Kafada bunca şey uçuşurken en iyisi yazmak; ama ‘bunca şey’in
içinden ‘yazılacak şey’(ler)i ayıklamak da işin zor kısmı galiba.
Alanya’dayım ya geçen Salı’dan beri; günlerim öylecenek
oturmayla geçiyor. Biri bana sorsa, dese ki “Hadi ama Emre, oturmaya mı geldin?”,
cevabım çok basit ve net olurdu: “Evet, ne sandın?”. Arkadaki çıstak-çıstak
sesler ve “Hadi ama senin havaların bunlar.” cümleleri de pek bir şey
değştirmezdi, ben yine otururdum.
Gereksiz paylaşımlar ve detayları severim ya ben, bilen
bilir. Şu anda bunları, dünyanın en büyük yazılım firmalarının birinin yazı
yazma programında yazarken (niye hala açık kaynak kodlu programlara geçmediğim
hakkında hiçbir fikrim yok), kafamın yeterince karışık ve karmaşık olduğu
yetmiyormuş gibi, bir yandan da dünyanın en büyüğü olduğunu sandığım e-posta
servis sağlayıcımdaki e-postalarımı ve dünyanın en büyük sosyal medya
sitesindeki profilimi kontrol edip duruyorum; bir şey yazan-eden var mı, diye.
Hatta bir üçüncü siteye daha baktım bu arada, orada en azından az karaktere
izin var. Karaktersiz bir site. (Ne komik!)
Kendimden korktum ve üçünün de sayfasını kapattım; rahat
rahat devam edebilirim, neye edeceksem…
Evet, oturuyorum. Bu arada ‘oturmak’ fiilini çok komik
kullanmıyor muyuz sizce de? Misafirliğe gitmekten ‘oturmaya gitmek’ diye
bahsedilmesi aşırı komik değil mi? Orada esas yapılan sohbet etmek, birlikte
yemek, bir şeyler paylaşmak, hadi en azından -ve maalesef- çoklukla birlikte
televizyon izlemek… ‘Oturmak’ ise bu ana eylemleri yaparken vücudumuzun almış
olduğu şekil. Bu şekli seçmemizin tek nedeni ise, diğer seçenekler arasında en
konforlu ve sürdürülebilir olan olması.
Anneannemi kaybetmeden önce, sıkça telefonda görüşürdük. “N’aapıyosun?”
sorusuna verdiği cevap hiç değişmezdi: “Oturuyom.”, ve genelde şu şekilde devam
ederdi: “Naapiyim…”.
Neyse uzatmayalım, ama komik işte. Yıllardır düşünegeldiğim
bir şeyden burada bu şekilde bahsetmek ve bu mühim (!) konunun altını çizmek
iyi geldi.
Bir an dikkatim dağıldı ve az kalsın yine e-postamı ve
sosyal medya hesaplarımı açıyordum; zor tuttum kendimi.
Onu diyordum, oturuyorum cidden, arada da uzanıyorum.
Bunları yaparken yaptığım esas şeyler ise web’de vakit geçirmek (bazen de ‘öldürmek’
belki ama mümkün mertebe saçma sapan zaman harcamamaya özen gösteriyorum.),
kitap okumak, belgesel seyretmek, son dönem Türk sinemasından bir takım filmler
seyretmek vs.
Bunların yanı sıra da, düşünmek ya da en azından düşünmeye
çalışmak. Zaman zaman (ve hatta çoğunlukla) iç karartıcı olsa da ‘Dünya nereye
gidiyor?’, ‘Bu büyük iş makinesi neden bu kadar saçma tasarlanmış?’, ‘Peki
neden hala yeterince ses çıkarmıyoruz, neden harekete geçmiyoruz, hiçbir zaman
geçemeyecek miyiz?’ soruları kafamda yankılanıyor. Bunlara kendimce cevaplar
bulduktan ya da bulamadıktan sonra da yeni sorular bastırıyor: ‘Peki sen ne
yapacaksın?’, ‘Bu gidişatı değiştirmek için küçük de olsa nasıl katkı
sunabilirsin?’, ‘Sahi sen kendin için ne yapıyorsun?’ gibi… Bunlara kendimce
cevaplar veriyorum, bazen de veremiyorum; bazen aynı soruya aynı günün iki
farklı anında verdiğim cevap birbirine epey ters düşebiliyor.
Bazen o kadar çok şey hücum ediyor ki zihnime, hangisini
yakalayacağımı şaşırıyorum. Genelde bu anlar daha yaratıcı ve daha umutlu
olduğum anlar oluyor. Bazen de, o kadar anlamsız geliyor ki her şey, hiçbir
şeyle uğraşmak istemiyorum, falan…
Ne bileyim, öyle bi’şeyler işte…
:) Seviyorum sayıklar, karışık, kafası gitgellerle dolu seni!
YanıtlaSil