* Yazmaya dört gün önce başlamıştım ve "Biraz önce" tabiri o gün için geçerli aslında. Birkaç günlük aradan sonra, yazının şöyle bir üstünden geçtim ve yayımlıyorum.
***
Bu konu çok önemli ve bir o kadar zorlu. Sıkıntılı olduğumuz diğer konularda olduğu gibi, bunda da, sıkıntıları çözmenin, şifalanmanın -yeter şartı mı bilmem ama- gerek şartı konuşmak, yazmak, anlatmak, dile getirmek, mümkün olduğunca soyunmak. Seks için değil, utancımızdan soyunmak, çekingenliğimizden soyunmak, ayıp-günah-suçluluk-bilmemnelerimizden soyunmak! Soyunma konusunda gördüğüm, bildiğim en başarılı insan olan Baran'dan almış olduğum cesaretle de başlıyorum çıkarmaya! Ve -muhtemelen devamı da gelecek olan- bu yazının, bu konuyu daha rahat konuşabilmemize hizmet etmesine niyet ediyorum.
Cinsellikle tanışmam çok geç oldu. Orta-1 gibi, sanırım çocukların kendileriyle çoktan oynaşmaya başladıkları, belki daha da ileri gittikleri yaşlarda -kelimenin tam anlamıyla- dünyadan haberim yoktu. İlkokuldan itibaren en iyi arkadaşım olan Abdullah'a sormuş olduğum "Kızların şeyi yok mu Apo?" sorum, olaydan ne kadar bihaber olduğumu gösteren ufak bir örnek olsun. Apo'nun da alacağı olsun, biraz fırlamaydı kendisi, hemen dönüp arka sırada oturan Yasemin'e "Yasemin bak, Emre bir şey soruyor, kızların şeyi yok mu diyor" diyerek kaynar suların başımdan aşağı dökülmesine neden olmuştu. Kronolojik olarak yukarıdaki olaydan önce mi sonra mı hatırlamıyorum ama bir zaman da kızların da bir "şeyi" olduğunu ama bizim pipinin çıktığı yerden ip gibi sarkan bir şey olduğunu falan düşünmüştüm. Bu hayâl gücü nereden geliyordu kim bilir...
"Ben nasıl oldum?", "Bebekler nereden gelir?" gibi soruları -anne, baba, yanılıyorsam düzeltin lütfen- hiç sormadığımı sanıyorum. Bunu merak ettiğimi hiç hatırlamıyorum. Aynı orta-1'de (ki kaç tane orta-1 olabilir) aşık olduğum ve tüm ortaokul sürecine yayılan bir Neslihan vardı mesela ama cinsel en küçük bir dürtü duymadığımı sanıyorum. Gözleri çok güzeldi ve konuşmaya çok utanıyordum, hepsi bu! Orta-3'te ise kuzenim Özge'nin "ayarladığı", başlarda ölüp bitmediğim ama gittikçe daha güzel bulduğum Özlem ilk kız arkadaşım (!) olmuştu ve teneffüslerde, ayıptır söylemesi, çok güzel yan yana duruyorduk. Bir şey konuşuyor muyduk bilmem ama konuşuyorduysak da cinsellikle en uzaktan akraba olan herhangi bir düşüncenin aklımdan geçmediğine epey eminim. Kızın elini tutmak bile hiçbir şekilde aklıma gelmemişti, cinsellikten, öpüşmekten falan geçtim. Gün geldi, benden ayrıldı. Bunu ise bir ulak ile yaptı: onun sınıfından bir kız yanıma geldi ve "Özlem senden ayrıldığını iletmemi istedi" gibi bir şeyler söyledi, bense vakur bir şekilde "Haa öyle mi, tamam, zaten ben de ondan ayrılacaktım." demiştim.
Gerçekten ayrılacak mıydım, yoksa gururum mu bunları söyletti emin değilim ama tam bir öküz olduğum için bunun olması kaçınılmazdı. Özlem ilişkiyi kendince beslemeye gayret ediyor, ben bunlara teşekkür ile bile karşılık veremiyordum. Bir gün, üstünde bir erkekle bir kadının olduğu romantik bir kartpostal gibi bir şey vermişti (fotoğrafı tam olarak hatırlamıyorum ama çocuğun üstü çıplak, kız ona sarılıyor, yağmur yağıyor falan gibi bir şeydi sanki), benden sıfır karşılık. Aynı ya da başka bir gün bana minik bir mektubumsu yazmıştı (yoksa o kartpostalın üstünde mi yazıyordu bunlar?) ve çok iyi hatırladığım ifadeyle, benim, "şimdiye kadar çıktıklarının içinde" en tatlısı, en yakışıklısı, en blablası olduğumu falan muştuluyordu bana. İlk kız arkadaşım benden önce kaç kişiyle çıkmıştı bilmiyorum ama bu durumdan çok rahatsız olduğumu sanmıyorum (adam o zaman da genişmişti demek). Yine başka bir gün, ki bunu hep anlatırım, bana bir tane katlanmış kağıt verdi ama bohça gibi bir şey, kalın mı kalın, içi dolu... Bohçayı açtım ve içinden başka bir bohça çıktı ve onun da içinden başka bir bohça ve onun da içinden... Bir zaman alan bu matruşka oyununun sonunda kıvrılmış olan kâğıdı açıp baktığımda, hemen hepimizin hemen her zaman duymak için can atacağı, iki kelimeden oluşan o güzide cümleyle hayatımda ilk kez karşılaştım: Seni seviyorum. O sıralar sığır ötesi bir insan evladı olmam nedeniyle olsa gerek, okul çıkışında Özlem'le yürürken gerçekleşen bu matruşka eylemi ve en sonunda o kâğıtla karşılaşma an'ım sonucunda ne yapacağımı hiçbir şekilde bilemedim (ayrıca sevinmedim, üzülmedim, galiba heyecanlanmadım vs vs, yani hatırladığım kadarıyla hiçbir insani tepki göstermedim, ne doğalından ne öğrenilmişinden) ve o sırada yanından geçmekte olduğumuz çöpe atıverdim tüm o kâğıtları. Evet, bu satırların güzide (!) yazarı, seni seviyorum'u da attı gitti, hem de kızın yanında. Ve tam da bu nedenle, kızın nasıl hissedeceğini falan da düşünmedi bile. Zaten eve gidiş yolları hemen ayrılıyordu; yoluna gitti. (Kronolojiyi hatırlamıyorum ama Özlem'in bu kıymetli ilişkiyi bitirmek üzere arkadaşını bana yolladığı gün, anlatmış olduğum seni seviyorum günü'nden çok uzak olmasa gerek.)
Sekse gelicem ama gelemiyorum, çünkü bende hiçbir kıpırtı yok. Böyle böyle lise çağı geldi ve herkeste muhtemelen çoktan başlamış olan dürtülerin esamesi okunmuyor. Bu arada ortaokuldaki Neslihan aşkı ve Özlem sevgililiğinden (!) sonra hiç kimse ilgimi de çekmiyor, bu da işin başka bir ilginç yanı. Hımm, tek bir gün süren Aslı aşkım olmuştu gerçi; ama bir ara Ümit'le çıktıkları için (mesela onlar ne yapıyordu acaba? Öpüşüyorlar mıydı en azından? Bunu bile merak etmiyordum ulan, şimdi ettim ilk kez!) onla bir şey düşünmek çok ters olurdu lâkin tanıştıktan epey bir zaman sonra bir gün bir anda gözüme başka parlak göründü Aslı ve o gün inanılmaz coştum. Evde odama gidip Metro fm falan açıp yüksek sesle yabancı müzik dinlediğimi, belki minik hayaller kurduğumu falan hatırlıyorum şöyle böyle. Belki de ilk gerçek kıpırtıdır, ki muhtemelen lise-2'ye denk gelir;
zira lise-2, vücudumda ilk kıpraşmaların başladığı yıldır. Apo'nun tee ortaokulda bahsettiği ve hiçbir şekilde anlam veremediğim, üstelik bayağı da korktuğum kendini tatmin etme hikâyeleri nihayet benim de hikâyelerim oluyordu ve vauvv çok zevkliydi! Gerçeğini yapmak, çok uzun bir zaman daha aklımın ucundan bile geçmedi ama kendi kendine olanını yapmak için heyecanlıydım artık. Aman allahım, cumartesi gecesi ateşi diye bir program vardı ve adının şebnem dönmez olduğunu sandığım hatun programda epey seksi kıyafetler giyiyordu (veya o zamanlar bana öyle geliyordu) ve o yaşlar için çok iyi malzemeydi. Kaldı ki o zamanlar malzemeye kolay kolay ulaşılmazdı.
***
Bu yazı burada bitsin; umarım utanmaya falan kalkmam ve devamını getiririm.
Yazının devamı ertesi gün geldi: http://icimdensohbetler.blogspot.com/2017/01/seks-17-22-yaslarm.html
-----------------------------------------
Blog yazarının üç notu:
1 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
2 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık iletmek istersen bana ulaşır mısın?
emreertegun@gmail.com
kız arkadaşının senden önce kaç kişiyle çıktığını umursamamak genişlik midir bilmem ama, umarasamanın ve dert etmenin "darlık" olduğu kesin. bence :).
YanıtlaSileyvallah... ((:
Sil"ayıptır söylemesi, çok güzel yan yana duruyorduk". :)
YanıtlaSilOf çok güldüm bazı yerlerde. Bayağı ayıymışsın çok afedersin. Çöpe atmış ya :))
uff sorma ((:
Silçok eğlenceli idi , en azından okuması yani çok güldüm çok tatlıydı ne diyeyim ergen zamanların gereği mi yoksa sosyal kültürel genel eğilimlerin sonucu mu :D güzel yazmışın biraz kesmişsin ama yani
YanıtlaSileyvallah ((:
Silpek bi'şey kesmedim valla. aklıma ne geliyorsa seriverdim.