Begüm, Nihat ve Funda ile birlikte eşyaları toparlama sürecindeydik ve kendimi inanılmaz işe yaramaz, bir bok beceremez hissettim birkaç gün. Ne yapacağımı bilemediğim, neyin ucundan tutacağımı şaşırdığım, sadece ve sadece kaçmak istediğim günler. 35 yaşında bir koca çocuk olarak uzaklaşma isteği içimi kavuruyordu. Begüm bir şekilde bu durumumu fark etseydi ve deseydi ki "Yaa Emrecim sen çok yıpranıyorsun, boşver, biz hallederiz" gibi bir şeyler, büyük bir şükranla giderdim. Çünkü beceremiyor, işe yaramıyordum (daha doğrusu öyle sanıyordum) ve dolayısıyla hiçbir şey yapmak istemiyordum.
Sanmayın ki bunun tembellikle bir ilişkisi var. Gerçi tembelliğe saygı duyan bir insanım ama buradaki durum o değil. Öyle olsa, son bir-iki gün toparlanıp daha fazla iş yapabiliyor olmazdım, hele ki eşyaları taşıdığımız, yani hamallık yaptığımız gün bu kadar şevkle ve hiç şikayet etmeden çalışmazdım. Tüm sorun kendi üzerime uzun yıllar önce yapıştırdığım beceriksizlik damgası idi ve bunu defalarca def etmeme rağmen yine geldi, buldu beni. O kadar sinsi ki kendisi, nasıl def edeceğimi aslında bilsem de (aşağıda anlatacağım) iki-üç günlüğüne ağına düşmekten kaçınamadım işte. Neyseki yanımda Funda vardı da biraz ona ağlanabildim hiç değilse. Gerçi ağlanırken bile tam olarak bu durumdan bahsedemedim. İç eleştirmen çok da iyi hedef saptırıyor zira.
***
"Emre yapamaz!", "Emre beceremez!", "Emre'nin eli ermez!", "Emre çok yeteneksizdir!"... İşte bu cümleleri uzun yıllar duya duya öylesine içselleştirmişim ki hâlâ uğraşıyorum. Babamın,-bazen- anneannemin ve kendimin bu tip cümleleri kulağımda yankılanıyor (annemden duyduğumu hatırlamıyorum ama belki ondan da...). Hiçbir kötü niyetleri yoktu, bu durumdan rahatsız falan da değillerdi, hatta ailede bir çeşit espri konusuydu bu, yani elimin teknik işlere pek ermemesi. Beni çok seviyorlardı, buna hiç şüphem yok ama şakayla ve sevgiyle karşılık kurulduğu düşünülen bu cümleler, içe sıkıca yerleştiği takdirde yıllar sonra bile orayı fena hâlde kemirebiliyor işte.
Üstelik özellikle son beş yıldaki süreçte artık elimden az-çok iş de geliyor. Evet, doğuştan gelen teknik becerilerim çok fazla yok; evet bazen hâlâ zor anlayabiliyor ve uygulayabiliyorum o tip işleri ama epey yol da kat ettim. Kaldı ki kat etmesem ne olur! Ne kimseye ne de kendime herhangi bir şey ispatlamaya ihtiyacım var. Olduğum halimle güzelim. Herkes öyle. Ve herkes yapabildiğini yapıyor işte. Hiçbir şey olmak, hiçbir şey yapmak, hiçbir şey başarmak zorunda değilim; değiliz.
"Yapamam", "Değersizim", "Mükemmel olmalıyım", "Hata yapmamalıyım", "Yeterince iyi değilim", "Kimse beni sevmiyor". İşte şahane iç eleştirmen cümle örnekleri.
Grafik kaynak: Web
İç eleştirmen, hemen her insanın içine yerleşmiş olan ufacık ancak çok etkili bir parazittir. Kişinin içinden, özünden değil, ona ait olmayan ama içselleştirdiği korkulardan, uymak zorunda hissettiği toplumsal normlardan, yine içselleştirdiği çevresel birtakım seslerden beslenir.
Kişiyi yerden yere vurmaya, onu sabote etmeye bayılır. Eh, tam da bunun için vardır. Zayıf yanlarımızı çok iyi bilir ve her an ortaya çıkmak içi fırsat kollar. Karanlıktır, kapkaranlık! Şerefsizin önde gidenidir!
Onla ciddi bir mücadele şarttır ama pazarlık etmeye, uzlaşmaya çalışmaya gelmez. O kadar sinsidir ve bir yandan o kadar ikna edicidir ki söylediklerinin doğru olduğundan; işe yaramazın teki olduğumuzdan, başarısızlığımızdan, beceriksizliğimizden, kötülüğümüzden, sevgisizliğimizden (veya sizde hangileri ses buluyorsa) eminizdir onu dinlerken. Bizleri çok hızlı bir şekilde dibe çeker bu arkadaşımız (!). Ve orada tutmak için elinden geleni ardına koymaz, çoğu zaman da başarılı olur; ta ki biz bunun farkına varıncaya kadar.
Peki iç eleştirmenle nasıl başa çıkarız?
- Öncelikle yapmış olduğu saldırıyı idrak etmemiz, duyduklarımızın gerçekleri ifade etmediğinin farkına varmamız gerekli. Yani karanlığa ışık tutmamız.
- Farkına vardıktan sonraki adımımız, onu geldiği yere göndermekten başka bir şey değil. Düşünün ki elinizde bir tenis raketi veya beysbol sopası var ve top üstünüze geliyor, ne yaparsınız? Durup düşünür müsünüz? Topu yollayandan, biraz daha yavaş veya daha kolay bir yere atmasını mı istersiniz? Hayır, top yaklaşır, yaklaşır; ve bam; allah ne verdiyse var gücünüzle ve en uzak köşeye gönderirsiniz onu. Pazarlık yapmazsınız, yapamazsınız; buna ne vakit ne de gerek var. Yapmanız gereken tek şey onu göndermektir.
- Farkına vardınız ama gönderemiyor musunuz; sizin ne kadar güzel olduğunuzu bilen bir arkadaşınızı arayın ve yardım isteyin: "Şu anda yoğun bir saldırı altındayım ve desteğine ihtiyacım var." Durumu anlatın, iç eleştirmeninizin dediklerini onla paylaşın ve arkadaşınıza kulak verin. Arkadaşınız, duyduklarınızın doğru olmadığını hatırlatacaktır. Hatırlayın ve bir dahaki sefere aklınızda tutmaya çalışın. Unuttuysanız arkadaşınız destek vermek üzere yine sizi bekliyor olacak; merak etmeyin!
- Bir kez daha altını çiziyorum, iç eleştirmen son derece sinsi ve zeki bir mekanizmadır. Sizi ikna etmek için elinden geleni yapacaktır. Söylediklerini kabul edemez, onla pazarlık yapamazsınız. Uzlaşmak falan yok, sadece gönderin gitsin.
Ama gerçeği söylüyor gibi geliyor, gerçekten de başarısızım, salağım, yapamıyorum, edemiyorum vs. O sesin hakikati söyleyip söylemediğini nasıl anlayacağım?
İçinizde duyduğunuz o seste gerçeklik payı olabilir. Burada benim yapmaya çalıştığım, duyduklarımda sevgi var mı, konuşan sevgi mi diye kontrol etmek oluyor. İçimde, beni yerden yere vuran ve sadece acıtan bir ses varsa bu, gerçeği dillendiriyor olamaz; sevgi yıkıcı olmaz. Kendi örneğime dönersem, bu ses bana "beceriksizsin, yapamıyorsun" vs. dediği takdirde bunun iç eleştirmen olduğu çok açık. Fakat mesela, "Evet abi bu işleri çok hızlı kavrayamayabiliyorsun; o yüzden daha dikkatli dinlemeli, gözlemlemeli; anlamadığında defalarca sormaktan çekinmemelisin. Fakat bunu yapabilirsin, korkacak bir şey yok." minvalinde bir şeyler dolanıyorsa içimde, bu iç eleştirmen değil, kendinin farkında olan bir insanın temiz iç sesidir (Umarım bu da iç eleştirmenin sinsi bir oyunu, benle yaptığı pazarlık değildir bu arada!)
Velhasıl fark edin, gönderin ve rahatlayın.
*** İç eleştirmenle tanışmamı sağlayan ve onla mücadele etmenin yollarını öğreten başta Shilpa Jain olmak üzere tüm Anadolu Jam ekibine, ayrıca Türkiye'de Öncünün Yolculuğu adı altında gerçekleştirdiğimiz VLJ (Visionary Leader's Journey) etkinliğinin yaratıcısı ve kolaylaştırıcısı Andrew Davies'e çok büyük şükran ve sevgilerimi gönderiyorum. Yukarıda yazdıklarım büyük oranda, onlarla yapmış olduğum çalışmalardan aklımda kalan şeylerden ve kendi deneyimlerimden ibaret.
Babama not: Babacum, buna dair en ufak bir kızgınlığım yok sana, bilesin. Kendini kötü hissetme; muhtemelen tetikte bekleyen iç kritiğine mahâl verme.
Genel not: Tavsiyeler kısmı nedeniyle, biraz fazla kişisel gelişim yazısı gibi oldu ama idare edin.
-----------------------------------------
Blog yazarının üç notu:
1 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın?
2 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
emreertegun@gmail.com
Güzel insanları bir araya getirip gönüllerin tamir olmasına vesile oluyorsun.
YanıtlaSilVarsın iki elektrik, bi mekanik işi de kotaramayıver çok mu :)
yorumundan öper, sarılırım be bahadır ((;
Sil