Aldığım notlardan biri de (hem de 5 Ocak'ta) toplumsal fayda yaratan şeylerin bireysel fayda ile çatışma durumu. Bir şey anlamadınız tabii ama merak etmeyin, aşağıda anlatmaya çalışacağım. Bunu yazıya dökmemi sağlayan fişeği ise profilinde şunu paylaşarak Hakan Ozan Erzincanlı* yaktı:
Ziraat mühendisleri Face grubunda şu anda bu soru tartışılıyor:"Tamam," dedim, "buradan girerim artık bu yazıya!" Ve giriyorum...
Herkes burada bahçesinde ki hastalığı, zararlıyı sorup öğreniyor, hangi ilacın ne kadar atılacağını öğreniyor. Eeee ziraat mühendisleri ne kazanacak o zaman ?
Sanırım hemen herkesle, sistemin acayip yanlış kurgulandığı ve işlediği konusunda hemfikirizdir. Yanlış kelimesini kullanırken üç kere düşünüyorum aslında. Zira hemen soruveriyorum kendime: "Kime göre yanlış hocam?" Ancak hem insan topluluğunun çoğunluğuna hem de doğadaki diğer varlıklara zarar vermekten kazanan bir azınlığı kutsayan ve kutlayan sistemin yanlış olduğu konusunda, kusura bakmayın ama fena halde netim.
Hakan'ın örneği üzerinden gidersek, bunu soran, sorgulayan ziraat mühendislerini biraz olsun yadırgamadığımı paylaşayım. Yerden göğe kadar haklılar. Kendi geçimlerini sağlamaları, bu tuhaf sistemde, insanların üretim sürecindeki sıkıntılarla başa çıkamayıp onlardan yardım istemelerine bağlı. Peki nasıl olacak'ın cevabını yine Hakan'ın yorum kısmında yazdıklarından yola çıkarak bulmaya çalışacağım ama önce örnekleri çeşitlendirelim mi?
Doktor dediğin kişi ve aslında bütünüyle sağlık sektörü, insanların hastalıklarından nemalanmıyor mu? Bir diş hekimi kurumsal bir vizyon yazmaya kalksa, bütün insanların dişlerinin çok sağlıklı olduğu bir dünya hayalini koyar mı vizyona? Koymaz! Nasıl koysun! Veya aynı diş hekimi, dişleri temizlemek ve korumak için öyle bir yöntem biliyor olsun ki bir daha hiç kimsenin dişçiye gitmesi gerekmesin. Ne yapar? Muhtemelen bunu kokakolanın sırrından bile iyi saklar ve kimsecikler öğrenmesin ister. Garip mi?.. Ama gerçek, değil mi?..
Nereye baksam benzer bağlantıları kurabiliyorum. Çok da toplumsal olmayan bir örnekle devam ama mantık aynı... Olmaz ya, mesela kurumsal hayata dönmüşüm ve bir şirkette çalışıyorum. Ne bileyim, 10.000 TL maaş alıyorum diyelim (madem olmayacak bir şeyden bahsediyorum, çıtayı yüksek tutalım). Sonra bir gün öyle bir yol keşfedeyim ki keşfettiğim yolu kullandığımız takdirde benim yaptığım işi bilgisayar kendiliğinden yapabiliyor olsun. Şimdi ne olacak? Bulduğum yolu şirketle paylaşırsam, bu yolu kullanırlar, beni de şutlarlar, işsiz kalıveririm. Paylaşmazsam ise çok daha verimli, konuyla ilgili herkesin daha iyi bir duruma gelebileceği bir kazan-kazan durumuna gelemeyiz. Mesela, şirketle konuşsam ve durumdan bahsetsem ve desem ki "Ben size bulduğum bu yöntemi anlatayım, bundan sonra bu işi bilgisayar yapsın. Siz de bana biraz daha az maaş (çok taviz yok, 8.000 TL iyi bence) vermeye devam edin, ben yan gelip yatayım. İşler yürümeye devam etsin, ben keyfime bakma şansı yakalayayım, siz de biraz daha az maaş vermiş olun." Gel gelelim, herkesin daha memnun olacağı, bütün tarafların kazanacağı böyle bir seçeneğin uygulanması pratikte muhtemelen mümkün olmayacaktır. Neden? Olmaz işte!
Bu son örnek anlaşılır oldu mu bilmiyorum ama sistemi gerçekten de acayip sıkıntılı görüyorum. Bireylerin çıkarlarının peşinden koşmaları, toplumsal veya -yerine göre- kurumsal iyiyi getirmiyor, burası bana göre çok net. Bunu nasıl değiştirebiliriz? Ne yaparsak dönüşümün bir parçası oluruz?
Bu sorulara verilecek hap cevaplarım yok elbette. Ancak ne zaman bu tip sistemsel şeylere takılsam, dönüp dolaşıp topluluk olmaya gidiyor kafam. İhtiyacımız olan her şeyi üretebildiğimiz büyükçe bir toplulukta ziraatçı da olacak, şifacı da, marangoz da... Hiç kimsenin yaşaması, ihtiyaçlarını gidermesi, ona iş düşmesine bağlı olmayacak. Belki bir veteriner, altı ay boyunca veterinerlik anlamında hiçbir şey yapmayacak ama -örneğin- keçilerde salgın bir hastalık baş gösterdiğinde gerekeni yapacak. Marangoz, sandalyeleri o kadar kaliteli üretecek ki yıllarca yenilenmelerine gerek kalmayacak. Böylece belki zamanla ona daha az iş düşecek ama bu bir sorun olmayacak. Kimse de çıkıp "Sana ihtiyacımız yok artık!" demeyecek, dememeli! Kaldı ki güven ve sevgi ortamı bir kez kurulduktan sonra böyle şeyler gündeme bile gelmeyecek. Kaldı ki boşta olan kişi(ler), diğer bir işe destek olacaktır. Buna dair herhangi bir kuşkum yok.
Üstte, paraya gerek bile olmayan ideal bir durum kurguladım ama o hayali gerçekleştirme yolunda adımlar atarken, bir yandan çok daha hızlı, hemen uygulayabileceğimiz farklı çözümler de üretebiliriz. Mesela yine Hakan'ın, yukarıdaki paylaşımının altına yorum olarak yazdığı bir bilgi beni çok heyecanlandırdı. Dedi ki "Çin' de hekimlere insanlar sağlıkları yerinde iken para verir, hastalandıkları zaman parayı keserlermiş mesela". İşte bu!! Veteriner, diş hekimi gibi tıbbi konularda bu şekilde uygulama yapabilirken diğer alanlardaki üretimlerde de farklı şekillerde uygulayabiliriz. Mesela sandalye yapan marangoza o sandalyenin maliyetini + düşük bir meblağ daha öderiz. Sonra sandalyenin sağlam kaldığı her yıl, bu sandalye için ödeme yapmaya (sözgelimi 5 TL) devam edebiliriz! Aynı mantığı diğer demirbaş ürün üreticileri için de kullanabiliriz bence. Bir terziye bir şey yaptırdığımızda mesela, aynı yöntemi kullanırız; diktiği kıyafeti giyebilmeye devam ettiğimiz sürece o kişiye ödeme yaparız. Vs...
Ne dersiniz? Bu yöntemler üzerine biraz düşünüp hemen bugün, ufak ufak hayatımıza geçirebilir miyiz? Terzimizle ve diğer üreticilerle bu tip küçük anlaşmalar yapabilir miyiz? Buna bir de armağan ekonomisi uygulamalarını giydirdiğimizde neler olur, düşünebiliyor musunuz??
* Yeni İnsan Yayınevi'nden çıkan Organik Ötesi Tarım kitabının yazarı olur kendisi.
-----------------------------------------
Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki...
Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:
Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazıyla ilgili yorum yapmak için...