Sorunu ortadan kaldırmak mı, yoksa sorunu çözmek mi? Murray Bookchin, geçenlerde okuduğum Ekolojik bir Topluma Doğru adlı kitabında sorunu çözmenin statükoyu barındırdığını ve aslında sistemi sürdürülebilir kıldığını yazıyor. Bu tespite fazlasıyla katılıyorum! "Başka bir dünya mümkün" diyorsak eğer, bunu var olan paradigmalarımızı değiştirerek yapabileceğimizi düşünüyor, sorunu ortadan kaldırmak istiyorum.
Sorunun ne olduğuna gelince, sistemin bütünü gibi görünüyor bana. Böyle olunca da olan bitene sistemin gözlükleriyle bakıp buradan yola çıkmak, anlamlı değişimlere değil, olsa olsa günü kurtarmaya yol açıyor. Ha, hiç yoktan iyidir denebilir ve bu minvalde çalışmalara devam edilebilir. Bu yaklaşımı olduğu gibi çöpe atıyor değilim ama benim yolum farklı.
Sorunu, sistemin bütünü olarak tanımlayınca, niyetim kendiliğinden ortaya çıkıyor: Sistemi ters-yüz etmek, formatlamak ve başkalarının da bunu yapmasına destek olmaya çalışmak. Büyük büyük laflarla, toplum mühendisliğiyle bunun mümkün olmadığını çok gördük. Şimdi kendi devrimlerimizi yapma zamanı! Hızlı hızlı değil belki ama çabuk çabuk...
Bu devrimlerin ani bir kopuşla olmaları gerekmiyor. Bilakis tersi olması gerekiyor bence, ani kopuşla yapılan devrimler, alışmadık popoda durmayan dona benzeyecek ve yere düşecektir. Adımlarımızı hazır oldukça attığımız takdirde ise sindire sindire ilerleyeceğiz. Bu da beni şunu ummaya getiriyor: Bireysel evrim(ler) yoluyla bireysel devrim(ler)imizi gerçekleştirmek. Bireysel devrimini yapanların sayısının artmasıyla da bütünsel devrimin ortaya çıkması.
Bütünsel devrim olur, olmaz, bilmiyorum. Ama zaten bu konuda özel bir çaba sarf edilecek bir durum yok gibi geliyor. Kendimize düşeni yapıp -ve yukarıda yazdığım gibi diğerlerini destekleyip- sonrasında umut etmekten başka...
Bireysel evrim süreçleri ise hayatımızın her alanında, verdiğimiz her kararda saklı. Dört yılda bir verilen oylar o kadar da önemli değil belki; her gün onlarca, yüzlerce oy veriyoruz, onlara bakmak daha iyi değil mi?
Hangi süreçlerin parçasıyız? Ne üretiyor, ne tüketiyor, bu süreçte neye hizmet ediyoruz? Her gün pet şişe satın alarak mı su içiyoruz, yoksa mataramıza mı koyuyoruz; çamaşır makinesini tam doldurarak ve kısa programda mı yıkama yapıyoruz, yoksa üç tişört beş donu iki buçuk saatte mi yıkıyoruz; peki tonlarca suyu kullanılmaz hale getiren fosfatlı deterjanları mı kullanıyoruz, daha temiz yöntemlerin mi peşinde koşuyoruz; -hâlâ kaldıysa- mahalle bakkalından mı alışveriş yapıyoruz, karfurdan mı; doğaya ve insana ciddi anlamda zarar veren bir firmadan mı alıyoruz maaşımızı, doğa dostu bir "iş" yapmaya en azından niyet ediyor muyuz...
Gündelik yaşamımızda nelere oy veriyoruz? Neyi yaşatıyor, neyi öldürüyoruz? Ne için çaba sarf ediyoruz? Neye hizmet ediyoruz?
Sorunu ortadan kaldırma, sorunu çözme ikiliğine bağlarsak... Olan biteni "verili", yani değişmez kabul ettiğimiz takdirde sorunu çözmeye çalışırız. Ancak mevcut durumu kabul etmek zorunda olmadığımızı fark edip başka -sonsuz sayıda- yolun da ihtimal dahilinde olduğunu gördüğümüzde bir şeyler gerçekten değişebilir.
Savaşları kaçınılmaz ve normal olarak görmeye devam ettiğimiz sürece savaşlar devam eder. Savaş makineleri üretilmeye, askerler ve siviller ölmeye devam eder. Askere gitmeyi reddetmediğimiz sürece birbirimizi düşman görmeye, öldürmeye devam ederiz. Biz ne yapıyoruz? Mesela savaşı "verili" kabul edip savaş hukuku diye bir şey geliştiriyor ve aslında savaşı meşru kılıyoruz. Savaş hukukuna bağlı kalındığı sürece, bunu normalleştiriyoruz. "Yeter artık!" demeden, silahları "ama"sız bir şekilde yerin yedi kat altına gömmeden biter mi savaşlar? Bitmez! Ama inanmıyoruz. Fena kanıksamışız...
Tonlarca çöp çıkarmayı normal olarak görmeye devam ettiğimiz sürece çözümümüz geri dönüşüm olur. Plastikler plastik kutusuna, metaller metale... Hiç yoktan iyi midir? Evet! Peki atık konusunu ortadan kaldırıyor mu? Hayır! Yapmamız gereken ne? Kısa vadede daha az çöp çıkardığımız, orta vadede, çok az çöp çıkardığımız, uzun vadede ise hiç çöp çıkarmadığımız yaşamları kurmak...
Ama evet, adım adım... Mümkünse çok da yavaş değil, zira ekolojik olarak geri dönülemez bir noktaya doğru gidiyoruz (hatta bazı bilim adamlarına göre gittik bile!) ama sindire sindire...
Özetle, kısaca şuna karar vermemiz gerekiyor aslında: Ehven-i şer çözümlerle kendimizi oyalayıp çöküşü yavaşlatmak mı istiyoruz, yoksa gerçekten daha güzel bir dünya yaratmak için sorunları yok etmek mi? Buna gerek bireysel gerekse kolektif olarak vereceğimiz yanıt, dünyamızın gittiği yeri şekillendirecek. Sorunların ortadan kalkmasını gerçekten istiyorsak, gözlüklerimizi değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor. Bu gözlükleri taktığımızda bir derece miyoptuk, şimdi oldu sekiz derece! Ama çoğumuz hala aynı gözlüklerle yaklaşıyoruz hayata, doğaya, dünyaya... Olmuyor o yüzden. Olan: kısır döngüler...
-----------------------------------------
Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki...
Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden!
Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:
Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?
Selam,
YanıtlaSilSon dönemde yazdığın yazıları keyifle okuyorum. İçinden akıp geçen cümlelere yol ver, gelsinler bizi bulsunlar. Eleştirilere kulak tıka demiyorum ama eleştirilerin akışını bozmasına izin verme. Sen paylaşmak istiyorsan, vardır bir sebebi. Sorunu ortadan kaldırmak ile sorunu çözmek arasında çok temel bir fark var aslında: kabullenme. Eğer sorunu çözmek istersen, önce onu kabul etmek, sonra anlamak ve tanımlamak zorundasın. Oysa sorunu ortadan kaldırmak için tek bir şey yapman yeterli: Sorunun olmadığı bir dünya düşlemek. O zaman, yani buna sen inanırsan, sorunun olmadığı dünya için en büyük adımı atmış olursun. Eğer beyinle değil kalple yaşıyorsan, bunun mümkün olduğunu bilirsin. Bu kadar basit aslında. Bu yüzden, yazdıklarına akılla kılıf uydurmak mümkün olmasa da, bu onların doğruluğunu azaltmaz.
çok çok teşekkürler berna ((:
Silbu arada senin yorumunu okuyup da "ne eleştirisi?" diye düşünen olabilir. sevgili ahmet'in, yazdıklarımı cümle cümle irdeleyip eleştirdiği bir yazıya istinaden yazmış olmalısın. o yazıyı da paylaşalım burada ((: https://abbasyolcu1.wordpress.com/2015/06/18/sorunu-ortadan-kaldirmak-yorum/