Sayfalar

20 Aralık 2016 Salı

diğer yarılarıma mektup

Nasıl böyle olduk? Nasıl bu hâle geldik? Bildiğimiz anlamdaki savaşlar ve kötülükler bir yana (bu yazıyı yazma sürecinde bile -sırf benim duyduğum- üç tane büyük olay oldu, dünyada ve Türkiye'de; her an olan ve kanıksadıklarımız hariç), günümüzün her dakikasını -kendimizle, diğerleriyle ve doğayla- savaşla dolduran yaşamları nasıl yarattık? Nasıl oluyor da bu kadar çok aptalca şeyi kendimize rağmen, istemediğimiz, beğenmediğimiz hâlde yapabiliyoruz? Nasıl oluyor da hiç ama hiç inanmadığımız hayatları "mış gibi" yaşayabiliyoruz? Nasıl oluyor da bize hiç uymayan deli gömleklerini giyebiliyoruz (dışarıdan cuk oturmuş gibi görünüyor ama cesaretiniz varsa bir de içeriye sorun)? Nasıl bu kadar sıkıcılaştık ve bunu sürdürebiliyoruz?

Benim olayım belli ki bu; hep çağıracağım yüreğinizin çağırdığı yere, hep hatırlatacağım, hep dürtüklemeye devam edeceğim. Bunu yapmamayı düşünemiyorum bile artık ve bir süre önce bunun iki ana nedeni olduğuna kanaat getirdim.

Birincisi ve sanırım esas neden, bazen kulağıma klişe gelse de galiba doğruyu yansıtan hepimizin bir olduğu gerçeği. Bence inancını yaymak isteyen de, hayat tarzını ve/veya düşüncelerini diğerlerine benimsetmek isteyen de, özünde hepimizin bir olduğu gerçeğini hissediyor ve istiyor ki kendince ulaşmış olduğu "doğruyu", "gerçeği" herkes görsün, herkes kabul etsin. Tabii sorun, yaymaya çalışmada, tanıtmada değil; zorla kabul ettirmeye kalktığında, dayattığında ortaya çıkıyor; güç kullanımı, şiddet uygulamaları ve benzerleri vuku buluyor, kan gövdeyi götürüyor...

Güç kullanımları, dayatmalar benim işim değil ama bence ben de hepimiz birizden çıkan güdüyle ısrarla çağırıyorum insanları kendimce doğru bildiğim yola. Gidişin tepetaklak olduğunu göstermeye, görenleri cüret edip adım atmaya davet ediyorum.

Cüret dediğim yerde bi' durmam lazım, günlerdir içimden ve dışımdan bunun geyiğini yapıyorum çünkü. Geçtiğimiz hafta sonu köyü ve beni ziyarete gelen arkadaşım Dane'yle yapmak istediklerimiz ama cesaret edemeyişlerimiz vs.ye dair konuşuyorduk ve kim bilir kaçıncı kez cesur olduğumu duydum ondan. Buna dair 2,5 yıl önce bir yazı yazmıştım ve esas cesaretin şehirde, hiç sevmediği hayatları, sahte bir güvenlik duygusu içinde yaşayanlarda olduğunu anlatmaya, kendi o anki hâlimle yine kendi eski hâlimi kıyaslayarak anlatmaya çalışmıştım.

Dane'yle konuştuğumuzdan beri gülüp duruyorum ne kadar cesurum diye. Sabah istediğim zaman kalkıp upuzun kahvaltılar yaptığım için mi cesurum acaba, yoksa istediğim kadar okuyup yazabildiğim için mi? Ormanın içinde yaşamak ve bünyeye sürekli tertemiz hava çekebilmekte mi cesaretim, yoksa hiçbir şey yapmak zorunda olmadan yaşamayı seçmekte mi? Akşamları sobada kestane yapmak mı daha büyük cüret istiyor, istediğimde Scrabble vs oynamak mı, çok düşük miktarda para ile harika bir şekilde yaşamak mı, yoksa istediğin zaman (-varsa- bahçe ve hayvan bakımı hariç) ve kimseden izin almadan istediğin süre için istediğin yere gidebilmek mi? Bilemiyorum, lütfen siz yardım edin.

İşte tam da durum buyken ve tam da "hepimiz bir"ken ben nasıl edeyim de bunları kendime saklayayım? Ben nasıl edeyim de bas bas bağırmayayım tanıdığım ve tanımadığım insanlara "hadi gelin artık!" diye. Kendime mi saklayayım bu güzellikleri? Nasıl ederim...

İkinci neden ise, alternatif yaşamlar ve hareketler yaygınlaşmadığı takdirde yaşanacak bir dünya kalmayacağı ve her nerede yaşıyor olursam olayım, sistemin ve kurumların yayılmaya ve doğayı, insanları talan etmeye devam edecek olması ve daha doğrudan etkilenmeye başlama ihtimalim.

Israrla çağırmamdaki ana faktör, açık ara birinci neden olabilir ama ikinci neden de yabana atılır gibi değil. Sizler gelmediğiniz, sizler maddi-manevi kaynaklarınızı, zamanınızı, enerjinizi kendi "yeni"nizi kurmak üzere kullanmadığınız ve "eski"yi beslediğiniz sürece eski iyice gürbüzleşecek ve çok uzak olmayan bir gün hepimizi (yani beni de) ham yapacak. Bunu istemiyorum, bundan korkuyorum; anlıyor musunuz? Gerçek gıdaya ulaşamamaktan, susuz kalmaktan (iki yıldır kış ayları yağışsız geçiyor, bahar ayları neredeyse kayboldu - doğa büyük bir hızla yok oluşa gidiyor; iklim, yılbeyıl fark edilecek kadar hızlı bir değişime girdi) korkuyorum; küresel bir gıda krizinden, su savaşlarından korkuyorum. Bütün bunlardan doğrudan etkilenmek kadar bunlara şahit olmaktan korkuyorum (şu anda şahit olduklarımdan korktuğum gibi).

Çünkü hepimiz biriz, çünkü kendimin ve herkesin iyi olmasını istiyorum, çünkü herkes en azından temel ihtiyaçlarını kolayca karşılasın istiyorum. Dünyadaki mevcut zenginlik ve kaynaklarla bunu kolayca yapabilecekken bunu yapmamamızı sıkıntıyla izliyorum. Dünyada cenneti kurabileceğimizi biliyorken bunu yapmamamıza akıl erdiremiyorum. Armağanlarımıza doğru değil, -kuklaymışızcasına- bizi oynatanların iplerimizi çektiği doğrultuya gittiğimize şahit oldukça öfkeleniyorum.

Ve evet, değiştirmek için değişmemiz gerekiyor ve bunu şimdi yapmamız gerekiyor.
"Yolculuk uzun görünüyor olabilir ama ilk adımlar çoktan atıldı. Şimdi adımları ve safları sıklaştırmanın, topluluklar oluşturmanın, 'çok çok' olmanın zamanı. Hem kendimiz hem de bütün için. Bu sadece ideal ve zorunlu olduğu için değil, aynı zamanda keyifli, şenlikli ve 'gerçek' olduğu için." - Bir önceki yazımdan
***

Bir sürü kişi bu ve benzeri yazıları, videoları, şunları-bunları beğeniyor, kafasını sallıyor, "evet yaa," diyor "adam/kadın haklı!"; sosyal medyada paylaşıyor, "en güzeli" falan diyor ve sonra "ama"lar geliyor. "Ama nasıl", "ama borçlar", "ama çocuklar", "ama şu, ama bu" ve kaldığı yerden devam ediyor her şey; yani, çoğunluk için en azından.

Bir şeyleri değiştirmek isteyenlerin (?) çoğu yine hazır reçete bekliyor çünkü. Gerçi o reçeteye yakın bir şey yazdığımda yine kesmiyor. En az dört-beş paraya erişme yolundan bahsetmişim, "başka nasıl para kazanabilirim sence?" diye soruyor; yola çıkıp hayalindeki yeri bulabileceğinden bahsetmişim, "hangi köye yerleşilir?" diyor. Armut hep ağza düşmüyor, azıcık olsun emek harcamak, belki azıcık olsun risk almak, azıcık olsun kervan yolda düzülürcü yaklaşmak gerekiyor. Her şeyi garantiye alıp yola çıkmak ne mümkün ne de keyifli. Bi' düşsen yola, ne güzellikler çıkacak karşına, inanamayacaksın. Hep öyle oluyor, hepimize öyle oldu, oluyor.

Bütün bunlar okuyanlara ne ifade ediyor bilmiyorum. Benzer şeyleri okumaktan, izlemekten sıkılanlar olabilir fakat ben de kardeşlerimin, öteki yarılarımın mutsuz yaşamlarını sürdürmelerinden ve mutsuzluğu beslemelerinden sıkıldım, naapayım?! Bu cümleler, içimde patlayacağına çığrınmaya devam. ((:

Öperim...

-----------------------------------------

Blog yazarının üç notu: 

1 - Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi "Yeni"ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana. 

2 - Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın? 

3 - Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Hiçbir hakkı saklı değildir. Kaynak gösterirsen memnun olurum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazıyla ilgili yorum yapmak için...