Sayfalar

14 Mart 2013 Perşembe

Sayıklamalar...


Kafada bunca şey uçuşurken en iyisi yazmak; ama ‘bunca şey’in içinden ‘yazılacak şey’(ler)i ayıklamak da işin zor kısmı galiba.

Alanya’dayım ya geçen Salı’dan beri; günlerim öylecenek oturmayla geçiyor. Biri bana sorsa, dese ki “Hadi ama Emre, oturmaya mı geldin?”, cevabım çok basit ve net olurdu: “Evet, ne sandın?”. Arkadaki çıstak-çıstak sesler ve “Hadi ama senin havaların bunlar.” cümleleri de pek bir şey değştirmezdi, ben yine otururdum.

Gereksiz paylaşımlar ve detayları severim ya ben, bilen bilir. Şu anda bunları, dünyanın en büyük yazılım firmalarının birinin yazı yazma programında yazarken (niye hala açık kaynak kodlu programlara geçmediğim hakkında hiçbir fikrim yok), kafamın yeterince karışık ve karmaşık olduğu yetmiyormuş gibi, bir yandan da dünyanın en büyüğü olduğunu sandığım e-posta servis sağlayıcımdaki e-postalarımı ve dünyanın en büyük sosyal medya sitesindeki profilimi kontrol edip duruyorum; bir şey yazan-eden var mı, diye. Hatta bir üçüncü siteye daha baktım bu arada, orada en azından az karaktere izin var. Karaktersiz bir site. (Ne komik!)

Kendimden korktum ve üçünün de sayfasını kapattım; rahat rahat devam edebilirim, neye edeceksem…

Evet, oturuyorum. Bu arada ‘oturmak’ fiilini çok komik kullanmıyor muyuz sizce de? Misafirliğe gitmekten ‘oturmaya gitmek’ diye bahsedilmesi aşırı komik değil mi? Orada esas yapılan sohbet etmek, birlikte yemek, bir şeyler paylaşmak, hadi en azından -ve maalesef- çoklukla birlikte televizyon izlemek… ‘Oturmak’ ise bu ana eylemleri yaparken vücudumuzun almış olduğu şekil. Bu şekli seçmemizin tek nedeni ise, diğer seçenekler arasında en konforlu ve sürdürülebilir olan olması.

Anneannemi kaybetmeden önce, sıkça telefonda görüşürdük. “N’aapıyosun?” sorusuna verdiği cevap hiç değişmezdi: “Oturuyom.”, ve genelde şu şekilde devam ederdi: “Naapiyim…”.

Neyse uzatmayalım, ama komik işte. Yıllardır düşünegeldiğim bir şeyden burada bu şekilde bahsetmek ve bu mühim (!) konunun altını çizmek iyi geldi.

Bir an dikkatim dağıldı ve az kalsın yine e-postamı ve sosyal medya hesaplarımı açıyordum; zor tuttum kendimi.

Onu diyordum, oturuyorum cidden, arada da uzanıyorum. Bunları yaparken yaptığım esas şeyler ise web’de vakit geçirmek (bazen de ‘öldürmek’ belki ama mümkün mertebe saçma sapan zaman harcamamaya özen gösteriyorum.), kitap okumak, belgesel seyretmek, son dönem Türk sinemasından bir takım filmler seyretmek vs.

Bunların yanı sıra da, düşünmek ya da en azından düşünmeye çalışmak. Zaman zaman (ve hatta çoğunlukla) iç karartıcı olsa da ‘Dünya nereye gidiyor?’, ‘Bu büyük iş makinesi neden bu kadar saçma tasarlanmış?’, ‘Peki neden hala yeterince ses çıkarmıyoruz, neden harekete geçmiyoruz, hiçbir zaman geçemeyecek miyiz?’ soruları kafamda yankılanıyor. Bunlara kendimce cevaplar bulduktan ya da bulamadıktan sonra da yeni sorular bastırıyor: ‘Peki sen ne yapacaksın?’, ‘Bu gidişatı değiştirmek için küçük de olsa nasıl katkı sunabilirsin?’, ‘Sahi sen kendin için ne yapıyorsun?’ gibi… Bunlara kendimce cevaplar veriyorum, bazen de veremiyorum; bazen aynı soruya aynı günün iki farklı anında verdiğim cevap birbirine epey ters düşebiliyor.

Bazen o kadar çok şey hücum ediyor ki zihnime, hangisini yakalayacağımı şaşırıyorum. Genelde bu anlar daha yaratıcı ve daha umutlu olduğum anlar oluyor. Bazen de, o kadar anlamsız geliyor ki her şey, hiçbir şeyle uğraşmak istemiyorum, falan…

Ne bileyim, öyle bi’şeyler işte…

1 yorum:

  1. :) Seviyorum sayıklar, karışık, kafası gitgellerle dolu seni!

    YanıtlaSil

Yazıyla ilgili yorum yapmak için...