Sayfalar

30 Aralık 2013 Pazartesi

Bu da mı tesadüf?.. N'oluyo?..

Aşağıda paylaşacağım örneğin benzerleri, son bir yılda o kadar çok başıma geliyor ki... Hatta Ateyizler bunları da açıklasın başlığı altında birkaçını paylaşmıştım, geçtiğimiz aylarda.

Ama bu, "en" bir örnek oldu, bilemedin ilk üçtedir ama galiba "en" yahu:

Çevremdeki -neredeyse- bütün kadınların okumuş ya da okumak üzere olduğu Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okuyorum birkaç gündür.

Bugün bir bölüm, acayip Esra'yı çağrıştırdı ve ona aynen şu mesajı attım:
 Kurtlarla koşan kadınlar sayfa 215'deki "yanlış zigot"ta accık seni gördüm gibi oldu (:
Ve Esra'dan gelen cevap (karakteri karakterine):
Yaaaaaaaa....Ayyy.. ama nasıl oluyor ki simdi kütüphanedeyim Masada Kurtlarla kosan Kadınlar. Biraz önce çirkin ördek sayfalarını ve Yanlış Zigot Sendromunu okudum. Kapadım. Bilgisayara bakıyodum öylece.. Çaat pat mesajj
Yani artık genelde şaşırmıyorum da bu kadarı da... N'oluyo lan?!?!?!

Haa bir de daha bugün öğlen telefonlaşmıştık ve "başka bir şekilde" iletiştiğimize, konuşmamıza gerek olmadığına kanaat getirmiştik. Ahan da ispatı... Ama yuhh!

Korksam mı... Zaten evde yalnızım...


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

28 Aralık 2013 Cumartesi

Vicdani reddim

Bugüne kadar niye ve neyi bekledim bilmiyorum ama en azından şimdi, bugün, Roboski'nin yıl dönümünde, blog vasıtasıyla yapmak istedim:

Ben, Emre Ertegün, 2004 Aralık - 2005 Mayıs arasında askerlik yapmış olmakla birlikte, yani belki geç de olsa; herhangi bir insanı herhangi bir nedenle öldürme düşüncesini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğimi, hayatımın geri kalanında kimseden emir alıp-vermeyeceğimi ve militarizmin, iyi olan herhangi bir şeyi herhangi bir şekilde getireceğine inanmadığımı ilan ediyor ve vicdani reddimi açıklıyorum.

27 Aralık 2013 Cuma

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü...

Facebook'a yazmış olduğum iletiyi buraya da almak istedim. Epey propagandist oldu ((:
------------------------

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü Gezi rüzgarını, ‪#‎AsrınHukukSkandalı‬ üstüne canlandırmak farz oldu.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü Gezi ruhunu özledim.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü “dayanışma”yı, “bir(lik)” olma halini özledim.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bugünlerde iyice ayyuka çıkan “çekişme”nin, “kavga”nın iki tarafında da değilim, “başka bir yer”deyim ve bunu göstermek istiyorum.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü “yesinler birbirlerini” diyerek çekirdek çitlemenin çözüm olmadığını, kendi göbeğimizi kesmemiz gerektiğini biliyorum.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu ülkede ‪#‎bağımsızyargı‬ yok.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü yarın ikinci yılı dolacak olan ‪#‎RoboskiKatliamının‬, 10 gün sonra da altıncı yılı dolacak olan ‪#‎HrantDinkSuikasti‬‘nin sorumluları hala yargı önüne çıkarılmadılar.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu ülkede ‪#‎işcinayetleri‬ sürüyor.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu ülkede ‪#‎kadınaşiddet‬ artarak devam ediyor.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim çünkü bu maddelerin sonunu getirmek mümkün değil, bu ülkede neredeyse her şey yanlış gidiyor.

Bu akşam saat 19:00’da Taksim’deyim!


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

22 Aralık 2013 Pazar

karbon ayak izim ve gündelik tercihlerim üzerine

Yeşil Gazete de teveccüh etti, burdan... ((:
-------------------------------------
Tercihlerimden söz etmek istiyorum biraz. Hayatta attığımız her adımda mini tercihler yapıyoruz ve bu da bizim dünyamızı şekillendiriyor. Ben son zamanlarda daha da fazla dikkat etmeye başladım her birine. Attığım hiçbir adımı düşünmeksizin, ezberden atmamaya çalışıyorum; alışkanlıklarımın her birini sorguluyorum.

Tüketim konusunda çok uzun zamandan beri zaten fazlaca muhafazakarım. Üst-baş vs.yi çok mecbur kalmadıkça yıllardır almıyorum da yeme-içme konusunda da iyice dikkat kesildim. Şu an bulunduğum evin bahçesinde kilolarca mandalina, portakal varken, çok sevdiğim muzu ancak gerçekten canım isterse alıyorum pazardan. Parası için de değil ama; olabildiğine sadeleşme, basitleşme istek ve ihtiyacımdan başka bir şey değil. Hem dalından meyve toplama şansım varken...

Veya ceviz mesela... Geçen gün pazarda bi' tezgahtan tam alacaktık, neyse ki nerenin cevizleri olduklarını sorduk da Şili'den geldiklerini öğrendik. Yahu Şili'den buraya ceviz mi gelirmiş yahu! Nasıl bir küreselleşmeymiş bu! Ahh şu salınılan karbonlar bir şekilde fiyatlara yansısa... Kursak öyle bir sistem ne de güzel olurdu... Neyse biz de gittik diğer bi' tezgahtan aldık yerli cevizimizi. Tezgaha gelmedik yani!

Bir de içki alma ile ilgili yakın tarihli bir anekdottan bahsedip geçiyorum: Geçenlerde balık almıştık Burcu'yla ve o sırada babamla telefonda konuşmuştuk. Balığı duyunca (hatta bir de çiğ balık yaptım o gün, ayıptır söylemesi) "Rakı?" diye sordu; dedim "Biz de ona karar vermeye çalışıyoruz; artık az parayla geçinmece, malum." Rakı konusunda hassas olan babam "Rakısız olmaz; sen al rakını, ben onun parasını yollarım sana." dedi. Böylece hem rakıyı bedavaya getirecek, hem de babam da ürün sponsoru olarak da olsa benim 'deney'e katılmış olacaktı. Ama yok öyle hemen kabul etmek; önce analiz etmece... İçkinin zaten çok gerekli bir şey olmadığı malumunuz. E bizim kafalar da zaten hep güzel, dış desteğe ne hacet. Epey düşündük ama... Belki 10 dakika sürmüştür yani; ve düşüne sorgulaya almamaya karar verdik.

Diyeceğim o ki, meselem muz tüketmemek de değil (haa ithal muz derseniz, onu komple dışlarım. Ekvador'dan muz mu gelirmiş?..), rakı veya diğer içkilerden içmemek de. Zoraki mahrumiyetlerin çok hayırlı olduğunu da düşünmüyorum zira. Ama işte sorgulayarak tüketmek belki, ilk aşamada. Yani canımız rakı içmeyi çok isteseydi alırdık mesela ama istemedi o kadar. Sırf balıkla rakı içilir ezberinden (ki gerçekten çok güzel içilir, o da ayrı) yola çıkıp da almadık.

Mesela uçağa binmeme hususu ile ilgili olarak daha önce atıp tutmuştum. Aslında orada uçak sadece bir örnekti, yazının büyük kısmını kapsaması bir yana. Arabaya binmek ve bilumum diğer konular için de geçerli olan bir örnek sadece. Yine yol yapma üzerinden gidersek mesela; 3-4 hafta önce babam İzmir'deyken, zaten görmek istediğimiz Karaburun'a götürmeyi önerdi; daha doğrusu Karaburun'un bir köyünde bir yeri ziyaret etmek istiyorduk, işte oraya. Gittik gitmesine de, bunu kabullenirken bile zorlandım biraz. İyice değerlendirmeden "Tamam!" diyemiyorum, ne yapalım... O gün için iyi bir fırsattı; ayrıca oraya toplu taşıma ile gitmemiz zaten mümkün değildi, falan filan ve gittik. Benzer şekilde, otostop çektiğimde, bazen beni daha uygun bir yerde bırakabilmek için -atıyorum- 10 km fazla gitmeyi öneriyorlar da, ben o anki duruma göre, çok acelem yoksa veya o noktaya toplu taşıma ile gidebileceksem mesela, reddedebiliyorum. 10 gidiş-10 dönüş, 20 km'yi sırf keyfim için yaptırmak ve nur topu gibi karboncukların doğaya salınmasını sağlamak istemiyorum çünkü.

Ve yine; şu anda bir süreliğine bulunduğum ev zor ısınıyor örneğin, ama daha iyi bir ısı kaynağı -ve galiba daha az zahmetli ve daha ucuz- olmasına rağmen kömür değil de odun yaktığımızı söylememe gerek bile yoktur sanırım.

***

Örnekleri çeşitlendirebilirim de meramımı anlattım bence. Attığım her adımı sorguluyorum ben ve yok, hiç de zor olmuyor; yük falan da değil. Gerçi olsa ne olur ki, gerek kendi sağlığım ve bütünlüğüm, gerekse gezegeninki açısından bu sorgulamalara mecbur hissediyorum artık kendimi. Ve galiba -ve ne mutlu ki- bu, geri dönüşü olmayan bir yol.

***

Hamiş: Dün bu yazıyı yazdım; bugün Metis Ajanda'yı elime aldım ve 162-163. sayfalarda Jonathan Safran Foer'nin 'Hayvan Yemek' adlı kitabından yapılmış olan alıntı ile karşılaştım: (bu arada kitabı da pek merak ettim; kimde var?)
"Gülünç gelebilir ancak düşünme zahmetinde bulunursak, günden güne yaptığımız seçimlerin dünyayı şekillendirdiğini inkar etmek güçtür. ... Ne yiyeceğine (ve neyi hayatından çıkaracağına) karar vermek, diğer her şeye şekil veren üretim ve tüketimin temel eylemidir."

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

21 Aralık 2013 Cumartesi

... zamanı geldi

Uzun zamandır gündemden bilerek, isteyerek ve memnuniyetle uzak duruyorum; ancak bugünlerde olan biteni (gündemdeki yolsuzluk muhabbetlerinden bahsediyorum tabii) göz ucuyla da olsa takip ediyorum. Ortaya çıkanlar elbette -ve maalesef- ki şaşırtmıyor ama çıkış şekli ve bu efendi-hoca kapışmasının önemli sonuçları olacak gibi. Göz ucu takibimle ve okuduğum 3-5 köşe yazısıyla bunları tahlil etmeye yeltenecek değilim elbet. Sadece şu hissiyatımı paylaşasım geldi -ki bu minvalde hisseden bir sürü kişi olduğunu biliyorum- : Siyasetin ve sistemin gelmiş olduğu durum gerçekten çok büyük bir kepazelik. Oyuncak gibi oynuyorlar kanunlarla, parayla, bizlerle. Oynuyorlar da; olayların büyümesi, bu adamların bir şekilde düşmeleri ve başka herhangi bir 'sistem partisi'nin başa gelmesi söz konusu olursa ne olur ki? Çok da sevinecek bir şey değil; en azından benim için... Zira sorun o parti - bu adam sorunu değil ki; topyekün sistem sorunlu. Doğayı yağmalamayı, bir diğerini sollamak için amansız rekabeti, bu güzelim dünyayı maddi-manevi çirkinleştirmeyi ödüllendiren bir sistemden benim beklentim yok.

Bir süredir aynı minvalde yaza/söyleye-geldiğim üzere, yapmamız gereken: 'yeni'yi kurmak; bu da bambaşka mücadele biçimlerini getiriyor ('mücadele' bile demek istemiyorum ya...): Toplumsal bazda Gezi direnişi/dirilişi gibi toplumsal kalkışmaların ve yeni-yaratıcı sivil itaatsizlik eylemlerinin devamını getirmeli, Gezi sonrası ivme kazanan birbirimizi besleme kanallarını açık tutmalı ve büyütmeli; siyasi tarafla çok fazla hemhal olmanın bence pek anlamı yok ama artık görece daha yoğun ve sıkça tepki göstermeye başlayıp zaman zaman güzel sonuçlar da aldığımız çevre tahribatı mücadelelerini elden bırakmamalı; bireysel olarak da inandıklarımız doğrultusunda 'tutarlı' yaşamlara adım atmalıyız, bana göre.

Artık -mış gibi yaşamayı bırakıp, hayal ettiğimiz dünyayı kendimizden başlayarak kurmanın zamanı geldi.

Doğal ve gerçek gıdayla beslenmenin, insanlarla ve diğer tüm canlılarla, doğayla sağlıklı iletişim kurmanın zamanı... zaten geçemez de, belki biraz ara vermişizdir.

İdeallerimizin -her neyseler- 'hayatın gerçekleri' karşısında ezilmelerinin önüne geçmenin zamanı geldi. Biz neye diyorsak odur 'hayatın gerçeği'. (kesin bilgi)

Çalışanını ve çevreyi tüketen şirketler için çalışmayı bırakmanın, 'daha iyi ev', 'bir üst segment araba', 'Meral Hanım'ın ceketinin aynısı' vs.ye heveslenmeyi bırakmanın zama... (bunu zaten biliyoruz, di mi?)

Sıramız gelince tıpış tıpış askerlik yaparak savaşı beslemenin, birilerini 'düşman' olarak görmenin, gerekirse öldürmenin ve ölmenin son bulmasının zamanı geldi. (Üniversite sonrası 'aradan çıkması' için yapıvermiştim; üzgünüm, pişmanım.)

Ve artık 'korku'nun sonu geldi. Sokağa çıkmanın, istifa etmenin, rest çekmenin, hakkını aramanın, atmamız gereken 'o adımlar' artık her neyse, bir an önce atmanın zamanı geldi.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

12 Aralık 2013 Perşembe

Biliyorsan sorumlusun

Hani birçok konuda “Benim yapmamla mı değişecek?”, “Bi’ tek ben yap(ma)sam ne olur ki?” falan diyorsun ya, bence yanlış yapıyorsun. Sana bunu bir örnek üzerinden anlatayım, yine sen karar ver.

Bir yere gideceksin ve ucuz uçak bileti buldun ama için de rahat etmiyor mesela. 1 saatlik uçak yolculuğu yerine 10 saatlik otobüs yolculuğu yapmayı düşünüyorsun, çünkü uçak yolculuklarının kat be kat daha fazla karbon salınımına yol açtığını biliyorsun.* Ama konfor ve hızlı gitme gibi etkenler ağır basıyor ve alıveriyorsun uçak biletini. Çünkü diyorsun ki “İyi de ben gitmesem de başkası gidecek ve bu sefer her halükarda yapılacak. O zaman niye rahatıma bakmayayım ki?”

Ama öyle değil işte! Neden biliyor musun? Her şeyden önce, her türlü kararı verirken kendi bakış açınla ve değerlerinle vermen gerekliliği var. Yani sonuca göre değil de iç tutarlılığa göre karar vermek lazım. Yani o uçak her halükarda gidecek olabilir ama sen bunun bir parçası olmamayı seçerek, en azından kendi üzerine düşeni yapmış olursun. Bu şekilde davranmak ve kararları öyle almak, iç dengeni sağlamanı ve her şeyden önce kendine karşı tutarlı ve samimi olmanı sağlayacaktır.

Ayrıca neden biliyor musun? Bu tip tutumlar her zaman için bulaşıcıdırlar. Yani senin uçak yerine otobüsü tercih etmen çevrene, eşine-dostuna da yansıyacak ve muhtemelen zamanla en az birkaç kişi benzer şekilde tutum alacak, bu olmasa bile birçok kişinin aklına soru işaretleri düşürmüş olacaksın. Bu nedenle bu seçimin aslında sadece senin seçimin olmaktan çıkacak, başkalarına da dokunacak ve bu dokunuş sonrası onların değişen tercihleri yine kendilerini ve başkalarını etkilemeye devam edecek. Yani kartopu etkisi yaşanacak.

Bir de neden, biliyor musun? Bu seçimin, bir ihtimal bir uçak seferinin iptaline bile yol açabilir. Nasıl mı? Çok sallama bir örnek kuracağım ama bu örnekteki mantığın çok mantıklı olduğunu göreceksin. Yani oranlar sallama ama mantık, mantıklı. Özhava Havayolları’nın A şehrinden B şehrine günde 3 tane seferi olduğunu ve bu seferlerin devamı için en az %60 dolu olmaları gerektiğini varsayalım; ortalama %60’ın altına düştüğü anda günlük seferlerden birini iptal ediyor olsunlar. (%60 oranı sallama ama belli bir orandan sonra ediyorlar illaki.) Firma yetkilileri uçak doluluk oranlarına göre, haftada bir sefer sayılarını gözden geçiriyor olsunlar. Eğer o haftaki doluluk oranı kritik oranlarda ise ve senin bilet aldığın alternatifte, tam da %60 doluluğu ucu ucuna sağlanıyorsa, almadığın takdirde de %59,4’e düşüyorsa mesela, bir anda her gün yapılan bir uçak seferinin artık yapılmadığı bir duruma gelmiş oluyoruz. Ne güzel, hımm?

Bu örneği bu konuları dert ettiğini varsayarak verdim bu arada ve hayatımızda karar verebileceğimiz hemen her şeye uygulanabilir bir mantık olduğunu düşünüyorum. Yani aldığımız her kararın, attığımız her adımın, mümkün mertebe düşlediğimiz dünya ile tutarlı olması her şeyden önce kişinin kendisi için önemli; bununla birlikte bu kararların ve adımların her biri bizimle sınırlı kalmayıp diğer insanları da etkileme gücündeler. Ayrıca %60 örneği gibi bir durum tesadüf ederse, o kararın doğrudan ve hızlı bir etkisi bile olabilir duruma. Ama doğrudan olmasa da dolaylı etkileri yayılarak ilerleyecektir. İşte bu nedenle, yazının ilk satırında yansıttığım gibi yaklaşma, olmaz mı?

Ha bu arada, çevre ve dünyamız konusunda hassas bir insan olmakla birlikte yakın zamana kadar uçak yolculuğunun yol açtığı karbon salınımının üstünde çok durmuyordum; bir şekilde göz ardı ediyordum galiba. Ama biraz araştırıp bu yolculukların yıkıcı etkisini fark ettim ve artık iki kere düşüneceğim. Mesela 1 ay önce İstanbul’dan İzmir’e gelirken otobüsle aynı fiyata uçak bileti de vardı ama almadım.

Bu, bir daha asla uçağa binmeyeceğim anlamına geliyor mu, şu an itibariyle bilmiyorum. Yani bir gün Batman’a yolum düşerse -ki düşecek-, belki 30 saat (attım!) yolculuk yapmayı göze alacak mıyım, bilmiyorum. Veya daha uzaklara, yurtdışına falan gidersem mesela… Ama bu konu hep gündemimde kalacak ve -eğer yaparsam- her uçak yolculuğuna karşılık bu zararı telafi edecek bir şey yapacağım mesela belki. Çünkü artık biliyorum ve bu bilgi bana sorumluluk da getiriyor.

Sen de her uçağa binişinde, her naylon poşet tüketişinde, her ucuz işgücü -veya daha da kötüsü çocuk işgücü- kullanılan ürünleri tüketirken iki kere düşün, istiyorum. Mutlaka bir etkisi olacak çünkü. Bunu bil.
 
* Bu ve bunun gibi diğer bilgilerden tamamen bihaber veya bihaber olmasa da hiç umursamayanlar hala çoğunluk, farkındayım. Ama bu yazının muhatabı sensin zaten; sen biliyorsun ve umursuyorsun çünkü.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

3 Aralık 2013 Salı

Destekçilere mektup vol.3

Dün, şimdiye kadar destek vermiş veya verme isteğini paylaşmış dostlara üçüncü mektubumu yolladım. Kasım ayı gelir-gider durumlarını ve hatta harcama kalemlerini paylaştım. Aşağıya, yine olduğu gibi kopyalayacağım. Ama konuyla ilgili en son yazdığımdan beri eklenen destekçileri de araya sıkıştırayım öncelikle: Gülengül Anıl, Gökçe Okullu, Seda Ergazi, Ömer Murat Ünsal, Levent Yıldırım, Namık Türk, Doğa Aktan, Gül Büyükbay ve Melis-Emre Rona da destek olmaya başladılar veya destek olacaklarını söylediler. Böylece toplam destekçi sayısı 35 oldu! ((:

Televizyonunu yeni açan ve neyden bahsettiğimi bilmeyen seyirciler için bir cümleyle özetlemek gerekirse de, kendimce doğru bulduğum hayatı yaşamam, topluluk(lar) oluşturma ve diğer baĞzı güzellikler için rahatça çaba ve zaman sarf edebilmem için ihtiyacım olan parayı, hayatımı ve seçimlerimi desteklemek isteyen dostların destekleriyle -belirsiz- bir süreliğine talep ettim ve olaylar gelişti.

Ama ben yine de sizi şu yazıya davet edeyim ki meramımı daha iyi aktarabileyim.

Ve şimdi de mektup gelsin...
Sevgiler...
---------------------------------------------------

Konu: Emre'den 3. mektup

Ve destekleyenlere 3. mektup gelsin ((:

İşin komik tarafı ne biliyor musunuz? Önce mektup olarak yazıyorum, sonra da olduğu gibi blogda paylaşıyorum bunları. Ama o kadar şeffaflaştığım ve kendimi öylece ortaya serdiğim günler ki, başka türlüsü elimden ve içimden gelmiyor.

En son 1 ay önce yazdığımda İstanbul'da koşturmanın içindeydim; sonrasında 10 Kasım'da İzmir'e geldim ve bu sefer de epey uzun soluklu bir durgunluk ve sakinliğin içine düştüm. 'Düştüm' dediğimden, bundan rahatsız olduğum hissine kapılmayın sakın, zira tam da ihtiyacım olan şeydi. Haziran başında Antalya Flora'dan Gezi direnişi için yola çıktığımdan beri, pek dur-durak bilmemiştim çünkü, ve tam da Kış uykusu zamanı geldi şimdi. Burası benim için büyük bir şans!

'Burası' dediğim de Günhan'ların Güzelbahçe'deki pek datlı evleri. göçebe günler'de bahsetmiştim aslında, merak edenleri oraya yönlendirmiş olayım. Yine dayanamayıp blogda paylaşacağıma göre tekrara düşmek istemiyorum çünkü. ((:

Ama günler çok keyifli geçiyor, tekrar altını çizmek istedim. ((: Sürekli, çeşit çeşit -ve bazen deneysel- yemekler yapıp yiyoruz. Sürekli bir şükür hali mevcut. Yediğimiz içtiğimizde emeği olan herkese sıkça selam ediyoruz. Sizleri de sıkça anıyor ve teşekkür gönderiyoruz... Onun dışında kitap okumaca, düzenli hale getirmeye çalıştığımız meditasyon, çoğunlukla hafta sonları İzmir'deki dostlarla buluşmalar...

--------------------------------------------------

Bir önceki mektupta söz verdiğim üzere harcamalarımla ilgili bilgi vermek istiyorum şimdi. Harcamalarımı takip etme ve bu bilgiyi ulu orta paylaşma nedenim -sanırım daha önce de yazmış olduğum üzere- az parayla gayet de güzel yaşanabildiği konusunda hem kendimi tekrar tekrar ikna etmek, hem de diğerlerinin aklına da soru işaretleri düşmesini sağlamak. Aralık ayında da harcamalarımı takip edeceğim, sonrasına da bakıcaz bakalım.

Kasım ayı boyunca toplamda 560 TL verdiniz bana. Aslında bu 560 TL'ye ek olarak, vermek isteyen ama banka masrafı ödememeniz için 'Dur şimdi, sonra alırım senden.' dediğim birkaç kişi daha var. Bu 560 TL'nin büyük çoğunluğu aylık gönderim yapanlar, 100 TL'den biraz fazla bir kısmı ise, tek seferlik olduğunu bildiğim -ya da öyle olduğunu sandığım- miktar. Tek seferlik olanları ayrı tutup, geri kalan kısımdan artan olursa başka birilerine veya projelere destek olacağımı söylemiştim ama bu ay aradaki farkı (zaten çok fazla da sayılmaz) birileriyle paylaşmak istiyorum. Zumbara'nın kampanyasında eksik kalırsa oraya göndermek istiyorum. Kalmazsa da, önümüzdeki Bahar'da para kullanmadan ve karbon salınımı yapmadan (bisiklet ve kano ile) Avrupa'yı geçmeyi planlayan Rüzgar Yolgezer'le paylaşacağım bu parayı. 

Haa, harcamaları yazmamışım. ((: Kasım ayı boyunca 517,65 TL harcamışım dostlar. İlk 10 günü İstanbul'da olduğum ve sonraki 20 gün İzmir'de hemen hemen tamamen evde takıldığım 20 günde harcamalar böyle vuku buldu. <Bu durumda aradaki 42,35 TL'yi Zumbara'yla veya Rüzgar'la paylaşacağım.> 

Ana kalemlerden de bahsedesim var:

- Kitap-gazete-dergi - 10,50 TL
- Ev dışı yeme-içme + eğlence - 114,25 TL
- Bağış, destek vs. - 55 TL (Bunu açıklama ihtiyacı duydum. Bunun içinde Zumbara'ya + bir STK'ya + bir arkadaşın katıldığı bir atölyeye + benim katıldığım bir atölyede arkadaşlara yapmış olduğum katkı var.)
- Ev içi yeme-içme + diğer ev masrafları - 232,30 TL
- Şehir içi ulaşım - 24 TL
- Şehirler arası ulaşım - 48 TL
- Cep tel. fatura - 27,70 TL
- İlaç - 5,90 TL

İşte Kasım ayı bu şekilde geçti ((: Bu arada hayatımda ilk kez harcamalarımı mercek altına almış oldum. Güzel oldu...

Neyse daha da uzatmadan kapatayım bence...

Herkese çokça sevgiler...
-----------------------------------------














Fotoğraf: Burcu Ertunç


-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com