Sayfalar

2 Aralık 2014 Salı

"aşk meşk çemberi"nden - 2

Hızımı almışken devam...

Benim ideal ilişki (belki de "ilişkisizlik") tasavvurum ise bir önceki yazıyla tutarlı bir şekilde <vaktiniz varsa önce onu okumanızı öneririm>, ideal bir yaşam içinde vücut buluyor. Yani ideal ilişki(ler)in, sürdürdüğümüz hayatın kalitesiyle ve bize uygunluğuyla doğru orantılı olarak var olabileceğini düşünüyorum.

Benim -şu an için- ideal dünyamda doğayla iç içe ve kendine yeten bir topluluk hayatı sürdürüyoruz. Muhtemelen birkaç yüz kişi... Karnımızı doyurmak, barınmak ve su için dışarıdan herhangi bir şeye ihtiyacımız yok; bunla birlikte kapılarımız kimseye kapalı değil ve dünyanın geri kalanı ile deneyim alışverişi tam gaz... -Hala kullanıyorsak- sadece teknoloji satın alıyoruz belki, ve belki bulunduğumuz yerde yetiştiremeyip vazgeçmek de istemediğimiz üç beş gıda maddesini...

Lojistik kısımları uzatmayayım da... Böyle bir dünyada, yarın kaygısı olmadan yaşıyoruz. Karnımızı nasıl doyuracağımızdan yana korkumuz yok, çokça seviyor, bir o kadar seviliyoruz; neye ihtiyacımız olsa topluluk desteği yanımızda, arkamızda. Doğadayız, doğalız, mutluyuz, şükür halindeyiz. Hikayelerle örülü bir topluluktayız ve birbirimize ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyaçlar "ben"i "biz" yapıyor ve herkes armağanlarını paylaşarak "biz"e hizmet ediyor. İçimiz genişliyor, genişliyor, uçmaya başlıyoruz...

Kaptırdım gidiyorum ben ((:

Ama konuya bağlarsam...

Bir süredir bana öyle geliyor ki "özel bir kişi*"nin varlığına olan ihtiyacımız da yine şu anki toplumsal sistemden, korkularımızdan ve güvence ihtiyacımızdan kaynaklanıyor. (Fena halde genellediğimin farkındayım ama bazen gerekiyor sanki, devam...) Yukarıda tasvir ettiğim hayatı kurduğumuz takdirde yine de "özel kişi"ye ihtiyaç duyacak mıyız? Doğal ve "gerçek" bir hayat sürdürürken, özgür bir şekilde kanatlanıp kendimizi gerçekleştirebilirken, bedenimizi en güzel gıdalarla, ruhumuzu her neye ihtiyacımız varsa onlarla besleyebilirken, bu ortamda herkes ve her şeyle sevgiliyken hala o "özel kişi" ihtiyacı orada duracak mı?

Böylesi bir hayatı kurduğumuz, sahipliklerden ve aitliklerden de arındığımız takdirde belki de bugün bildiğimiz anlamda ilişkiler yavaş yavaş tarihe karışacak. Yani zoraki bir şekilde falan değil elbette, kendiliğinden... Ortada bu kadar yoğun bir sevgi durumu varken kendimizi bir kişiyle sınırlandırır mıyız gerçekten? Sevgiyi daha çok paylaşmak ve büyütmek varken şimdiki gibi devam eder mi ki?

Bugünlerdeki hissiyatım, bütün bunların değişeceği yönünde. Yani bir kısmımızın hayatında halihazırda kısmen değişti ve değişiyor ama "ideal" olarak tanımladığım (ki benim idealim elbette herkese uymayabilir) hayatlar oluştuğunda bu dönüşüm çok hızlanacak bana kalırsa. Kocaman bir bütünün parçası olduğumuzu hatırlayacak, "o" kişiyi aramaya ihtiyaç duymayacağız. Diğer yarımızın, geri kalan bütün dünya olduğunu fark edeceğiz. İçindeki tüm varlıklarla...

* İngilizce'de "the one" dedikleri
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

"aşk meşk çemberi"nden...

Pazar akşamı bir grup insan, Begüm'ün çağrısıyla Taksim'de bir yerde buluştuk ve "aşk meşk çemberi" yaptık. Adından da anlaşılacağı gibi aşk, ilişkiler gibi konularla ilgili hislerimizi, deneyimlerimizi paylaştık birbirimizle.

Bir ara Begüm "ideal ilişki"ye dair hissiyatımızı sordu ve içimden önemli olduğunu düşündüğüm bir tespit çıktı; onu burada paylaşmak istedim. Yani ideali tanımlamak zaten pek mümkün değil ve kişiden kişiye, kişinin içinde de günden güne değişir elbette. Ama bunu bir yana koyarak devam edelim.

Dedim ki ideal koşullarda yaşamayan bir kişinin ideal ilişkiye ulaşması mümkün değildir ki. Bu illaki "özel" bir kişiyle olan ilişki için değil, tüm ilişkilerimiz için geçerli bence. Haftanın beş ya da altı günü, günde en az 8 saatini sevmediği bir iş yerinde çalışarak, birkaç saatini de o işe gidiş ve dönüş yolunda harcayarak geçiren bir kişinin ideal bir ilişki yaşaması gerçekten de mümkün mü acaba? Yok yok, "herkes işini bıraksın, kırlara dağılsın" propagandası yapmıyorum (en azından bu yazıda); gerçekten de objektif bir şekilde soruyorum bunu, mümkün mü?

Sadece iş de değil ki! Sürekli olarak yarın kaygısı ve baskısı altında yaşadığımız, kredi kartı borcumuzu, ev-araba vs kredisi borcumuzu düşünerek geçirdiğimiz bir hayatta neyi gerçekten ideal olarak yaşayabiliriz?

Maddi konularla bitse iyi ama bitmiyor. Kalabalıklar içindeki yalnızlık halleri, hayatın büyük kısmında maskelerle gezmek durumunda kalmalar, alabildiğine beton bina gören gözler, egzoz dumanı soluyan burunlar, korna ve uğultu duyan kulaklarla yaşarken hangi "ideal"den bahsediyoruz?

Özgürce karar almanın, canının istediğini yapmanın yakınından bile geçmeyen hayatları yaşarken, gerçekten kendin olamaz, kendini gerçekleştiremezken ideal ilişki yaşanabilir mi gerçekten?

Kendine güvenmezken ve dahası kendini sevmezken, herkesi sana zarar vermek isteyen potansiyel bir tehdit olarak görürken, kendinle bağlantın sıfıra bu kadar yakınken ideal bir ilişki yaşamak, bırak ideali sağlıklı, güzel bir ilişki yaşamak mümkün mü ki?..

Bana değil gibi geliyor.

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra hızımı alamayıp devam ettim. Buradan buyrun lütfen ((:
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

23 Kasım 2014 Pazar

ben parayı seviyorum abi!

facebook'ta bir iletinin altında dönen tartışmanın altına yaptığım yorum, para ile olan ilişkimi anlattığım ve paraya dair düşüncelerimi -tamamen olmasa da- toparladığım bir metin oldu ve olduğu gibi paylaşmak istedim.

doğrudan o paylaşıma gitmek isterseniz, sanırım -ve umarım- şu bağlantıdan ulaşabiliyorsunuz.

parayla olan ilişkimize ve paranın ne olduğuna bakmadan bu konunun şifalanabileceğini düşünmüyorum. para o kadar kötü, korkunç, şeytan bir şey mi; yoksa biz mi parayı kötü, korkunç, şeytan bir şey olarak kullanıyoruz.

objektif olarak bakıldığında para nötr bir şeydir, bir araçtır. çok güzel şeylere veya çok kötü şeylere (ne, kime göre güzel, çirkin; bu da tartışılır) kullanılabilir. para ile doğayı yok edecek yatırımlar yapabilir, fabrikalar da kurabilirsiniz; insanların -ve kendinizin- doğal ve sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için ihtiyaçları olan ortamı yaratmak için de kullanabilirsiniz. şu anki kapitalist ve faizli sistemin tezahürü olarak çok ciddi bir sermaye birikimi var ve bu sermayenin ne şekilde kullanılacağı, yarın dünyamızın neye benzeyeceğini ortaya çıkaracak. dolayısıyla şu anda ortalıkta dolaşan parayı güzel şeylere akıtmanın yollarını araştırmak bana çok iyi fikir gibi geliyor.

paylaşılan örnekle kendi hayatımı ve kendi deneyimimi bağlarsam eğer: temmuz 2012'de işimden ayrıldım ve tazminatımı alma şansım olduğu için inanılmaz şükran doluyum. tazminatla kalmayıp 8 ay boyunca işsizlik maaşı da aldım. tam da bu dönemde parasal durumumun rahat olması benim özgürce kanatlanmama ve dilediğim gibi yaşamama yol açtı. bu beni -öyle bir amacım yokken- acayip bir üretim haline soktu. çok düşünmeye, felsefe yapmaya, çokça okumaya ve yazıp çizmeye başladım. birilerine ilham verdim, birilerinden aldım vs derken hayatım tamamen değişti ve çok güzelleşti.

sonra baktım param bitiyor ve aslında bir sürü insan bana destek olmak istiyor. bir çağrı yaptım ve 11 ay boyunca tanıdık ve tanımadık dostların bana ulaştırdıkları paralar ile geçimimi sağladım ve yukarıda paylaştığım üretim halimin devamını sağladı. ayda ortalama 400 tl ile yaşamaya başladım bu arada ve bunun için özel bir çaba da sarf etmedim. ve bu kadar cüzi bir para harcıyorken, bunu düşünmek zorunda kalmamak benim için muhteşem bir şanstı. 

uzattım çok ama bitiriyorum... 

süreç devam etti etti etti... şu anda köyde yaşayan, permakültür kursu alıp kendine yeten, sürdürülebilir yaşam sistemleri kurmak isteyen bir insan haline geldim. bir yandan kitap yazıyorum ve düşüncelerimi, hayallerimi diğerleriyle paylaşmak, bulaştırmak istiyorum, falan da filan... tüm bu süreçte para korkum ve endişem olsaydı bu iş buraya varamazdı. önce işsizlik maaşına, sonra beni destekleyen 58 kişiye acayip şükran doluyum.

ben parayı seviyorum abi. para çok güzel ve işlevsel bir araç olarak kullanılabilir. birey olarak dikkat edeceğim şey, paranın bana ne şekilde geldiği ve benden nereye aktığıdır. ben parayı "temiz", yani doğa ve insan dostu yollardan kazanıyorsam ve yine doğa ve insan dostu kişi veya kurumlara aktarıyorsam bu, güzel bir enerji transferinden başka bir şey değildir bana göre. ve bu durumda, para benim dünya görüşüme göre tertemiz ve poppozitif bir şey haline gelir. ben parayı seviyorum!

tüm bunlar bir yana, parayı yok sayabilir ve tamamen parasız, en en en minimumda bir hayat yaşamayı da seçebiliriz. tamamen saygı duyarım ama benim yolum bu değil, en azından şimdilik. 

özlediğim ve istediğim dünya vizyonumda paraya ihtiyaç yok, herkes armağanlarıyla yaşıyor ve ihtiyacı olan şeylere kolayca ulaşabiliyor. o dünya vizyonuna ulaşmak için ise, daha uzun bir süre paraya ihtiyaç duyacağız gibi görünüyor bana.
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

20 Kasım 2014 Perşembe

o-bu-şu

Yorgun bir İstanbul akşamından gelsin o zaman:

Pazartesi akşamı İstanbul'a geldim (yolyola'dan bulduğum araç ile ucuz, konforlu ve hızlı bir şekilde) ve Salı günü başlayan permakültür tasarım eğitimi ile yoğruluyorum. Eğitim gayet güzel geçiyor, çok da şey öğreniyorum(z); yalnız bununla birlikte çok da yorucu. Her gün 10'da başlayan eğitim 18:30 - 19:00 arasında bitiyor ve biz de bitiyoruz ((: Pazar günü mola günümüz, sonra bi' beş gün daha ve 28 Kasım Cuma akşamı itibariyle tamamlanıyor.

İstanbul'dan ayrıldığımdan beri ilk kez buraya gelip de plan programlara girişmiyorum herhalde. Bunda bir etken eğitimin uzunluğu ve yoruculuğu ise bir diğeri de sosyal enerjimin normale göre düşük olması galiba. Haberleştiğim arkadaşlarım olmadı değil ama bu sefer "şunu da göreyim, bunu da" olayına daha az girebileceğim gibi görünüyor. Yine de elimden geleni yapacağım tabii ((:

Yalnız henüz tarihi kesinleşmemiş olmakla birlikte beni çok heyecanlandıran ve görünen o ki birkaç gün fazladan kalmama neden olacak bir durum ortaya çıktı: Kuzenim Elçin'in de kurucularından olduğu İTÜ Permakültür Kulübü, ilk söyleşileri için beni davet etti :)) Hihi, tabii ki çok heyecanlıyım bu konuda. Hikayemi anlatabileceğimi ama bunu permakültüre bağlayamayacağımı söyledim, "olsun" dediler. Gerçi şimdi eğitimin de katkısıyla düşünüyorum da; yaptıklarım ve seçimlerim birçok, hatta her açıdan bağdaşıyor permakültürle; galiba bağlayabilirim.

İstanbul'da fazla kalmaya niyetim yok. İTÜ'cülerle söyleşimi yapar kaçarım, Aralık başında. Zaten köyden ayrılmayı hiç istemeyerek geldim ama işte eğitimi kaçırmak istemedim... Şehir uzun süredir basıyor da kışa girdikçe daha fena basıyor sanki. Köyde öyle değil ama... Yani orada her mevsim keyifli. Geçen gün bi' sağanaklar, şimşekler, yıldırımlar patladı mesela; Begüm ve Sevil'le ışıkları kapatıp bir saatten fazla süre ile verandada mest olmuş bir şekilde izledik ve dinledik renk ve ses cümbüşünü. İnanılmazdı...

Bu arada yine bir önceki yazıda yazdığım üzere bir önceki hafta sonu Bodrum'a gittim, Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali için. 20 filmin 15'ini izlemeyi başardım ve ufkum biraz daha açıldı. En güzeli de aldığım kısa notları Begüm ve Sevil'le paylaşmak oldu. Hem anlatınca hafızamda biraz daha yer etmiş oldular, hem de o konularla ilgili görüş alışverişi yapmamıza vesile oldu. Pek verimliydi netekim, bundan sonra hep yapıcam bunu ((:

Bi' Güney Amerika ihtimalinden bahsetmiştim ya, o iş ölü doğdu gibi korkarım ama çıkmadık candan da ümit kesilmez.

Saatsizlik güzel gidiyor(du) bu arada. 27 Ekim'den beri büyük oranda saate bakmadan yaşıyordum. Şimdi İstanbul'da eğitim olduğu için, bir de Bodrum'dayken festivalde filmleri kaçırmamak için işler değişti tabii. Ama köydeki durumu anlatıyorum şimdi. Bilgisayarın masa üstünde ve telefonumun ekranında gizledim saati ve arada sırada yanlışlıkla öğreniyorum sadece ve bu zamanlarda da "ahhh, saati gördüm" diye bir feryat ediyorum. Ama çok da sorun olmuyor, çünkü o niyete girince birdenbire tüm önemini kaybetti benim için saat mefhumu. Yatma-kalkma, yemek yeme ve diğer tüm zamanlı görevlerden çok büyük oranda azat oldum, artık daha da çok bedenimin ve ruhumun ihtiyaçlarına göre yaşıyorum. Çok da memnunum bu durumdan.

Benim analitik ve deneysel kafam bunu da analiz etmek istemişti tabii. Yukarıda bağlantısını paylaştığım yazıda belirttiğim üzere yatma-kalkma, yeme-içme saatlerime daha sonradan bakmak ve değerlendirmek için bi' gönüllüden destek almak istemiştim. Her seferinde ona sms atacaktım ve benim için not edecekti. Yani plan buydu. Gönüllü de çıktı hemen, hem de birden fazla. Ama sonra fark ettim ki böyle bile yapsam, doğallığından bir şeyler kaybedecekti sanki. Hem ne gerek var yahu, her şeyi analiz, her şey için tablo... Sonuç olarak vazgeçtim bundan ve sadece bıraktım kendimi, iç zamanıma. Analiz manaliz yok.

Tam gündemden kısa kısa oldu ama son iki maddem kaldı:

Birincisi (hem belki merak edenler vardır) Eylül ayında "deney"i bitirdim bitireli her yazının altına, bu yazının da altında yer alan ibareyi ekledim ve yazdıklarımdan veya eylemlerimden dolayı ilham alan kişilerden, içlerinden geldiği takdirde bana armağan iletebilmeleri için yol açtım. Daha da doğrusu, deneyin bitmesiyle kapanmış gibi görünen kapının tam anlamıyla kapanmadığını belirttim. Bunu herhangi bir beklentiyle yapmamıştım ama dediğim gibi, kanalı açık tutmak istedim ve -galiba- her daim de öyle kalacak. Şimdiye kadar bir kişi buna karşılık olarak benimle irtibata geçti ve bana iletmek istediği şeyler olduğunu söyledi. Gerçi o da henüz iletemedi ama haberleştik, bekliyorum. ((:

Bununla birlikte Filiz Öztürk, Mustafa Deniz, İstem ve Begüm (kimseyi atlamadım di mi) halen desteklerine devam ediyorlar, sağ olsunlar. Bir de nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde acayip fazladan param birikti Eylül ayında ve artanı yine borç bile verdim, iki ayrı kişiye. Şimdi elimdeki para bittiği için parça parça geri istemeye başlıyorum ((: Bir takım alışverişler işte...

İkincisi, İstanbul'a gelmişken -29-30 Kasım'da- bir armağan ekonomisi atölyesi daha yapsam diyorum ama lojistik konularla ilgilenmek için yeterince enerjim de yok. Bugün Galata Şifahanesi'nin uygun olmadığını öğrendim, önümüzdeki günlerde çok kasmadan uygun bir yer bulabilirsem yaparım, bulamazsam bu seferlik pas geçerim mecburen. Bununla, yani yer bulma konusu ile ilgili olarak destek olmak isteyen varsa bana ulaşırsa pek sevinirim bu arada.

Oradan buradan şuradan karmaşık bir yazı oldu belki ama...

Bitti.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

4 Kasım 2014 Salı

İnsan coşkudan ölür mü?

Çok nadiren yazıya başlamadan önce yazının adı belli oluyor ama bu sefer otomatikman beliriverdi: "İnsan coşkudan ölür mü?"

Daha önce de "insan keyiften ölür mü?" vardı, bildiniz mi?

Şimdi yazacağım şeyler birçoklarına çok bir şey ifade etmeyebilir. Sıradan, günlük olaylardan, heyecanlarımdan bahsedeceğim zira. Fekat şunu belirtmeliyim ki hayatın güzelliğinin büyük oranda tam da günlük hayatın bu küçük heyecanlarından ibaret olduğunu yaşıyor, deneyimliyorum.

Önce tam şu anda, yani bugün, beni aşırı keyiflendiren şeyle başlayayım: Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali'nin bu yıl Bodrum da dahil olmak üzere 11 ilde gerçekleşeceğini öğrendim ve bana en yakın yer olan Bodrum'a gitmeye karar verdim. Zira filmler o kadar güzel görünüyorlar ki kaçırmayı hiç istemiyorum. Hangilerini görmek isterim diye tek tek konulara baktığımda sadece bir tanesi orta derecede ilgimi çekti, diğer 19 filmin her biri "çok" ya da "aşırı derecede" heyecanlandırdı beni. Evet, bendeki değerlendirmeler de böyle işte.

Festivalin heyecanının yanı sıra, facebook'ta "benim bodrum'da yaşayan arkadaşım var mı?" soruma istinaden yıllardır görmediğim ama pek sevdiğim arkadaşım Nazmi Can'ın da orada yaşadığını öğrendim ve onu görecek olmak da pek memnun etti beni. Sonra Sinan da tanıdıklarıyla beni yazıştıracak, buluşturacak vs. Harika!

Sonra mesela köydeki günlerin harika geçiyor, doğanın sonbaharda hiç olmadığı kadar güzel geçiyor olması da heyecanıma heyecan katıyor. Üst satırda bağlantı paylaşmış olduğum blogda yazmayı atladım ama yenebilir otları öğrenmeye başlıyorum ufaktan mesela, sonra kış bahçemize ektiklerimiz, diktiklerimiz pek sağlıklılar, sabah yürüyüşleri, sporları yapıyoruz ve çok iyiyiz hepimiz...

Yine o yazıda da paylaşmış olduğum, iki (hatta üçe taşan) günlük ekmek yapma maratonu yorucu ama çok heyecanlı ve yoğundu. Ekmeklerle aramda öyle tuhaf bir bağ var ki anlatamam. Yoğururken ayrı kendimden geçiyorum, birkaç saat sonra kabarıp gözenek gözenek olduğunda ayrı... Sonra fırına atıyorum ve yirmi dakika sonra kabarmaya başlıyor ve yaklaşık bir saate şahane bir ekmeğimiz oluyor! Oyy!!!



Bunca güzel şeyler etrafımı donatmışken Kasım'ın ikinci yarısı -çok güzel bir vesileyle de olsa- İstanbul'a gelme ihtimalim çok iyi hissettirmiyor. Yani hem çok iyi hissettiriyor hem de içim sıkışıyor biraz. 18-28 Kasım'da İstanbul Permakültür Kolektifi'nin düzenlediği, Steve Read'in vereceği permakültür tasarım kursuna katılmaya niyetliyim. Zira artık doğayla iç içe bir yaşamım var ve bu tip bir eğitime katılmanın tam zamanı. Öğrendiklerimi hemen hayata geçirebilme şansımın olmasını çok önemli buluyorum. Üstelik normalde masrafları yüksek olan bir eğitim olmakla birlikte bu eğitim Steve Read'in bir armağanı olacak ve kendisi herhangi bir ücret almayacak. Sadece Türkiye'ye gelmesi, buradaki masrafları, salon kirası gibi konular nedeniyle oluşan bir bütçe var ve bu da kişi başı 250-300 TL gibi bir tutar olarak yansıyacak sanırım. Kaçırılmaz fırsat gerçekten de ama yine de içime sorup gidip gitmemeye birkaç gün içinde karar vermeye çalışacağım.

Ha bu arada, İstanbul'a gittiğim takdirde bir armağan ekonomisi atölyesi daha gerçekleştirmeyi planlıyorum. Eylül ayındakinin tadı damağımda kaldı resmen. Belki oradan Ankara ve/veya İzmir ve/veya başka yerlere bile geçebilirim atölye için. Bilmiyorum...

Bitmedi! Bir de başımıza Güney Amerika'ya gitme ihtimali çıktı. Dereyi görmeden paçayı sıvamak istemiyorum ama Ocak ayından itibaren 2-3 ay sürecek bir mini "iş" için Arjantin'e gitmem söz konusu. Konuyla ilgili haber bekliyorum şu günlerde.

İşte tüm bunlar olurken şu anda yapmak istediğim şeye, yani kitap yazmaya odaklanamayınca bari blogda coşkumu paylaşayım dedim. Yazıyor olduğum kitapta epey yol kat ettim bu arada ama daha çok iş var tabii ki. Bu kitap beni çok heyecanlandırıyor; blog yazılarımı ve aslında 2012'den bugüne süregelen hikayemi toparlamaya ve güzel bir şekilde sunmaya çalışıyorum. Bakalım tam olarak ne çıkacak ortaya...

Böyleyken böyle. Daha "saatsiz" hayatıma ve paylaşmak istediğim diğer bir iki şeye giremedim bile. Bir dahaki yazılara artık...

Ha bu arada... Takip etmesem de gündemde yine bir sürü sıkıntılı gelişme olduğu gözüme çarpıyor ama ilgilenmiyorum. Benim gerçekliğimi oluşturan şeyler yukarıda yazdıklarım, başka bir şey değil. Dünyayla ve diğerleriyle kavga halinde olmayı bırakıyorum. Olan biten "olumsuz" atfettiğimiz bütün o şeyleri de kabul ediyorum ve şifalanmalarına niyet ediyorum.

Sağlıcakla kalınız...

-----------------------------------------

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

22 Ekim 2014 Çarşamba

Saatsizlik

26 Ekim Pazar günü sabaha karşı saat 04:00'de saatler bir saat geri alınacak; böylece hava bir saat daha erken aydınlanıp bir saat daha geç kararacak.

mış...

Erken derken? Geç derken?

Bizim bahçedeki zeytin ağacına sordum, "işim olmaz" dedi.

Duta gittim, ellerimle diktiğim eriğe, yine bizim diktiğimiz ama tutmayan şeftaliye, "valla bize farkmaz, o sizin algınız" gibi bir şeyler mırıldandılar.

Böcekler var bir sürü bizim bahçede, sonra karşıdaki çamlarda zaman zaman gördüğümüz sincaplar, komşunun bahçesinden girip çıkan tavuk ve horozlar, yine komşunun inekleri...

İnanır mısınız umurlarında değil; söz birliği etmiş gibiler, gram umursamıyorlar.

...

Tam da saat(sizlik)le ilgili kendimce bir şey deneme fikrinin doğduğu bu günlerde bunlar geçiyor aklımdan. Modern hayatın dayattığı yatma, kalkma saatleri; sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği zamanları gibi koşullanmaları tamamen atmak istiyorum üstümden. Köyde yaşarken bile -yemek saatleri mefhumunu büyük oranda çöpe göndersek de- "geç oldu kalkayım" , "bu saatte yatılır mı, daha erken" gibi cümleler kurduğumu, gece çişe kalktığımda saati merak ettiğimi fark ediyorum ve ne kadar da anlamsız geliyor.

Birileriyle buluşma, verdiğim sözü tutma gibi durumlar haricinde niye ihtiyacım olsun ki saate? Bu hafta sonu saatler geri alınacakmış, ne gam! Bana ne abi; ben yine güneşin durumuna göre uyansam, acıktığımda yesem, enerjik hissettiğimde bahçede çalışsam, canım istediğimde kitabımı yazmaya devam etsem, ilham geldikçe blog yazısı yazsam, uykum gelince de saatin kaç olduğunu bilmeksizin uyuyuversem ya.

Bu konuda kendimi tamamen bıraktığımda neler olacağını merak ediyorum. Saatsiz yaşama halinde vücut kendi düzenini mi oluşturacak, yoksa düzensiz bir gidişat mı olacak, merak ediyorum.

Evet evet, bunu yapıcam. Hem de bugünlerde bir gün başlayarak... Telefonumun ve bilgisayarımın saatini gizleyecek, evde bulunan tek saati görmezden gelecek ve bir süre saatsiz yaşayacağım. Nasıl bir düzenin / düzensizliğin işleyeceğini görmek için de gönüllü bir arkadaşıma yatma-kalkma, yemek yeme gibi temel konuları haber veren bir sms atacağım; not alsın ve sonra bana bildirsin. Bir ya da üç hafta, bilmiyorum, deneyip sonuçlarına bakacağım. İlginç olabilir...

-----------------------------------------

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

2 Ekim 2014 Perşembe

"Kendi oyunum"u oynuyorum

Dün gece yattığım yerde uykuya dalmak üzereyken şu cümle belirdi zihnimde ve unutmamak için hemen not aldım:

"Oyun"u kurallarına göre oynama, "kendi oyunun"u yarat.

İstanbul koşturmacaları ve aşırı sosyal günlerimde temas ettiğim dostlar ve sosyal medyada veya sokakta gördüğüm tanıdık/tanımadık kişiler, kurumlar; sık sık "oyun"a dahil olmuşluk ve sistemin parçası olmuşluk kavramlarını getiriyor zihnime.

-Zihnen ve tüm yaşamı ile- sistemin gayet içinde olan kişiler farklı bir bilinç seviyesinde ve onları yargılamamayı başarabiliyorum ama aynısını kalbi başka bir dünya için atanlar için yapamayabiliyorum bazen. Yani başka bir dünya hayali kuran kişilerin "oyun"u umarsızca kabul etmeleri, ne yalan söyleyeyim beni biraz üzüyor ve müdahale etmek istiyor içim.

Çevre, ekoloji vs. diyen biri her yere özel arabasıyla gittiğinde, bir diğeri bir petrol firmasında çalıştığında, kocaman bir kongre düzenleyen bir STK sponsor olarak kirli bir firmayla anlaştığında benim içim sıkışıyor. Gandhi'ye acayip katılıyorum ben, "araç" "amaç"tır. Yani bir hedefe varmak için veya öylesine çıktığım o yolda (hayatımda) kendimle -ve varsa hedeflerimle- çelişen araçlar kullanıyorsam, orada ciddi bir sıkıntı hissediyorum. Ve yanlış araçla doğru amaca gitmeyi olası ve samimi görmüyorum.

Bunlar bir yana; kendimden başlıyorum, fark ediyorum, değişiyor, değiştiriyorum. Tutarlı yaşamaya, kendimle çelişmemeye çalışıyorum. Yaşamdaki bütün araçlarımı, yani her adımımı düşünerek atmaya çalışıyorum, daha çok fark ediyorum, yine değişiyorum. Fark edebildiğim her şeyi sorgulamaya çalışıyorum ve yapıyorum da. Bunla kalmayıp sorguladıklarımı da bir daha sorguluyorum. Her an yeni bir ben var çünkü. Kati sonuçlara ulaş(a)mıyorum. Bütün bunlar için yavaşlıyorum bu arada, bence işin olmazsa olmazı.

Bütün bunlar tüketim ve üretim konularına getiriyor beni tabii ki. Ne tüketmeliyim, nereden-kimden almalıyım, temel ihtiyaçlarımın dışına hiç çıkmamalı mıyım, azıcık çıksam olmaz mı, çıkıyorsam suçluluk hissetmeli miyim, arzularım ne diyor, çevremdeki uyaranlar bana ne yaptırmaya, ne satın aldırmaya çalışıyorlar...

Peki ne üretmeliyim? Nerede çalışmalıyım? Çalışmalı mıyım? Üretmek ne, çalışmak ne? İnanmadığım kişi ve kurumlar için çalışırsam ne olur? Ruhum buna ne der, ne diyor? Peki kalbim bana ne söylüyor? Gerçekten ne yapmak istiyorum? Bunları boşverip bir süre dişimi mi sıkayım? Korkuyor muyum?

Hemen küçük adımlar atarsam ne olur peki? Veya zaten attıysam, onları büyütürsem? Armağan çemberleri ve paylaşım siteleri aracılığıyla birçok ihtiyacımı karşılayabilirsem ne olur? Paraya daha az ihtiyacım kaldığında ne olur? Evimde saksıda yiyeceğimin bir kısmını yetiştirirsem, ekolojik üretim yapan birilerinden veya ekolojik pazarlardan alışveriş yapar, böylece hem kendi vücudumu hem de o çiftçileri desteklersem ne olur?

Çocuğuma o korkunç oyuncakları (renkli renkli, gürültülü, aşırı uyarıcı şeyleri kast ediyorum) almaktan vazgeçer ve hatta mevcut olanları çöpe gönderirsem, on altıncı ayakkabımı, dokuzuncu ceketimi almaya kalkmazsam, telefonum ve televizyonum son model olmazsa ne olur?

"Oyun"dan -yavaş yavaş ya da bir anda- çıkarsam, bana sunulanı kabul etmezsem ne olur?

Sadece "kendi oyun"umu oynarsam...

...
...
...

Sahi bütün bunları boşverip hayatıma aynen devam edersem ne olur?

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

22 Eylül 2014 Pazartesi

Armağan Ekonomisi - 5N1K

Bu yazı Yeşil Gazete'de ve EkoIQ'da da yayımlandı ((:
------------------------------------------------------------------
Uzun zamandır gerek kendi hayatımla gerekse armağan ekonomisi ve bu çerçevedeki fikir ve hislerimle ilgili gelen sorulara cevap vermekte zorlanıyorum. Eski dünyanın (çoğunluk için bugünün dünyasının) kavramlarıyla, kelimeleriyle; bambaşka fikirleri, idealleri, hayalleri anlatmak çok kolay olmuyor zira. Çok içimde hissettiğim, tüm hayatıma yaydığım şeyleri bile anlatmak çok kolay olmayabiliyor.

Armağan ekonomisinde bunu aşmanın yolu olarak, "ben bunun 5N1K'sını yazayım bari" diye düşündüm bir süre önce ve hiç düşünmeden aklıma nasıl geliyorsa yazdım. Geçtiğimiz hafta sonu düzenlemiş olduğum Armağan Ekonomisi 101-102 atölyesinde bu notların faydalı olduğunu da gözlemleyince biraz daha detaylandırarak bloga da yazmak istedim. Bu kavramı biraz daha ete kemiğe büründürebilmeniz için işe yarayacağını sanıyorum.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da farklı yaklaşımlar var, örneğin paranın olduğu yerde armağandan söz edemeyeceğimizi düşünen arkadaşlarım var. Ben burada, benim armağan ekonomisine nasıl yaklaştığım ve benim bundan ne anladığım üzerinden gideceğim. Bunların hiçbiri kati bilgi değildir. Gerçi bence hiçbir konuda kati bilgiler yoktur ya...

Başlıyoruz...

NE?
Armağan Ekonomisi, önceden belirlenmiş bir karşılığa dayanmayan alışveriş ilişkisidir. Birisi size herhangi bir ürün, hizmet, arkadaşlık vs. sunduğunda, anlaşmayla bunun belli bir karşılığı önceden belirlenmez. Ürünü, hizmeti, belki ağlanacak omzu alan siz, bunun sonucunda hissettiğiniz şükran karşılığında o kişiye bir karşılık vermek isterseniz, kalbinizden gelen her ne ise onu iletirsiniz.

İdealde kendine yeten bir topluluk ekonomisidir. Ekonomi deyince sadece mal ve hizmeti değil, ihtiyaç duyduğumuz maddi-manevi her şeyi karşıladığımız bir sistemi kast ediyorum. Bu toplulukta herkes kendi armağanlarını özgürce paylaşır ve ihtiyaçlarının karşılanacağına da güvenir. İlişki ve hikaye ağlarıyla örülmüş, sürekli alış-veriş halinde olan toplulukta bunun gerçekleşmesi hiç de hayal değildir. Yeterince büyük (mesela 300 kişi) ve yeterince çeşitlilik arz eden kişilerden oluşan toplulukta paranın varlığına ihtiyaç yoktur. Kimisinin yiyecek yetiştirdiği, kimisinin eğitim verdiği, kimisinin çocuk bakımıyla ilgilendiği, kimisinin ise tamirat yaptığı ... toplulukta, birbirinin ihtiyacını karşılayan kişiler minnet ve sevgi duygularıyla bağlanır, birbirine -olumlu anlamda söylüyorum- borçlu kalırlar ve bu kaçınılmaz olarak sürekli ilişki halinde olmayı getirir.

Bu ideale giden yolda, yani günümüzde, paranın varlığı yadsınası bir şey değildir. Hatta alışveriş halini ve ileti(şi)mi kolaylaştıran, pratikleştiren bir araç olarak çok da faydalıdır. Paraya bir çeşit enerji olarak bakabiliriz. Üstüne yüklemiş olduğumuz kötü anlamları temizlemek tamamen bizlerin elinde. Önemli olan paranın bana nereden geldiği ve benden nereye doğru aktığıdır. Bunun dışındaki kısım zaten sorumluluk ve etki alanımın dışındadır. Sevdiğim ve "bütün"ün yararına olan iş ve uğraşlardan kazandığım parayı; beslenme, ulaşım gibi ihtiyaçlarımı gidermek için ve varsa fazla olanı, hayata bu şekilde yaklaşan, bu şekilde yaşayan insanlara aktararak kullanırsam, para çok da güzel bir şeydir.

Bunların ışığında, paranın içinde yer aldığı armağan ekonomisi ne şekilde işler?

Ürün veya hizmet aktarımı yapıldığında, ödemenin şeklini ve miktarını alıcının belirlediği bir değiş-yokuş yöntemidir. Alıcı bunu belirlerken kalbinden geçene ve cüzdanının neye elverdiğine bakar, dengede hissedeceği bir miktara karar verir. Bu öyle bir denge olmalıdır ki alışveriş sonrasında ne kendisini eksilmiş hissetmelidir ne de "az verdim, daha fazlasını hak ediyordu aslında" duygusunu... Ve dengeyi sağlamak, armağan ekonomisinin en önemli armağanıdır.

- Bundan sonraki kısımlarda, ideal olarak tanımladığım armağan ekonomisi dünyası üstünden değil; hemen bugün, paranın da içinde olduğu alışveriş ilişkilerimize bunu nasıl ve ne şekilde yansıtabileceğimiz üstünden devam edeceğim. Bunun bir başlangıç olduğunu ve bizi her geçen gün ideal olarak tanımladığım topluluk olma haline götüreceğini düşünüyorum.

Bununla birlikte yine para kullanmayıp onun yerine alınan mal ve hizmete karşılık gönülden kopan başka şeylerin armağan olarak verilmesi de söz konusudur elbette. Aşağıda para üzerinden yazmış ve tanımlamış olduğum ödeme şekillerini farklı şekillere büründürmek de mümkündür ve çok da güzel olur/oluyor. -

NASIL?
Armağan ekonomisiyle ödeme çok çeşitli yöntemlerle olabilir, bundan hiçbiri bir diğerinden daha iyi veya daha doğru değildir. Uygulayanların kendilerine uygun olan yöntemi kullanmaları esastır. Sınırsız şekilde yapılabilecek olmakla birlikte belli başlı birkaç yöntem şunlar olabilir:

- Alıcı ne ödeyeceğine tamamen kendisi karar verir.
- Minimum fiyat belirtilir, bunun üstüne çıkıp çıkmamaya alıcı karar verir. (Özellikle sabit masrafı olan işler için uygun bir yöntemdir. Örneğin tesisatçı evinize gelip yeni bir musluk taktığında sizden yol parası ve musluğun maliyeti olan X lirayı isteyip üstüne, emeği ve bilgisi için ne kadar para vereceğiniz kararını size bırakabilir.)
- Önerilen bir miktar olabilir; alıcı bunun altına inebileceği gibi üstüne de çıkabilir. (Tanımlanması ve fiyat biçilmesi kolay olmayan etkinlikler için uygun bir yöntem olabilir. Son zamanlarda atölyelerimizi bu yöntemi kullanarak düzenliyoruz.)
- Benzer şekilde, önerilen bir fiyat aralığı olabilir.
- vs vs.

NEREDE?
Armağan ekonomisi hemen her türlü alışverişte, yani her yerde kullanılabilir. Bununla birlikte birebir ilişki gerektiren ve bunu geliştiren bir uygulama olduğu için alıcı ve satıcının yüz yüze gelebildiği, birbirine dokunabildiği durumlarda daha iyi çalışır; çünkü bu durumda bağ kurmak daha kolay olur.

NE ZAMAN?
Kişiler, firmalar; istedikleri ve hazır hissettikleri an armağan ekonomisine geçebilirler. Geçiş, ani ve topyekün olmak zorunda değildir. Yapılan işin bir bölümünde (belirli ürünlerde veya belirli gün-saatlerde mesela) denemeler yapılabilir. Aynı şekilde "nasıl?" kısmında anlatılan farklı uygulamaların hangisinin daha uygun olduğuna, çalıştığına bakılabilir.

NEDEN?
- Paranın ve "tek fiyat"ın kişiliksizleştirdiği alış-veriş olgusuna "ilişki" boyutunu ve hissiyatı katmak için,
- Mal ve hizmetlere mümkün olan en çok sayıda kişinin ulaşmasını sağlamak için,
- Mal veya hizmeti alan kişi ödemeyi kalbinden koparak yapacağı için iyi duyguların oluşacağı, "eyvah, benden eksildi" hissiyatının oluşmayacağı, dengede kalmayı sağlayacağı için,
- Bizleri kendine yeterlilik ilüzyonundan birbirine ihtiyaç duyan, dayanışan topluluklar oluşturmaya götürdüğü için

KİM?
İsteyen her kişi, firma, armağan ekonomisiyle ilişkilenebilir ve bunu uygulayabilir. Büyük firmalar için bunu uygulamanın daha zor ve kullanışsız olabileceği varsayılabilir, zira her müşteriyle "ilişki" kurmak o kadar kolay olmayacaktır. Ancak yine de müşteriye samimiyetini aktardığı, onunla birebir ilişki kurmayı başardığı takdirde, onlar için bile mümkün olabilir.

Ancak bireyler arasında ve küçük firmalarla olan alışverişlerde bunun uygulanması şüphesiz ki daha kolay ve olasıdır.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

16 Eylül 2014 Salı

EE, İstanbul'dan bildiriyor

Göçebe günler aktifken yediğimi içtiğimi, gezdiğimi gördüğümü, yaptığımı ettiğimi anbean yazmak için bir mecram vardı ve iyi oluyordu. Zira hep söyleye/yazageldiğim üzere yaşamımda olan biteni, değişen hissiyat ve düşüncelerimi burada paylaşmamın bir önemli nedeni başkalarına ilham olmak ve herkesin kendi kalplerinin fısıldadığı yoldan gitmeleri için onları cesaretlendirmekse bir diğeri de sadece kendim için günlük vs. tutmaya üşenen kişiliğim ve bunun sonucunda hayatımda olan onca şeyi kayıt altına alamayışımdı.

Şu sıralarda da bir sürü şey oluyor ve bunları yazmayışım hoşuma gitmediği için biraz gündemimi paylaşmak istedim. Zira gerçekten de içim içime sığmıyor ve gerçekten de akıllarınıza karpuz kabuğu düşürmek istiyorum (benzetmeden dolayı alınmak yok). Gündemimin bir kısmı çok kişisel gerçi ama yazmak istiyorum. Çok sıkıcı olduğumu hissedersem o kısımları silerim ve ruhunuz bile duymaz nasıl olsa.

En günceliyle başlıyorum ve yaklaşık iki saat önce aldığım bir karardan bahsediyorum: Saat 21:00 sularında, 21 gün süreyle şeker orucuna girdiğimi ilan ettim. Resmi olarak yarın başlayacak olan orucum şimdiden başladı aslında. Bunu tetikleyen özel bir neden olmadı aslında. Şekerin çok zararlı olduğunu, her türlü kötü hücreyi beslediğini, büyüttüğünü biliyordum ve aslında bir süredir (özellikle de köydeyken <Köyceğiz-Çandır>) zaten çok aza inmişti şeker tüketimim. Fakat 21 gün hiç ağzıma koymamayı deneyimlemek ve bu süreçte kendimi gözlemlemek istediğimi fark ettim. Bu kararı da kocaman ve çok tatlı bir dilim pastayı hüplettikten hemen sonra aldım. Bakalım neler olacak... Duymayanlar için, herhangi bir alışkanlığı kırmak için 21 gün gerektiği söyleniyor, yazılıp çiziliyor; yazıp çizenin yalancısıyım.

Duyup durduğum ama dün başladığım bir uygulamayla devam ediyorum. Sabahları tuvalet ve yüz yıkama ihtiyaçlarımı giderdikten hemen sonra yazmaya başladım. Uykudan yeni uyanmış zihnimde her ne varsa yazıyorum; o günkü planlar, bir önceki gün yaptıklarım, hissiyatım... Bunun çok faydalı olduğunu çok duydum ama neye faydalı olduğu hakkında da bir fikrim yok ama iyi geleceğine dair bir hissiyatım var. Hem yukarıda bahsettiğim "kendime yazmama" halimi de değiştiren bir alışkanlık, bakalım nasıl etkileri olacak (ya da olacak mı)...

Bu hafta sonu, Armağan Ekonomisi 101 atölyesini canlandırıp buna bir de Armağan Ekonomisi 102'yi ekliyorum ve bununla ilgili de çok heyecanlıyım. Kimler gelecek, nasıl geçecek, nasıl yeni dostluklar, bağlar kurulacak...
---------------------------------
7 ay aradan sonra İstanbul'da olmak çok güzel bu arada. Dostları görmek; kimisiyle çemberleşmek, kimisiyle biralamak, kimisiyle kahvaltı, kimisiyle akşam yemeği derken pek keyifli geçiyor günler. Öğleden sonra ve akşam birileriyle buluşarak geçerken sabahları ve geceleri de önümüzdeki günlerin -ve bir de- atölyenin planlamaları ve yazışmalarıyla geçiyor.

Bu arada bir can arkadaşım henüz yavruladı, bir diğerinin de eli kulağında; böyle güzellikler de sürüp gidiyor.

Bütün bu hengame ve koşturma içinde beni tetikleyen ve üzen tek şey ise buradaki hayata sıkışmış arkadaşlarım (buna üzülmekten kendimi hala alamıyorum, yapacak bir şey yok). Ama hayatından memnun alan azınlığı kastetmiyorum, gerçekten mutlu olanlar ("gerçek mutluluk"un ne olduğu ve ilüzyonlarımızı ayrıca tartışabiliriz tabii) elbette ki devam etsinler de memnun ve mutlu olmayıp da başka hayatlar düşleyen ama o ilk birkaç adımı atamayanlara destek olmak, onları cesaretlendirmek istiyorum. Asıl cesaretin ve zor olanın, kalbin başka şeyler yapmak ve daha sakin bir hayat sürmek isterken bunu sürdürmek olduğunu; yeni bir yola gitmenin o kadar da korkulacak tarafları olmadığını haykırmak istiyorum kendilerine (ürkütmemek için usulca fısıldamakla yetiniyorum). Bu işlerin zorla ve başkasının ittirmesiyle olmayacağının da bilincindeyim tabii ama bu yolu kolaylaştırmak da görevimmiş gibi geliyor, naapiyim...

Yanlış anlaşılmasın, kendi hayat tarzımı dayatmak ve bunun tek doğru yol olduğunu iddia etmek değil niyetim. Herkesin kendi doğru yolu olduğunun ve bunu içlerinde hissedeceklerinin bilincindeyim. Ama üst paragrafta bahsettiğim kişiler zaten bunu hisseden, fark eden fakat türlü nedenle adım atmakta zorlanan dostlarım. Hissedip, fark edip, "bilip" hayata geçirilemeyen hayaller beni pek tetikliyor işte...

Emre Ertegün, İstanbul'dan bildirdi.

Sonradan ekleme: Bir de Krishnamurti okuyorum bugünlerde ki çok iyi geldi, çoook!
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

13 Eylül 2014 Cumartesi

"Kolektif Yeni Deneyi" sonrası

Ağustos sonu itibariyle deney bitti ve şimdi ihtiyacım olan paraya farklı şekillerde ulaşma zamanı geldi çattı. Destekçilere göndermiş olduğum son mektupta bunun için muhtelif yolları kullandığımdan ve kullanacağımdan bahsetmiştim. Ve yine bahsetmiştim ki bunlardan bir tanesi de blogdaki yazıların altında yer alacak bir iki cümlelik destek ve armağan çağrısı. Bundan böyle bu yazının ve diğerlerinin altında göreceğiniz çağrı, -içiniz titreştiği takdirde- kalbinizin vermek istediği armağanı vermek üzere sizleri cesaretlendirmeyi hedefleyen bir çağrı. Son dönemde o kadar çok insanla o kadar çok maddi-manevi alışveriş halindeyim ki bu beni "bütün"e çok fazla bağlıyor. Bunu azaltmaya, sönümlendirmeye hiç niyetim yok; bilakis zihnim daha fazla hareketlendirebilmek için ne yapabileceğimle ilgili fikirler üretip duruyor ve kalbimin de desteklediklerini hemen hayata geçirmeye çalışıyorum. İşte şimdi başladığım da bunlardan biri aslında.

Biten deneyle başlatıyor olduğum şeyin arasındaki farkın ne olduğunu düşününce...

Biten deneyde bütünüyle kendimi ortaya koydum ve "İşte ben buyum, bunu bunu yapıyorum, beni ve hayatımı desteklemek isteyenler elimden tutabilir." şeklinde bir çağrı yaptım. Yazıyordum, çiziyordum, inandıklarım doğrultusunda kendimle tutarlı bir hayat yaşamaya çalışıyordum. "Belirli" bir şey yapmıyordum. Üç çocuğun eğitimine destek olmuyor, beş engelli kişi için tekerlekli sandalye almaya çalışmıyordum. Yaptığım şey kendimi ve kendim üzerimden dünyayı keşfetmek, keşfettikçe anlamak, anladıkça "iyileşmek", "şifalanmak" ve bütün bu süreci şeffaf bir şekilde paylaşmaktı ki bu konularda epey adım attım diye düşünüyorum.

Deney bitti diye bütün bunlarda herhangi bir değişiklik olmadı elbette, hala aynı şekilde yaşıyor; gelişmeye, anlamaya çalışıyorum. Bundan sonraki süreçte maddi desteğe ihtiyaç duymaya devam edebilir ya da etmeyebilirim, bilmiyorum. Zira atölyeler ve belki diğer ufak tefek işlerden artık harçlığımı çıkarmaya başlayacağımı hissediyorum ama bunda bir kesinlik yok elbette.

Ama öyle bir kesinlik olsaydı dahi, yukarıda da yazdığım üzere her türlü alışveriş kanalını sonuna kadar açmak niyetindeyim. İhtiyaç fazlamı, içimden geldikçe benzer hayatlar yaşayan arkadaşlarıma, Avrupa'yı bisiklet ve kano ile geçen Rüzgar gibi arkadaşlara, Eşya Kütüphanesi benzeri oluşumlara, surdurulebiliryasam.tv (devam ediyor, el atarsanız harika olur!) gibi kampanyalara aktarmaya devam edeceğim.

Yani diyorum ki herhangi bir yazım, eylemim, davranışım veya sohbetimizden ötürü bana armağan vermek isterseniz, lütfen kendinizi tutmayın. Katkınız ya geçimime yardımcı olacak ya da başka güzelliklere akacak. Yeter ki içinizden gelsin bu katkı, miktarı ve ne olduğu hiç önemli değil.

Bu sefer kendimi herhangi bir taahhüt altına sokmak istemiyorum. Harcamalarımı takip etmeyi, listeler üzerinden gelen-giden parayı mercek altına almayı, her ay daha da az harcamaya çalışmayı, kaç kişiden destek geldiğini takip etmeyi, görev bilinciyle ay başında düzenli mektup yazmayı istemiyorum. Daha akışında bir şey olsun bu. İçimden geldikçe durumu yine paylaşırım, belki yine mektup yazarım vs. ama tamamen kendi yatağında aksın bu sefer su.

Biten deneyle şu an başlayanın bir farkı bir üst paragrafta okuduklarınız, bir diğeriyse karşılığı daha belirli olan şeyler için armağan talep ediyor olmam. Yani size dokunan bir yazım -veya bir eylemim- olduğunda buna karşılık olarak armağan vermeye davet ediyorum sizi.

Geçen aya kadar yapmış olduğum, bundan ne daha çok ne de daha az mantıklı, ne daha güzel ne de daha az güzel. Dünyalar kadar fark da yok aralarında, bunu da biliyorum. Ama önemli nüanslar da yok değil, anlatabildiğimden emin olmasam da... Bakalım neler olacak...

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

10 Eylül 2014 Çarşamba

Destekçilere mektup vol.12 ---ve son---

31 Ağustos itibariyle deney sona erdi. Geçtiğimiz günlerde destekçilere biri minik bir bilgilendirme, diğeri daha uzun bir mektup olmak üzere iki adet e-posta gönderdim. Aşağıya onları kopyalayacağım. Geçen ay "Son ay, yetişin!" deyince on iki yeni arkadaşım daha ucundan tuttu bu deneyin; ikisi isim paylaşmak istemedi, diğer onu ise: Müge Ayma, Yeşim Şahin, Elif Böcekli, Mahinur Sarıkaya, Filiz Telek, Atakan Doğan, İdil Kışlal, Ramazan Çiftçi, Sevil Durugöl ve Sevim Ergin.

Aynı şekilde, yine son ay olduğu için daha önce destek vermiş olan bazı arkadaşlar son bir kez elimden tuttular, zaten her ay destek olmaya devam edenler ekstraya girdiler, derken aşağıda göreceğiniz -benim için- çok yüksek miktarlara ulaştık ve pek mutlu oldum.

"Peki şimdi ne olacak?"ın cevabını mektupta göreceksiniz de bununla birlikte böyle bir enerji yakalamışken bunu başka "ekstrem"lerin hayatını kolaylaştıracak bir şeye evriltme isteği de dolanıyor aslında içimde. Enerji bulup bunla ilgilenmem zor gibi gerçi ama mesela bir kitle fonlama kampanyası başlatıp inandığı doğrultuda yaşamak isteyen ve bunu gerçekleştirebilmek için gereksinim duyduğu az miktarda paraya ulaşmakta sıkıntı çeken dostlara destek olma isteğim var. Bakarsınız öyle bir şeye de ön ayak olmayı denerim bir ara. Hele bi' İstanbul günleri geçsin de... ((:

Çok uzatmadan mektuplara geçiyorum. Sevgiyle kalın.

sonumtrak mektup ((;

Dostlar!

"Sonumtrak mektup" diye başladım ama galiba bunu kısa kesip asıl "son" mektubu birkaç gün içinde yazacağım. 31 Ağustos itibariyle deney bitti ya, kaç gündür durumu paylaşmak için içim titreşiyor da fırsat bulamıyorum.

Şimdilik sadece aylık sayısal bilgileri paylaşıp kaçıyorum. Sonrasında hem genel değerlendirme yaparım hem de duygu ve düşüncelerimi yazarım. Çok şey var içimde...

Ağustos ayı için yapmış olduğum son çağrı sonrası epey bir teveccüh gördüm ve pek mutlu oldum. 12 yeni kişinin ve toplamda 29 kişinin desteğiyle 1.112 TL ulaştı bana ve aylık harcamam da 343,35 TL'de kalınca 768,65 TL artıda kapamış oldum ayı ve şahane oldu. Tam da içimden geçtiği gibi beni bir süre rahatlatacak bir meblağa ulaştık :))

Bundan sonrasıyla ilgili de bir sürü fikirlerim, şunlarım-bunlarım var ama şimdi işlere yardım etmek üzere gidiyorum. Tiz vakitte tekrar yazacağım.

Sevgiler (ama böyle bayaa çok sevgiler),
Emre

işte bu son mektup (sanırım)

Hey hey!

8 Ekim 2013'te başlayan "deney"imiz 31 Ağustos 2014 itibariyle son buldu ve şimdi kutlama zamanı ((: İçimde 1.200 ayrı ses ve hissiyat var söze gelmeyi bekleyen, nasıl bir sentez çıkacak, hiçbir fikrim yok. Ama bilmeden başlıyorum, çoğu zamanki gibi...

Ve yine çoğu zamanki gibi, sayısal verilerle başlamak yazının akışını kolaylaştırır umuduyla başlıyorum bakalım. Birkaç gün önce Ağustos ayı bilgilerini vermiştim zaten, şimdi genel bilanço ile ilgili kısa bilgiler gelsin: 11 ayda bana verdiğiniz veya gönderdiğiniz para armağanlarının toplamı 6.398 TL'yi, bu ay dahil olan 12 yeni kişiyle birlikte bu işin ucundan tutan toplam kişi sayısı ise 58'i bulmuş.

...

Yazmakta zorlanıyorum, çünkü zihnim fena halde aktif şu anda ve çok fazla şey uçuşuyor. Dün İstanbul'a geldiğim ve bir süre burada olacağım için hep de aktif kalacak; zira koşturma hali daim olacak. Bu mektubu geciktirmek de istemiyorum, aceleye getirmek de; e nasıl olacak... 

Denemeye devam...

Baştan beri bu "şey"e bir isim bulamadım ve bir şekilde "deney" kaldı adı. Tam olarak içime sinmedi aslında hiç ama daha iyisini de bulamadım. Ayrıca "deney" deyip durmakla birlikte parasal ihtiyaçlarımı bayağı bayağı bu şekilde geçirdim 11 ay boyunca, hiç azımsanacak gibi değil. E şimdi kelimeleri ne kadar eğip büksem yeterince teşekkür edebilir miyim? Zor!! Ama gerçekten aşırı şükran doluyum, bunu belirteyim. Çalışma, üretme vs. konular öyle bir çarpılmış durumda ki adamın teki böyle bir taleple çıkınca "ohh biz eşekçi başı mıyız da çalışıyoruz?" düşüncesine sarılınma ihtimali çok yüksek aslında. Birçokları da sarılmıştır gerçi, ona da şüphem yok ama diğer yandan bu kadar destek almak da muhteşem. Parasal desteğin çok ötesinde bir destekten bahsediyorum bu arada ama detaylara girip ne kadar ve ne şekilde desteklendiğimi anlatıp egomu şişirmeyeceğim şimdi. Yalnızca Ömer Murat Ünsal dostumun destek olacağı zamanki yazışmamızda (henüz tanışmıyorduk kendisiyle) yazdığı birkaç cümleyi alıntılayacağım (kendisinden bunun için izin almadım ama benim anlatabileceğimden çok daha iyi anlatmıştı tee o zaman ve çok iyi gelmişti bana, kızmazsın di mi Ömer?): 

"... Tüm sorumluluklardan, yaşın veya sosyal çevrenin gerektirdiklerinden, kültürel tortudan sıyrılıp tek başına, salt varolmanın hazzına, yaşamı duyumsamaya vermişsin belli ki kendini.. tek başına bu bi proje bence.. yaşam süresine yayılması makbul olan.. yani gidip dünyanın uzak köşelerininde soyu tükenmekte olan maymunların fotoğraflarını çekmen veya antartikayı yürüyerek katetmen veya bi başka işe imza atman gerekmiyor."

Tüm hayatım; kolay tanımlanabilir olmayan, ele avuca sığmayan, formatsız bir proje gibi bir şey gerçekten de ve şekli şemali olmayan bir "şey"e böylesine destek almak harika hissettirdi hep, çok güzel bir şekilde sonlandığı şu günlerde hala da fazlasıyla hissettiriyor!

Bu arada geçtiğimiz ay "bitiriyorum" dedim ve birkaç kişiden bayağı ciddi karşı çıkış gördüm ve yine mutluluktan havalara uçup durdum. Şimdi listeden sıradan bakıyorum da otomatik ödemesini bir süre iptal etmek istemediğini söyleyen İstem; deneyi bitirmemem gerektiğini tekrar tekrar söyleyen ve bunda ısrar eden Betül; "o iş öyle olmaz, biz desteklemeye devam etmek istiyoruz" diyen Murat, Uygar ve şu anda atladığımı sandığım birkaç kişi daha... Yine gerek destekleyenlerden gerek dışarıdan "Eee, şimdi nasıl olacak peki?" sorusunu soran, meraklanan ve benim için endişelenen dostlar... Pofff! Çok zenginim, çok! Tam burada yine izin almadan bu sefer de Uygar'ın geçen ayki mektubundan bir alıntı yapacaktım ama her cümle öylesine güzel ki alıntı yapmayı beceremedim, tamamını paylaşmam lazım. Defalarca okudum da doyamadım hala, nasıl da güzel yazmış. Epey bir gözümü yaşarttı kendisi. Bütün bunlar bir kitaba dönerse eğer ve izni olursa kesinlikle hepsini alıntılayacağım.

Ama Uygar'a, Murat'a ve diğerlerine söylediğimi buradan da yazmakta bir sakınca görmüyorum. Ben her zaman her türlü armağanlaşmaya açık kalmak, tüm kanalları açık tutmak istiyorum. Dolayısıyla ne bugün ne de beş yıl sonra bana para veya başka herhangi bir armağan vermek isteyenleri reddederim. Fazla geliyorsa, ihtiyacım yoksa dolaşıma sokarım, ben de başkasına armağan ediveririm, olur biter. Yapmadığım şey de değil nihayetinde ((: Aldıkça daha çok vermeye, verdikçe daha çok almaya başladığımı görüyorum sürekli. Bunu niye durdurayım ki... Velhasıl içinizden geliyorsa durmayınız efen'im. Deneyi bitirmek demek alışverişimizi kesmek demek değil. Ama harcamalarımı takip etmek, kendimle yarışarak her ay daha az harcamaya çalışmak, "bu ay kaç kişi destekledi" sorusunun peşinde koşmak istemiyorum; hepsi bu aslında.

"Eee, şimdi nasıl olacak peki?" sorusunun cevabına gelince... Geçen gün yazdığım üzere bu ay ciddi bir fazla verdim zaten ki o fazla, yaklaşık olarak iki aylık harcamama tekabül ediyor. Bununla kalmadı, ben rakamları paylaştıktan sonra para vermeye, göndermeye devam eden dostlar oldu; bununla da kalmadı, "şimdi paraya ihtiyacın olur senin" diyen babamdan yıllar sonra ilk kez para aldım; yine bitmedi, düzeltisini yapmış olduğum kitabın aylar sonra ancak basıldığını ve parasını (çok bir şey değil gerçi ama yine yaklaşık bir aylık harcamam) bugünlerde alacağımı, tam da deneyin bitişinden iki gün sonra öğrendim. Yani diyorum ki ben akışa ve hayata güvendikçe ve hissettiğim doğrultuda yaşamaya devam ettikçe hayat beni ödüllendiriyor zaten. O kadar rahatım ki bu konuda, anlatamam. ((:

Ayrıca zaman zaman gerçekleştireceğim(iz) atölyelerden, -mümkünse daha düzenli bir şekilde- düzelti işlerinden, belki yine mini yürüyüş rehberliği vs.den harçlığımın bir kısmını, belki de tamamını çıkarabileceğimi umuyorum. Bununla birlikte geçen ay "aklımda bir şey var ama daha sonra haber edeyim" dediğim bir şey daha var ki o da blogda her yazının altında yer alacak bir çeşit destek çağrısı. Yabancı bir blogda görmüştüm de aklımda kalmıştı ne zamandır. Tam kurgulamadım henüz ama birkaç gün içinde görürsünüz sanıyorum. "Deney"den farkı ise şu olacak: Şimdiye kadar "doğrudan yaşamımı", Murat'ın deyimiyle "projemi" desteklemeye davet etmiştim insanları; şimdi ise, yazıyı beğenenleri buna karşılık olarak armağan vermeye davet edeceğim. Böyle yazınca pek anlaşılır olmadığının farkındayım ama sanırım birkaç gün içinde yapacağım zaten bunu, görürsünüz. Zaten çok geç oldu (an itibariyle 01:31) ve çok yoğun bir gündü. Devam etmekte zorlanıyorum şu anda.

Ne kadar yazsam yetmeyecek ama çok da uzattım zaten. Tam olarak içime sinmeyen bu son mektubu göndereceğim birazdan. Gerçi konu kısmında görmüş olduğunuz "sanırım"a sığınarak sizlere tekrar yazmaya kalkarsam da şaşırmayın ve benden sıkılmayın, olur mu?

Sağlıcakla kalın, şükran da şükran...

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Destekçilere mektup vol.11

2 gün önce destekçi canlara sondan bir önceki mektubu yolladım. Evet, Ağustos sonu itibariyle bu "deney"i bitirmeye karar verdim. Hatta kararı bir türlü veremiyordum da mektubu yazarken bir de baktım, vermişim.

Aşağıda da okuyacağınız üzere, bu ay bu işi bitirirken mümkün olduğunca yüksek bir meblağ toplanırsa elim biraz olsun rahatlar diye düşünüyorum. Dolayısıyla beni, hayatımı, yazıp çizdiklerimi ve bu "deney"i takip eden dostlara son bir çağrı yapmış olayım. Ucundan köşesinden dahil olmak isterseniz lütfen bana yazın (emreertegun@gmail.com). Küçücük katkılar, her ay eklenen yeni kişiler bu süreçte hep çok iyi hissettirdi bana; son ayda eklenecek kişiler de yine çok iyi gelecektir; ve tabii ki miktardan bağımsız olarak söylüyorum bunu.

Bu arada Temmuz ayında Filiz Öztürk'ün de destekçim olduğunu paylaşıp mektuba geçeyim:

Selamlar efen'imler,

2-3 gündür elimi klavyeye atıp atıp başlayamıyorum mektuba, denedim denedim olmadı. Bunun en önemli nedeni galiba yazacak, paylaşacak çok şeyimin olması ve buradan neyi aktaracağımı bilememem. Bir de birkaç aydır içimde yanıp sönen "acaba bu 'deney' miadını doldurdu mu?" sorusunun hala yanıp sönmesi ama bir türlü netleşememem. 

Ben iyisi mi doğrudan hesap-kitap paylaşımına gireyim, gerisi kendiliğinden aksın. <umarım>

Temmuz ayını epey ekside kapadım dostlar. Bunun bir nedeni gelen destek miktarının tarihin en düşük miktarı olmasıysa diğer nedeni de bir kuple olsun artan harcamalarım.

Sekiz destekçinin toplamda 258,05 TL vermiş/göndermiş olduğu bu ayda harcama toplamım 471,25 TL'yi bulunca 213,20 TL açık vermiş oldum. Olsun varsın, sıkıntı yok.
-----------
Bununla birlikte son zamanlarda bu konuyla ilgili epey bir kişiyle konuştum, olumlu/olumsuz eleştirileri dinledim, yazıştım, tartıştım... Alma-verme dengesi, sürdürülebilirlik, bunun etik bir şey olup olmaması vs vs. Tüm bunların sonucunda yapmakta olduğum şeye inancım ve güvenim ciddi anlamda tazelendi aslında.

Fakat yine de...

Yine de bu "iş" heyecanından bir şeyler kaybetti sanki. Son aylarda düşen destekçi sayısı ve toplam aylık miktarlar bunun önemli bir göstergesi. Ben bu "deney"i tekrar tekrar duyurmadığım, kendimi anlatmaya çalışmadığım takdirde bu böyle devam da edecek gibi ama iki yıldır kendimi sürekli anlatmaktan da yoruldum biraz. Ve zorlanıyorum da zaten. Çünkü günümüzün kavramlarıyla günümüze hiç uymayan bir takım değerleri, fikirleri anlatmaya çalışıyorum ve evet, azıcık yorucu...

Ve bu kendimi anlatma sürecinde ister istemez kendimi beğendirme, ne kadar güzel şeyler yaptığımı anlatma gibi işlere girmek durumunda kalıyorum ve şu sıralar bunu yapmayı da istemiyorum. Gören görsün, fark eden etsin istiyorum. Ben sadece "ol"ayım, gerisini akışa havale edeyim...

Bir de şu var, paylaşmak istediğim: Harcamalarımı paylaşıp duruyorum ya; paylaştıkça daha aza, daha da aza indirme yönünde kendimi zorlamaya başladığımı, bunun bir çeşit cimriliğe, para harcama korkusuna dönmeye başladığını gözlemliyorum birkaç aydır. Sürekli olarak üç kuruşun hesabını yapar buluyorum kendimi ve bundan da hoşnut değilim. Bunu yapma nedenim parasız kalma korkusu falan da değil bu arada, egosal bir durum. "500 TL ile yaşıyorum!" , "Hayır hayır, 400 de yetiyor!" , "Vay be, 300'e düşürdüm..." vs. İşte bunlar hep ego.

Evet evet, cümleler kendiliğinden aktı ve sonuca bağlandı zaten. ((: Ağustos ayının sonundan itibaren buna son vereyim ve belki başka bir şekle büründüreyim istiyorum. Aklımda bir şey var ama yaptıktan sonra haber edeyim, olma mı?

Ve bu ayı da mümkünse bir miktar artıda kapatayım isterim. Blogda paylaşırken yeni kişilere de sesleneceğim galiba ama sizlere de bu son ay için çağrıda bulunmuş olayım. Deneyin son ayını ne kadar yüksek bir meblağ ile kapatırsam benim için o kadar iyi olur ve biraz elim rahatlar.İçinde bana tekrar destek olma heyecanını taşıyanlarınızın kapısını -şimdilik- son bir kez çalmış olayım.

Sevgiler, kucaklar...

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

24 Temmuz 2014 Perşembe

Ekstremlerin kritik rolü

"Bizler"i dünyamızda kritik öneme sahip bir yere koyuyorum ve bunu yaparak egomu mu beslediğimi sorguluyorum. Fakat hayır, bence gerçekten de -iftiharla- artık iyice içinde hissettiğim bir grup "ekstrem" insanın durduğu yer, hayatlarını ne şekilde sürdürmek istedikleriyle ilgili eylemleri ve hayalleri nedeniyle bu "ekstremler" olarak gezegensel dönüşüm ve iyileşme için çok önemli bir yerdeyiz.

Şekil değiştiren, büyüyen ve gelişen (!), karmaşıklaşan dünyamızda bir çeşit geriye dönüş ve küçülme kaçınılmaz görünüyor; çünkü her şeyden önce, bu geriye dönüşün yaşamdan keyif almanın gerçek anahtarı olduğunu fark ediyoruz birer birer. Ayrıca artık çok iyi bildiğimiz üzere dünyadaki kaynaklar da her geçen gün istek ve ihtiyaçlarımızı karşılamak için yetersiz kalıyor.

Ekolojik ve toplumsal sıkıntıların hemen hepsini bin yıllardır şekillenmekte olan medeniyete bağlıyor, dolayısıyla hayata bir bütün olarak başka bir paradigmadan bakmamız gerektiğini düşünüyorum. İşte o başka paradigmayı da "biz"lerden başkası oluşturamaz. Batının iyi yanlarını alır, bunları geleneksel bilgilerle harmanlarsak bu işi kıvırırız. Örneğin teknolojiyle aram çok iyi değil ama sosyal medya çok mühim. Gerek toplumsal direniş ve diğer olaylarda iletişimimizi sağlaması, gerekse kırsala dönüş yolculuğunda bilgi ve heyecanımızı paylaşmamızı, birbirimize güç ve  ilham vermemizi sağlaması açılarından çok kıymetli buluyorum. Bu yazıları da sosyal medya sayesinde bu kadar insanla paylaşabiliyorum. Ne mutlu! Güneşten elektrik üretmemizi sağlayan şey de teknolojinin ta kendisi mesela; suları borulara hapsetmeden, madenlerde kimselerin ölmesine yol açmadan elektrik üretebiliyoruz bu sayede. E bütün bu yenilikleri hayata geçirecek, yeni ve yeşil teknolojiyi kullanacak, sosyal medyayı kullanarak örgütlenecek ve paslaşacak kişiler yine biz ekstremlerden başkası değil. Modern hayatın içinde bin bir zorlukla yaşayanlara örnek olacak, onlara ilham verecek (yani yoldan çıkaracak) olanlar da yine bizleriz.

Medeniyet bir yana, kırsala bakınca da sıkıntılar mevcut. Zaten medeniyet ve anlayışı buralara da fazlaca taşmış sağ olsun. Dalyan pazarında köylü pazarcılarla sohbet neyim ediyoruz, bazen neyi nasıl yetiştirmemiz gerektiğini falan soruyoruz da benzer yorumlarla karşılaşıyoruz bugünlerde: "Yaa işte 50 kuruş zaten, ne uğraşıcan maydanozla?", "Patlıcanın kilosunu halden 25 kuruşa alırsın, sulama için harcadığın suya değmez" vs. Kendi yediğini üreten, toprakla birlikte yaşayıp giden köylüden bunları duymak iyi gelmiyor bana. Kendi besinini üretmenin güzelliğini ve önemini benden çok daha iyi bildiklerini sanıyorum aslında ama ne bileyim işte... Diğer yandan biliyorum ki bizim şehirli kokuşmuş hayatlarımıza, pvc pencerelerimize, çikolatalarımıza, gofretlerimize ve migroslarımıza özeniyorlar. Elbette ki fena halde genelliyorum şu anda, farkındayım ama birçok yerde gözlemlediğim veya duyumladığım yaklaşımlar bunlar.

Aynı köylüler ciddi bir bilgi birikimine ve tecrübeye sahipler tabii ki ve bunları aktarmaktan hiç imtina etmiyorlar. Hatta bir yandan gariplerine gitse de bir yandan hoşlarına gidiyor bizim bu yönelimimiz. Kentten köye geri dönüşler arttıkça buradaki hayatın kıymetini daha fazla anlayacaklarını ve daha az göç vereceklerini görmek için de müneccim olmaya gerek yok.

Yani ne modern hayatın içinde debelenen dostlarımızla aynı yerdeyiz (ama birçoğumuz aynı yerden geliyoruz ve neler yaşadıklarını çok iyi biliyoruz) ne de köylülerin bıkkınlığını taşıyoruz. Tam anlamıyla bir köprü vazifesi görüyoruz sanki. Modern hayatın kofluğunun, içi boşluğunun da farkındayız; kırsalda kurulan hayatların da çok kolay olmadığının ve birçok fırın ekmek yemeden buradaki işleri tam anlamıyla kotarmanın mümkün olmadığının da... Ayrıca çeşitli fırınların ekmeklerini yiyoruz. Anadolu'nun kadim bilgilerinin de peşindeyiz, permakültürün bilgi ve nimetlerinden de faydalanmaya çalışıyoruz. Paylaşımdan, ilhamlaşmalardan çok besleniyoruz ve çok hızlı ilerliyoruz.

Dünyada bir dönüşüm olacaksa, bunu bu ekstremler sağlayacak.

Not: "Biz-biz" diye bahsettiğim ekstremlerin içinde epey yeni, deneyimsiz, bilgisiz bir adamım ben. Ama her geçen gün öğreniyor, hiç yapmadığım bir şeyin daha ucundan tutuyorum. Bir yıl önceki halimle karşılaştırdığımda geldiğim nokta beni çok heyecanlandırıyor. Bu yolu açanlara ve ilham verenlere de bu vesileyle selam olsun.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

20 Temmuz 2014 Pazar

Kim cesur, kim ekstrem?

Yazıyı Yeşil Gazete de yayımladı.
---------
Bana seçimlerimden* ötürü çok cesursun falan diyorlar, varsın desinler de kim cesur acaba?..

Benzer şekilde, geçenlerde bir röportajda armağan ekonomisi vs. anlattık, kendi hayatlarımızdan örnekler verdik. Bunları yazmak, anlatmak isteyen arkadaşa dergiden ekstrem örnekler olduğumuza dair yorumlar gelmiş mesela. Gerçi sonra kabul ettiler ve yayımlanacak bildiğim kadarıyla... Ama gerçekten de kim ekstrem?

Kelle sayısı hesabı yapılıyorsa ben ve benim gibilerin bu sıfatları taşıdıkları söylenebilir belki ama gerçeklik üzerinden bir değerlendirme yapılırsa asıl "ötekilerin" cesur, ekstrem, falan filan oldukları net bir şekilde ortaya çıkıyor, bana kalırsa.

Küçük bir karşılaştırmalı değerlendirme yapmak istiyorum, sonrasında takdir sizin. Bunun için kendim ile şehirli bir orta sınıf kişisini karşılaştıracağım. Hatta çok uzağa gitmeye gerek yok, bunun için de kendi birkaç yıl önceki halimi ele alabilirim.

Emre VS. Emre'nin birkaç yıl önceki hali, yani -Emre-.

Emre'nin ortalama bir günü şu şekilde geçiyor: Sabah altıda uyanıyor (erken kalkmaya yeni yeni alıştırıyorum kendimi ama herhangi bir zorunluluktan değil, o saatlerin tadını çıkarmak için) ve ilk iş olarak bahçeye gidiyor. Domatlar, patlıcanlar ve diğerleri ne alemdeler gözlüyor, bazen büzüşük, çürümüş dalları ve otları temizliyor. Sulanma ihtiyacı varsa bahçeyi suluyor (bazen de akşamları yapıyor bu işi), bahçeden roka, biber vs. topluyor. Sonrasında bugünlerde ihmal etmeye başladıysa da çigong, yoga vs. ortaya karışık sabah egzersizi yapıyor. Sonrasında odun ateşini yakıyor ve çay suyunu koyuyor. Çay demlenirken zeytin, peynir, domates, tabii ki tahin pekmez (tp!) ve diğer arkadaşları çıkarıyor, yavaş yavaş, yayıla yayıla afiyetle yiyor. Akşama kadar geçen sürede kitap okuyor, biraz internete giriyor, bu aralar daha seyrek olsa da yazıp çiziyor, en az bir kez daha bahçeyi ziyaret ediyor, yemek yapıp yiyor; öğle saatlerinde siesta yapası geldiğinde hiç itiraz etmiyor ve gözlerini kapıyor. En güzel yanı da canı hiçbir şey yapmak istemiyorsa hiçbir şey yapmıyor. Bahçeyle ilgili işler haricindeki hiçbir iş elzem değil zaten; kaldı ki şimdi hepsini tek başıma yapıyormuş gibi anlatsa da dört kişi yaşadıkları için bütün bu işler de bölünüyor aslında. Hangisini, ne zaman yapmak isterse; onu, o zaman yapıyor. Bunların yanı sıra film izliyor, toplulukdaşlarıyla ve gelen giden dostlarla Scrabble, iskambil ve muhtelif oyunlar oynuyor; evdeki suntaları dolaba ve kitaplığa dönüştürüyor; -şu sıralar hava çok sıcak olduğu için nadiren- ormanda yürüyüş vs. yapıyor, arada bir denize giriyor; e akşam olunca da yine yemektir, muhabbettir gidiyor işte. Bu arada sürekli temiz hava soluyor, her yer ağaç burada. Çok cesurca, hımm?

Emre'nin hayatında hafta sonu - hafta içi kavramları yok. Sadece yiyecek ihtiyacını karşılamak için cumartesileri kurulan pazarı takip etmesi, bir de çigong yapmak istiyorsa çarşamba günü günlerden çarşamba olduğunu hatırlaması yeterli. Yemek saati, mola gibi kavramlara da yer yok; dedim ya canı ne zaman isterse o zaman yiyor, ne zaman ve ne kadar isterse o kadar çalışıyor.

Emre, temel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde paraya gereksinim duymuyor. Yani yeme-içme masrafları haricinde pek de masrafı yok aslında; en büyük lüksü ise vazgeçemediği tahin ve bol bol yemeyi sevdiği beyaz peynir. Aylık toplam harcaması ise 300-400 TL. Bu paraya bir süredir dostları sayesinde erişiyor ama önceliği para kazanmak olsa bir şekilde yine kazanır o parayı. Ayrıca bu süreçte kendiliğinden para kazanmaya da başladı aslında, hem de çok sevdiği şeyleri yaparak. Ve ayrıca gıda üretimini öğrendikçe ve uyguladıkça bundan da çok daha az paraya gereksinim duyacak zaten.

Gelelim -Emre-'ye. -Emre-, haftanın beş gününü, bazen hafta sonlarını da sabahtan akşama kadar ofiste veya ofis dışında çalışarak geçiriyor. Sabahları zar zor uyanıyor ve istemeye istemeye gidiyor işe. Cuma günlerini çok seviyor, Pazar öğleden sonradan itibaren çöken iç sıkıntısından ise hiç haz etmiyor. İş yeri stresi, iktidar ve ego mücadeleleri içinde çok yorulduğu için akşamları genelde yorgun hissediyor. Aynı nedenlerden dolayı kafayı dağıtmak için haftada en az birkaç kere alkolden destek alıyor. Hafta sonlarında ise kendini "bir şeyler" yapmak zorunda hissediyor ve renkli planlar yaparak hayatına tat katmaya çalışıyor. Bu arada bir sürü ambalajlı ürün tüketmek zorunda kalıyor ve her gün bir poşet çöp atıyor. Beton binaların ve araba egzozları içinde nefes aldığını sanıyor ama aslında başka bir şey yapıyor. Hayatındaki birçok ilişki çok yüzeysel, çünkü herkes kendi derdinde. Evet, herkes dertli bu hayatta!.. Zorunluluklar var, yapılması gerekenler... En önemlisi de çokça "ama" var hayatında. Bir sürü şey yapmak istiyor aslında "ama"...

Ne kadar kazanıyorsa o kadar harcıyor. Yapılacak o kadar çok şey var ki para harcamak çok kolay. Yapılan bu "şeyler" pek tatmin de etmiyor aslında. Ama tükettikçe mutlu olduğun yanılsamasına girmek çok olağan. E herkes böyle yapıyor di mi ama...

Biliyorsunuz işte, konuşturmayın beni...

Çok basitleştirerek anlattım ama anladınız siz. Tüm bunların ışığında kim cesur, kim ekstrem acaba?.. Bi' daha düşünüverin bence.

* Televizyonlarını yeni açan seyirciler için bahsi geçen seçimlerim; şehir hayatını bırakmak, bir süre göçebe yaşayarak kendimi bulmaya çalışmak, şimdilerde bir köye yerleşmek, bir iş yerinde çalışmamak, mümkün olduğunca az tüketmek, akışa güvenmek vs.

Not: "Cesur", "ekstrem", "marjinal" gibi sıfatları gururla taşırım, ayrı. Yani bunları kötü şeyler olarak algılıyor değilim, bilakis hoşuma da gitmiyor değil... Ve fakat burada cesur olan ben değilim, valla değilim.

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

3 Temmuz 2014 Perşembe

Destekçilere mektup vol.10

Malum işte, aybaşı mektubusu...
Not: Ayın yeni destekçisi Burak Dindaroğlu!..

Selamlar,

8 Ekim'de yapmış olduğum çağrı üzerinden neredeyse 9 ay geçmiş, iyi mi?.. ((: Ve o gün bugündür rutin bir şekilde sizlere gönderegeldiğim mektupların onuncusunu yazacağım şimdi ve ne yazacağımı bilmeyerek başlıyorum:

Haziran ayı boyunca, içimden sohbetler'de sadece size yazmış olduğum mektubu paylaşmışım, göçebe günler'de ise blogun son yazısı olduğunu tahmin ettiğim bir yazı paylaşmışım. Uzun zamandır ilk kez kendimden, fikir ve hissiyatımdan bu kadar uzun bir süre haber vermediğim oluyor. Bari size hitaben azıcık anlatayım da bahaneyle blogda da paylaşmış olurum. 

Çandır'da hayat çok keyifli geçiyor, güzel de bir topluluk olduk bence. Şaka maka 40 güne yaklaştı buradaki günlerim. Ve her şey çok çok yolunda gerçekten. Çok güzel beslendiğim, Dalyan'a sadece haftada bir ya da iki kere (Cumartesi günleri pazar, Çarşambaları ise çigong için) gittiğim, onun dışında hep köyde kaldığım otuz küsur gün. Hatta haftada bir-iki gidişler bile zor geliyo, biliyo musunuz? Bana kalsa hiç çıkmıcam, kapadım kendimi buraya ((:

Peki başka başka neler yaptık/yapıyoruz? Evin arkasındaki alanda bir bahçe oluşturduk ve bir şeyler ektik mesela, bir gün yeni bir domates daha çiçek açıyor, bir gün patlıcan; kabaklar büyümeye başladı zaten çoktan. Ha bir de Haziran'da yetişmez dediler ama bir sürü roka ektik ve bir hafta on gündür ye ye bitmiyor rokamız. Pek bereketli... (Begüm yetiş!)




İstanbul'dan gelen bir arkadaşımızla (Mesut) ve Bülent ve Burcu'yla iki tane çardak (bu yörede "köşk" deniyor) yaptık mesela, pek güzel oldular. Biraz iş kaldı, tiz zamanda bitireceğiz. Bülent birkaç gündür dışarıda çardakta yatmaya başladı mesela, bugün İstanbul'a gittiği için ben de bi' denicem bakalım. ((:



Bugün Bülent, üç gün önce de Burcu İstanbul'a gittiler; Begüm zaten epeydir yok (bir haftaya falan dönecek); dolayısıyla an itibariyle yalnızım evde...

Başka başka... Scrabble oynayıp duruyoruz bu arada, fena sardı; sonra Mesut'un getirdiği 6 nimmt adlı adrenalin dolu oyunu oynadık birkaç kere, bir de bir kerecik pis yedili oynadık. İki kere Karia yolu üzerinden Ekincik'e doğru yola düştük ve iki farklı koyda denize girdik (ikinciyi kaybolunca keşfettik ama nasıl güzeldi biliyor musunuz, gelenleri götürücem oraya, söz); bir kere de Mesut'un arabasıyla Ekincik merkezde denize girdik. Ha bir de iki hafta önce komşunun odunlarını toparlamaya yardım ederken büyükçe bir tanesi ayağıma düştü ve epey uf oldu. Neyse ki Burcu ve teyzesinin yardım ve homeopatik ilaçlarıyla normalleşti epey durum. Birkaç güne bir şeyim kalmaz sanırım, umarım...

Bir de yazmak istediğim kitaba yoğunlaşmaya başladım tekrar. Hızlı ve güzel ilerliyor gibiyim, bakalım nereye varacak...

Poff, anlatmayı özlemişim meğer; daha bir sürü şey var ama kesiyorum valla. Sanırım bir şekilde yazarım bir ara, blogda falan... Ama sebeb-i mektuba giremiyorum bir türlü ((:

Bir yeni destekçinin olduğu ve yedi ayrı kişiden (evet, destekçi sayısı epey düştü) bana destek ulaştığı Haziran ayında toplam 357,70 TL geldi; buna karşılık olarak 304,65 TL harcama yaptım. Kalan 53,05 TL'yi ise kiraya destek olmak üzere Begüm'e vereceğim.

Bu arada Mayıs ayında artan 72,70 TL'yi göndermek istediğim biri var ama iletişim bilgilerine ulaşma konusunda muvaffak olamadım henüz. Hatta mini bir kampanya bile başlatasım var Kazım abi için ama kendisine ulaşamadığım için beklemede. Denemeye devam edeceğim... Bilgisi olan varsa yazabilir mi bana?

Şimdilik bu kadar, ekte birkaç da fotoğraf paylaşıyorum bu sefer...

Çok çok sevgiler,
emre

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

4 Haziran 2014 Çarşamba

Destekçilere mektup vol.9

Ay başı gelince ben yine mektubumu yazdım, arkadaşlara yolladım; şimdi de burada paylaşıyorum.

Bu arada -kendilerinden onay almayı unuttum gerçi, umarım rahatsız olmazlar- Mayıs ayında Eralp Güner de destek olmaya başladı. Bir de Murat Çelik, Haziran'dan itibaren destek olmak istediğini paylaşmıştı.

İşte mektup:

ay başı gelir mektup gelir

Ön not: Bu mektubu Pazar günü yazdım ama o günden beri internete girme şansı bulamadığım için (ki bu apayrı bir yılan hikayesidir) ancak gönderebiliyorum. ((:
--------------------
Dostlar selamlar,

Bu mektubu Muğla - Dalyan yakınlarından, Çandır köyünden yazıyorum. Güzel gelişmeler var hayatımda, bunları paylaşarak başlayayım. Uzun süredir Dalyan’da, bir yıldır da Çandır’da yaşayan Begüm’ün (birçoğunuz tanıyorsunuz) çağrısıyla, 27 Mayıs itibariyle –belirsiz– bir süreliğine burada yaşamaya başladım. Burada Begüm’ün yanı sıra bir süredir Bülent de yaşıyordu zaten ve birkaç gün sonra Burcu da aramıza katılacak. Yani bir süredir hayalini kurageldiğim topluluk halinde yaşama yönünde bir adım atmış oluyoruz ve heyecanlıyım/heyecanlıyız.

Bir sürü şey dolanıyor içimde ama cümlelere dönüştürmekte zorlanıyorum. Neredeyse iki yıldır süren göçebe hayatımın sonuna gelmiş gibiyim bu durumda ve kelimeler kifayetsiz kalıyor. Dün göçebe günler’e de yazmaya çalıştım ama yarım kaldı o yazı da. Neyse tamamlanır elbet…

Diğer bir paylaşım başlığım da kafamda dönen, sizlerden (ve tabii yeni kişilerden) para istemeyi durdurma konusu. Şimdi geçtiğimiz ayki mektubumu da okudum, orada da bu konuya değinmişim. İçimde bunu durdurmaya yönelik bir şeyler var(dı) nereden geldiğini bilemediğim.

Yine akmıyor yazı…

Demeye çalışıyorum ki bir yandan ucundan kıyısından para kazanmaya başlamış olmam (ki bu ay da kazandım biraz, aşağıda bahsedeceğim), diğer yandan da nereden geldiğini bilemediğim bir hissiyat nedeniyle bu “şey”i durdurmaya çok yakın hissediyor(d)um, hatta dün akşam Begüm ve Bülent’le konuşurken bu mektupta o şekilde bir duyuru yapmaya epey yakındım. Sonra gece yattığım yerde kafamdaki düşünceler ve içimdeki hissiyatlar derlendi toplandı ve buna gerek olmadığını gördüm. Henüz maddi olarak ayakta duramıyorum ve hayatımın yeni bir evresine geçiyorum, hatta geçtim; dolayısıyla dileyenlerin bunun bir parçası olmasını durdurmak için çok da geçerli bir nedenim yok aslında. Maddi olarak ayakta duramama konusu elbette ki benim tercihlerimden kaynaklanıyor bu arada fakat ben tamamen para kazanmak için çalışmama konusunda ısrarımı sürdürmek niyetindeyim. Bunun kendiliğinden, fazladan bir çaba sarf etmeden gerçekleşmesini istiyorum ve gerçekleşmeye de başladı. Sürekliliği olduğu anda da zaten böyle bir destek isteme ihtiyacım ortadan kalkmış olacak.

Sanırım dönüp dolaşıp hala bu destekleri hak ettiğim konusunda kendimi ikna etmeye ihtiyaç duyuyorum, bundan bu kararsızlıklar. Dün gece fazlasıyla ikna oldum ve beni ikna eden nedenleri yazmaya itiyor beni egom ama yazmayacağım. Kimseyi bir şeylere ikna etme gereği duymak istemiyorum zira.

Gelelim Mayıs ayı bilânçosuna…

Bu ay toplam destek biraz daha düştü (zaten bana bu işi bitirmeyi düşündüren bir sebep de bu galiba) fakat Mayıs ayında ikincisini gerçekleştirmiş olduğumuz Hayatı “Kut”layalım atölyesinden de bir şeyler kazanınca yine artıda bile kapadım ayı. ((:

Sizlerden gelen   : 215 TL
Kazandığım        : 285 TL
Toplam               : 500 TL

Harcama toplamı: 427,30 TL
Kalan                  : 72, 70 TL

Mayıs ayı böyle kapandı ve bu 72,70 TL şimdilik herhangi bir yere gitmedi. Önümüzdeki günlerde sahibini bulabilir. Bu arada Nisan ayında epey bir fazla vermiştim, bunun bir kısmını dağıtmayı başardım: Bizim atölyeye gelmek isteyen İlay’a 20 TL, perküsyon çalan Berna’nın kitle fonlama kampanyasına 30 TL gönderdim; Anadolu Jam 2014’ün kitle fonlamasına da 100 TL göndereceğim, henüz gönderemedim. Kalan kısım ise şimdilik bende duruyor.

Çok uzattım ama bir-iki bilgi daha paylaşasım var: Ekim’den bugüne toplamda 4.530 TL göndermişsiniz bana. Ekim harcamalarımı not etmemiştim ama Kasım’dan itibaren 3.117,52 TL harcamışım; kalan kısmı birileri ile paylaşmışım, bir kısmı da bankada hesabımda kalmış.

Bir de hep toplam miktarı paylaşıyorum ama ay-ay kaç kişiden para geldiğini de merak ettim ve sonuç şu şekilde: Ekim-25, Kasım-25, Aralık-28, Ocak-27, Şubat-14, Mart-19, Nisan-12, Mayıs-10.

Sonuç olarak şimdilik devam… İsteyenler yaşamaya çalıştığım -ve bugünlerde şekil de değiştiren- hayatıma maddi katkı sunmaya devam edebilir. Ama tabii ki kimse kendini buna mecbur hissetmesin.

Ama iyi ki varsınız yahu…
Emre

-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com