Sayfalar

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Sen, hırslı arkadaşım!

Evet evet sana söylüyorum. N'apıyorsun? Tam olarak ne bekliyorsun bu hayattan? Niye bu kadar hırslısın iş konusunda? Niye bu kadar önemsiyorsun "iş"ini? Yaşamak için çalışmak gerekiyor belki "bu düzen" çerçevesinde; tamam da, çalışmak için niye yaşıyorsun? Niye fazla mesai yapıyorsun? Yöneticinin gözüne girmek için neden bu kadar takla atıyorsun? Neden "ben" kelimesini çok fazla kullanarak herşeyi sen yapıyor gibi davranıyorsun? Yaptıysan bile, gerçekten çok mu marifet acaba? Mesela, bir firmada çalışıyorsun. Neden yırtıyorsun kendini o firma için? Neden hafta sonunu heba ediyorsun?

İşin kötüsü, sevmiyorsun da bu hayatı biliyorum. Pazar akşamki hallerin gözümden kaçıyor mu sanıyorsun? Bu aceleci ve hızlı hayatta Pazartesi sendromu bile Pazar gününe çekildi uzun zaman önce. Bütün hafta boyunca hafta sonu gelsin diye beklerken (o da hafta sonu mesai yapmak durumunda olmayanlar için tabii) hafta sonunun ikinci gününün bombok geçmesi. Bilmiyor muyum sanıyorsun hissettiklerini? Saatler ilerlerken, hafta tatili bitmeye yaklaştıkça içinin daha da sıkılması; ve en son yeni haftaya başlamak üzere gözünü son kez kaparkenki asık suratının da farkındayım.

Niye böyle devam etmek zorunda olsun ki? Böyle sürmek zorunda değil. Mesai yapmak zorunda değilsin; çalışmaktan helak olmak zorunda değilsin. Çalışmak denen şey, o kadar kutsal bir şey de değil, aramızda kalsın. Bakma çalışmayı kutsallaştıran bombardımana; değil. İnsan doğasına bu kadar ters olan bir şey neden kutsal olsun ki? İnsanı sıkan, geren, insanlıktan çıkaran bir şey neden kutsal olsun ki? Emin ol, değil. Cidden...

Gerçekten severek ve isteyerek yaptığın şeyler hariç hiç bir şey kutsal olamaz. Olsa olsa yerine getirilmesi gereken zorunluluklar olabilir. Bunu bir kenarda tutmak lazım, hayatı da buna göre yaşamak lazım, gibime geliyor. Zorunluluklardan mümkün olduğunca kaçarak; kurtulamadığımız zamanda da... Evet, mecburen zevk almaya çalışarak, en az hasarla, kendimizden en az şey vererek atlatarak. Doğamıza mümkün olduğunca ters düşmeyerek... İsteklerimizi, arzularımızı ön plana koyarak...

Emre
09.07.2011

Bir sıkıntı anında...

Bir sıkıntı anında yazmaya başlıyorum, kelimelerin beni nereye götüreceğini bilmeden. Neden yazdığımı da bilmeden. Ama yazmak iyidir ya hani. Niye iyidir, onu da bilmiyorum.

Sıkıntı neden kaynaklandı, e onu da bilmiyorum. Gerçi bir teorim var ama bende kalsın; çok komik çünkü, afişe etmek istemiyorum kendimi. Feridun Düzağaç dinliyorum bir yandan, akşam Harbiye'de konserine gideceğim için hazırlık yapıyorum, bir nevi "çalışıyorum" diyelim. Ness, hazır mısın konsere? Öncesinde-sonrasında içeriz de, değil mi?

Sabah da bin yıldır görmediğim bir arkadaşımla kahvaltı yaptım; ne güzel oldu, ne hoş oldu. Duygucum iyi ki geldin. Sangria için çağrını bekliyorum heyecanla...

Dün akşam da teras, rakı, mangalda pişmiş kanatlar, bir-iki parça meze... Güzeldi; biraz abartmış olabilirim, hayvanat gibi yemiş olabilirim. Ama olsun, canım sağ olsun benim. Emin sen de iyi ki geldin dostum; pek şahane oldu dün akşam da.

Hafta içi de bir adet Alman operası (Mahagony Kentinin Yükselişi ve Düşüşü) izledik Yasemin'le. Sevmemiştim aslında izlediğim ilk operayı (Sevil Berberi), ama bu daha bi değişikti, güzeldi. E bi de Rumeli Hisarı'nda olması da cabasıydı... Haftaya da Aya İrini'de Elina Garanca. Hadi bakalım, bekliyoruz heyecanla...

Yavaştan eski formuma kavuşuyorum sanki etkinlik vs anlamında, çok iyi de geliyor. Ama yine de bişeyler var sıkan, ya da eksik bişeyler, bilmiyorum. "Sürekli mutluluk"tan uzak hissediyorum uzun süredir. Küçük mutluluklar, keyifli zamanlar, kahkahalar her daim var ama hep eksiklik hissediyorum. Tam bir huzur yok artık. Sebebi, dünyada, çevrede olan biten bir sürü boktan şey mi acaba? Beni gerçekten üzüyor olan biten; savaşlar, açlık, yoksulluk (kısmen kendiminki de dahil), çıkarlar için yapılanlar, atılan kazıklar, cinayetler, çevre katliamları, çözülemeyen, kangrenleşmiş sorunlar. Nereye kadar gider bu iş? Gerçekten Dünya'mızı yok etmeyi başarabilecek miyiz dersiniz günün birinde?

Kendimden yola çıkıp, dünya sorunlarına değinerek devam ettiğim bu saçma yazıyı burada sonlandırmada sayılamayacak faydalar görüyorum.

Sağlıcakla kalın.
Emre
09.07.2011

18 Haziran 2011 Cumartesi

Devam et...

Hayatı belirli bir döngü içerisinde, ortalama yaşamak ne kadar kolay aslında... Doğarsın, büyürsün, okula gidersin... İyi bir iş bulursun (mümkünse çok uluslu bir firmada, iyi bir maaşla) ya da bulmaya çalışırsın. Sonra çalışırsın da çalışırsın; mesainin sonunu beklersin, muhtemelen fazla mesai yaparsın ama bu o kadar normal birşeydir ki yadırgamazsın. Herkes böyle yapıyordur; yapmazsan yadırganırsın, ayıplanırsın, dahası tepki görürsün... Hafta sonunu beklersin, yıllık iznini beklersin. 14 gün iznin vardır; 1 hafta kullanınca 6 gün düşülür, işyerinde 5 gün çalışılıyor olsa bile. Yılda 2 hafta + 2 gün için eşek gibi çalışmaca... Neyse ki aynı işyerinde 5 yıl çalışanlar 18 güne ulaşırlar; yılda net 3 hafta. Tepe tepe kullan.

Ama bir yandan çok önemli atılımlar yaparsın. Araba alırsın mesela; en önemli konulardan biridir bu. İş bulduktan ve biraz para biriktirmeye başladıktan sonra en acilinden bir araba almak lazımdır. Çünkü... Çünkü... Çünkü... Çünkü araba almak gerekir, niye sorguluyorsun? Herkes alıyorsa elbette sen de alacaksın. 3 yıl sonra üst modelini almayı ihmal etmemeli. Aman haa, uzun yıllar aynı arabayı kullanmamalı, çok daha iyileri çıkmışken neden aynı külüstürle idare edesin ki?..

Kazanç yerindeyse ev almak da gerekir. 10 yıllık kredi alarak kira öder gibi (!) ödemek. Ne kadar mantıklı! 1 yıl sonra canınıza tak etmiş olabilir, herşeyi sıfırlamak, baştan başlamak isteyebilirsin. Ama mümkün değildir. Ödenmesi gereken kredi var. Hele bir bitsin de; sonra bakarız. Topu topu 9 sene... Hem artık 35-40 yaş da genç sayılmıyor mu?

Tabii her şey ortalama giderken okuduğumuz kitaplar "best-seller" olmalı, dinlediğimiz müzikler de, sakın ha, bizi yormamalı. 4 büyüklerden birini tutup tatilde Bodrum'a gitmeli. Sinemada Hollywood filmleriyle ve basit Türk filmleriyle avunmalı. Siyaseten de, elbette ki 3 büyük partiden birine oy vermeli.

Basit yaşamalı. Evlenmeli. Etliye sütlüye karışmamalı. Aman ha, birşeyleri değiştirmek için, en başta kendimizi değiştirmek için, mücadele etmemeli. Dünyayı sen mi kurtaracaksın dostum? Devam et...