Sayfalar

13 Nisan 2014 Pazar

sorgulamalar, sistem, topluluklar

Sahra ile bir ay önce falan, eski -ve son- çalıştığım yer olan TEGV'den atılmasına istinaden feysbuk aracılığıyla tanıştım. O gün bugün zaman zaman yazışıyoruz da dün bana bir mektup gönderdi, bu blogda yazmış olduklarımın onda uyandırdıklarına dair; ben de bugün ona üç vörd sayfasını aşan bir cevap yazdım ve kimi fikirlerimi gözden geçirmiş, kimilerini yeni cümlelerle tekrar ifade etmiş oldum. Bu blogdaki yazılara aşina olanlar için yepisyeni konular değiller ama önemli bulduğum kısımları paylaşmak istiyorum. İyi bir toparlama oldu çünkü, kendiliğinden...


"... Gerçi hep yazdım ya, sorgulamak benim işim. Bunu her halükarda süreklileştirmekten başka çıkar yol bilmiyorum. Dur bak Sevan Nişanyan’ın “Aslanlı Yol”undan bir cümle not etmiştim defterime… Bi sn… Hıh buldum: “… Aklın egemenliğine boyun eğen kişi, … hakikatin tek ve alışıldık cephesiyle yetinemez. Tutarlılığın, ancak dürüstlükten taviz vererek kazanılan bir erdem olduğunu bilir.” Sevan burada tam olarak neyden bahsediyordu hatırlamıyorum ama aynı mantığın bütün hayata ve herkese uygulanabileceğini düşünüyorum. Biz değişiyoruz, dünya değişiyor, her şey değişiyor. E nasıl olup da sabit, durduğumuz yerde durabiliyoruz ki bu durumda?.. Geçen yıl Burcu’ya yazdığım bir mektupta şu cümleyi kurmuştum (üşenmedim, buldum, kopyalıyorum): “şimdi bu kocaman ve kapkarmaşık düzende sistemde nasıl net, nasıl kesin olunuyor ki, ben asıl bunu anlamıyorum. kendimiz hakkında, başkaları hakkında, hayat hakkında, hayaller hakkında ... nasıl net olabiliyor ki olanlar?” Öyle yani, durup durup bakıyorum durduğum yere, fikirlerime, hayallerime; kimisi iyice kökleniyorlar, kimisi ise uçup yerini bir başkasına bırakıyor. Ve bunu çok sağlıklı buluyorum.
...
Evet evet, kesinlikle kocaman bir sistem sorunu. Ve hepsi birbirine bağlı, hiçbirinin bağımsız olma ihtimali yok. Tamamen katılıyorum sana. Ama işte, senin de değindiğin gibi, kendi sorunlarını çözmekten aciz insanların dünyayı kurtarmaya kalkışmalarını çok komik buluyorum, her şeyi devrimden sonraya bırakmayı da öyle. Bunu çok kuvvetli hissediyorum mesela. Kendimle kavga ederken, kendime rağmen bir şeyler yapar veya bir yerlerde çalışırken, kendi istemediğim bir hayatta debelenirken nasıl olur da dünyayı veya ülkeyi kurtarmaya kalkabilirim ki? Hani nerede iç tutarlılık? (Burada iki paragraf yukarıda yazdığımla çeliştiğimi düşünme. Burada bahsettiğim tutarlılık “belirli bir zamanda” düşündüğün, hayal ettiğinle yaptığının çelişmeme gerekliliği – tabii bana göre –… Ama bir insanın bir gün düşündüğünün tam tersini başka bir gün düşünmesinde sıkıntı değil, gelişme, sorgulama görüyorum) Dayak yediği kocasından ayrılamayan bir kişi gerçekten feminist olabilir mi? Veya Unilever’de çalışan bir sosyalist? Bana olamaz gibi geliyor ama bunu yargılamak için de söylemiyorum bak. Yani Unilever’de çalışan ve sosyalist fikirleri olan kişiyle sorunum yok. Sadece hayatın kendisine dayattığı samimiyetsizliğe boyun eğiyordur belki. Bu anlamdaki tutarsızlıkların da az ya da çok herkeste (ve tabii ki bende de) olduğunu düşünüyorum. Bana göre önemli olan, bu tutarsızlıkların farkında olmak, mümkün olan yerlerde de bu durumu engellemek. Sivil itaatsizlik ile ilgili çok güzel bir kitap okudum geçtiğimiz günlerde ve aklımda kalan en önemli şeylerden biri Gandhi’nin “araç, amaçtır” düşüncesiydi. Yani insan haklarına saygılı bir grup insan iktidara geldiklerinde “önce şu adamları asalım, çünkü onlar da bunu bunu yaptılar” diyorsa mesela veya şimdilerde iktidarın yaptığı öne sürülen seçim hilelerini kullanıyorsa, burada ciddi bir sorun var. Ulaşmak istediğimiz yere ulaşırken kullanacağımız araçları amaçlardan ayırmak mümkün olamaz, bana göre.
...
Şimdik, ben diyorum ki bu dünya çok karışık ilişkilerle örülü bir yer ve bu büyük bir sıkıntı. Koca bir dünya var, 200 küsur ülke var, bu ülkeler arasında ilişkiler var… Bu ilişkilerin kurulduğu bir sürü örgüt, girişim vs. var… Bu örgütlerin büyük ülkelerin çıkarlarını korumasından vs.den hiç bahsetmiyorum bak, oralara girersek zaten fena durum ama benim bu yazıda kastettiğim, kaçınılmaz karmaşa hali… Sonra her ülkenin içinde kendi karmaşık ağları, kendi örgütleri… Yasama, yürütme, yargı organları; anayasa, yasa, tüzük ve yönetmelikler… STK’lar, basın, şirketler… Ve milyon çeşit insan! Sorun şu ki her zaman milyon çeşit insan bulunacak ve biz bu koca sistem içinde bu milyon çeşit insanı bir arada tutmaya, fikrimizin diğerine üstün olduğunu anlatmaya, kanıtlamaya, yasal ya da yasal olmayan yollarla bunları benimsetmeye çalışıyoruz. Ama sadece Türkiye içindeki farklılıklara bakınca bile bir arada yaşama konusunun ne kadar zor olduğunu görüyorum ben. Bir bakıyorum tam özgürlükten -samimi olarak- bahseden birileri, bir bakıyorum sözde solcular, bir bakıyorum milliyetçiler, bir bakıyorum bana çok acayip gelen dini ya da örfi kurallara göre yaşayan insanlar… Mesela bir bakıyorum adam diyor ki “belediyede kadınlara görev vermeyeceğim”. Ama işte burada saymadığım milyon çeşit fikir sahibinin hepsi kendi fikirlerinin doğruluğundan ne kadar da emin. İşte burada sıkıntı var… Hemen hiç kimse fikirlerini değiştirmeye açık değil. Dolayısıyla savaşıyoruz. Güçlü olan da kendi değerlerini dayatıyor. Bu kadar basit (mi acaba)!

Bundandır sistem içinde savaşma konusunda geri adım atmam ve yeni bir dünya hayaline dalıp gitmem. “Bizim fikirlerin” sistem içinde iktidar olmasının imkânsızlığından daha imkânsız belki de hayallerimin gerçekleşmesi. Ama şu anda bunlara inanıyorum. Ve işin en güzel kısmı da burası: Bu yoldan gittiğimde hem kendi küçük dünyamda özlediğim dünyayı kurma (veya en azından buna yaklaşma) şansım var hem de kurduktan sonra örnek olup “bakın biz ne kadar mutluyuz, siz de yapsanıza” deme şansım. İşte budur beni bu fikirlere ve hayallere daha bağlı kılan. Yani hem belirsiz bir geleceğe havale edilmeyen, “şimdi”de uygulamaya geçen hayaller hem de gerçekleştiği zaman (gerçekleşirlerse) fikir düzeyinde kalmadığı için ilham olmalar…

İşin diğer tarafları da yok değil tabii. “Peki şu anda acı çekenler ne olacak? Zayıfları kim koruyacak?” gibi sorular gündeme gelebilir haklı olarak. Onları kendi hallerine mi bırakalım yani? Hımm? İşte burada bir çeşit denge öngörüyorum ama ne çeşit bir denge, tanımlaması zor. Üç aşağı beş yukarı şöyle bir noktadayım: Kendimle çelişmediğim bir hayat yaşarken diğerkâmlık yapabiliyor, başkalarına -fazladan- faydam dokunabiliyorsa ne ala! Ama diyorum ya zaten, kendimle çelişmediğim bir hayat ve ilişkileri kurduğumda da istemesem bile başkalarına etkim zaten olacak. Bunun ötesine geçmek istiyorsam da geçeyim, sıkıntı yok. Daha fazla kişiye yardım edeyim, daha fazla doğa katliamının önüne geçeyim vs. Bunu istemiyor da değilim. Ben kendimi o kadar da bağımsızlaştırmış değilim dünyadan ama yapabilsem, belki de bunu yapmayı ve tüm enerjimi “yeni”yi kurmaya harcamayı isterdim sanırım. Bir gün gerçek ve büyük çaplı bir dönüşüm gerçekleşecekse bunun küçük çaplı dönüşümlerden, tümdengelerek değil de tümevararak ortaya çıkacağını düşünüyorum. Yani bütünün dönüşümü için bütünü dönüştürmekten önce kendini dönüştürmenin olmazsa olmaz olduğu ve başı çektiği fikrim çok güçlü.
...
Senden farklı olarak ben etrafımda dönen koca dünyanın merkezine kadar gitmek istiyorum.” demişsin ya, bunu anlıyor ve kabul ediyorum. Fakat buna karşılık olarak diyorum ki gerçekten de etrafımızda koca bir dünyanın dönmesine gerek var mı? Tüm bu sistemsel sorunlar zaten her şeyin bu kadar büyümesinden ve karmaşıklaşmasından kaynaklanmıyor mu? Kabileleşsek tekrar, olmaz mı? Kendine yetecek, şöyle 300 civarında kişiden oluşan büyüklükte kalan kabileler kursak, insanlar kendine yakın hissettiği yerlerde, topluluklarda yaşasa. Kurallar, kanunlar olmasa; her şey akışta aksa… Ben gerçekten bunu hayal ediyorum işte, Bolo Bolo’yu okudun mu bilmem, orada tasavvur edilen sistem(sizliğ)i kurmak ve bunu yaşamak istiyorum. Mümkünse bu yaşamımda ama zor gibi… Eğer dedikleri gibi tekrar tekrar geliyor isek dünyaya, belki bir veya birkaç sonraki gelişe hazır olur her şey. ((: Bakalum…

Ama ütopyam bir yana, tüm dünyanın böyle olması çok zaman alabilir fakat halihazırda kurulmaya başlanmış ve güçlenen “topluluk” yaşamlarının kartopu gibi büyüyeceğini düşünüyorum. Güzel örnekler çoğaldıkça ve yaşadığımız dünya, sistem her geçen gün daha çekilmez bir hale geldikçe, ipini koparma cesaretini gösterenlerin sayısında geometrik artış olacaktır. Bu, kaçınılmaz gibi görünüyor bana…
..."
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz bi' ses verin lütfen: emreertegun@gmail.com

2 yorum:

  1. ama alakalı ama alakasız paylaşmadan edemeyeceğim; geçenlerde şunu paylaşmış twitter'ından küçük iskender:
    meseleye hala uyanamadılar elektriği toptan kesseler sosyal medya iptal. toki de mağara yapar, yerleşir, avlanır, savaşır / geçinir gideriz

    velhasıl benim için de bir ilham kaynağısın benzeri bir mektup da benden gelebilir yakın zamanda demedi deme
    sağlıcaklan_

    YanıtlaSil

Yazıyla ilgili yorum yapmak için...