26 Mart'ta ev sahibinden gelen mesaj sonrası başlayan taşınma süreci (hemen ertesi gün, nasıl hissettiğimi şu yazıda paylaşmıştım.) birkaç gün önce son buldu. Haziran'ın ilk günleri eşyaları toparlayarak, 5'i eşyaları köydeki başka bir arkadaşımızın tuttuğu eve taşıyarak, 6'sı ise son rötuşları halledip köye veda ederek geçti. Bu süreçte bir yandan da köyde veda turlarına çıktım; komşular, sevdiğim/sevildiğim amcalar/teyzeler, arkadaşlar... Ayrıca hem taşınma, toplanma işlerimize destek olmak amacıyla hem de Çandır günlerini bir çeşit kutlamayla sonlandırmak istediğimiz için yanımızda olan dostlarımız da vardı.
Az önce bağlantısını paylaşmış olduğum yazıdaki ruh hâlim bu iki ay boyunca hemen hiç değişmedi; birkaç istisnai gün haricinde hafif ve huzurlu kalmaya devam ettim. İstisnai günlerde de yataklara düşüp ağlamadım ama içimin sızladığı zamanlar oldu; zaten bu kadarı da olmasa insan olduğumdan iyice şüphe edecektim, ki yine de ediyorum bazen.
***
Sürece dair öylesine dev bir rahatlığım ve güvenim var ki... Şu iki küsur aydır konuştuğum birçok kişi benim için iyi dileklerini sunarken ne zaman "karşına güzel yollar çıksın", "huzurlu hâllerin devam etsin" minvalinde cümleler kursa, her seferinde içimden öyle hayata güven dolu cevaplar çıktı ve başka türlü olmayacağından o kadar eminim ki... Bu cümleleri duyduğumda hep "e herhalde", "ya ne olacaktı" gibi şeyler söyleyesim geldi, geliyor. Dışarıdan ukalaca, kibirli falan duyuluyor mudur bilmiyorum ama başka türlüsünü yaşamak o kadar geçmişte kalmış ki artık üst düzeyde olan güvenim ve ben, son derece huzurlu bir şekilde hayatın önüme çıkaracaklarını bekliyoruz.
Başka türlüsünü neden yaşamıyorum peki? Çok mu şanslıyım? Tuzum mu kuru? Karmam mı temiz? Allahın sevdiği kulu muyum? Cevap belki hepsinden, belki hiçbirinden ibaret ama galiba durumu en güzel anlatan, hafiflik yazısında da geçen, Funda'nın bana kurduğu cümle oldu: ""E sen hep hayatın yönlendirdiği şekilde yaşamışsın, hiç zorlamamışsın; bu durumda niye acı çekesin ki?" Gerçekten de niye çekeyim? Karar bile almayan, hemen her zaman kararın kendisini almasını bekleyen ve olan'ı kucaklayan bir insanı ne sarsabilir? Bu durumda ne ters gidebilir? Gitse ne yazar...
***
Velhasıl hafifliğim ve ben yine düştük yollara. Zihinsel ve duygusal yolculuk hâlim zaten hiçbir zaman yerinde saymıyor da fiziksel olarak da hareketlenmiş durumdayım: 6 Haziran sabahı Çandır'dan ayrılıp Dalyan'da yapmış olduğumuz kahvaltı sonrası Funda, Çağım, Ezgi ve ben, Funda'nın bir süreliğine kaldığı ve göz-kulak olduğu Göcek-Gökçeovacık'taki eve gittik. Oradaki günler müthiş bir rahatlama ve sakinleme idi ben için. İyice yavaşladığım(ız), köyde yürüyüşler yaptığımız, dut yemekten birkaç kere şeker komasının eşiğinden döndüğümüz, bolca sohbet ettiğimiz, 9 Haziran'da dolunay orucu tuttuğumuz, meditasyon ve biraz yoga yaptığımız, yakın çevredeki birkaç köyü ziyaret ettiğimiz, bir-iki film, birkaç bölüm Seinfeld* izlediğimiz, biraz da müzik yaptığımız günler... Çağım ve Ezgi cumartesi günü, bense pazar günü (dün) ayrıldık oradan ve Alanya'nın yolunu tuttum ve annemlerin yanına geldim. Bir hafta burada kaldıktan sonra -sevgili Ayşe ve Selahattin'in Kemer-Beycik'teki güzel yaşam alanları olan- Flora'ya geçeceğim ve Çağım ve diğer birkaç arkadaşla burada basit bir çardak inşa edeceğiz. Sonrasında ne yapacağım ise belirsiz olmakla birlikte önümde, keyifli ve içimi coşturan o kadar çok seçenek var ki heyecanım çok yüksek. Bu ihtimalleri ve seçenekleri şimdi paylaşmaktansa yaşadıkça yazmak daha iyi bir fikir sanırım.
* 90'ların efsane dizisi Seinfeld'e yıllar sonra dönüş yapmak harika. İzlemeyenlere -ve aslında izleyenlere de yeniden- göz atmalarını heyecanla öneririm. Özellikle bazı bölümlerde gülmekten karnımıza ağrılar girdi. Konuların ve esprilerin güncelliklerinden hiçbir şey kaybetmemiş olması ayrıca takdire şayan!
"Yine düştük yollara" demişken şu muhteşem kaydı şuracığa bırakıp devam ediyorum.
Duygusal yolculuğum epey hafif devam ediyor. Taşınma sürecinde birtakım iç sıkışıklıklar yaşadığım için (köyden ve evden ayrılmaktan bağımsız sıkışıklıklardan bahsediyorum, belki başka bir yazıda anlatırım) birkaç sancılı gün geçirdim ama bunun dışında heyecan ve coşkulu hâlim her zamankinden de yüksek gibi. Üç yıldır yaşadığım, sayısız anı, tecrübe ve güzellik biriktirdiğim evden ve köyden ayrılmaya dair duygularım ise son derece nötr idi; duyarsız desem yanlış bir ifade olmaz. Yazının başında, insan olduğumdan şüphe ediyorum demem tam da bunla ilgili zaten. Ayrılık sürecine dair içleniyor olmamam ilginç geliyor. Üstelik bu kadar çok sevdiğim bir köy olmasına ve gayet güzel akan düzenimin bozulacak olmasına rağmen... Duygulanmadım, gözlerim dolmadı, içim sızlamadı... Naaparsın işte, ben de böyle bir insanım!
Çandır'da sıkça oluşan sürprizli gökyüzü hâllerinden biri |
Zihinsel yolculuğum ise yine heyecan ve coşkudan ibaret. Dün yolculuk esnasında defterime birtakım notlar aldım ve bir de baktım ki şu anda yazmaya başlayabileceğim ve buna dair istek duyduğum dört tane kitap, bir tane kitapçık beni bekliyor (Bunların hepsini mi yazarım, birini-ikisini mi, yoksa hiçbirini mi, bilmem). Ve hatta yolda bir anda, bu dördü arasında muhtemelen en sonda yer aldığını sandığım kitabın ilk cümleleri iniverdi zihnime ve hemen kâğıda döktüm. Kim bilir, belki bugün ya da yarın önümdeki bilgisayara yeni bir yazı dosyası açıp yazmaya başlayabilirim. Çok heyecanlı yahu!
Zihinsel yolculukta başka şeyler de var: Yeni yeni çemberli etkinlikler, ihtiyacı olan can'lara farklı destek mekanizmaları sağlamalar, post-göçebelik sürecinin nereye/neye bağlanacağı (bunun için de birbirinden keyifli ihtimaller var, akış hazretleri benim adıma karar vereceği için fazla düşünmüyorum) ve fazlası... Bu yazıda bu kelimeyi eskittim resmen ama hayatımda, içinde heyecan olmayan hiçbir şey yok. Çok ama çok şükür!
Yeniden Göçebelik Günleri'nin başlarında olan-bitenler ve hislerim işte böyle. Sanırım devamı gelecek.
son günlerde bakla tohumu toplarken karşımıza çıkan bukalemun |
sevgili Raziye! şimdi ne yapıyordur acaba... |
bu da bukalemunun videosu (sonradan fark ettim ki bende açılmıyor, ya sizde?)
-----------------------------------------
Blog yazarının üç notu:
1 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın?
2 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
emreertegun@gmail.com
Sessizce takip edenlerden iken ses edeyim istedim.. bir de yazılarını okurken araya girip devam eden müzikler için - belki sadece kendin için ekliyorsundur ama - özel teşekkürler.. yazı ve müzikle kurulan bağ bir başka oluyor benim için.. susmayan zihnimi köşesindeki yerine gönderiyor.. yolun açık olsun.. rahatlık ve kolaylık diliyorum..
YanıtlaSilsağol muratcım, güzel dostum...
YanıtlaSilEmrecim ben de seni sessiz sessiz okuyanlardanım. her okuduğumda bir şeyler yazmak geçiyor içimden ama sen öyle güzel kendini, hislerini ifade ediyorsun ki ben iki kelimeyi bir araya getiremiycem diye yazmak tan vazgeçiyorum. Sadece şunu söyleyim, bana hep çok iyi geliyor yazıların ama bir yandan da senin bu bırakma ve huzurlu hallerini acayip kıskanıyorum galiba :)
YanıtlaSilbu "karşılaştırma" illetini başımızdan topyekün atsak pek güzel olacak. insana hiçbir yararı olmayan, sırf kemirici bir şey.
Silsenin yazılı olarak kendini gayet iyi ifade etmen bir yana, etmesen, edemesen ne olur yahu. elden ne geliyorsa o işte. vazgeçme, yaz ((:
bi de bi' sonraki yazıyı oku istersen ((; iç kritiğinin sesini kısmak için yardımcı olur belki