Sayfalar

23 Kasım 2014 Pazar

ben parayı seviyorum abi!

facebook'ta bir iletinin altında dönen tartışmanın altına yaptığım yorum, para ile olan ilişkimi anlattığım ve paraya dair düşüncelerimi -tamamen olmasa da- toparladığım bir metin oldu ve olduğu gibi paylaşmak istedim.

doğrudan o paylaşıma gitmek isterseniz, sanırım -ve umarım- şu bağlantıdan ulaşabiliyorsunuz.

parayla olan ilişkimize ve paranın ne olduğuna bakmadan bu konunun şifalanabileceğini düşünmüyorum. para o kadar kötü, korkunç, şeytan bir şey mi; yoksa biz mi parayı kötü, korkunç, şeytan bir şey olarak kullanıyoruz.

objektif olarak bakıldığında para nötr bir şeydir, bir araçtır. çok güzel şeylere veya çok kötü şeylere (ne, kime göre güzel, çirkin; bu da tartışılır) kullanılabilir. para ile doğayı yok edecek yatırımlar yapabilir, fabrikalar da kurabilirsiniz; insanların -ve kendinizin- doğal ve sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için ihtiyaçları olan ortamı yaratmak için de kullanabilirsiniz. şu anki kapitalist ve faizli sistemin tezahürü olarak çok ciddi bir sermaye birikimi var ve bu sermayenin ne şekilde kullanılacağı, yarın dünyamızın neye benzeyeceğini ortaya çıkaracak. dolayısıyla şu anda ortalıkta dolaşan parayı güzel şeylere akıtmanın yollarını araştırmak bana çok iyi fikir gibi geliyor.

paylaşılan örnekle kendi hayatımı ve kendi deneyimimi bağlarsam eğer: temmuz 2012'de işimden ayrıldım ve tazminatımı alma şansım olduğu için inanılmaz şükran doluyum. tazminatla kalmayıp 8 ay boyunca işsizlik maaşı da aldım. tam da bu dönemde parasal durumumun rahat olması benim özgürce kanatlanmama ve dilediğim gibi yaşamama yol açtı. bu beni -öyle bir amacım yokken- acayip bir üretim haline soktu. çok düşünmeye, felsefe yapmaya, çokça okumaya ve yazıp çizmeye başladım. birilerine ilham verdim, birilerinden aldım vs derken hayatım tamamen değişti ve çok güzelleşti.

sonra baktım param bitiyor ve aslında bir sürü insan bana destek olmak istiyor. bir çağrı yaptım ve 11 ay boyunca tanıdık ve tanımadık dostların bana ulaştırdıkları paralar ile geçimimi sağladım ve yukarıda paylaştığım üretim halimin devamını sağladı. ayda ortalama 400 tl ile yaşamaya başladım bu arada ve bunun için özel bir çaba da sarf etmedim. ve bu kadar cüzi bir para harcıyorken, bunu düşünmek zorunda kalmamak benim için muhteşem bir şanstı. 

uzattım çok ama bitiriyorum... 

süreç devam etti etti etti... şu anda köyde yaşayan, permakültür kursu alıp kendine yeten, sürdürülebilir yaşam sistemleri kurmak isteyen bir insan haline geldim. bir yandan kitap yazıyorum ve düşüncelerimi, hayallerimi diğerleriyle paylaşmak, bulaştırmak istiyorum, falan da filan... tüm bu süreçte para korkum ve endişem olsaydı bu iş buraya varamazdı. önce işsizlik maaşına, sonra beni destekleyen 58 kişiye acayip şükran doluyum.

ben parayı seviyorum abi. para çok güzel ve işlevsel bir araç olarak kullanılabilir. birey olarak dikkat edeceğim şey, paranın bana ne şekilde geldiği ve benden nereye aktığıdır. ben parayı "temiz", yani doğa ve insan dostu yollardan kazanıyorsam ve yine doğa ve insan dostu kişi veya kurumlara aktarıyorsam bu, güzel bir enerji transferinden başka bir şey değildir bana göre. ve bu durumda, para benim dünya görüşüme göre tertemiz ve poppozitif bir şey haline gelir. ben parayı seviyorum!

tüm bunlar bir yana, parayı yok sayabilir ve tamamen parasız, en en en minimumda bir hayat yaşamayı da seçebiliriz. tamamen saygı duyarım ama benim yolum bu değil, en azından şimdilik. 

özlediğim ve istediğim dünya vizyonumda paraya ihtiyaç yok, herkes armağanlarıyla yaşıyor ve ihtiyacı olan şeylere kolayca ulaşabiliyor. o dünya vizyonuna ulaşmak için ise, daha uzun bir süre paraya ihtiyaç duyacağız gibi görünüyor bana.
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

20 Kasım 2014 Perşembe

o-bu-şu

Yorgun bir İstanbul akşamından gelsin o zaman:

Pazartesi akşamı İstanbul'a geldim (yolyola'dan bulduğum araç ile ucuz, konforlu ve hızlı bir şekilde) ve Salı günü başlayan permakültür tasarım eğitimi ile yoğruluyorum. Eğitim gayet güzel geçiyor, çok da şey öğreniyorum(z); yalnız bununla birlikte çok da yorucu. Her gün 10'da başlayan eğitim 18:30 - 19:00 arasında bitiyor ve biz de bitiyoruz ((: Pazar günü mola günümüz, sonra bi' beş gün daha ve 28 Kasım Cuma akşamı itibariyle tamamlanıyor.

İstanbul'dan ayrıldığımdan beri ilk kez buraya gelip de plan programlara girişmiyorum herhalde. Bunda bir etken eğitimin uzunluğu ve yoruculuğu ise bir diğeri de sosyal enerjimin normale göre düşük olması galiba. Haberleştiğim arkadaşlarım olmadı değil ama bu sefer "şunu da göreyim, bunu da" olayına daha az girebileceğim gibi görünüyor. Yine de elimden geleni yapacağım tabii ((:

Yalnız henüz tarihi kesinleşmemiş olmakla birlikte beni çok heyecanlandıran ve görünen o ki birkaç gün fazladan kalmama neden olacak bir durum ortaya çıktı: Kuzenim Elçin'in de kurucularından olduğu İTÜ Permakültür Kulübü, ilk söyleşileri için beni davet etti :)) Hihi, tabii ki çok heyecanlıyım bu konuda. Hikayemi anlatabileceğimi ama bunu permakültüre bağlayamayacağımı söyledim, "olsun" dediler. Gerçi şimdi eğitimin de katkısıyla düşünüyorum da; yaptıklarım ve seçimlerim birçok, hatta her açıdan bağdaşıyor permakültürle; galiba bağlayabilirim.

İstanbul'da fazla kalmaya niyetim yok. İTÜ'cülerle söyleşimi yapar kaçarım, Aralık başında. Zaten köyden ayrılmayı hiç istemeyerek geldim ama işte eğitimi kaçırmak istemedim... Şehir uzun süredir basıyor da kışa girdikçe daha fena basıyor sanki. Köyde öyle değil ama... Yani orada her mevsim keyifli. Geçen gün bi' sağanaklar, şimşekler, yıldırımlar patladı mesela; Begüm ve Sevil'le ışıkları kapatıp bir saatten fazla süre ile verandada mest olmuş bir şekilde izledik ve dinledik renk ve ses cümbüşünü. İnanılmazdı...

Bu arada yine bir önceki yazıda yazdığım üzere bir önceki hafta sonu Bodrum'a gittim, Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali için. 20 filmin 15'ini izlemeyi başardım ve ufkum biraz daha açıldı. En güzeli de aldığım kısa notları Begüm ve Sevil'le paylaşmak oldu. Hem anlatınca hafızamda biraz daha yer etmiş oldular, hem de o konularla ilgili görüş alışverişi yapmamıza vesile oldu. Pek verimliydi netekim, bundan sonra hep yapıcam bunu ((:

Bi' Güney Amerika ihtimalinden bahsetmiştim ya, o iş ölü doğdu gibi korkarım ama çıkmadık candan da ümit kesilmez.

Saatsizlik güzel gidiyor(du) bu arada. 27 Ekim'den beri büyük oranda saate bakmadan yaşıyordum. Şimdi İstanbul'da eğitim olduğu için, bir de Bodrum'dayken festivalde filmleri kaçırmamak için işler değişti tabii. Ama köydeki durumu anlatıyorum şimdi. Bilgisayarın masa üstünde ve telefonumun ekranında gizledim saati ve arada sırada yanlışlıkla öğreniyorum sadece ve bu zamanlarda da "ahhh, saati gördüm" diye bir feryat ediyorum. Ama çok da sorun olmuyor, çünkü o niyete girince birdenbire tüm önemini kaybetti benim için saat mefhumu. Yatma-kalkma, yemek yeme ve diğer tüm zamanlı görevlerden çok büyük oranda azat oldum, artık daha da çok bedenimin ve ruhumun ihtiyaçlarına göre yaşıyorum. Çok da memnunum bu durumdan.

Benim analitik ve deneysel kafam bunu da analiz etmek istemişti tabii. Yukarıda bağlantısını paylaştığım yazıda belirttiğim üzere yatma-kalkma, yeme-içme saatlerime daha sonradan bakmak ve değerlendirmek için bi' gönüllüden destek almak istemiştim. Her seferinde ona sms atacaktım ve benim için not edecekti. Yani plan buydu. Gönüllü de çıktı hemen, hem de birden fazla. Ama sonra fark ettim ki böyle bile yapsam, doğallığından bir şeyler kaybedecekti sanki. Hem ne gerek var yahu, her şeyi analiz, her şey için tablo... Sonuç olarak vazgeçtim bundan ve sadece bıraktım kendimi, iç zamanıma. Analiz manaliz yok.

Tam gündemden kısa kısa oldu ama son iki maddem kaldı:

Birincisi (hem belki merak edenler vardır) Eylül ayında "deney"i bitirdim bitireli her yazının altına, bu yazının da altında yer alan ibareyi ekledim ve yazdıklarımdan veya eylemlerimden dolayı ilham alan kişilerden, içlerinden geldiği takdirde bana armağan iletebilmeleri için yol açtım. Daha da doğrusu, deneyin bitmesiyle kapanmış gibi görünen kapının tam anlamıyla kapanmadığını belirttim. Bunu herhangi bir beklentiyle yapmamıştım ama dediğim gibi, kanalı açık tutmak istedim ve -galiba- her daim de öyle kalacak. Şimdiye kadar bir kişi buna karşılık olarak benimle irtibata geçti ve bana iletmek istediği şeyler olduğunu söyledi. Gerçi o da henüz iletemedi ama haberleştik, bekliyorum. ((:

Bununla birlikte Filiz Öztürk, Mustafa Deniz, İstem ve Begüm (kimseyi atlamadım di mi) halen desteklerine devam ediyorlar, sağ olsunlar. Bir de nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde acayip fazladan param birikti Eylül ayında ve artanı yine borç bile verdim, iki ayrı kişiye. Şimdi elimdeki para bittiği için parça parça geri istemeye başlıyorum ((: Bir takım alışverişler işte...

İkincisi, İstanbul'a gelmişken -29-30 Kasım'da- bir armağan ekonomisi atölyesi daha yapsam diyorum ama lojistik konularla ilgilenmek için yeterince enerjim de yok. Bugün Galata Şifahanesi'nin uygun olmadığını öğrendim, önümüzdeki günlerde çok kasmadan uygun bir yer bulabilirsem yaparım, bulamazsam bu seferlik pas geçerim mecburen. Bununla, yani yer bulma konusu ile ilgili olarak destek olmak isteyen varsa bana ulaşırsa pek sevinirim bu arada.

Oradan buradan şuradan karmaşık bir yazı oldu belki ama...

Bitti.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

4 Kasım 2014 Salı

İnsan coşkudan ölür mü?

Çok nadiren yazıya başlamadan önce yazının adı belli oluyor ama bu sefer otomatikman beliriverdi: "İnsan coşkudan ölür mü?"

Daha önce de "insan keyiften ölür mü?" vardı, bildiniz mi?

Şimdi yazacağım şeyler birçoklarına çok bir şey ifade etmeyebilir. Sıradan, günlük olaylardan, heyecanlarımdan bahsedeceğim zira. Fekat şunu belirtmeliyim ki hayatın güzelliğinin büyük oranda tam da günlük hayatın bu küçük heyecanlarından ibaret olduğunu yaşıyor, deneyimliyorum.

Önce tam şu anda, yani bugün, beni aşırı keyiflendiren şeyle başlayayım: Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali'nin bu yıl Bodrum da dahil olmak üzere 11 ilde gerçekleşeceğini öğrendim ve bana en yakın yer olan Bodrum'a gitmeye karar verdim. Zira filmler o kadar güzel görünüyorlar ki kaçırmayı hiç istemiyorum. Hangilerini görmek isterim diye tek tek konulara baktığımda sadece bir tanesi orta derecede ilgimi çekti, diğer 19 filmin her biri "çok" ya da "aşırı derecede" heyecanlandırdı beni. Evet, bendeki değerlendirmeler de böyle işte.

Festivalin heyecanının yanı sıra, facebook'ta "benim bodrum'da yaşayan arkadaşım var mı?" soruma istinaden yıllardır görmediğim ama pek sevdiğim arkadaşım Nazmi Can'ın da orada yaşadığını öğrendim ve onu görecek olmak da pek memnun etti beni. Sonra Sinan da tanıdıklarıyla beni yazıştıracak, buluşturacak vs. Harika!

Sonra mesela köydeki günlerin harika geçiyor, doğanın sonbaharda hiç olmadığı kadar güzel geçiyor olması da heyecanıma heyecan katıyor. Üst satırda bağlantı paylaşmış olduğum blogda yazmayı atladım ama yenebilir otları öğrenmeye başlıyorum ufaktan mesela, sonra kış bahçemize ektiklerimiz, diktiklerimiz pek sağlıklılar, sabah yürüyüşleri, sporları yapıyoruz ve çok iyiyiz hepimiz...

Yine o yazıda da paylaşmış olduğum, iki (hatta üçe taşan) günlük ekmek yapma maratonu yorucu ama çok heyecanlı ve yoğundu. Ekmeklerle aramda öyle tuhaf bir bağ var ki anlatamam. Yoğururken ayrı kendimden geçiyorum, birkaç saat sonra kabarıp gözenek gözenek olduğunda ayrı... Sonra fırına atıyorum ve yirmi dakika sonra kabarmaya başlıyor ve yaklaşık bir saate şahane bir ekmeğimiz oluyor! Oyy!!!



Bunca güzel şeyler etrafımı donatmışken Kasım'ın ikinci yarısı -çok güzel bir vesileyle de olsa- İstanbul'a gelme ihtimalim çok iyi hissettirmiyor. Yani hem çok iyi hissettiriyor hem de içim sıkışıyor biraz. 18-28 Kasım'da İstanbul Permakültür Kolektifi'nin düzenlediği, Steve Read'in vereceği permakültür tasarım kursuna katılmaya niyetliyim. Zira artık doğayla iç içe bir yaşamım var ve bu tip bir eğitime katılmanın tam zamanı. Öğrendiklerimi hemen hayata geçirebilme şansımın olmasını çok önemli buluyorum. Üstelik normalde masrafları yüksek olan bir eğitim olmakla birlikte bu eğitim Steve Read'in bir armağanı olacak ve kendisi herhangi bir ücret almayacak. Sadece Türkiye'ye gelmesi, buradaki masrafları, salon kirası gibi konular nedeniyle oluşan bir bütçe var ve bu da kişi başı 250-300 TL gibi bir tutar olarak yansıyacak sanırım. Kaçırılmaz fırsat gerçekten de ama yine de içime sorup gidip gitmemeye birkaç gün içinde karar vermeye çalışacağım.

Ha bu arada, İstanbul'a gittiğim takdirde bir armağan ekonomisi atölyesi daha gerçekleştirmeyi planlıyorum. Eylül ayındakinin tadı damağımda kaldı resmen. Belki oradan Ankara ve/veya İzmir ve/veya başka yerlere bile geçebilirim atölye için. Bilmiyorum...

Bitmedi! Bir de başımıza Güney Amerika'ya gitme ihtimali çıktı. Dereyi görmeden paçayı sıvamak istemiyorum ama Ocak ayından itibaren 2-3 ay sürecek bir mini "iş" için Arjantin'e gitmem söz konusu. Konuyla ilgili haber bekliyorum şu günlerde.

İşte tüm bunlar olurken şu anda yapmak istediğim şeye, yani kitap yazmaya odaklanamayınca bari blogda coşkumu paylaşayım dedim. Yazıyor olduğum kitapta epey yol kat ettim bu arada ama daha çok iş var tabii ki. Bu kitap beni çok heyecanlandırıyor; blog yazılarımı ve aslında 2012'den bugüne süregelen hikayemi toparlamaya ve güzel bir şekilde sunmaya çalışıyorum. Bakalım tam olarak ne çıkacak ortaya...

Böyleyken böyle. Daha "saatsiz" hayatıma ve paylaşmak istediğim diğer bir iki şeye giremedim bile. Bir dahaki yazılara artık...

Ha bu arada... Takip etmesem de gündemde yine bir sürü sıkıntılı gelişme olduğu gözüme çarpıyor ama ilgilenmiyorum. Benim gerçekliğimi oluşturan şeyler yukarıda yazdıklarım, başka bir şey değil. Dünyayla ve diğerleriyle kavga halinde olmayı bırakıyorum. Olan biten "olumsuz" atfettiğimiz bütün o şeyleri de kabul ediyorum ve şifalanmalarına niyet ediyorum.

Sağlıcakla kalınız...

-----------------------------------------

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com