Sayfalar

24 Temmuz 2014 Perşembe

Ekstremlerin kritik rolü

"Bizler"i dünyamızda kritik öneme sahip bir yere koyuyorum ve bunu yaparak egomu mu beslediğimi sorguluyorum. Fakat hayır, bence gerçekten de -iftiharla- artık iyice içinde hissettiğim bir grup "ekstrem" insanın durduğu yer, hayatlarını ne şekilde sürdürmek istedikleriyle ilgili eylemleri ve hayalleri nedeniyle bu "ekstremler" olarak gezegensel dönüşüm ve iyileşme için çok önemli bir yerdeyiz.

Şekil değiştiren, büyüyen ve gelişen (!), karmaşıklaşan dünyamızda bir çeşit geriye dönüş ve küçülme kaçınılmaz görünüyor; çünkü her şeyden önce, bu geriye dönüşün yaşamdan keyif almanın gerçek anahtarı olduğunu fark ediyoruz birer birer. Ayrıca artık çok iyi bildiğimiz üzere dünyadaki kaynaklar da her geçen gün istek ve ihtiyaçlarımızı karşılamak için yetersiz kalıyor.

Ekolojik ve toplumsal sıkıntıların hemen hepsini bin yıllardır şekillenmekte olan medeniyete bağlıyor, dolayısıyla hayata bir bütün olarak başka bir paradigmadan bakmamız gerektiğini düşünüyorum. İşte o başka paradigmayı da "biz"lerden başkası oluşturamaz. Batının iyi yanlarını alır, bunları geleneksel bilgilerle harmanlarsak bu işi kıvırırız. Örneğin teknolojiyle aram çok iyi değil ama sosyal medya çok mühim. Gerek toplumsal direniş ve diğer olaylarda iletişimimizi sağlaması, gerekse kırsala dönüş yolculuğunda bilgi ve heyecanımızı paylaşmamızı, birbirimize güç ve  ilham vermemizi sağlaması açılarından çok kıymetli buluyorum. Bu yazıları da sosyal medya sayesinde bu kadar insanla paylaşabiliyorum. Ne mutlu! Güneşten elektrik üretmemizi sağlayan şey de teknolojinin ta kendisi mesela; suları borulara hapsetmeden, madenlerde kimselerin ölmesine yol açmadan elektrik üretebiliyoruz bu sayede. E bütün bu yenilikleri hayata geçirecek, yeni ve yeşil teknolojiyi kullanacak, sosyal medyayı kullanarak örgütlenecek ve paslaşacak kişiler yine biz ekstremlerden başkası değil. Modern hayatın içinde bin bir zorlukla yaşayanlara örnek olacak, onlara ilham verecek (yani yoldan çıkaracak) olanlar da yine bizleriz.

Medeniyet bir yana, kırsala bakınca da sıkıntılar mevcut. Zaten medeniyet ve anlayışı buralara da fazlaca taşmış sağ olsun. Dalyan pazarında köylü pazarcılarla sohbet neyim ediyoruz, bazen neyi nasıl yetiştirmemiz gerektiğini falan soruyoruz da benzer yorumlarla karşılaşıyoruz bugünlerde: "Yaa işte 50 kuruş zaten, ne uğraşıcan maydanozla?", "Patlıcanın kilosunu halden 25 kuruşa alırsın, sulama için harcadığın suya değmez" vs. Kendi yediğini üreten, toprakla birlikte yaşayıp giden köylüden bunları duymak iyi gelmiyor bana. Kendi besinini üretmenin güzelliğini ve önemini benden çok daha iyi bildiklerini sanıyorum aslında ama ne bileyim işte... Diğer yandan biliyorum ki bizim şehirli kokuşmuş hayatlarımıza, pvc pencerelerimize, çikolatalarımıza, gofretlerimize ve migroslarımıza özeniyorlar. Elbette ki fena halde genelliyorum şu anda, farkındayım ama birçok yerde gözlemlediğim veya duyumladığım yaklaşımlar bunlar.

Aynı köylüler ciddi bir bilgi birikimine ve tecrübeye sahipler tabii ki ve bunları aktarmaktan hiç imtina etmiyorlar. Hatta bir yandan gariplerine gitse de bir yandan hoşlarına gidiyor bizim bu yönelimimiz. Kentten köye geri dönüşler arttıkça buradaki hayatın kıymetini daha fazla anlayacaklarını ve daha az göç vereceklerini görmek için de müneccim olmaya gerek yok.

Yani ne modern hayatın içinde debelenen dostlarımızla aynı yerdeyiz (ama birçoğumuz aynı yerden geliyoruz ve neler yaşadıklarını çok iyi biliyoruz) ne de köylülerin bıkkınlığını taşıyoruz. Tam anlamıyla bir köprü vazifesi görüyoruz sanki. Modern hayatın kofluğunun, içi boşluğunun da farkındayız; kırsalda kurulan hayatların da çok kolay olmadığının ve birçok fırın ekmek yemeden buradaki işleri tam anlamıyla kotarmanın mümkün olmadığının da... Ayrıca çeşitli fırınların ekmeklerini yiyoruz. Anadolu'nun kadim bilgilerinin de peşindeyiz, permakültürün bilgi ve nimetlerinden de faydalanmaya çalışıyoruz. Paylaşımdan, ilhamlaşmalardan çok besleniyoruz ve çok hızlı ilerliyoruz.

Dünyada bir dönüşüm olacaksa, bunu bu ekstremler sağlayacak.

Not: "Biz-biz" diye bahsettiğim ekstremlerin içinde epey yeni, deneyimsiz, bilgisiz bir adamım ben. Ama her geçen gün öğreniyor, hiç yapmadığım bir şeyin daha ucundan tutuyorum. Bir yıl önceki halimle karşılaştırdığımda geldiğim nokta beni çok heyecanlandırıyor. Bu yolu açanlara ve ilham verenlere de bu vesileyle selam olsun.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

20 Temmuz 2014 Pazar

Kim cesur, kim ekstrem?

Yazıyı Yeşil Gazete de yayımladı.
---------
Bana seçimlerimden* ötürü çok cesursun falan diyorlar, varsın desinler de kim cesur acaba?..

Benzer şekilde, geçenlerde bir röportajda armağan ekonomisi vs. anlattık, kendi hayatlarımızdan örnekler verdik. Bunları yazmak, anlatmak isteyen arkadaşa dergiden ekstrem örnekler olduğumuza dair yorumlar gelmiş mesela. Gerçi sonra kabul ettiler ve yayımlanacak bildiğim kadarıyla... Ama gerçekten de kim ekstrem?

Kelle sayısı hesabı yapılıyorsa ben ve benim gibilerin bu sıfatları taşıdıkları söylenebilir belki ama gerçeklik üzerinden bir değerlendirme yapılırsa asıl "ötekilerin" cesur, ekstrem, falan filan oldukları net bir şekilde ortaya çıkıyor, bana kalırsa.

Küçük bir karşılaştırmalı değerlendirme yapmak istiyorum, sonrasında takdir sizin. Bunun için kendim ile şehirli bir orta sınıf kişisini karşılaştıracağım. Hatta çok uzağa gitmeye gerek yok, bunun için de kendi birkaç yıl önceki halimi ele alabilirim.

Emre VS. Emre'nin birkaç yıl önceki hali, yani -Emre-.

Emre'nin ortalama bir günü şu şekilde geçiyor: Sabah altıda uyanıyor (erken kalkmaya yeni yeni alıştırıyorum kendimi ama herhangi bir zorunluluktan değil, o saatlerin tadını çıkarmak için) ve ilk iş olarak bahçeye gidiyor. Domatlar, patlıcanlar ve diğerleri ne alemdeler gözlüyor, bazen büzüşük, çürümüş dalları ve otları temizliyor. Sulanma ihtiyacı varsa bahçeyi suluyor (bazen de akşamları yapıyor bu işi), bahçeden roka, biber vs. topluyor. Sonrasında bugünlerde ihmal etmeye başladıysa da çigong, yoga vs. ortaya karışık sabah egzersizi yapıyor. Sonrasında odun ateşini yakıyor ve çay suyunu koyuyor. Çay demlenirken zeytin, peynir, domates, tabii ki tahin pekmez (tp!) ve diğer arkadaşları çıkarıyor, yavaş yavaş, yayıla yayıla afiyetle yiyor. Akşama kadar geçen sürede kitap okuyor, biraz internete giriyor, bu aralar daha seyrek olsa da yazıp çiziyor, en az bir kez daha bahçeyi ziyaret ediyor, yemek yapıp yiyor; öğle saatlerinde siesta yapası geldiğinde hiç itiraz etmiyor ve gözlerini kapıyor. En güzel yanı da canı hiçbir şey yapmak istemiyorsa hiçbir şey yapmıyor. Bahçeyle ilgili işler haricindeki hiçbir iş elzem değil zaten; kaldı ki şimdi hepsini tek başıma yapıyormuş gibi anlatsa da dört kişi yaşadıkları için bütün bu işler de bölünüyor aslında. Hangisini, ne zaman yapmak isterse; onu, o zaman yapıyor. Bunların yanı sıra film izliyor, toplulukdaşlarıyla ve gelen giden dostlarla Scrabble, iskambil ve muhtelif oyunlar oynuyor; evdeki suntaları dolaba ve kitaplığa dönüştürüyor; -şu sıralar hava çok sıcak olduğu için nadiren- ormanda yürüyüş vs. yapıyor, arada bir denize giriyor; e akşam olunca da yine yemektir, muhabbettir gidiyor işte. Bu arada sürekli temiz hava soluyor, her yer ağaç burada. Çok cesurca, hımm?

Emre'nin hayatında hafta sonu - hafta içi kavramları yok. Sadece yiyecek ihtiyacını karşılamak için cumartesileri kurulan pazarı takip etmesi, bir de çigong yapmak istiyorsa çarşamba günü günlerden çarşamba olduğunu hatırlaması yeterli. Yemek saati, mola gibi kavramlara da yer yok; dedim ya canı ne zaman isterse o zaman yiyor, ne zaman ve ne kadar isterse o kadar çalışıyor.

Emre, temel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde paraya gereksinim duymuyor. Yani yeme-içme masrafları haricinde pek de masrafı yok aslında; en büyük lüksü ise vazgeçemediği tahin ve bol bol yemeyi sevdiği beyaz peynir. Aylık toplam harcaması ise 300-400 TL. Bu paraya bir süredir dostları sayesinde erişiyor ama önceliği para kazanmak olsa bir şekilde yine kazanır o parayı. Ayrıca bu süreçte kendiliğinden para kazanmaya da başladı aslında, hem de çok sevdiği şeyleri yaparak. Ve ayrıca gıda üretimini öğrendikçe ve uyguladıkça bundan da çok daha az paraya gereksinim duyacak zaten.

Gelelim -Emre-'ye. -Emre-, haftanın beş gününü, bazen hafta sonlarını da sabahtan akşama kadar ofiste veya ofis dışında çalışarak geçiriyor. Sabahları zar zor uyanıyor ve istemeye istemeye gidiyor işe. Cuma günlerini çok seviyor, Pazar öğleden sonradan itibaren çöken iç sıkıntısından ise hiç haz etmiyor. İş yeri stresi, iktidar ve ego mücadeleleri içinde çok yorulduğu için akşamları genelde yorgun hissediyor. Aynı nedenlerden dolayı kafayı dağıtmak için haftada en az birkaç kere alkolden destek alıyor. Hafta sonlarında ise kendini "bir şeyler" yapmak zorunda hissediyor ve renkli planlar yaparak hayatına tat katmaya çalışıyor. Bu arada bir sürü ambalajlı ürün tüketmek zorunda kalıyor ve her gün bir poşet çöp atıyor. Beton binaların ve araba egzozları içinde nefes aldığını sanıyor ama aslında başka bir şey yapıyor. Hayatındaki birçok ilişki çok yüzeysel, çünkü herkes kendi derdinde. Evet, herkes dertli bu hayatta!.. Zorunluluklar var, yapılması gerekenler... En önemlisi de çokça "ama" var hayatında. Bir sürü şey yapmak istiyor aslında "ama"...

Ne kadar kazanıyorsa o kadar harcıyor. Yapılacak o kadar çok şey var ki para harcamak çok kolay. Yapılan bu "şeyler" pek tatmin de etmiyor aslında. Ama tükettikçe mutlu olduğun yanılsamasına girmek çok olağan. E herkes böyle yapıyor di mi ama...

Biliyorsunuz işte, konuşturmayın beni...

Çok basitleştirerek anlattım ama anladınız siz. Tüm bunların ışığında kim cesur, kim ekstrem acaba?.. Bi' daha düşünüverin bence.

* Televizyonlarını yeni açan seyirciler için bahsi geçen seçimlerim; şehir hayatını bırakmak, bir süre göçebe yaşayarak kendimi bulmaya çalışmak, şimdilerde bir köye yerleşmek, bir iş yerinde çalışmamak, mümkün olduğunca az tüketmek, akışa güvenmek vs.

Not: "Cesur", "ekstrem", "marjinal" gibi sıfatları gururla taşırım, ayrı. Yani bunları kötü şeyler olarak algılıyor değilim, bilakis hoşuma da gitmiyor değil... Ve fakat burada cesur olan ben değilim, valla değilim.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

3 Temmuz 2014 Perşembe

Destekçilere mektup vol.10

Malum işte, aybaşı mektubusu...
Not: Ayın yeni destekçisi Burak Dindaroğlu!..

Selamlar,

8 Ekim'de yapmış olduğum çağrı üzerinden neredeyse 9 ay geçmiş, iyi mi?.. ((: Ve o gün bugündür rutin bir şekilde sizlere gönderegeldiğim mektupların onuncusunu yazacağım şimdi ve ne yazacağımı bilmeyerek başlıyorum:

Haziran ayı boyunca, içimden sohbetler'de sadece size yazmış olduğum mektubu paylaşmışım, göçebe günler'de ise blogun son yazısı olduğunu tahmin ettiğim bir yazı paylaşmışım. Uzun zamandır ilk kez kendimden, fikir ve hissiyatımdan bu kadar uzun bir süre haber vermediğim oluyor. Bari size hitaben azıcık anlatayım da bahaneyle blogda da paylaşmış olurum. 

Çandır'da hayat çok keyifli geçiyor, güzel de bir topluluk olduk bence. Şaka maka 40 güne yaklaştı buradaki günlerim. Ve her şey çok çok yolunda gerçekten. Çok güzel beslendiğim, Dalyan'a sadece haftada bir ya da iki kere (Cumartesi günleri pazar, Çarşambaları ise çigong için) gittiğim, onun dışında hep köyde kaldığım otuz küsur gün. Hatta haftada bir-iki gidişler bile zor geliyo, biliyo musunuz? Bana kalsa hiç çıkmıcam, kapadım kendimi buraya ((:

Peki başka başka neler yaptık/yapıyoruz? Evin arkasındaki alanda bir bahçe oluşturduk ve bir şeyler ektik mesela, bir gün yeni bir domates daha çiçek açıyor, bir gün patlıcan; kabaklar büyümeye başladı zaten çoktan. Ha bir de Haziran'da yetişmez dediler ama bir sürü roka ektik ve bir hafta on gündür ye ye bitmiyor rokamız. Pek bereketli... (Begüm yetiş!)




İstanbul'dan gelen bir arkadaşımızla (Mesut) ve Bülent ve Burcu'yla iki tane çardak (bu yörede "köşk" deniyor) yaptık mesela, pek güzel oldular. Biraz iş kaldı, tiz zamanda bitireceğiz. Bülent birkaç gündür dışarıda çardakta yatmaya başladı mesela, bugün İstanbul'a gittiği için ben de bi' denicem bakalım. ((:



Bugün Bülent, üç gün önce de Burcu İstanbul'a gittiler; Begüm zaten epeydir yok (bir haftaya falan dönecek); dolayısıyla an itibariyle yalnızım evde...

Başka başka... Scrabble oynayıp duruyoruz bu arada, fena sardı; sonra Mesut'un getirdiği 6 nimmt adlı adrenalin dolu oyunu oynadık birkaç kere, bir de bir kerecik pis yedili oynadık. İki kere Karia yolu üzerinden Ekincik'e doğru yola düştük ve iki farklı koyda denize girdik (ikinciyi kaybolunca keşfettik ama nasıl güzeldi biliyor musunuz, gelenleri götürücem oraya, söz); bir kere de Mesut'un arabasıyla Ekincik merkezde denize girdik. Ha bir de iki hafta önce komşunun odunlarını toparlamaya yardım ederken büyükçe bir tanesi ayağıma düştü ve epey uf oldu. Neyse ki Burcu ve teyzesinin yardım ve homeopatik ilaçlarıyla normalleşti epey durum. Birkaç güne bir şeyim kalmaz sanırım, umarım...

Bir de yazmak istediğim kitaba yoğunlaşmaya başladım tekrar. Hızlı ve güzel ilerliyor gibiyim, bakalım nereye varacak...

Poff, anlatmayı özlemişim meğer; daha bir sürü şey var ama kesiyorum valla. Sanırım bir şekilde yazarım bir ara, blogda falan... Ama sebeb-i mektuba giremiyorum bir türlü ((:

Bir yeni destekçinin olduğu ve yedi ayrı kişiden (evet, destekçi sayısı epey düştü) bana destek ulaştığı Haziran ayında toplam 357,70 TL geldi; buna karşılık olarak 304,65 TL harcama yaptım. Kalan 53,05 TL'yi ise kiraya destek olmak üzere Begüm'e vereceğim.

Bu arada Mayıs ayında artan 72,70 TL'yi göndermek istediğim biri var ama iletişim bilgilerine ulaşma konusunda muvaffak olamadım henüz. Hatta mini bir kampanya bile başlatasım var Kazım abi için ama kendisine ulaşamadığım için beklemede. Denemeye devam edeceğim... Bilgisi olan varsa yazabilir mi bana?

Şimdilik bu kadar, ekte birkaç da fotoğraf paylaşıyorum bu sefer...

Çok çok sevgiler,
emre

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com