Sayfalar

6 Ağustos 2016 Cumartesi

yeni tas, yeni hamam

Davranışlarımızın ardında, en basitleştirilmiş haliyle iki ana itki olduğunu söyleyebiliriz: Bir tanesi, istediklerimizin peşinden gitmemizi sağlayan olumlu, yani pozitif itkiler; bir diğeri ise istemediklerimizden uzak durmamızı sağlayan olumsuz, yani negatif itkiler.

Gözlemleyebildiğim kadarıyla, toplumun ezici bir çoğunluğunun davranışlarının, yönelimlerinin büyük kısmı olumsuz itkilere dayanıyor. Olumsuz itkiler; korkulardan, kaygılardan, dünyanın ne kadar boktan bir yer olduğundan, ayrılık bilincinden beslenir. Kendin dışında her şeyin sana düşman olduğu, tüm dünyaya karşı ben, başka bir deyişle ben tek siz hepiniz anlayışıyla kendi başının çaresine bakma gerekliliğinden beslenir. Savunmada kalmak (çoğunlukla savunma amaçlı saldırılarda bulunmak), kaygılı ve endişeli olmak, hep en kötü ihtimalleri düşünmek vuku bulur. Ve düşüncenin gücünün büyüklüğü çoklukla bir şekilde bizi haklı çıkarır. (Bkz. Kendini gerçekleştiren kehanet) Korkularımız, kaygılarımız hiç de boşuna değildir; dünyanın gerçekleri acıdır ve bu acılar içinde kendimizi korumaya çalışmamız akıllıcadır.

Toplumun küçük bir azınlığının davranışlarının, yönelimlerinin -en azından- bir kısmı ise olumlu itkilere dayanıyor. Olumlu itkiler; sevgiden, güvenden, aslında dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğundan/olabileceğinden, birlik bilincinden beslenir. Her şeyin bütünün bir parçası olduğu, dünyanın senin bir yansıman olduğu ve senin de dünyanın bir yansıması olduğun, dayanışmanın mümkün olduğu bir gerçeklikten beslenir. Sakin ve dengede kalabilmek, hayata güven duymak, iyi niyetleri beslemek vuku bulur ve düşüncenin gücünün büyüklüğü yine bizi haklı çıkarır. (Yine bkz. Kendini gerçekleştiren kehanet) Güvenimiz, sevgimiz hiç de romantik saçmalıklar değildir; dünya güzel bir yerdir, burada mutlu olmak, burayı cennet kılmak mümkündür.

Genel olarak son paragrafta yazdıklarıma yakın bir yerde duruyorum lakin bütün bunlar kör ve saf bir Pollyanna olmamı gerektirmiyor. Olan biten ve istemediğimiz olaylardan, durumlardan elbette ki kaçınabiliriz, hatta kaçınmamız gerekir. Birisi size ateş edecekken, sadece iyi düşüncelerle namlunun doğrultusunda beklemek; yanan bir orman yerinde öylece çıtırtıları seyretmek; veya bir dere yatağına ev yapmak, hayata güvenden, olumlu düşünceden falan değil, aymazlıktan gelir.

Velhasıl her konuda olduğu gibi burada da dengede kalıp grinin uygun tonlarında dans etmek, yapabileceğimiz en iyi şeydir. Adımlarımızı mümkün olduğunca olumlu itkiler şekillendirsin ama korkularımızın ve diğer olumsuz itkilerin işlevini de es geçmeyelim. Bunlar sayesinde o kurşundan kaçabilir, doğal afetlere karşı önlem alabilir, gerektiğinde müdahale edebiliriz.

Gerçeklerin farkında olmak, onları oldukları gibi görebilmek, ne kadar olumlu ya da olumsuz olduklarına bakmaksızın bunları kabul etmek (elbette ki olumlu olanlar bizi daha memnun edecektir) ve adımlarımızı bu durumlardaki hislerimize, sezgilerimize göre, zekâmızı da kullanarak atmak bana doğru geliyor.

Bu arada yukarıda gerçeklerin farkında olmak dedim de gerçekler ne ola ki? Gerçekleri, yani hayatı nasıl gördüğümüz, nasıl değerlendirdiğimiz; tüm davranışlarımızı, duygu ve düşüncelerimizi şekillendirdiğinden mütevellit, çok önemli bir konu. Birkaç paragraf önce yazdığım üzere, büyük çoğunluğumuzun gerçeklik algısı olumsuzluklara dayandığı için davranışlarımızı, duygu ve düşüncelerimizi şekillendiren itkiler de buralardan yola çıkıyorlar ve sonuç ortada. Savaşlar, açgözlülük, kıskançlık, açlık, sefalet...

Başta geçim konusu olmak üzere hemen tüm konularda kendimizi hep sağlama almaya, yarını düşünmeye (çünkü yarından korkmaya), zaten her şeyden korkmaya, ötekileştirmeye, zıtlaşmaya o kadar kaptırmış durumdayız ki bu durum bizi gerçekten de korkulası, rekabet edilesi, savaşılası bir dünyaya taşıyor. Dünya bu hale geldikçe daha da korkuyoruz, korktukça daha da bu hale geliyor ve tavuk-yumurta açmazında buluveriyoruz kendimizi. Tavuk mu yumurtadan çıktı yoksa yumurta mı tavuktan? Yanıtlanması mümkün olmayan bir soru bu ve yapmamız gereken bu manasız soruyu sormak değil, bu döngüyü kırmak olmalı. Beslenme ve etik anlayışımıza göre tavuğu veya yumurtasını mı yeriz, doğaya mı salarız bilmiyorum ama bu seçeneklerden herhangi biri, açmazı beslemekten iyidir diye düşünüyorum.

Yarını unutmadan ama asıl bugüne, şimdiye baktığımız, her şeyi bir anda boşvermediğimiz ama hayata biraz olsun güvenmeyi denediğimiz, korkularımızı bir anda sıfıra indiremesek bile hiç olmazsa %50'sini evde tuttuğumuz, siyah ve beyaz köşelerden uzaklaşıp ortalarda, grilerde buluştuğumuz, olumsuz itkileri tamamen göz ardı etmemekle birlikte hayatımızın yönünü olumlu olanların doğrultusuna çevirdiğimiz; istediğimiz, sevdiğimiz, dünyaya yapmak üzere geldiğimiz şeyleri/işleri yaptığımız bir dünya neye benzerdi acaba...

Hayata bambaşka bir algıyla bakmadığımız sürece, eski hamamda eski taslarla yıkanmaya, yani debelenip durmaya, patinaj yapmaya devam edeceğiz. Halbuki yeni hamamlar inşa edebiliriz. Hadi edelim!

-----------------------------------------
Blog yazarının notu:

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

2 yorum:

  1. Yazdıklarınla ilgili olarak iki nokta dikkatimi çekti. Biri olumsuz, diğeri olumlu itkiler ayrımı. Olumsuz itki dediğimiz durumları olumluya çevirmek çok kolay aslında. Neden yapmayı tercih etmediğimizi anlayamadığım kadar kolay. Çünkü başımıza gelen tüm yıpratıcı olaylar, tüm mutluluk getiren olaylardan daha durumda aslında olumlu itkiler yerimizde saymaya, bulunduğumuz konformist çevreye çakılı kalmayı sağlarken, olumsuz itkiler bizi kendimizi geliştirmeye, ilerlemeye iter eğer doğru soruları sorabilirsek kendimize. Bir ying/yang durumu gibi. İkinci nokta ise şu güvenlik mevzusu. Bu konu üzerinde düşünmemi gerektiren bir konu. Sanırım gün geçtikçe evrene güvenme iç güdüm ağır basıyor ve bu beni artık güvenemediğim insanlardan uzaklaştırıyor. Hatta insanın evrene güvenmesi gerektiği kadar kendisine de güvenmesi lazım ama o kadar çok öğretilmişlikle donatılmışız ki, ayıkla ayıkla bitmiyor. O zaman kendimize bile güvenemeyiz gibi geliyor. Bu aşamada aklıma tek çıkış geliyor: Güven şart mı? Ya bu insana has bir beceri değilse? Belki de kişisel olarak güvenilir olma yolunda ilerlemek yapabileceğimiz tek çalışmadır. Belki o zaman güven bize gelir. Kimbilir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. pek güzel yorumlar... teşekkürler!

      olumlu itkilerin bizi yerimizde saymaya, olumsuz itkilerin bizi ilerlemeye yönelttiği kısmına katılmıyorum; doğru soruları sorarsak, belki ama aslolan -son derece öznel bir şey olan- "iyi"ye yönelmek bence. ve bu da, "kötü"den kaçarak ulaşabileceğimiz yer mi, emin değilim.

      belki kısmen öyle tabii... puff işte grinin tonlarında olma hikayesine dönüyorum galiba. zaten ziyah ya da beyaz değil cevap; hiçbir konuda...

      Sil

Yazıyla ilgili yorum yapmak için...