Buna dair daha önce de yazmış olmalıyım: Parayı edinme serüvenimizi para kazanma olarak tanımlamamız, olayı tek başına tüm çıplaklığıyla gösteriyor aslında. Para, kazanılan bir şeydir ve bunun karşısında parayı kaybeden birileri vardır; yani sürekli bir rekabet hâli...
Dile getirdiğimiz kelimeler gerçeğimizi tanımlıyor ve yeniden üretiyor ya, bir süredir para kazanmak yerine parayı edinmek, paraya erişmek gibi kullanımları tercih ediyorum. Bu, sadece bir laf ebeliği değil; gerçekten de bir şey kazandığım yok, zira kaybeden yok. Yaklaşık beş yıldır paraya ulaştığım yolların tamamını armağan ekonomisinin* taşlarıyla döşedim ve yapıp ettiklerim, yazıp çizdiklerim, düzenlediğim buluşmalar vs. sonrasında insanlar bana içlerinden gelen ve bütçelerine uyan miktarı -ve/veya para dışı muhtelif armağanlarını- iletiyorlar. Dolayısıyla beş yıldır parayı kazanıyor hissetmiyorum hiç; ediniyorum.
* Armağan ekonomisinin 5n1k'sını, anladığım şekliyle, üç yıl önce bu blogda yazmıştım: http://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2014/09/armagan-ekonomisi-5n1k.html
Armağan ekonomisi uygulamasının önemli ayakları, karşılık armağanının ne olacağını ve miktarını alıcının belirlemesi ve bu karşılığın, ürün/hizmet edinildikten sonra verilmesidir. Bu kavram ile anlatılmak istenen, ürün ve hizmetlerin hiçbir karşılık almadan verilmesi değil ama mümkün mertebe karşılık beklemeden verilmesi ve gelecek olana güvenilmesidir.
Bunların hiçbirinde tamamen saf olan noktaya; yani sıfır beklentili, hayata sonsuz güvendiğim bir alana ulaşmış görmüyorum kendimi. Gerçekleştirdiğim buluşmaların birçoğunda, karşılık armağanlarına alan açacak olduğum son gün yaklaştıkça, "acaba ne gelecek" diye düşünürken buluyorum kendimi. Katılımcıların, -bilebildiğim kadarıyla- maddi durumları aklımdan geçiriyor, verme kanallarının ne kadar açık olduğunu falan hesap -ve tahmin- ediyorum ve son gün geldiğinde toplanan para miktarının -ve diğer armağanların- ne olduklarını saymak için resmen heyecanlanıyorum. Evet, henüz bir aziz değilim ama bunlardan dolayı utanıyor falan da değilim; insanım nihayetinde...
Ama galiba her geçen gün saf olan noktaya yaklaşıyorum ve bu, gerçekleştirmiş olduğum etkinliklerden almış olduğum karşılık miktarlarıyla hem ilgili hem de değil. İlgili, zira bu konuda kendimi daha iyi ve daha açık ifade etmeye başladıkça, gelen karşılıklar her geçen gün benim için daha doyurucu olmaya başladı. İlgili olmayan kısmı ise, belki tüm benliğimle ve her an o noktada olmasam da; yapmış olduklarımın, dünyaya vermiş olduklarımın karşılıklarını, bazen çok daha dolaylı yollardan da olsa bir şekilde aldığıma dair inancımın çoğu zaman yüksek olması. Bunu unuttuğum olmuyor değil ama bir süre sonra hatırlıyorum.
Yine de dramların en büyüğü olan karşılaştırma illetinden sıyrılmış değilim. Son yıllarda gerçekleştirilen muhtelif etkinliklerin, atölyelerin, inzivaların birçoğunu gereksiz pahalı buluyorum mesela ama buna rağmen bana gelen karşılıkları, gereksiz pahalı olduğunu düşündüğüm etkinliklerin fiyatlarıyla karşılaştırdığım vuku buluyor. (Üstelik, tüketim anlamında çoktandır epey küçültmüş olduğum yaşamıma göre, aslında beni tatmin eden miktarlar toplandığında dahi yapabiliyorum bunu.) Bana hizmet ediyor mu? Tabii ki hayır!
Bazı durumlarda ise gerçekten de suistimal edildiğimi hissettiğim oluyor ve fakat bunun nedeni, kişilerin kötü niyeti falan değil elbette (çoğu zaman sadece verme, eksilme korkusu). Gerçekleştirdiğim bir buluşmanın sonunda, hem parası olan hem etkinlikten fazlaca faydalandığını gözlemlediğim ve bunu kendisinden de duyduğum hem de başka etkinliklere bir sürü paralar verebilen birinin, benim etkinliğin sonunda, cebinde akrep belirmesi ve çok düşük bir meblağ iletmesi beni epey huzursuz edebiliyor. Haa, neye göre "çok düşük": o kişinin standartlarına göre. Ama bu durumda bile buna takılmak istemiyorum; nihayetinde verme korkusu varsa vardır ve ver(e)memiştir. Hepsi bu.
Ve fakat, bu durumlar yaşandığında ve yukarıdaki gibi hissettiğimde bile, az verdiğini düşündüğüm kişileri suçluyor değilim en azından. Tüm hayatımı armağan ekonomisi mantığıyla geçirmeyi, etkinlikleri ve diğer tüm "iş"lerimi bu şekilde yapmayı seçen kişi ben olduğuma göre bunun sorumluluğu da bana ait.
***
Bütün bunları anlatıyorum, zira bu kocaman bir süreç. Eski'yi bırakmak ve yeni'ye kavuşmak her zaman bir anda olmayabiliyor. Ama bir yol'a gerçekten inandığımızda, o yol'un bizim için doğru olduğunu sadece zihnimizle değil, kalbimizle bildiğimizde, o'nu takip etmekten başka bir seçenek kalmıyor. Hayatımı armağan ekonomisi ruhuna uygun bir şekilde geçirmekten çok ama çok memnunum ve benim için bu, galiba, takip etmekten kendimi asla alıkoyamayacağım bir yol. Zaman zaman zorlanabilirim, zaman zaman alma-verme dengesinin sağlanmadığını hissedebilirim, zaman zaman daha fazlasını hak ettiğimi düşünebilirim, zaman zaman karşılaştırma yapıp kendimi üzebilirim, zaman zaman gerçekten parasız kalabilirim ama tüm bunlar, armağanlarımı daha da özgürce paylaşmamı, verdiklerimi ne kadar samimi bir şekilde ve ne kadar gönülden verdiğimi görmemi sağlayan muhtelif sınavlar olacak ve eminim ki beni bir olmaya ve güvenmeye daha da yaklaştıracak, bütüne daha da bağlayacak.
Son derece cömert olan dünyamıza daha çok uyum sağlayıp daha da fazla vermek, karşılık beklentisinin yokluğunda vermek için kanallarımın sonuna kadar açılması için neler gerekiyor? Bu kanalların genişleyip her yeri, herkesi sarması için neye ihtiyacım var? Gerçekte var olan ama nedense (!) deneyimleyemediğimiz bolluk dünyasını deneyimlememiz için tek tek ve kolektif olarak neler yapabiliriz?
***
2
Bunu yapmamak daha iyi, daha ulvî, daha ideal midir bilmem; etkinliklerde ve mesela blog yazılarının altında paylaştığım notta, vermeyi kolaylaştırmaya çalışıyorum. Bunu, hem gerçekten de almaya ihtiyaç ve istek duyduğum için yapıyorum hem de dolaylı olarak, birçoğumuzda kapalı olan verme (ve aslında aynı zamanda alma) kanallarını açmak için güzel bir fırsat oluyor.
Blogu takip edenlerin fark etmiş olacağı üzere, bu aralar yazma kanallarım açık. Yazma, paylaşma dürtüsü bir geldiğinde durdurabilene aşk olsun. Büyük bir keyifle yazıyor, paylaşıyorum içimden sohbetler'imi, deneyimlerimi, duygularımı, düşüncelerimi. Bunu, bir karşılık beklentisi ile yapmıyorum; yazıyor, paylaşıyor ve bunun sonucunda okunuyor, duyuluyor olmak başlı başına öyle büyük bir armağan ki yazmaya devam etmek için fazladan bir karşılık almama gerek olmadığı kesin. Bunla birlikte, tüm bu güzelliklerin üstüne bir de muhtelif karşılıklar geldiğinde iyice muhteşem oluyor. Zira almaya ihtiyacım var, hem madden hem de manen...
Velhasıl sevgili okuyan,
Eğer ki blogda veya kitabımda yazdıklarım veya eylemlerim, var oluş hâlim sana herhangi bir şekilde ilham veriyorsa; senin daha iyiye, yani daha kendin olmaya gitmeni kolaylaştırıyorsa; daha güzel bir dünyaya inanmana ve bu yola kendi taşlarını koymana destek oluyorsa; ve tüm bunlar karşılığında içinde hissettiğin minnetin somut bir ifadesini bana sunmak istersen ben buradayım; kollarımı, avcumu, şapkamı açmış bekliyorum.
emreertegun@gmail.com
Alma verme dengesi, tüm dengeler gibi kurulması ve sürdürülmesi ciddi efor gerektiren bir süreç. Hele ki konu beklentisiz "hizmet" verip, karşılığında takdiri, diğerine bırakmak olunca... Üstelik kıyaslama yapma halimiz de hala zaman zaman hortluyor ve bizi istemediğimiz düşüncelere anlık olsa dahi sevk ediyorsa, bu ciddi çabaya diğer yanlarımız da işe karışıp bizi sarsabilir.
YanıtlaSilSamimi ve yakın buldum yazdıklarınızı. O nedenle bu konuda uzun yıllar gayet beklentisiz verme hallerimin, sonunda bana hep artılarla geri döndüğünü, kısmetli biri olduğumu deneyledikten sonra nasıl oldu da herşey tersine döndü de almaktan da vermekten de korkar oldum bilmiyorum demek geldi içimden.
Selamlar.
Selamlar. Paylaşımlar için çok teşekkürler.
SilHer şeyin nasıl olup da tersine döndüğüne, bu korkuların nasıl kendilerine yer açtıklarına dair bir şeyler paylaşmak istersen lütfen yaz. Elimden gelirse, destek olmak isterim.
emreertegun@gmail.com