Sayfalar

19 Ocak 2015 Pazartesi

Hrant'ın ölüm yıldönümünün bendeki yansımaları

Bu topraklarda pek çok acı yaşandı/yaşanıyor ama nedendir bilmem, içimi en çok titreten iki tarih 19 Ocak ve 28 Aralık oldu. 28 Aralık 2011'de Roboski'de devlet 34 sivili öldürürken, 19 Ocak 2007'de -yine devlet- sevgili Hrant Dink'i aramızdan almıştı.

O zamanlar -henüz emekliliğime çok vardı ve- Arçelik'te çalışıyordum. Bugün gibi aklımda, iş dolayısıyla gittiğim seyahatin son günüydü (cuma idi), Sivas'tan Kayseri'ye doğru araba kullanıyordum ve birkaç saat sonra uçağa binip İstanbul'a dönecektim. Radyoda acı haberi dinlerken " (...) vurulan gazeteci Hrant Dink" kısmı ile "hayatını kaybetti" arasındaki çeyrek saniyede zaman bir süreliğine durmuş olsa gerek ki araya "n'oolur öldü deme, n'oolur öldü deme" yakarışlarını sıkıştırabilirdim. Ama ölmüş, sıkıştırmama rağmen ölmüş.

Çok üzüldüm! Bu ülkede insanların öldürülmesi vaka-i adiyedendir ve şerbetliyizdir aslında ama Hrant'ın gidişine ayrı bi' üzülmüştüm işte. Bi' yerden yakalamış demek ki beni, aydınlık fikirleri ve güler yüzüyle. Gece eve vardım, içimde sıkıntı, ertesi gün yine devam... İnsanlar, yüz binler Agos'un önünde toplanıyor ama bir türlü kaldıramıyorum kıçımı. Hayatımda hiçbir eyleme, mitinge gitmemişim, çevremde de henüz o tip insanlar yok (Ne mutlu ki Gezi'den sonra herkes "o tip" oldu); içimde fırtınalar kopuyor ama olmuyor, harekete geçemiyorum. Nasıl gideceğimi, gidince ne yapacağımı bilmiyorum, sanki benden bir şeyler yapmamı bekleyen birileri varmış gibi. Ve... Gitmiyorum!

Sonra yargılamalar, hızlıca yakalanan O.S.'nin bayrak önündeki fotoğrafı, işin derin devletin işi olduğunun her geçen gün daha da net bir şekilde belirmesi, şunlar-bunlar... Süreç de hala devam ediyor ama ben artık işin ucunu bıraktım.

Benim bırakma nedenim bu olaya has değil tabii. Bildiğiniz üzere ben sistemi bıraktım. Çalışmayı bıraktığım gibi, -kaçamadığım küçük istisnalar dışında- vergi ödemeyi bıraktığım gibi, lüzumsuz tüketimi bıraktığım gibi, devletle ve kurumlarla ilişkimi asgariye indirdiğim gibi... Çünkü sistemin içinde yer aldıkça, devlete vergi ödedikçe, her gün bir koca torba çöp çıkardıkça*, ağzımla kuş tutsam da bir işe yaramaz. Devlet yerinde kalır, askeri harcamalar sürer gider, okyanuslardaki çöp adaları adeta küçük devletçiklere dönüşürler.

Bunları bıraktım bırakmasına ama ilk yıl kaldıramadığım kıçımı sonraki her yıl kaldırdım ve 19 Ocak'ta adresim her zaman Halaskargazi Caddesi, Agos'un önü oldu. Göçebe olduğum 2013 ve 2014'te bile İstanbul'da olduğum zamanlara denk geldi, ne mutlu ki. 2008'den 2014'e yedi yıl boyunca "buradayız ahparig (kardeşim)" demek için oradaydım. Bu yıl diyemedim, zira İstanbul'a uzağım. Bu işleri bıraktım belki ama İstanbul'da olsam şüphesiz yine orada olacaktım.

Yalnız artık daha farklı düşüncelerim ve hissiyatım da var ve bu yüzden daha huzurluyum. Daha spiritüel (tinsel) mi diyeyim, bilmiyorum. Zira bu şekilde niteleyebileceğim iki insanla yaşıyorum ve bazen fazla bile geldiği oluyor bana, onların tinsellikleri. Fakat ben de eskisi gibi sadece rasyonel (ussal) yönüyle yaşayan biri değilim artık. Bir çeşit denge kurmaya çalışıyorum sanki tinsellikle ussallık arasında ve bu dengeyi ne zaman kurarım, kurabilir miyim, bilinmez. Ancak nereden bakarsak bakalım, Hrant'ın gidişi boşuna değildi. Tinsel bakış açılarına göre zaten hiçbir şey boşuna olmuyor da ussal bir yaklaşımla bakınca da bu acı kaybın, bütünün hayrına ne kadar hizmet ettiğini görebiliyorum. Hrant'ın ölümü kitleleri sokağa çıkardı, birleştirdi ve birleştirmeye devam ediyor. Her yıl kara, soğuğa rağmen binler orada dikilmeye, Hrant'ın çok sevdiği Sari Gyalin'i dinlemeye, Rakel'i dinlemeye devam ediyor.

Sanki zurnanın zırt dediği yerdi, sanki bardağı taşıran son damlaydı, bilemiyorum. O kadar çok insan ilk kez bu olaydan sonra sokağa çıktı ki... O kadar çok "küskün", bu ayağa kalkış sonrası yeniden ümitlendi ki... Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama 19 Ocak 2007'den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı ve olmayacak. "Gezi" birdenbire mi ortaya çıktı mesela? Karşıtlıkların dünyası işte! Dibe vurmadan yükselinmiyor. Hep böyle, her yerde böyle... Hrant, Ceylan, Uğur, Roboski derken titredik ve kendimize geldik.

Devamı da gelecek, yeter ki önce kendimize bakalım. Ne için çalıştığımıza, kime ve neye hizmet ettiğimize, ne tükettiğimize, kendi çıkardığımız çöplere bakalım.

Büyük abilerin oyununu oynamayalım artık, mahallemizde takılalım, küçük kalalım.

Gerisi çorap söküğü...

* Çöp işini küçümsemeyelim ve "konuyla ne alakası var" demeyelim, zira sistemin özeti her gün konteynıra attığınız çöpte mevcut. Mevcut sistem ne kadar kirliyse çöpünüz de öyle, ne kadar karmaşıksa çöpünüz de öyle, ne kadar umursamazsa çöpünüz de öyle. Çok fazla okumaya, araştırma yapmaya gerek yok. Çöpünüze bakın, ne tükettiğinizi ve kim olduğunuzu görün.

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden!

Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

18 Ocak 2015 Pazar

"bi'takım parasal mevzular"a evrenden (?) hızlı yanıtlar

Sabah gözümü açtığımda ilk olarak aklımdan gece yazdığım yazı geçti ve bi' gülümsedim önce. Sonra içerik aklımdan geçince biraz yadırgadım kendimi. Yani kendimi yadırgayacağım şeyler yazmadım aslında ama aylar sonra yeniden bu kadar detay vermek hiç aklımda yokken yazı kendi kendine oraya aktığı, yazının altındaki metinde de -sadece birkaç cümle eklemek üzere başlamışken- epey kapsamlı bir açıklama ve çağrı yaptığım için pişmanlığa benzer bir şey hissettim nedense.

Ama sonra hemen dedim ki kendime "böylesine bir anda içinden çıkıvermiş bir şey yanlış olamaz, sıkıntı yok." ve rahata erdim.

Gecenin o saatinde yayımladığım yazı, şu ana kadar tahmin edebileceğimden çok daha fazla kişi tarafından okundu, ona ayrı şaşırdım. Ayrıca yaptığım çağrıya o kadar hızlı dönüşler aldım ki! Önce gece, bir arkadaşım feysbuktaki paylaşımımın altına önümüzdeki ay başında bana hediye göndereceğini yazdı. Sonra sabah, o yazıda bahsettiğim ve durumu sıkışık olduğu için -kelimeyi çok sevmesem de- borcunu ödemekte zorlanan arkadaşım 200 TL göndereceğini haber verdi (yazıyı okuduğu için mi, hiçbir fikrim yok). Şimdi de e-postalara baktığımda tanımadığım iki kişinin bana para armağan etmek istediğini, bir kişinin ise -şimdi detayları anlatması zor, ben de tam anlayamadığım için kendisine yazarak soracağım ama- bir nevi birlikte çalışma teklifi yaptığını görüyorum.

Uzun süredir her konuda defaatle yaşadığım şey bu aslında ama hala adını koymuyorum. Deyip duruyorlar ya "evrenden iste, sana gelir" vs. diye; ben bunu sürekli deneyimliyor olsam da herkes için genellenebilir bir durum mu bu, yoksa bir çeşit tesadüfler mi rol oynuyor, veya mesela çok şanslı falan mıyım bilmiyorum, emin olamıyorum. Ama yani 12 saatte bu kadar gelişmenin olması da başka ne şekilde açıklanabilir ki...

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden!

Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

bi'takım parasal mevzular

Şu an bu satırları yazma nedenim, bir süredir blogdaki her yazının altında bulunan ve hissedenleri, bana armağan vermeleri için cesaretlendirmek istediğim kısmı elden geçirmiş olmam ve bunu paylaşma isteğim. Birazcık uzadı belki ama kendimi ve derdimi -yine de elimden geldiğince az cümleyle- daha iyi anlattığımı hissediyorum. Aşağıda göreceksiniz zaten.

Bu vesileyle maddi durumlarımdan mı bahsetsem biraz? Deney bitti biteli bu konudan eskisi gibi sık bahsedemediğim için muzdaribim zaten. Tamam abarttım, ızdırap çekiyor değilim elbet ama özledim mi özledim, laf aramızda. Bir de çok önemsediğim bu konuyla oynamak, üstüne gitmek, ayrıca birilerini tetiklemek hobilerim arasında; yapacak bi'şey yok.

İki konuyu çözdüğümüzde büyük oranda rahata ve ferahlığa erişeceğiz diye düşünüyorum: Birisi parayla olan ilişkimizi, diğeri ise -varlığı veya yokluğuyla- sevgilisel (ya da partnersel ya da eşsel ya da her ne diyorsanız) konulara yaklaşımımızı.

Maddi durumum, diyor idim: Ağustos sonu itibariyle deneyi yüksek bir girdi miktarı ile bitirip üstüne o günlerde düzenlemiş olduğum armağan ekonomisi atölyesinde 500 TL civarında bir armağan aldım, yetmedi "şimdi sana para lazım olur" diyen babam 250 TL gönderirken buna bir de aylar önce düzeltisini yapmış olduğum kitap için 300 küsur TL ödeme gelince bi' anda 2.500 TL falan birikiverdi hesabımda. Fazla para tutmayı sevmeyen bünyem bu duruma alerjik tepki gösterince armağan ekonomisi atölyesinin armağan çemberi kısmında, fazla param olduğunu ve bunu birileriyle -tercihen borç olarak- paylaşabileceğimi söyledim ve iki kişiye biner lira verdim (bu arkadaşlarımla, parayı, ihtiyacım oldukça peyderpey göndermeleri üzerine konuştuk ve şimdilik 210 lirası geri döndü, özellikle biri şu sıralar epey sıkışık olduğu için -ihtiyacım olmasına rağmen- göndermekte zorlanıyor).

Bunla birlikte, türlü vesileyle mini fonlama çağrıları yapan arkadaşlarımı ve bir iki projeyi onar yirmişer ya da en fazla ellişer lira ile destekledim.

Eylül'den bu yana geçen süreçte deneydeki destekçilerden İstem, M. Deniz, Begüm, Gülengül, Uygar, Filiz Ö. ve daha önce adını paylaşmak istemeyen bir arkadaşım bir seferlik veya periyodik desteklerine devam ederken hiç tanımadığım bir kişi olan AÖ (ismini kullanmak için izin almadım) 100 lira armağan etti; Şirince'deki beş günlük council eğitimi için yapmış olduğum ekmeklerden 80 lira (daha doğrusu masrafları düşünce yaklaşık 50 lira) kazandım; son olarak da yılbaşı hediyesi babında annemden 150, babamdan 500 TL geldi.

Galiba son dört beş ayda parasal anlamda olan biten bundan ibaret ve an itibariyle bakiyem 33 TL gibi bir şey gösteriyor.

İçim, para konusunda -ve aslında her konuda- inanamayacağınız kadar rahat. Ama borçlar geri döner, ama bir şekilde para kazanırım (2014'te ekmek ve düzeltiden başka; nar toplayarak, atölyelerden ve Likya yolunda yürüttüğüm bir arkadaşımın armağanı vesilesiyle -irili olmasa da ufaklı- para girişleri oldu bütçeme; düzelti ve nar işinde standart ödemeler olduğu için mümkün olmasa da diğer üç uğraşımdan "gönül bedeli" ile, yani karşıdakilerin vermek istedikleri bedel ile aldım para armağanlarını), ama bu yazı veya bu yazıdan itibaren her yazının altında yer alacak olan genişletilmiş açıklama birilerini teşvik eder falan ve ben aylık harcamamı her şekilde karşılarım. Sıkıntı yok.

Ve yine daha önce olduğu gibi, ihtiyacımdan fazla param olduğunda fazla kısmı birilerine armağan eder veya en azından borç veririm (C.Eisenstein'ın deyimiyle paranın kullanımını armağan ederim), olur biter.

Çok uzadı, maddi durumlar böyle işte. ((:
Bitti.

Hamiş: Yarım saat önce yazmaya başladığımda bütün bunları paylaşmak aklımın ucundan bile geçmiyordu, her şey birdenbire oldu.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden!

Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

10 Ocak 2015 Cumartesi

Nar Tanesi (Migi)

Burcu ve ben onu ilk kez Dalyan yakınlarında yer alan Eskiköy'ü ziyaretimiz sonrası görmüştük (sanki Ekim falan). Eskiköy'e gitme nedenimiz, orada bir evi olan ve para vermeden o evde yaşayacak biri(leri)ni arayan kişinin evine bakmak idi. Acaba orada yaşamamız mümkün olur muydu, kirasız hayat vs. düşünceleri ile gittik ama tam olarak istediğimiz bir yer değildi ve dönüş yoluna geçtik. Ama önce Eski Köye Yeni Adet adlı mekana gittik. Orası da Toprak Sergen'in yeri, merak ediyorduk zaten... Neyse detaya girmeyelim, Toprak Sergen de yoktu zaten de, işte oradan dönüşte, asfalt yolda yürüyoruz. Sağda solda hiçbir yapı, bina, ev vs yok; her iki tarafta upuzun otlar var ve uzun ince bir yol...

Sonra bir anda, hiçliğin ortasından, miyavlayarak üstümüze üstümüze koşan bir yavru kedi belirdi. Nasıl coşkuyla koşuyor ve bize geliyor. Çok acayipti! Eğildim, bekledim ve hemen kucağıma geldi. Köpeğin olur da coşkuyla gelir ya, öyle aynı. Katiyen kedi gibi değildi davranışı. Biz de o sırada her yerimize bulaşa bulaşa Yeni Adet'ten aldığımız narları yiyoruz. Kedi o kadar tatlı ki kendimizi ona dokunmaktan alamıyoruz ve her yeri kıpkırmızı oluyor hayvancağızın ve adı da beliriyor hemen: Nar Tanesi. (Bu arada normal renkleri ise gri ve beyaz ağırlıklı, nasıl güzel)

Kedilere hiçbir zaman çok büyük ilgi, sevgi beslemeyen ben nasıl sevdim bu hayvanı, anlatamam. Nar Tanesi'ni kucağımıza alıyoruz, durmuyor; yere bırakıyoruz, ayaklarımızın altında dolaşıyor, ezilme tehlikesi yaşıyor, derken bir şekilde Dalyan yakınlarına varıyoruz. Hayvan barınağına doğru yürüyoruz ama meğer orası köpekler içinmiş sadece. Barınakta gönüllü olan Aylin'i arıyoruz sonra, daha fazla yeni kedi alma şanslarının olmadığını söylüyor. Ne yapsak ne yapsak, aşırı tatlı, biz mi baksak derken aklımıza köyden Ceren ve Kayhan'ı aramak geliyor, daha biz leb demeden "varsa iki tane getirin" diyorlar. Ohh, kediye bir ev bulundu. Ne mutlu! Dalyan'da işleri halledip karşıya geçiyoruz, Kayhanlara bırakıyoruz kediyi, içimiz biraz buruk.

Nar Tanesi'nin diğer adı da Migi oluyor ki durmadan "miii miii" dediği için bu isim de yakışıyor ona. Yalnız o kadar özgür ruhlu ve serseri bir kedi ki bir yok oluyor, bir çıkıyor ortaya. Gel zaman git zaman, Aralık'ta bir gün Dalyan'dan kayıkla bizim köye geçerken "miii miii" sesini duyuyoruz, bir de bakıyoruz kıyıda bize sesleniyor karşıya geçmek için. Ben emin olamadım ama Burcu tanıdı hemen. Hayır, Dalyan tarafına nasıl ve ne zaman geçmiş, onu anlamak mümkün değil! Kayıkçı Sevim Abla geri dönüyor, kediyi alıyor ve karşıya geçiyoruz onla. Karşıya geçince de Kayhanlarla beraber eve dönecek olan Özgürlerin arabasına atıyoruz kediyi, Kayhan ve Ceren'e küçük bir sürpriz olarak.
***
Aralık'ın son günlerinde, o günlerde misafirimiz olan sevgili Baran'la orman yoluna doğru yürürken bir bakıyoruz yine o. "miii miii"... Oldu mu sana üç! Alıp eve götürüyoruz, diyorum artık bizim bakmamız lazım bu kediye, bu kaçıncı işaret! Yine ertesi gün Begüm götürüyor kediyi ve bir ya da iki gün sonra bu sefer Burcu ve o günkü misafirimiz Bürge, Migi'yi dördüncü kez buluyorlar. Düzeltiyorum, Migi bizi dördüncü kez buluyor.

Yok yok, artık hakkaten bizle yaşasın bu kedi. Balkona koyuyoruz ve bir iki gün takılıyor. (Bu arada Kayhan'la Ceren köyde değil zaten, gün aşırı bi' Özgür beslemeye gidiyor kedileri, bi' Begüm <Migi'den sonra bir kedi daha buldular ve her ikisine bakmaya başladılar>) Sonra bir gün Burcu'yla Dalyan'a gideceğiz ama peşimiz sıra geliyor serseri. Ne yapsak ayak altından çekilmiyor, motorla üstünden geçicez diye korkuyoruz. Burcu'ya diyorum ki "al kucağına, tam hareket edecekken at, basıp gidelim, kaçalım." Çünkü sanıyorum ki motorun peşinden gelecek, dedim ya kendini köpek sana bir kedi bu. Öyle de yapıyoruz ve Burcu'nun attığı yerde kalakalıyor Nar Tanesi. Aynadan bakıyorum, geri dönüp bakıyorum, hiç kıpırdama yok. Kahkahalar atıyorum, "hahaa salak, dondu kaldı valla" diyorum. Bu arada içimden bir ses eve dönmeyeceğini söylüyor ama döndüğümüzde onu evde buluyoruz. Gerçi biraz sersemlemiş gibi. Sonra komşu Güllü abladan duyuyoruz ki köpekleri Arap'la kavga etmişler meğer, o ona tırmık atmış, o onu ısırmış, Güllü ablalar araya girmiş falan. Ama görünürde bir şey yok Migi'de, sadece acayip durgun.

Sonra o akşamüstü kusmaya falan başlıyor, pek yemek yemiyor. Yorgun ve çok sakin bir görüntüsü var... Ertesi gün de o halleri devam, Burcu çokça endişeleniyor ve ilgileniyor, bense nedense pek oralı değilim. Arada Özgür geliyor, bakıyor, ilaç falan veriyoruz ama durumunda gelişme yok. Tam olarak ne olduğu da meçhul tabii, Arap'la kavgası sırasında iç kanama vs olabilirmiş, veya travmatik bir şey oldu belki; ya da Özgür'e kalırsa şiddetli bir zatürree gibi bir şey. Kesin olarak bilemiyoruz tabii, dili yok ki hayvanın. Başka bir şey(ler) de olabilir. Sonra o akşam Burcu onu içeriye, sıcağa almayı öneriyor ama Begüm ve ben biraz soğuk kanlı yaklaşıyoruz galiba ve pek tercih etmediğimizi söylüyoruz. Ayrıca ben bu hayvanların doğaları gereği dışarıda rahat edeceklerini falan savunuyorum.

Neyse... Özgür'le konuşuyor Burcu, Özgür'ün içi rahat etmiyor ve gelip alıyor Migi'yi, evlerine götürüyor. "Bu geceyi atlatırsa yaşar ama bu gece çok önemli" diyor. Ertesi sabah Burcu Özgür'e mesaj atıyor ve durumu soruyor, gelen cevapta bir adet somurtan yüz ve "maalesef" var.

Böylece Nar Tanesi'ni kaybediyoruz. Bize böyle güzel anılar, bana hiç ummadığım bir kedi sevgisi, Burcu'ya bir canlıyla ilgilenme isteği gibi hissiyatlar bırakıyor. Aynı gün çemberde bu konuyu da konuşuyoruz. Kedinin durumuyla hiç ilgilenmememi falan anlamaya çalışıyorum. Böyle de bir içbakış fırsatı sunuyor bana/bize.

Sonuç olarak hayat döngüsünde bir sayfa kapanıyor, yenileri açılıyor. Nar Tanesi toprağın altında milyonlarca bakteriye, böceğe, mantara yaşam alanı ve besin oluyor. Hiç bitmeyen döngü devam ediyor.

-----------------------------------------

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

İlan: Sekreter aranıyor

Vakt-i zamanında çırak aramaktan dem vurmuştum ya hani, dün itibariyle yeni bir ihtiyacım dile geldi. Daha doğrusu, "çırak arama" hususu ihtiyaç değildi zaten, esprili bir yazı idi sadece ama şimdiki gerçekten (!) de ihtiyaç: Bir sekreter (hadi modern dille söyleyelim, daha havalı olsun: asistan)!

Birileri sorduğunda ne yaptığımı, günlerimi nasıl geçirdiğimi anlatmak kolay olmuyor çoğu zaman ama nasıl bir yoğunluk içinde yaşadığımı bir ben bilirim bir de diğer işsiz kardeşlerim (en azından çoğu, sanırım). Her şey bir yana, kendi kendinle uğraşma işi* başlı başına tam zamanlı ötesi bir iş zaten. Ancak bu iş ne kelimelere sığar ne tanımlamalara... Anlayan anladı deyip geçiyorum, zira bu tam zamanlı ötesi işten gayrı, daha ele avuca gelir neler var neler. Ve tek başıma altından kalkmakta ciddi anlamda zorlanıyorum.

Geçenlerde bir yapılacaklar listesi hazırladım, otuza yakın madde çıktı. Sonraki günlerdeki eklemelerle en son otuz küsur idi. Bunlardan küçük bir kısmı hızla halledebilecek işler (şu filmi bul, bu yazıyı oku, şu konuda yazı yaz <yazı demişken blogda ne biçim açtım arayı> vs.) Ama büyük bir kısmı ciddi anlamda zaman ve süreklilik isteyen işler ve bazen neresinden tutacağımı şaşırıyorum, zira kendi kendimle uğraşma işinden de mümkün mertebe taviz vermemeye çalışıyorum. Gerçi bu işin iyi yanı aslında her ana yayılabilmesi. Bulaşık yıkarken de, toprakla çalışırken de, doğada yürüyüş yaparken de kendimle uğraşıp derinlere inme şansı bulabiliyorum neyse ki.

Gündemimin en önemli iki maddesi, yazıyor olduğum kitabı toparlamak ve toprak işleri galiba. Zaten aynı zamanda ilk iki madde oluyor bunlar. Kitapla ilgili önemli bir aşamadayım, kabaca bir taslak oturttum ve yayınevleriyle temasa geçmeden önce birkaç arkadaşıma gönderdim ve şimdi onlardan geribildirim bekliyorum. Gelecek geribildirimlere göre kitaba son şeklini verip Şubat sonu Mart başı civarında yayınevleriyle flört etmeye başlamaya niyet ediyorum. Gerçi bir tanesiyle -tanıdık olması hasebiyle- iletişime geçtim bile. Geribildirim bekleme aşamasındayken bunu gündemimden de geçici olarak çıkarmış olmak biraz rahat hissettirdi bu arada.

Toprak işlerine gelince, Kasım ayında almış olduğum permakültür tasarım eğitimi beni bu konuda ivmelendirdi ve ne de iyi oldu. Şimdi evin arka ve yan taraflarında bulunan mini bahçemizin yanı sıra (ki bu bahçelerdeki iki lokma kışlık ekinler son birkaç günlük aşırı soğuklardan epey hasar aldılar) ön tarafa daha büyükçe bir bahçe yapma hazırlıklarıyla meşgulüm. Hazırlığın çoğu şu an için zihinsel ve okumasal olmakla birlikte bir şeylere ufak ufak fiziksel olarak da el atmaya başladım. Ayrıca dün akşam, bütün bu süreci bizim Çandır Candır blogunda anlatmaya karar verdim ve bu kararıma çok sevindim. Zira kendime ne yaptığımı hatırlatmakla kalmayıp insanları akıl fikir vermeye davet edebileceğim; özellikle de üşenmeyip fotoğraflı yazılar koyarsam eğer, kolektif akıldan güzel uygulamalar çıkarabileceğimi sanıyorum.

Ufak tefek maddeler bir yana, bahar aylarında yapmak istediğim armağan ekonomisi turnesi (kulağa komik geliyor mu?); buradaki marangoz İbrahim Abi ile kurduğumuz güzel ilişkilerin de yardımıyla, ondan ağaç işleriyle ilgili bilgi ve deneyim alma isteğim; artık peynir-çökelek gibi ürünlere de el atma ve kendim üretme isteğim; Çandır'daki gençlerle buluşup onları dinleyerek hayallerini anlama, dinleme, onlar ve köy için ne yapabilirim(z) konusunda adım atmamız; Çandır ve Dalyanlıları buluşturan Aralık toplaşmasının -ve armağan çemberinin- devamını bu ay gerçekleştirme arzum(uz), Fethiye ve Köyceğiz'deki kimi çiftlikleri ve dostları ziyaret etme gibi nice maddeler var listede.

Peki kim yapacak bütün bunları? Bir şeyleri yapma isteğimle icraata geçme yüzdem her zaman çok tutarlı olmuyor. Bundandır ki beni çekip çevirecek bir sekretere ihtiyaç duyuyorum. Kalacak yer, yemek ve haftalık 20 TL çalışır benden. Aranan niteliklere ise İlan: Çırak Aranıyor yazısından ulaşabilirsiniz. Tek fark, lütfen bu sefer mayosuz fotoğrafla, hatta fotoğrafsız başvurun, ayrımcılık yapmak istemiyorum.

* Burada Oruç Aruoba'nın Yürümesinden bir pasaj geliyor aklıma: "Kişinin işi kendi kendisidir." diyordu, ya da öyle bir şey...

-----------------------------------------

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com