İki gün önceki kutlamalarımdan biri, belki de şimdiye kadar kurduğum en büyük cümleydi: "Tam da olmam gereken kişi olduğumu, tam da yapmam gereken şeyleri yaptığımı hissediyorum." Zira özellikle son haftalarda öylesine keyifli, öylesine güzelim ki daha iyisini hayâl etmekte zorlanıyorum. Ama şimdi evrene yanlış iletiler göndermeyelim. Daha iyisi, daha güzeli her zaman mümkün ve dahası için kollarımı sonuna kadar açıyorum.
Yukarıdaki cümleyi kurmuş olmak ne büyük lütuf, ne büyük sevinç! Fakat gerçekten de daha farklı şeyler yapamazmışım, daha farklı biri olamazmışım. Şimdikinin üst sürümlerine (daha da coşkulu, daha da kendiliğinden, daha da beklentisiz, daha da oyunbaz, daha da kabûl hâlinde ...) sonsuza kadar ilerleyebileceğimi biliyorum ama bambaşka bir yol'da da yürüyemezmişim sanki.
Bu sonuçlara nasıl ulaşıyorum peki? Nasıl oluyor da tam da olmam gereken kişi olduğuma, yapmam gereken şeyleri yaptığıma dair bu kadar güçlü bir his sarıyor her yanımı. Yanıt, içimdeki dev huzurda saklı. Yazının başında bahsettiğim kutlama/yas ayini sonrasında kendimi uykuya öyle bir huzurla bırakıyorum ki, günü öyle bir keyifle ve kutlama hâliyle kapatıyorum ki...
Son günlerin aşırı keyifli olması bir yana, büyük resme bakabildiğim zamanlarda, yani çok şükür ki çoğu zaman, o kadar da keyifli olmayan durumları da, yani yasları da kutluyorum. Yani gelen her şeyi geldikleri gibi almaya, kabul etmeye çalışıyorum; daha doğrusu çalışmıyor, öyle yapıyorum. İstisnai durumlar bir yana, her şeyi anında kabul etme gibi -bence kocaman- bir armağanım var.
Bir diğer önemli nokta ise "az"la yetinmek galiba. Yalnız burada bir açıklama yapmam lâzım; azla yetinmekten kastım az tüketmek aslında. Yoksa, tam aksine hayatımda birçok şeyden çok var ve bunların neredeyse tamamı, hayatta gerçekten değerli olanlar parayla satın alınabilecek, tüketilebilecek şeyler değil. Zira bunların hiçbiri kıt kaynak değil, hepsinden bolca var; herkese yetecek kadar bol... Hayatımda tertemiz orman havası var mesela; gerek yüz yüze gerekse sosyal medya üzerinden bildiğim, haberleşebildiğim, dev sevdiğim ve sevildiğim -tanıdık ve tanımadık- çok fazla insandan oluşan kocaman bir çemberim var mesela; en önemlisi, gerçekten sahip olduğumuz tek şeyin zamanımız olduğunu düşünürsek, zamanımın tamamına hükmettiğim bir yaşamım var. Yalnız bu sonuncusu öylesine büyük ve değerini hiçbir şeyle karşılaştıramayacağım bir şey ki...
"Az"la yetinmeyi tercih -ya da akıl- edemeyip zamanının -ve tüm hayat akışının- büyük kısmını başka biri(leri)nin iki dudağı arasına havale etmiş biri olduğum günleri hatırladığımda üstüme ateş basıyor. Pazartesi günleri, milyarlarca insanla birlikte işe gittiğimi (işe gitmek!) düşündüğümde, pazar öğleden itibaren başlayan stresi hatırladığımda aklım çıkıyor. Böyle bir şeyin bir daha olması, -evet dünyanın binbir türlü hâli var ama- düşünebileceğim en akıl almaz senaryoda bile nasıl da uzak, nasıl da olmayacak şey.
***
Ve hâlâ inanamıyorum bazen. Sabah kalkıyorum (ister erken, ister geç) ve eğer canım istiyorsa bir saatimi ya da fazlasını yoga, meditasyon vs. ile geçirebiliyorum. Dünden kalan bulaşık varsa, istersem onlarla başlıyorum. Pek yapmasam da istesem ormanda yürüyüş yapar, istesem bisiklete biner, istesem kitap okurum. İstesem başka şeyler yapar, istesem hiçbir şey yapmaz, istesem gider yine uyurum falan. Hazırlanması ve yenmesi toplamda iki saat kadar süren kahvaltı ayinim(iz) var mesela. Hemen her gün aşırı keyif aldığım, sofram(ız)a her oturanın bayıldığı, yaptığım(ız) her şeyin tarifini aldığı bir kahvaltı. Mutlulukla bir ilgisi olduğuna şüphe olmayan kahvaltıya her allahın günü bu kadar vakit ayırabilmek (ayırmayı seçmek!) en büyük keyif değil de ne... Sonrasında da ofis saatiymiş (okuma-yazma-çizme, mektuplara-mesajlara cevap verme vs.), bazen bahçe işleriymiş, bu aralar çok şükür ki artan gıda üretimleriymiş (zeytin, pekmez, nar ekşisi yapımı vs.), yeni buluşmalara, etkinliklere dair akıl fikir yürütmeymiş, akşam yemeğiymiş, film izlemeymiş derken hopp bir harika gün daha sona eriyor; ölüyor ki yeniye yer açsın. Ardından gelen yenisi yine çok güzel, çünkü tüm zaman'ım yine ben'im.
Bu kadar güzel olması bazen hâlâ inanılmaz geliyor ve sevinip duruyorum. Klasik anlamda bir işte çalışmayalı neredeyse 5,5 yıl olmuş, hâlâ şaşırıyorum bu duruma. "Nasıl yani," diyorum bazen, "nasıl oluyor da sadece ve sadece istediğimi yaptığım bir hayat yaşayabiliyorum?" Olması gerekenin zaten bu olduğunu biliyorum ama dünyanın acı dolu bir yer olduğu, yaşamanın zor olduğu, istemediğin şeyleri yapmanın hayatın kaçınılmaz bir parçası olduğuna dair katî bilgiler (!) öyle kuvvetli ki hiç de öyle olmayabileceğini bizzat yaşayarak görmeme rağmen şaşırıyorum da şaşırıyorum. Gerçi iyi oluyor, bu sayede tekrar ve tekrar şükredip duruyorum; tekrar ve tekrar...
Gerçi benim şaşırmam ve şükretmem için böyle büyük şeylere de ihtiyacım yok. İki yıl önce başka bir yazıda da benzer bir şey yazmışım; her çiş yaptığımda, her burnumu temizleyip -ohh- rahat bir nefes alabildiğimde, içimden her yazı taştığında ve paylaştığımda ve gelen her yorumda, mektupta; beni heyecanlandıran, yaşadığımı hissettiren her fikirde; her yemekte, her sevişmede şaşırıyor, tekrar tekrar şükrediyorum.
Dünyanın kAtlanması zor, acı dolu bir yer olması gerektiği düşüncesi hâlâ gelip gidiyor, "Bunları hak edecek ne yaptım?" diye soruyorum bazen ve hemen Korhan geliyor aklıma; İstanbul'da Dikilitaş'ta boğazı ucundan gören güzel manzaralı bir ev tuttuğumuzun ilk akşamında -şu an hiç de beğenmeyeceğim- şehre bakarken aynı soruyu sormuştum ve son derece gurusal, bilgelik dolu bir cevap vermişti: "Hak etmeyecek ne yaptık Emrecan?"
Dünyanın kUtlanması kolay, neşe-keyif-sevgi dolu bir yer olması için acaba neler mümkün? Tek tek ve hep birlikte...
"hayat kadını" burcu ertunç |
--------------------------------------------------------------
Blog yazarının üç notu:
1 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın?
2 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
Bu muhteşem "gönlünce ve özgürce" yaşamı nasıl finanse ediyorsunuz?
YanıtlaSilOkudukça bu durumu ben de "dev sevdim" :)
merhabalar. köyde ve "küçük" yaşadığım için finanse etmek için epey düşük miktarlara ihtiyacım oluyor. nasıl'dan önce bu bilgi önemli bence.
Silama tam da buna dair daha detaylı bilgi için, yine bu blogda yer alan iki yazıma yönlendirebilirim sizi: 1 - şehirden göçmek isteyenler için bir rehber denemesi (icimdensohbetler.blogspot.com/2015/11/sehirden-gocmek-isteyenler-icin-bir.html) ; 2 - sıkça sorulan sorulara sıkça verdiğim cevaplar (icimdensohbetler.blogspot.com/2015/02/skca-sorulan-sorulara-sss-skca-verilen.html)