sorgulamalar, sistem, topluluklar
Sahra ile bir ay önce falan, eski -ve son- çalıştığım yer olan TEGV'den atılmasına istinaden feysbuk aracılığıyla tanıştım. O gün bugün zaman zaman yazışıyoruz da dün bana bir mektup gönderdi, bu blogda yazmış olduklarımın onda uyandırdıklarına dair; ben de bugün ona üç vörd sayfasını aşan bir cevap yazdım ve kimi fikirlerimi gözden geçirmiş, kimilerini yeni cümlelerle tekrar ifade etmiş oldum. Bu blogdaki yazılara aşina olanlar için yepisyeni konular değiller ama önemli bulduğum kısımları paylaşmak istiyorum. İyi bir toparlama oldu çünkü, kendiliğinden...
"... Gerçi hep yazdım ya, sorgulamak benim işim. Bunu
her halükarda süreklileştirmekten başka çıkar yol bilmiyorum. Dur bak Sevan
Nişanyan’ın “Aslanlı Yol”undan bir cümle not etmiştim defterime… Bi sn… Hıh
buldum: “… Aklın egemenliğine boyun eğen
kişi, … hakikatin tek ve alışıldık cephesiyle yetinemez. Tutarlılığın, ancak
dürüstlükten taviz vererek kazanılan bir erdem olduğunu bilir.” Sevan
burada tam olarak neyden bahsediyordu hatırlamıyorum ama aynı mantığın bütün
hayata ve herkese uygulanabileceğini düşünüyorum. Biz değişiyoruz, dünya
değişiyor, her şey değişiyor. E nasıl olup da sabit, durduğumuz yerde
durabiliyoruz ki bu durumda?.. Geçen yıl Burcu’ya yazdığım bir mektupta şu
cümleyi kurmuştum (üşenmedim, buldum, kopyalıyorum): “şimdi bu kocaman ve kapkarmaşık düzende sistemde nasıl net, nasıl kesin
olunuyor ki, ben asıl bunu anlamıyorum. kendimiz hakkında, başkaları hakkında,
hayat hakkında, hayaller hakkında ... nasıl net olabiliyor ki olanlar?”
Öyle yani, durup durup bakıyorum durduğum yere, fikirlerime, hayallerime;
kimisi iyice kökleniyorlar, kimisi ise uçup yerini bir başkasına bırakıyor. Ve
bunu çok sağlıklı buluyorum.
...
Evet evet, kesinlikle kocaman bir sistem sorunu. Ve
hepsi birbirine bağlı, hiçbirinin bağımsız olma ihtimali yok. Tamamen katılıyorum
sana. Ama işte, senin de değindiğin gibi, kendi sorunlarını çözmekten aciz
insanların dünyayı kurtarmaya kalkışmalarını çok komik buluyorum, her şeyi
devrimden sonraya bırakmayı da öyle. Bunu çok kuvvetli hissediyorum mesela.
Kendimle kavga ederken, kendime rağmen bir şeyler yapar veya bir yerlerde
çalışırken, kendi istemediğim bir hayatta debelenirken nasıl olur da dünyayı
veya ülkeyi kurtarmaya kalkabilirim ki? Hani nerede iç tutarlılık? (Burada iki
paragraf yukarıda yazdığımla çeliştiğimi düşünme. Burada bahsettiğim tutarlılık
“belirli bir zamanda” düşündüğün, hayal ettiğinle yaptığının çelişmeme
gerekliliği – tabii bana göre –… Ama bir insanın bir gün düşündüğünün tam
tersini başka bir gün düşünmesinde sıkıntı değil, gelişme, sorgulama görüyorum)
Dayak yediği kocasından ayrılamayan bir kişi gerçekten feminist olabilir mi?
Veya Unilever’de çalışan bir sosyalist? Bana olamaz gibi geliyor ama bunu
yargılamak için de söylemiyorum bak. Yani Unilever’de çalışan ve sosyalist
fikirleri olan kişiyle sorunum yok. Sadece hayatın kendisine dayattığı
samimiyetsizliğe boyun eğiyordur belki. Bu anlamdaki tutarsızlıkların da az ya
da çok herkeste (ve tabii ki bende de) olduğunu düşünüyorum. Bana göre önemli
olan, bu tutarsızlıkların farkında olmak, mümkün olan yerlerde de bu durumu
engellemek. Sivil itaatsizlik ile ilgili çok güzel bir kitap okudum geçtiğimiz
günlerde ve aklımda kalan en önemli şeylerden biri Gandhi’nin “araç, amaçtır” düşüncesiydi.
Yani insan haklarına saygılı bir grup insan iktidara geldiklerinde “önce şu
adamları asalım, çünkü onlar da bunu bunu yaptılar” diyorsa mesela veya
şimdilerde iktidarın yaptığı öne sürülen seçim hilelerini kullanıyorsa, burada
ciddi bir sorun var. Ulaşmak istediğimiz yere ulaşırken kullanacağımız araçları
amaçlardan ayırmak mümkün olamaz, bana göre.
...
Şimdik, ben diyorum ki bu dünya çok karışık ilişkilerle
örülü bir yer ve bu büyük bir sıkıntı. Koca bir dünya var, 200 küsur ülke var,
bu ülkeler arasında ilişkiler var… Bu ilişkilerin kurulduğu bir sürü örgüt,
girişim vs. var… Bu örgütlerin büyük ülkelerin çıkarlarını korumasından vs.den
hiç bahsetmiyorum bak, oralara girersek zaten fena durum ama benim bu yazıda
kastettiğim, kaçınılmaz karmaşa hali… Sonra her ülkenin içinde kendi karmaşık
ağları, kendi örgütleri… Yasama, yürütme, yargı organları; anayasa, yasa, tüzük
ve yönetmelikler… STK’lar, basın, şirketler… Ve milyon çeşit insan! Sorun şu ki
her zaman milyon çeşit insan bulunacak ve biz bu koca sistem içinde bu milyon
çeşit insanı bir arada tutmaya, fikrimizin diğerine üstün olduğunu anlatmaya,
kanıtlamaya, yasal ya da yasal olmayan yollarla bunları benimsetmeye
çalışıyoruz. Ama sadece Türkiye içindeki farklılıklara bakınca bile bir arada
yaşama konusunun ne kadar zor olduğunu görüyorum ben. Bir bakıyorum tam
özgürlükten -samimi olarak- bahseden birileri, bir bakıyorum sözde solcular, bir
bakıyorum milliyetçiler, bir bakıyorum bana çok acayip gelen dini ya da örfi
kurallara göre yaşayan insanlar… Mesela bir bakıyorum adam diyor ki “belediyede
kadınlara görev vermeyeceğim”. Ama işte burada saymadığım milyon çeşit fikir
sahibinin hepsi kendi fikirlerinin doğruluğundan ne kadar da emin. İşte burada
sıkıntı var… Hemen hiç kimse fikirlerini değiştirmeye açık değil. Dolayısıyla
savaşıyoruz. Güçlü olan da kendi değerlerini dayatıyor. Bu kadar basit (mi
acaba)!
Bundandır sistem içinde savaşma konusunda geri adım atmam ve
yeni bir dünya hayaline dalıp gitmem. “Bizim fikirlerin” sistem içinde iktidar
olmasının imkânsızlığından daha imkânsız belki de hayallerimin gerçekleşmesi.
Ama şu anda bunlara inanıyorum. Ve işin en güzel kısmı da burası: Bu yoldan
gittiğimde hem kendi küçük dünyamda özlediğim dünyayı kurma (veya en azından
buna yaklaşma) şansım var hem de kurduktan sonra örnek olup “bakın biz ne kadar
mutluyuz, siz de yapsanıza” deme şansım. İşte budur beni bu fikirlere ve
hayallere daha bağlı kılan. Yani hem belirsiz bir geleceğe havale edilmeyen, “şimdi”de
uygulamaya geçen hayaller hem de gerçekleştiği zaman (gerçekleşirlerse) fikir
düzeyinde kalmadığı için ilham olmalar…
İşin diğer tarafları da yok değil tabii. “Peki şu anda acı çekenler ne
olacak? Zayıfları kim koruyacak?” gibi sorular gündeme gelebilir haklı olarak. Onları
kendi hallerine mi bırakalım yani? Hımm? İşte burada bir çeşit denge
öngörüyorum ama ne çeşit bir denge, tanımlaması zor. Üç aşağı beş yukarı şöyle
bir noktadayım: Kendimle çelişmediğim bir hayat yaşarken diğerkâmlık
yapabiliyor, başkalarına -fazladan- faydam dokunabiliyorsa ne ala! Ama diyorum
ya zaten, kendimle çelişmediğim bir hayat ve ilişkileri kurduğumda da istemesem
bile başkalarına etkim zaten olacak. Bunun ötesine geçmek istiyorsam da
geçeyim, sıkıntı yok. Daha fazla kişiye yardım edeyim, daha fazla doğa katliamının
önüne geçeyim vs. Bunu istemiyor da değilim. Ben kendimi o kadar da
bağımsızlaştırmış değilim dünyadan ama yapabilsem, belki de bunu yapmayı ve tüm
enerjimi “yeni”yi kurmaya harcamayı isterdim sanırım. Bir gün gerçek ve büyük
çaplı bir dönüşüm gerçekleşecekse bunun küçük çaplı dönüşümlerden,
tümdengelerek değil de tümevararak ortaya çıkacağını düşünüyorum. Yani bütünün
dönüşümü için bütünü dönüştürmekten önce kendini dönüştürmenin olmazsa olmaz
olduğu ve başı çektiği fikrim çok güçlü.
...
“Senden farklı olarak
ben etrafımda dönen koca dünyanın merkezine kadar gitmek istiyorum.”
demişsin ya, bunu anlıyor ve kabul ediyorum. Fakat buna karşılık olarak diyorum
ki gerçekten de etrafımızda koca bir dünyanın dönmesine gerek var mı? Tüm bu
sistemsel sorunlar zaten her şeyin bu kadar büyümesinden ve karmaşıklaşmasından
kaynaklanmıyor mu? Kabileleşsek tekrar, olmaz mı? Kendine yetecek, şöyle 300
civarında kişiden oluşan büyüklükte kalan kabileler kursak, insanlar kendine
yakın hissettiği yerlerde, topluluklarda yaşasa. Kurallar, kanunlar olmasa; her
şey akışta aksa… Ben gerçekten bunu hayal ediyorum işte, Bolo Bolo’yu okudun mu
bilmem, orada tasavvur edilen sistem(sizliğ)i kurmak ve bunu yaşamak istiyorum.
Mümkünse bu yaşamımda ama zor gibi… Eğer dedikleri gibi tekrar tekrar geliyor
isek dünyaya, belki bir veya birkaç sonraki gelişe hazır olur her şey. ((:
Bakalum…
Ama ütopyam bir yana, tüm dünyanın böyle olması çok zaman
alabilir fakat halihazırda kurulmaya başlanmış ve güçlenen “topluluk”
yaşamlarının kartopu gibi büyüyeceğini düşünüyorum. Güzel örnekler çoğaldıkça
ve yaşadığımız dünya, sistem her geçen gün daha çekilmez bir hale geldikçe,
ipini koparma cesaretini gösterenlerin sayısında geometrik artış olacaktır. Bu,
kaçınılmaz gibi görünüyor bana…
..."
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com
ama alakalı ama alakasız paylaşmadan edemeyeceğim; geçenlerde şunu paylaşmış twitter'ından küçük iskender:
YanıtlaSilmeseleye hala uyanamadılar elektriği toptan kesseler sosyal medya iptal. toki de mağara yapar, yerleşir, avlanır, savaşır / geçinir gideriz
velhasıl benim için de bir ilham kaynağısın benzeri bir mektup da benden gelebilir yakın zamanda demedi deme
sağlıcaklan_
lütfen gelsin ((: sevgiler...
Sil