Göçebe günler aktifken yediğimi içtiğimi, gezdiğimi gördüğümü, yaptığımı ettiğimi anbean yazmak için bir mecram vardı ve iyi oluyordu. Zira hep söyleye/yazageldiğim üzere yaşamımda olan biteni, değişen hissiyat ve düşüncelerimi burada paylaşmamın bir önemli nedeni başkalarına ilham olmak ve herkesin kendi kalplerinin fısıldadığı yoldan gitmeleri için onları cesaretlendirmekse bir diğeri de sadece kendim için günlük vs. tutmaya üşenen kişiliğim ve bunun sonucunda hayatımda olan onca şeyi kayıt altına alamayışımdı.
Şu sıralarda da bir sürü şey oluyor ve bunları yazmayışım hoşuma gitmediği için biraz gündemimi paylaşmak istedim. Zira gerçekten de içim içime sığmıyor ve gerçekten de akıllarınıza karpuz kabuğu düşürmek istiyorum (benzetmeden dolayı alınmak yok). Gündemimin bir kısmı çok kişisel gerçi ama yazmak istiyorum. Çok sıkıcı olduğumu hissedersem o kısımları silerim ve ruhunuz bile duymaz nasıl olsa.
En günceliyle başlıyorum ve yaklaşık iki saat önce aldığım bir karardan bahsediyorum: Saat 21:00 sularında, 21 gün süreyle şeker orucuna girdiğimi ilan ettim. Resmi olarak yarın başlayacak olan orucum şimdiden başladı aslında. Bunu tetikleyen özel bir neden olmadı aslında. Şekerin çok zararlı olduğunu, her türlü kötü hücreyi beslediğini, büyüttüğünü biliyordum ve aslında bir süredir (özellikle de köydeyken <Köyceğiz-Çandır>) zaten çok aza inmişti şeker tüketimim. Fakat 21 gün hiç ağzıma koymamayı deneyimlemek ve bu süreçte kendimi gözlemlemek istediğimi fark ettim. Bu kararı da kocaman ve çok tatlı bir dilim pastayı hüplettikten hemen sonra aldım. Bakalım neler olacak... Duymayanlar için, herhangi bir alışkanlığı kırmak için 21 gün gerektiği söyleniyor, yazılıp çiziliyor; yazıp çizenin yalancısıyım.
Duyup durduğum ama dün başladığım bir uygulamayla devam ediyorum. Sabahları tuvalet ve yüz yıkama ihtiyaçlarımı giderdikten hemen sonra yazmaya başladım. Uykudan yeni uyanmış zihnimde her ne varsa yazıyorum; o günkü planlar, bir önceki gün yaptıklarım, hissiyatım... Bunun çok faydalı olduğunu çok duydum ama neye faydalı olduğu hakkında da bir fikrim yok ama iyi geleceğine dair bir hissiyatım var. Hem yukarıda bahsettiğim "kendime yazmama" halimi de değiştiren bir alışkanlık, bakalım nasıl etkileri olacak (ya da olacak mı)...
Bu hafta sonu, Armağan Ekonomisi 101 atölyesini canlandırıp buna bir de Armağan Ekonomisi 102'yi ekliyorum ve bununla ilgili de çok heyecanlıyım. Kimler gelecek, nasıl geçecek, nasıl yeni dostluklar, bağlar kurulacak...
---------------------------------
7 ay aradan sonra İstanbul'da olmak çok güzel bu arada. Dostları görmek; kimisiyle çemberleşmek, kimisiyle biralamak, kimisiyle kahvaltı, kimisiyle akşam yemeği derken pek keyifli geçiyor günler. Öğleden sonra ve akşam birileriyle buluşarak geçerken sabahları ve geceleri de önümüzdeki günlerin -ve bir de- atölyenin planlamaları ve yazışmalarıyla geçiyor.
Bu arada bir can arkadaşım henüz yavruladı, bir diğerinin de eli kulağında; böyle güzellikler de sürüp gidiyor.
Bütün bu hengame ve koşturma içinde beni tetikleyen ve üzen tek şey ise buradaki hayata sıkışmış arkadaşlarım (buna üzülmekten kendimi hala alamıyorum, yapacak bir şey yok). Ama hayatından memnun alan azınlığı kastetmiyorum, gerçekten mutlu olanlar ("gerçek mutluluk"un ne olduğu ve ilüzyonlarımızı ayrıca tartışabiliriz tabii) elbette ki devam etsinler de memnun ve mutlu olmayıp da başka hayatlar düşleyen ama o ilk birkaç adımı atamayanlara destek olmak, onları cesaretlendirmek istiyorum. Asıl cesaretin ve zor olanın, kalbin başka şeyler yapmak ve daha sakin bir hayat sürmek isterken bunu sürdürmek olduğunu; yeni bir yola gitmenin o kadar da korkulacak tarafları olmadığını haykırmak istiyorum kendilerine (ürkütmemek için usulca fısıldamakla yetiniyorum). Bu işlerin zorla ve başkasının ittirmesiyle olmayacağının da bilincindeyim tabii ama bu yolu kolaylaştırmak da görevimmiş gibi geliyor, naapiyim...
Yanlış anlaşılmasın, kendi hayat tarzımı dayatmak ve bunun tek doğru yol olduğunu iddia etmek değil niyetim. Herkesin kendi doğru yolu olduğunun ve bunu içlerinde hissedeceklerinin bilincindeyim. Ama üst paragrafta bahsettiğim kişiler zaten bunu hisseden, fark eden fakat türlü nedenle adım atmakta zorlanan dostlarım. Hissedip, fark edip, "bilip" hayata geçirilemeyen hayaller beni pek tetikliyor işte...
Emre Ertegün, İstanbul'dan bildirdi.
Sonradan ekleme: Bir de Krishnamurti okuyorum bugünlerde ki çok iyi geldi, çoook!
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazıyla ilgili yorum yapmak için...