Sayfalar

23 Mart 2015 Pazartesi

Bozulan elektronik cihazların yeni nesil tamir yöntemine dair saha araştırması: 2015 Çandır Örneği

-1-

Çandır'daki evimizde bir televizyonumuz var. Yayın yok elbette ama bilgisayarı bağlayıp dizi, film vs. izliyoruz zaman zaman. Bu arkadaşımız birkaç ay önce bozuldu ve ekrana görüntü vermemeye başladı. Televizyon açılıyor ama görüntü yok.

Üç-dört hafta önce babam bizi ziyarete geldiğinde, hazır altımızda araba da varken, televizyonu Dalyan'a tamirciye götürdük. Daha doğrusu, buranın şartları gereği kayığa kadar götürdük, televizyon kucağımızda karşıya geçtik, birkaç yüz metre kolumun altında televizyon, yürüdük yürüdük, tamirciye vardık. Girdik içeri ve dedik ki "Bizim televizyon bozuk." Tamirci dedi ki "Zaten buraya sağlam olanları getirmezler." Gülüştük mülüştük, ben bir yandan sorunu anlatırken bir yandan taktık prize, bastık tuşa ve açıldı; görüntü var! Allah allah! Tabii hiç vakit kaybetmeden dedim ki "Bakın, biz sağlam olanı getirdik, yaaa!"

Aldık televizyonu, yine birkaç yüz metre yürüyüş, kayıkla karşıya geçiş, arabayla eve getiriş, falan... O gün bugün gülüyoruz, "Gezmek istiyormuş" demek ki, falan diyoruz. Arada yine çalışmıyor ama huyunu suyunu öğrendiğimizden, alıyorum kolumun altına, evde bi' tur atıyorum, gerekirse bir iki tur daha atıyorum; sonra hop çalışıveriyor!

Hadi buraya kadar azıcık ilginç bir hikaye, eyvallah da...

-2-

Geçen perşembe sabah kalktım, telefonumu açtım; görüntü yok! Televizyonda olan şeyin aynısı. Telefon açılıyor, çalışıyor, arama kabul ediyor, ezbere bildiğim numaraları arayabiliyor, hatta SMS bile gönderebiliyorum ama görüntü gelmiyor.

Cumartesi günü Begüm Dalyan'a gidiyordu, tamirciye götürmesi için telefonu ona verdim. Ekranının değişmesi gerekiyormuş, pazartesi günü olurmuş... "Eyvallah" dedik. Sonra bugün yine gitti Begüm, parçası gelmemiş, perşembe günü gelirmiş. "O zaman şimdi telefonu alalım, perşembe yine götürürüz" dedik. En azından gelen aramalara cevap verebilirim (hoş, bu aralar maşallah (!) hiç olmuyor gelen arama falan :) ). Begüm telefonu kayıkçı Sevim Abla'ya bıraktı. Akşam üstü Burcu'yu İstanbul'a uğurlamak için kayığa kadar beraber gittik. Neyse, telefonu bi' açtık, hop görüntü geldi! Bi' şekilde yaptırdı herhalde diye Begüm'ü aradım, o da şaşırdı.

Oldu işte, yine oldu ((:

Velhasıl Çandır köyünde yaşamanın bir güzel yanının da bozulan elektronik cihazların tamirinin çok kolay ve ücretsiz olması olduğu netleşmiş oldu. Şöyle bir Dalyan turu yetiyor. Pek ilginç!

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden!

Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

12 Mart 2015 Perşembe

Cenneti yaşayanların herhangi bir gününden dünyaya, hayata ilan-ı aşk

Gecenin 01:35'inde, bunca yorgunluğun üstüne bu satırları yazmaya başlıyorum.

O kadar keyifliyim ki bunu paylaşma isteği çalkalıyor içimi. Bu hallerimi paylaşmayı hem çok seviyorum hem de huzurlu bir hayata çağrı niteliği taşıdığı için biraz da görevimmiş gibi geliyor.

İstiyorum ki herkes keyifle yaşasın.

Biliyorum ki bu hiç zor değil.

Yine biliyorum ki zamanı gelenler zaten kıpraşmaya başlıyor.

Ve inanıyorum ki bu kıpraşma halleri, her geçen gün daha da fazla yayılacak.

Bugün, telefonda doğum gününü kutladığım Emin'e söylediğim gibi, çok istesem de şu anki memnuniyetimi anlatmam, tarif etmem hiç kolay değil. Çünkü memnuniyetim o kadar basit, o kadar küçük nedenlerin bir bileşkesi ki bunların bana hissettirdiklerini kuru cümlelerle ifade etmek çok yetersiz kalacak.

Yine de deniyorum işte, olduğu kadar...

Bugün çok güzel yerlerde yürüdük Burcu'yla. Aslında amacımız, komşularımızın bahsettiği koyun gübresi yığınını aramaktı fakat çok taşlı traktör yolundan Java'yla (burada bütün motosikletlere "Java" diyorlar ((: ) gitmek zor olunca vazgeçtik ve köyün suyunun çıktığı yere doğru yürüdük. Yol üstünde muhteşem çınar ağaçlarının altında oturduk biraz. Yüzlerce yıllık ağaçların muhteşemlikleri bir yana, dökülen tonla yaprağı görünce havalara uçtuk. Gerek kompost gerekse malçlama yaparken kuru yaprak ihtiyacımız çok fazla, ancak bir ormanın içinde yaşamamıza rağmen, etraftaki bütün ağaçlar çam, zeytin gibi dört mevsim yeşil kalan ağaçlar oldukları için, bulduğumuz gerçek bir nimet!

Suyun çıktığı kaynağı görmek üzere ilerledik, ilerledik... Harika manzaralarla, muhteşem doğayla karşılaştık. Büyülendik... Daha tırmanılacak uzun bir yol vardı ama bir sonraki sefere bıraktık. Dönüş yolunda, zakkum çalılarıyla karşılaştık ve etrafını henüz çevirdiğimiz bahçeye yapmayı planladığımız kapı için çok uygun bir gövdesi olduğunu fark ettik. Daha doğrusu Burcu fark etti. Yanımıza aldığımız tara ile -önce zakkumdan izin isteyerek- bir miktar kestik ve eve dönünce bu ağaçlardan bir kapı yaptık. Şimdi ben hayatım(ız)da ilk kez bir kapı yapmış olmanın mutluluğunu nasıl aktarabilirim ki...

Bugünlerde çok sık aklıma geliyor, şimdi yine geldi: Charles, muhteşem videosunda bir yerde "Dünyaya yeniden aşık oluyoruz." diyor ya, bir süredir tam da bunu hissediyorum. Hele ki baharda doğanın uyanışıyla birlikte iyice yanmaya başladım. Doğa, yeşil, ağaçlar... Bütün bunların güzel şeyler olduğu bilgisi çocukluktan beri vardı ama bu kadar güçlü bir şekilde hissetmemiştim hiç. Nasıl anlatılır ki bahçemize geçen yıl diktiğimiz ve şimdi yeniden yeşillenen erik ağacının bize ettikleri... Nasıl anlatılır ki ısınan havalarla birlikte ortalıkta fink atan kaplumbağaların, geçen gün ilk kez topluca gezdiklerini gördüğümüz çekirdek keler ailesinin içimizde yarattığı heyecan... Nasıl anlatabilirim ki çiçekleri kararan baklada ters giden bir şeyler olduğunu düşünürken meyvelerini fark ettiğimizdeki sevincimizi; pembe, muhteşem bir çiçek açan bezelyeyi gördüğümüzdeki coşkumuzu...

Dönüşte bir de, köyün biraz dışında kalan bir mahallede yaşayan ailenin sakinleri olan Türkan Teyze ve Arif Amca ile tanıştık. Köyün yaşlılarını ziyaret etmeyi zaten çok seviyoruz. Bazen "hastalık muhabbetleri" baymıyor değil ama o kadar memnun oluyorlar ki arada bu kadarcık bayılmaya değer.

Akşam ise Burcu harika yemekler yaptı. Sonrasında ben bulaşık yıkarken, büyük kısmını gündüz yazmış olduğu (ve bana okuduğunda gözlerimin dolmasına neden olan) harika blog yazısını tamamladı. Sonrasında, son birkaç gündür olduğu gibi, akşam saatlerinde ben kitabımın son rötuşları üzerinde çalışırken (öyle görünüyor ki taslağı bu hafta bitmeden yayınevlerine göndermiş olacağım) ayık kalabilmeme yardımcı olması için çay demledi (yanında ekmek ve tahin-bal karışımı) ve her seferinde daha son yudumumu alırken bardağı elimden kapıp yenisini doldurdu. Kitaba yoğunlaşmışım ya, bu durum bozulmasın diye... Böyle de bir yoldaşım var işte.

Ve bu, herhangi bir günümüzdü. Her gün benzer, bazen de farklı sevinçler, coşkular... Bir yandan rutinin verdiği huzur, diğer yandan her gün yenilenen doğanın güzelliği ve/ya tanıştığımız güzel insanlar. Evde sürekli bir üretim hali... Zamanın yetmemesi...

Dışarıdan nasıl görünüyor hiç bilmiyorum ama içeriden o kadar muhteşem, o kadar dolu görünüyor ki... Ha, bir de, her gün şaşırıyoruz! Cenneti yaşadığımızı fark edip şaşırıyor, ertesi gün yeniden fark edip yeniden şaşırıyoruz.

...

Bütün bunlar okuyanlarda ne ifade ediyor acaba... Olan biten sıradan olaylardan bu kadar heyecanlanmam(ız) ne hissettiriyor ki...

Merak ediyorum...

...

Gecenin 02:35'inde satırlarıma son veriyorum.

-----------------------------------------

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki...

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?