslında ortaklaşıyoruz. Sanıyorum ki özünde hepimiz güvenli, huzurlu bir dünyada yaşamak istiyoruzdur. İyi beslenmek, sevdiğimiz etkinlikler ve insanlar için vakit ayırmak, keyifli zaman geçirmek vs. Bunları istemeyen var mıdır bilmiyorum ama varsa da kafaları karıştığı içindir. Daha doğrusu dünyanın mevcut hali bize bunları sağlamadığı için bunlara inanmaktan vazgeçmiş olabilirler diye düşünüyorum. Ama nihayetinde her benliğin ülküsü, kendini özgürce ifade edebilmekten, kendi olabilmekten başka bir şey değildir herhalde.

Eğer buraya kadar yazdıklarım benim uydurmam değilse, -kabaca- ortak olan olması gerekenimize doğru ilerleyebilmemiz gerekir. Zira hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Ama olmuyor değil mi? Neden? Çünkü kapı gibi olan var karşımızda. Ölümler, zulümler, sıkıntılar, açlık, kötü beslenme, sıkıcı ve anlamsız hayatlar vs. Olan böyle olunca olması gereken bir türlü olamıyor değil mi?

Peki büyük çaplı olanı oluşturan şeyler neler? Tek tek hepimizin olanları. Yani biz kendi olanımızı değiştirdiğimiz takdirde büyük çaplı olanda da değişim gerçekleşebilir. Garantisi var mı? Galiba yok. Zira büyük çaplı olanın değişmesi için değişen küçük olanların sayısının artması gerekiyor. Ancak tersinin garantisi var. Küçük çaplı olanlar değişmediği sürece büyük çaplı olanın değişmeyeceği kesin.

Ayrıca "garantisi yok" dedim ama kendi tecrübelerimden ve gözlemlerimden yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bir kişinin olanının değişmesi öyle parlak bir ışık saçıyor ki etki alanı kocaman. Bu, değişen kişinin etki alanındaki birçok kişinin değişim-dönüşüm sürecine ciddi bir etki yapıyor ve böylece değişim, tahmin edebileceğimizden çok daha hızlı yayılıyor ve büyük çaplı olanımız, büyük çaplı olması gerekenimize hızla yaklaşıyor.

Örnek üstünden gitmek gerekirse... Şiddet dolu bir toplumda yaşadığımızı varsayalım. Şaka şaka, ne varsayması, şiddet dolu bir toplumda yaşıyoruz. Bu bir olgu, yani olan. Kime sorsan, olması gerekenin barış içinde yaşamamız olduğunu söyler. En savaş ve şiddet yanlılarının bile derinde bunu istediğine eminim. Mevcut güvensizliklerden, olanın değişmeyeceğine olan inançtan dolayı savaş ve şiddet yanlısı o insanlar (yani bence).

Peki hepimizin (hadi en azından "çok büyük bir kısmımızın" diyelim) olması gerekeni barış içinde yaşamakken olanımız neden buna evrilmiyor? Çünkü şiddet içimizde, her yerde. Öncelikle, büyük kısmımız kendimizle kavgalıyız. İstediğimiz hayatı yaşamak bir yana, yanından bile geçmiyoruz. Ne hayallerimiz var (olması gereken) ve neler yaşıyoruz (olan)? Kendimize nasıl davranıyoruz? Olan ne, olması gereken ne? Kendimizi seviyor muyuz? Olan ne, olması gereken ne? Bir adım dışarıya çıkalım; ailemizle, eşimizle-sevgilimizle, dostlarımızla olan ilişkilerimize bakalım. Bu ilişkilerde olan ne, olması gereken ne? Günümüzü nasıl geçiriyoruz, nelerle meşgulüz? Olan ne, olması gereken ne?

İşte bu olanlarla olması gerekenler birbirine yakınsamadıkça, istediğimiz dünya için daha çok bekleriz. Hayal ettiğimiz hayatı yaşamazken, kendimize bile sevgi, şefkat göstermezken ve çevremizdekilerle ilişkilerimiz büyük oranda sağlıksız iken, büyük çaplı olanla kavga ediyor olmak, onun kendi kendine değişmesini beklemek hiç gerçekçi gelmiyor bana.

Yapacağımız şey bence şundan ibaret: Olması gerekenimiz neyse o olacağız, o bizim olanımız haline gelecek. Değişimin kendisi olacak ve ışığımızı saçmaya başlayacağız. Barış mı istiyoruz, iç barışımızı sağlayacağız; bolluk mu istiyoruz, kendi bolluk bereketimize güvenecek, onun için güvenli alan oluşturacağız; aşk mı istiyoruz, aşk olacağız! Bunları yaptığımızda ve bir çığ gibi büyüdüğümüzde bir de bakacağız ki büyük çaplı olanımızla büyük çaplı olması gerekenimiz aynı oluvermiş. Yeter ki önce kendimize bakalım.

Sonra... Biz ermişiz muradımıza, başkaları çıksın kerevetine...

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

22 Ekim 2015 Perşembe

Kitap resmen doğuyor!

Kitap resmen geliyor, kafası göründü! ((:

Son gelişmeleri paylaşmak istiyorum, madde madde:

- Dün, nihayet, sürekli ertelediğim son rötuşları yaptım ve dizgi için H2O Kitaptan Özcan'a gönderdim. Şu sıralar epey yoğun olduğu için, dizgi için gönüllü olan bir diğer arkadaşım İdil Ateşli'den de destek almayı tercih ettiğini söyledi. Bu paylaşımı yaptıktan sonra onları ortak bir e-mektupta buluşturacağım ve böylece dizgi süreci başlamış olacak.

- Ayrıca yine dün, yine ertelemiş olduğum teşekkür ve armağana davet kısmını yazmaya başladım, hatta bugün taslağını bitirdim. Kitap için destek çağrım halen geçerli olduğu ve teşekkür kısmına isimler eklenmeye devam ettiği için bu birkaç sayfalık kısmı son anda noktalayıp kitabın başına ekleyeceğim.

- Birkaç gün önce Sinek Sekiz Yayınevi'nden İrem Çağıl (Alaz ve güzel kızları Kiraz'la) bizi ziyaret etti. O da kitap için destek olmak istediğini söyledi. Dizgi için Özcan'la sözleştiğimizi söyledim; onun ve İdil'in durumuna göre belki İrem'in de kapısını çalarım.

- İrem, kitap başına almış olduğum 4 TL'lik fiyatı çok buldu ve bunla ilgili de yardımcı olacak. Hem de Sinek Sekiz Yayınevi'nin kitaplarında da kullanılan, sürdürülebilir ormanlardan elde edilmiş kağıtlarla yapılacak basım için daha iyi bir fiyat alabileceğini tahmin ediyor. Bu harika oldu, yani galiba olacak!

- Bugün itibariyle gelen parasal katkıların toplamı 2.920 TL'yi buldu. İrem'in tahmin ettiği civarda bir fiyata bastırdığımız takdirde, ihtiyacım olan parayı nerdeyse toplamış oluyorum bu durumda. Fakat yine de gelen katkılara açık kalmaya devam etmek istiyorum. Zira basım sonrasında da muhtelif masraflar çıkacak karşıma. Bu nedenle destekleriniz için alan hala açık ve son ana kadar da açık kalacak.

Gelen paralar işte burada toplanıyor ((:

- Kapak tasarımı için destek olmak isteyen de epey kimse var. Birazdan onlara da bir e-mektup yazacağım ve bu süreci ne şekilde kotarabileceğimize bakacağız!

- Kitaba isim bulamama kabızlığım ise devam ediyor. Bu gidişle "şimdilik" kaydıyla koymuş olduğum isim kalıcı isim olabilir: Size İyi Haberlerim Var . Bunla birlikte, beni ve bloglarda yazdıklarımı bilenler, kitabı okumamış da olsalar, içlerinde canlanan bir isim olursa lütfen paylaşsınlar. ((:

- Son olarak, bu kitabın 2015 yılı bitmeden elinizde olmasına niyet ediyorum.

Durumlar böyle işte. Bir süredir ertelediğim bu işlere koyulunca kitaba dair heyecanım hızlıca yükseldi. Bildiğim kadarıyla bu topraklarda, hatta belki de dünyada ilk kez böylesine kolektif bir kitap çalışması yapılıyor. Yazım öncesinden başlayan destek alma sürecim her daim devam etti, ediyor ve dağıtım kısmında bile edecek. Bu kitabı bu şekilde yayımlayıp dağıtma kararı aldığımdan beri, içerikten de çok, yönteme heyecanlanıyorum zaten! ((:

Bakalım neler olacak...

Not: Kitap destek çağrımı daha önce duymadıysanız sizi şuraya davet edeyim.

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

19 Ekim 2015 Pazartesi

aşırı şükür

Dünya değişiyor, çünkü Emre değişiyor. Emre değiştikçe Emre'nin dünyası, Ayşe değiştikçe Ayşe'nin dünyası, başkaları değiştikçe başkalarının dünyası değişiyor; bu olurken "bütün ve tek" olan dünya da boş durmayıp değişiyor. Zira kendisi, hepimizin dünyalarının kocaman bir bileşkesi. Çözümü, iyileşmeyi, şifalanmayı başkalarından beklememek ne büyük bir özgürlükmüş! Bugünlerde iyice idrak ediyorum.

Emre'nin dünyası çok değişti gerçekten. Geçtiğimiz günlerde yapmış olduğum basit bir hafta sonu yolculuğunun bilançosu, her gün yaşadıklarımın, yeni dünyamın bir özeti belki de...

Normal şartlarda yolculuk yapmak maliyetli bir iştir. Buradan Bafa Gölü kıyısındaki o güzel mekana gidip gelmek yaklaşık 70 TL'ye mal olur, benim yolculuğum ise 2 (yazı ile iki) TL'ye mal oldu. O da Cumartesi sabahı köyden Dalyan'a ve Pazar akşamı Dalyan'dan köye kayıkla geçmekten ibaret (1+1 TL). Kalan yolu otostopla kat ettim.

Normal şartlarda buradan oraya giderken 4 araç değiştirilir, her indi bindide sıkılınır, yanında oturan kişi ile hiçbir şekilde göz göze gelinmez, konuşulmaz, en ufak temastan uzak durulur vs. Benim yolculuğumda çok güzel insanlar çıktı karşıma (bunun sonucunda da güzel alışverişler). Giderken, önce Dalaman Havaalanı'nın üst düzey bir yöneticisinin aracına bindim. Dalyan'da yaşıyor, yeni gelmiş, pek çevre oluşturamamış. Onu hızlıca önce kendimizle, sonra kafasının uyabileceği insanlarla tanıştıracağım<ız>. Takım elbisesiyle işe giderken benim şortuma, hayatıma özendi. Gece 3'te işten gelmiş, sabah 8'de geri gidiyordu... Sonra Fethiye adliyesinde çalışan, Aydınspor'un engelli basketbol takımında yer alan ve yapacakları maç için aracına atlayıp yola düşen Ali Abi'nin aracına bindim. Yolda benden başka 2 kişiyi daha aldı, ben Yatağan sapağında indikten sonra birilerini daha almış olabilir. Oradan bir tırla Milas'a kadar gittikten sonra Ordulu Ayhan Abi ile tanıştım. Epey büyük işlerle meşgul; büyük gelirler, büyük borçlar vs. Ay sonunda şu kadar para ödemesi var ve beş kuruşu yok. Ordu'da kırsalda 600 metrekarelik ev yaptırmış ama gidecek vakti yok (yılda iki hafta gidebiliyormuş). Benim hayatıma özendi, imrendi. Ordu'daki arazisinde eko-turizm vs. yapmayı, -ve galiba- orada yaşamayı düşlüyor. Ama olmuyor, yapılacak önemli işler var (!). Numaramı aldı, mutlaka arayacağını söyledi; elimden herhangi bir destek gelirse seve seve sunacağımı söyledim. Hemen de aradı valla, dün. Kısa bir hatır sormak için aramış,  sadece hoşbeş ettik, yeniden arayacağını söyledi. Bilmem kaçyüz bin liralarla oynayan bir adamın böyle heyecanlanmasına vesile olmak ne büyük mutluluk!

Normal şartlarda, çoğunluğu tanımadığın insanlardan oluşan bir buluşmaya giderken çekinilir, çok rahat olunmaz vs. Benim hayatımda tam tersi. Halihazırda işleyen bir otelin bir şifa çiftliğine dönüştürülme niyeti doğrultusunda beyin ve kalp fırtınası yapmak üzere gittim oraya... Kendimce katkımı sunmaya çalıştım... İkisini tanıdığım, sekizini tanımadığım bir grubun içine girdim. Tanıyor ve seviyor olduğum iki kişiyle daha da yakın bağ kurduğumu hissettim, geri kalan 8 kişinin ise hepsini çok sevdim. Emre'nin topluluğu, ağları, önüne çıkan farklı seçenekleri genişledikçe genişliyor. Emre artık kimi seveceğini şaşırıyor. Güzel insanlar tanıdıkça ve kaçınılmaz olarak araya yollar girince hasretlik çekilen insan sayısı da artıyor. Ama bu da böyle bir dönem işte. Hem "Ayrıldık, uzak kaldık" vs.den ziyade "İyi ki tanıştık, iyi ki birlikte bir iki gün geçirdik" diye düşünmeyi seçiyor.

Dedim ya, yolda masraf yapmadım. Bunla da kalmadı, dünkü çemberimizden sonra kitabımdan bahsettim ve desteğe ihtiyacım olduğunu paylaştım. 3 kişi toplamda 140 TL ilettiler bana. Hayallerim(iz)e ortak olan üç kişi, bu hayal doğrultusunda kullanılacak 140 TL daha...

Dönüş yoluna düştüm, yine 4 araçla vardım Dalyan'a kadar. Önce Mardin Kızıltepeli Zeki ile keyifli bir yol ve muhabbet paylaştım, sonra 65 yaşında bir amca ile "hızlı" bir seyahat sonrası kendimi Muğla'ya attım (Evli olmadığımı ve buna niyetim de olmadığını öğrenince pek kızdı ama olsun. İnerken de "Bekarlığın sonu yok" dedi.) Oradan bir polis ile Ortaca'ya kadar geldim. Ne kadar güzel bir insandı. Aynı insanın sokaklarda bana ve(ya) arkadaşlarıma gaz sıkma ihtimali olduğunu bilmek içimi bir tuhaf yaptıysa da olsun varsın. Bu yolculuk ve sohbet, bana polislerle de bir olduğumu hatırlattı ya, bu bana yeter. İnerken "Dostum bizim arkadaşlara gaz sıkma n'olur!" diyecektim ama diyemedim. En sonunda da müzisyen Burak'la Ortaca'dan Dalyan'a geldik. "Hatun"un ailesi yemeğe çağırmış da, almış orkidesini gidiyordu. Hafif de gergindi. Nasıl geçti, bilmem ama yaprak sarmalar onu bekliyordu. Yaprak sarmanın olduğu bir ortamda olumsuz bir şey barınamaz bence.

İşte bir hafta sonunun ve yolculuğun bilançosu. Güzel insanlar tanıdım, güzel bir mekanla tanıştım, güzel hayallerin gelişmesine katkı sundum, kitabım için üç nefesin daha desteğine ulaştım, üstelik keyifli ve hızlı da bir yolculuk geçirdim. Hayatım ve -artık her ne demekse- kaderim için nasıl ve kime teşekkür edeceğimi şaşırıyorum bazen...

Ama bir ara çok sık kullandığım bir cümle vardı: Aşırı şükür*!

* Begüm ve Burcu'ya bu tabir biraz "aşırı" geldiği için bir de "aşkın şükür"ü türetmiştik. Artık hangisini severseniz...

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

14 Ekim 2015 Çarşamba

Sen yoksan bir eksiğiz

Defne Koryürek'in bir ara yazdığı üzere, indirimde diye aldığımız sekizinci tişört ile 3.Köprü, Kanal İstanbul vs. arasında düpedüz bir bağ var. İçimizde büyüttüğümüz nefretle birkaç gün önce ölen arkadaşlarımız arasında sıkı bir bağ olduğu gibi... Her şey her şeyi etkiliyor, kocaman bir ağın parçasıyız ve tercihlerimiz geleceğimizi şekillendiriyor. Ne yiyip içtiğimiz, ne giydiğimiz, hangi ürünleri tükettiğimiz, ne düşündüğümüz, enerjimizi neye verdiğimiz ... bütün bunların  kolektif birliği "hayat"ı meydana getiriyor ve meydana getirdiğimiz hayattan hemen hiçbirimiz memnun değiliz; gerek kişisel boyutta gerekse büyük resme baktığımızda...

Bütün bunları sözümona biliyoruz ama hayatlarımıza baktığımızda, uygulamalara gelince birçoğumuza verilecek not "Otur, sıfır!"dan ibaret. Üzgünüm ama öyle...

Yok yok üzgün falan değilim, lafın gelişi öyle yazdım. Yolculuğumuz böyle işte, bunu kabul etmekten başka çare yok. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Ya da kendi hayat yolculuğumuz üzerinden düşündüğümüz için yavaş gittiğimizi düşünüyoruz ancak evrenin işleyişine ve oradaki zaman akışına baktığımızda, galiba, tam da olması gerektiği hızda ilerliyoruz. Charles'ın söylediği gibi, insanlık olarak bir çocukluk dönemi yaşadık, güzelim dünyamıza benmerkezci bir şekilde yaklaştık, onu yağmaladık, yakıp yıktık; hatta tabiri caizse (ki bence caiz) içine ettik. Fekat şimdilerde kolektif bir şekilde yetişkinliğe adım atıyoruz. Dünyamızı sevmeye, ona iyi bakmaya niyet etmeye başlıyoruz. Kitlesel bir uyanış var ve dünyanın her yerinde, birbirinden çok uzaktaki insanlar aynı şeyleri hissetmeye, dile getirmeye, hayata geçirmeye başladılar. Ve evet, tam da ihtiyacımız olan anda olmaya başladı bu. Tam da dünyamızın yokuş aşağı gidişinin hızlandığı zamanlarda mevcut paradigmanın zıddı yaklaşımlar, söylemler ve eylemler yerlerini alıyor yavaş yavaş. İnanmak istiyorum ki bu uyanış hızlanacak, büyüyecek ve önce geriye gidiş yavaşlayacak (uyanan bireylerin yanısıra gidişatın farkında olan ülkeler de bu konuda ciddi önlemler almaya başladılar), sonra daha sabit bir duruma geçeceğiz, ve nihayetinde de yavaş yavaş yokuş yukarı, olmak istediğimiz ve olmayı hak ettiğimiz yere çıkmaya başlayacağız.

Olmak istediğimiz yer çok başka. Hepinizin öyle, çok iyi biliyorum. Daha keyifli bir dünya istiyoruz; daha az çalışmak, hatta -şu anki anlamıyla- hiç çalışmamak istiyoruz; oyun oynamak, dans etmek istiyoruz; bir ağaç gölgesinde serinlemek, genci yaşlısı bir araya gelip paylaşımlar yapmak, hep birlikte üretmek; en güzel, besleyici, lezzetli gıdaları tüRetmek istiyoruz. Var mı bunlara itirazı olan?

Muhtemelen yok ama şöyle de bir şey var: İstiyoruz ki dünya değişsin, kıvama gelsin, şartlar olgunlaştığında ve her şey hazır olduğunda biz de değişiriz. Yok hocam, öyle olmuyor işte. Biz değişeceğiz ki dünya değişsin. Biz ekolojik gıdaları tüketeceğiz ki binbir emekle üretim yapanlar buna devam edebilsin, yeniler de bunu yapmaya başlayabilsin; biz içimizdeki nefretle, korkuyla hesaplaşıcaz ki yeni Ankaralar olmasın; biz işe yürüyerek, bisikletle, bilemedin toplu taşımayla gidicez ki daha az araç üretilsin, daha az fosil yakıt dünyaya çıkarılsın; -vakti geldiğinde- biz kendimizi hayatın eline güvenle bırakıp işlerimizi, okullarımızı, bizi köleleştiren her şeyi bırakıcaz ki büyük büyük şirketler, beynimizi kalıplarla dolduran okullar, hamileliğe bile hastalık muamelesi yapan batı tıbbı ve köhnemiş tüm kurumlar bütünün yararına olacak şekilde dönüşsün.

Ama dostum, işte, sen yoksan bir eksiğiz. Haa, anlıyorum seni. Korkuyorsun kendini hayatın güzel ellerine bırakmaya, istiyorsun ki her şey "garanti" olsun (şu anki durumlar ne kadar garanti, fena halde tartışılır tabii), "emin olmak" istiyorsun vs. Konfor alanında rahatsın, çok iyi anlıyorum. Bundandır ki işini, okulunu bırakamıyor, değiştiremiyorsun; hatta bundandır ki -belki de hiç sevmediğin- eşinden ayrılamıyorsun...

Ama dostum, işte, sen yoksan bir eksiğiz. Anlıyorum seni. Nefret etmek, ötekileştirmek, haklı olmak iyi, kolay geliyor. İstiyorsun ki "düşmanlar"ı yenelim, savaşı kazanalım, mutluluğa ulaşalım. Ama yok hocam, öyle olmuyor. Sen ailenle kavgalısın, arkadaşlarınla-sevdiceğinle kavgalısın, çalıştığın işle, hocanla hepsiyle kavgalısın; en önemlisi de kendinle kavgalısın. Ondan sonra diyorsun ki dünyaya barış gelsin, artık ölmeyelim, şu-bu... Bu kadar hırsın, nefretin, sevgisizliğin içinde debelenirken diyorsun ki bitsin bu zulüm! Yok dostum, bu işler öyle olmuyor. Bizler "yaşam"ın ta kendisiyiz ve biz dönüştükçe o da dönüşüyor, biz sakinledikçe o da sakinleşiyor, biz nefretten arındıkça o da arınıyor, biz barışçıl titreşimleri yaydıkça o da yüksekten titreşiyor.

Hem daha güzel bir yaşama yolu var mı ki? Nefret ederek, tiksinerek, daha da kamplaşarak, o güzel dünyaya ulaşabileceğimizi gerçekten de düşünen var mı? Vuruyorlar, patlatıyorlar, öldürüyorlar, göz yumuyorlar; evet de... Bunların hiçbiri yeni değil ki... Binlerce yıldır ve özellikle de son yüzyıldır bütün dünyada yaşanan katliamların haddi hesabı mı var! Çok eskiye gitmeye gerek yok, son 10-15 yıla baksak yeter. Irak'ta milyonun üstünde insan öldü yahu! Suriye'de birkaç yıl içinde yüzbinlerce insan öldü! Türkiye'deki katliamları yazmaya artık kalbim dayanmıyor; kronolojik mi gitmeli, ölüm sayısına göre mi sıralamalı... İnsanlarla kalsa yine iyi, hayvanı-bitkisi, binlerce canlı türü yok oldu ve daha da hızlı bir şekilde yok olmaya devam ediyor! Toprağı çoktan mahfettik, doğru düzgün gıdaya ulaşmak için bin dereden su getirmek gerekiyor! Dünyanın akciğeri olan ormanların çok büyük bir kısmını 50 yıl içinde hallettik, yağmur ormanlarını bile! Buzullar eriyor, yerküremiz ısındıkça ısınıyor! ...

Dostum, sen yine istersen acele etme ama bil ki sen yoksan bir eksiğiz. Otuzuncu tişörtünü, yirmibeşinci gömleğini almaya devam ettiğin sürece toprağı mahfeden kitlesel pamuk üretimi ve ayrıca Uzakdoğu'da insana yakışmayan çalışma halleri, ve tüm bu ürünler oraya buraya gönderilirken karbonlar salınmaya devam edecek. Sen gıdana dikkat etmemeye devam ettiğin, Ekvator'dan gelen muzu, Şili'den gelen cevizi yediğin, bol ilaçlı, fenni gübreli kitlesel tarım ürünlerini tükettiğin sürece toprak tamamen yok olmaya, yine bolca karbon salınmaya, -bunla kalsa iyi,- yediğin kötü gıdalar seni hasta etmeye devam edecek.

Dostum, sen yine kendi durumlarına göre davran tabii ama unutma ki sen yoksan bir eksiğiz. Bu sistemi sürdürülebilir kıldığın her kararın bizi sona yaklaştırıyor. Yahu bırak sona yaklaşmayı falan da hayatlarımız çok kuru, tatsız tuzsuz değil mi sence de? Bu mu yani hak ettiğimiz? İt gibi (benzetmenin çirkinliği de ayrı mesele) çalışıp kendimizi tekrar edip başkalarıyla aynılaşmaya çalışıp yaşayıp gitmece... Cidden, bunun için mi geldik yahu bu dünyaya?

Nerde kahkahalar, nerde güzellikler, nerde umut, nerde sevgi... "Dünya, Türkiye bu haldeyken nasıl umutlanalım, nasıl gülelim, nasıl sevelim?" diyenler çoğunlukta, biliyorum. Ve diyorum ki bir kezliğine olsun dünyadan önce kendimize bi' bakalım. Kendimiz neyi besliyoruz? Umudu, aşkı mı çoğaltıyoruz, nefreti, kini mi? Keyif mi almak istiyoruz, intikam mı? Birleşmek mi istiyoruz, daha da ayrışmak mı?

Yani -Durukan'ın Berkin öldükten sonra yazdığı yazıdan ödünç alacağım tabirle- diyeceğim o ki, Ankara'da yüzün üzerinde arkadaşımız öldü, peki biz geride kalanlar gerçekten yaşıyor muyuz? Yaşayacak mıyız?

-Bu yazdıklarım içinde yankılananlar için söylüyorum,- bu yazıyı "like etmek"le, belki paylaşmakla yetinip "evet abi yaa" falan deyip onbeş dakika sonra unutup kaldığınız yerden devam mı edeceksiniz; yoksa ...

İşte bu üç noktayı her şeyden önce kendimiz için doldurmaya başladığımızda dünyada cenneti yaşamaya başlayacağız. Bir kısmımız çoktan başladı, bekleriz...

Not: Ben de bütün bu yazdıklarımın muhatabıyım, sütten çıkmış ak kaşık falan değilim. Deniyorum, elimden geleni yapmaya çalışıyorum...

Bir de...

Yöneldiğin hayatı değiştirmek istiyor ve neresinden başlayacağını bilemiyorsan lütfen bana ulaş. Hizmetindeyim!

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

13 Ekim 2015 Salı

Senin için ne yapabilirim?

Dün içimde yanan bir şeyler vardı, ne olduğuna baktım baktım ve en sonunda aşağıdaki satırlar çıktı ve facebook'ta yayımlandı. Buradan da paylaşmak istedim. Çağrı, açık çağrıdır ve muhatabı herkestir. Bu, herkesin taleplerine koşabileceğimi garantilemez ama elimden gelen herhangi bir şey olursa tereddütsüz yapacağımı gösterir.

Bu arada şunu da eklemek isterim ki hayatımda belki hiç olmadığı kadar egosuz bir şekilde yaptım bu çağrıyı. Yani birileri için bir şeyler yapmayı her zaman severim, onun bunun yardımına koşmayı falan da öyle. Diğer koşuşlarımda "iyilik" yapmanın yanı sıra, sanki kendimi tatmin etmek, önemli olmak, işe yaramak gibi konular da vardı perde arkasında. Bu sefer çok daha saf bir şekilde kendimi ortak kulanıma açma, "bir"in içinde erime hissiyatı ile yaptım bu çağrıyı. Benim için milattır!

Sabahtan beri kafamda tek soru var ve hatta nedense İngilizce olarak dönüyor: How can I serve? Yani: Nasıl hizmet edebilirim?
Özellikle şu günlerde yaşadıklarımıza dair ama aynı zamanda "genel"e de dair... "Nasıl daha fazla hizmet edebilirim?"
Hatta bunu bir çeşit açık çağrı gibi mi yapmalı...
Dostlar, canlar, neye ihtiyacınız var? Sizin için ne yapabilirim? Zamanım var; konuşabilir, yazışabiliriz; belki İstanbul'a, Ankara'ya, oraya buraya gelebilirim. Çemberleyebiliriz, birlikte susabiliriz, sarılabiliriz, sarılma eylemleri yapabiliriz. Ne bileyim işte...
Birçoğunuzun değiştirmek istediğini bildiğim hayatlarınıza dair konuşabiliriz ya da her neye ihtiyacınız varsa, birlikte ona zaman ve dikkat verebiliriz...
İçimde bir yan da "otur oturduğun yerde" diyor. Sakin ve dengeli kalmaya devam et. Mesela haftaya, planladığın gibi, yürüyüşünü yap vs.
Kendime "Sen de kim oluyorsun!" diyen bir yanım da var elbette. Dinlememeye çalıştığım...
Ama bilmiyorum...
Ortaya (bu mesajı gören herkese) bi' sorasım var: Senin için ne yapabilirim?

4 Ekim 2015 Pazar

Yukarıdan bakınca...

Üç gün önce, -artık alışkanlık haline getirmeye başladığım- sabah meditasyonumda kendime, otururken yukarıdan baktım. (Sanki kamera yavaşça yükseliyor gibi düşünün)

Sonra kamera, sanki evin tavanı yokmuş gibi, herhangi bir engelle karşılaşmadan yükselmeye devam etti. Yükseldikçe, evde uyuyan arkadaşlarımı da gördüm. Bir an için düşündüm, bu üç kişinin kendince sevinçleri, huzursuzlukları, egosal halleri vs. var. Yükselmeye devam etti kamera, az daha çıkınca hemen yandaki evi, o evin içindeki kişileri, onların içindeki mutlulukları, hayal kırıklıklarını, beklentilerini görür gibi oldum.

Kamera yükseldi, yükseldi... Arka taraftaki komşuları, sonra bütün mahalleyi ve zamanla bütün köyü; sonra Göcek'i*, Muğla'yı görmeye başladım.

Devamını görmedim galiba. Zihnim başka yere kaydı gitti. Ama kaymadan önce, en son, bunca kişinin kendince çok önemli olan kişisel durumlarının, bütünün içinde nasıl eridiğini, birbirimize görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu hissettim. Bir yandan herkesin ve tüm tecrübelerin ne kadar kıymetli ve mühim olduğunu, bir yandan da onca büyüttüğümüz dramalarımızın -ve aslında her türlü yaşanmışlığımızın- aslında ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu...

Özellikle de hırslarımıza, üzüntülerimize, sadece kendimiz yaşadığımızı sandığımız ve "kötü" -atfettiğimiz- şeyleri anlamaya çalıştım. Doymak bilmeyen ilgi beklentimize; sevilme, onaylanma ihtiyaçlarımıza, serzenişlerimize, küsmüş olduğumuz ama bundan haberi olmayan dağlara baktım.

Şu anda yaşayan ve geçmişte yaşamış on milyarlarca insan... Yüzmilyarlarca, trilyonlarca sevinç, mutluluk, gözyaşı, acı, öfke, keder... En büyük güzellikler, en büyük acılar, hayata dair her şey...

Kamera daha yükseğe çıktığında; ülkeye, tüm dünyaya baktığında... Sonra dünyadan da uzaklaşıp dünya yavaş yavaş ufacık bir nokta haline geldiğinde... Var ya öyle videolar... O zaman bu dünyada yaşanmış en harika veya en beter şeyler bile ne kadar da küçülüyor. 6 milyar insan aynı anda kahkaha atsa, uzaktan bakınca görülen aynı mavi küre (belki de değil tabii, bilinmez); 6 milyar insan aynı anda savaşa tutuşsa, milyonlarca silah patlasa, uzaktan bakınca görülen yine aynı mavi küre...

Öyle bi'şeyler işte...

* Göcek'te bi' arkadaşımdaydım da.

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

1 Ekim 2015 Perşembe

Kitap destek çağrımda son durum

Kitapla ilgili destek çağrımı blogda paylaşalı 18, öncesinde adres defterimdekilere e-posta göndermeye başlayalı yaklaşık 25 gün olmuş. Bu 25 günde -çok şükür ki epey bir geri dönüş aldım. Şimdi son durumları paylaşmak ve destek çağrımın devam ettiğini hatırlatmak için yazıyorum.

An itibariyle 55 kişiden, destek vermek istediğini paylaşan geri dönüşler geldi. Bunların içinde para yollayan (veya yollayacağını söyleyen) da var, kapak tasarımına destek olmak isteyen de, dağıtım zamanı geldiğinde ucundan tutmak istediğini söyleyen de; hatta bunların ikisine veya her üçüne de gönüllü olan da...

Benim bu üç talebimin yanı sıra, kitabın basım sürecine dair önerilerini sunanlar, kitabın içine çizimler yapabileceğini söyleyenler, 4 TL çok olmuş, bunu daha da ucuza bastırabiliriz diyenler de olmadı değil. Topluluğun desteğini derinden hissediyorum ve bu, çok iyi geliyor.

Bugün itibariyle para armağanlarına ihtiyacım devam etmekte (diğer konularda desteğe de halen açığım elbette). Şu an için 15 kişi para verdi/gönderdi, ayrıca bi' 17 kişi daha göndereceğini/vereceğini söyledi. Bu 15 kişiden gelen toplam tutar ise 1.680 TL. Buna bir de bir arkadaşımın, borç verdiği kişiden alacağı 500 TL'yi olduğu gibi bana vereceğini eklersek 2.180 TL'ye ulaşıyoruz ki hiç fena sayılmaz. Şimdiden yarıyı geçmiş durumdayız. Bu arada özellikle o arkadaşımın ve henüz yüz yüze bile tanış olmadığımız ama 300 TL'yi bir anda gönderiveren kişinin cömertlikleri için çokça şükran doluyum.

Bunla birlikte, tüm samimiyetimle paylaşmak isterim ki daha da önemli olan, ne kadar destek olunduğundan ziyade bu desteğin kalpten sunulması. 5 TL de 500 TL de olsa, bu yola koyacağınız her taş beni çok mutlu ediyor. Yani destek olmak istiyorum ama durumum uygun değil diyenlere hatırlatmak isterim ki bir kitabın maliyeti 4 TL (belki de düşecek). Çorbaya tuz atmak istiyorsanız eğer, miktarı önemli değil; mesela bir tanecik kitaba sponsor olsanız o da yeterli...

Şu an için durumlar böyle. Gelişmelerden haber ederim. Maddi manevi destek olan her cana tekrar tekrar teşekkür!

emreertegun@gmail.com