26 Ekim Pazar günü sabaha karşı saat 04:00'de saatler bir saat geri alınacak; böylece hava bir saat daha erken aydınlanıp bir saat daha geç kararacak.
mış...
Erken derken? Geç derken?
Bizim bahçedeki zeytin ağacına sordum, "işim olmaz" dedi.
Duta gittim, ellerimle diktiğim eriğe, yine bizim diktiğimiz ama tutmayan şeftaliye, "valla bize farkmaz, o sizin algınız" gibi bir şeyler mırıldandılar.
Böcekler var bir sürü bizim bahçede, sonra karşıdaki çamlarda zaman zaman gördüğümüz sincaplar, komşunun bahçesinden girip çıkan tavuk ve horozlar, yine komşunun inekleri...
İnanır mısınız umurlarında değil; söz birliği etmiş gibiler, gram umursamıyorlar.
...
Tam da saat(sizlik)le ilgili kendimce bir şey deneme fikrinin doğduğu bu günlerde bunlar geçiyor aklımdan. Modern hayatın dayattığı yatma, kalkma saatleri; sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği zamanları gibi koşullanmaları tamamen atmak istiyorum üstümden. Köyde yaşarken bile -yemek saatleri mefhumunu büyük oranda çöpe göndersek de- "geç oldu kalkayım" , "bu saatte yatılır mı, daha erken" gibi cümleler kurduğumu, gece çişe kalktığımda saati merak ettiğimi fark ediyorum ve ne kadar da anlamsız geliyor.
Birileriyle buluşma, verdiğim sözü tutma gibi durumlar haricinde niye ihtiyacım olsun ki saate? Bu hafta sonu saatler geri alınacakmış, ne gam! Bana ne abi; ben yine güneşin durumuna göre uyansam, acıktığımda yesem, enerjik hissettiğimde bahçede çalışsam, canım istediğimde kitabımı yazmaya devam etsem, ilham geldikçe blog yazısı yazsam, uykum gelince de saatin kaç olduğunu bilmeksizin uyuyuversem ya.
Bu konuda kendimi tamamen bıraktığımda neler olacağını merak ediyorum. Saatsiz yaşama halinde vücut kendi düzenini mi oluşturacak, yoksa düzensiz bir gidişat mı olacak, merak ediyorum.
Evet evet, bunu yapıcam. Hem de bugünlerde bir gün başlayarak... Telefonumun ve bilgisayarımın saatini gizleyecek, evde bulunan tek saati görmezden gelecek ve bir süre saatsiz yaşayacağım. Nasıl bir düzenin / düzensizliğin işleyeceğini görmek için de gönüllü bir arkadaşıma yatma-kalkma, yemek yeme gibi temel konuları haber veren bir sms atacağım; not alsın ve sonra bana bildirsin. Bir ya da üç hafta, bilmiyorum, deneyip sonuçlarına bakacağım. İlginç olabilir...
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com
Sayfalar
22 Ekim 2014 Çarşamba
2 Ekim 2014 Perşembe
"Kendi oyunum"u oynuyorum
Dün gece yattığım yerde uykuya dalmak üzereyken şu cümle belirdi zihnimde ve unutmamak için hemen not aldım:
"Oyun"u kurallarına göre oynama, "kendi oyunun"u yarat.
İstanbul koşturmacaları ve aşırı sosyal günlerimde temas ettiğim dostlar ve sosyal medyada veya sokakta gördüğüm tanıdık/tanımadık kişiler, kurumlar; sık sık "oyun"a dahil olmuşluk ve sistemin parçası olmuşluk kavramlarını getiriyor zihnime.
-Zihnen ve tüm yaşamı ile- sistemin gayet içinde olan kişiler farklı bir bilinç seviyesinde ve onları yargılamamayı başarabiliyorum ama aynısını kalbi başka bir dünya için atanlar için yapamayabiliyorum bazen. Yani başka bir dünya hayali kuran kişilerin "oyun"u umarsızca kabul etmeleri, ne yalan söyleyeyim beni biraz üzüyor ve müdahale etmek istiyor içim.
Çevre, ekoloji vs. diyen biri her yere özel arabasıyla gittiğinde, bir diğeri bir petrol firmasında çalıştığında, kocaman bir kongre düzenleyen bir STK sponsor olarak kirli bir firmayla anlaştığında benim içim sıkışıyor. Gandhi'ye acayip katılıyorum ben, "araç" "amaç"tır. Yani bir hedefe varmak için veya öylesine çıktığım o yolda (hayatımda) kendimle -ve varsa hedeflerimle- çelişen araçlar kullanıyorsam, orada ciddi bir sıkıntı hissediyorum. Ve yanlış araçla doğru amaca gitmeyi olası ve samimi görmüyorum.
Bunlar bir yana; kendimden başlıyorum, fark ediyorum, değişiyor, değiştiriyorum. Tutarlı yaşamaya, kendimle çelişmemeye çalışıyorum. Yaşamdaki bütün araçlarımı, yani her adımımı düşünerek atmaya çalışıyorum, daha çok fark ediyorum, yine değişiyorum. Fark edebildiğim her şeyi sorgulamaya çalışıyorum ve yapıyorum da. Bunla kalmayıp sorguladıklarımı da bir daha sorguluyorum. Her an yeni bir ben var çünkü. Kati sonuçlara ulaş(a)mıyorum. Bütün bunlar için yavaşlıyorum bu arada, bence işin olmazsa olmazı.
Bütün bunlar tüketim ve üretim konularına getiriyor beni tabii ki. Ne tüketmeliyim, nereden-kimden almalıyım, temel ihtiyaçlarımın dışına hiç çıkmamalı mıyım, azıcık çıksam olmaz mı, çıkıyorsam suçluluk hissetmeli miyim, arzularım ne diyor, çevremdeki uyaranlar bana ne yaptırmaya, ne satın aldırmaya çalışıyorlar...
Peki ne üretmeliyim? Nerede çalışmalıyım? Çalışmalı mıyım? Üretmek ne, çalışmak ne? İnanmadığım kişi ve kurumlar için çalışırsam ne olur? Ruhum buna ne der, ne diyor? Peki kalbim bana ne söylüyor? Gerçekten ne yapmak istiyorum? Bunları boşverip bir süre dişimi mi sıkayım? Korkuyor muyum?
Hemen küçük adımlar atarsam ne olur peki? Veya zaten attıysam, onları büyütürsem? Armağan çemberleri ve paylaşım siteleri aracılığıyla birçok ihtiyacımı karşılayabilirsem ne olur? Paraya daha az ihtiyacım kaldığında ne olur? Evimde saksıda yiyeceğimin bir kısmını yetiştirirsem, ekolojik üretim yapan birilerinden veya ekolojik pazarlardan alışveriş yapar, böylece hem kendi vücudumu hem de o çiftçileri desteklersem ne olur?
Çocuğuma o korkunç oyuncakları (renkli renkli, gürültülü, aşırı uyarıcı şeyleri kast ediyorum) almaktan vazgeçer ve hatta mevcut olanları çöpe gönderirsem, on altıncı ayakkabımı, dokuzuncu ceketimi almaya kalkmazsam, telefonum ve televizyonum son model olmazsa ne olur?
"Oyun"dan -yavaş yavaş ya da bir anda- çıkarsam, bana sunulanı kabul etmezsem ne olur?
Sadece "kendi oyun"umu oynarsam...
...
...
...
Sahi bütün bunları boşverip hayatıma aynen devam edersem ne olur?
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com
"Oyun"u kurallarına göre oynama, "kendi oyunun"u yarat.
İstanbul koşturmacaları ve aşırı sosyal günlerimde temas ettiğim dostlar ve sosyal medyada veya sokakta gördüğüm tanıdık/tanımadık kişiler, kurumlar; sık sık "oyun"a dahil olmuşluk ve sistemin parçası olmuşluk kavramlarını getiriyor zihnime.
-Zihnen ve tüm yaşamı ile- sistemin gayet içinde olan kişiler farklı bir bilinç seviyesinde ve onları yargılamamayı başarabiliyorum ama aynısını kalbi başka bir dünya için atanlar için yapamayabiliyorum bazen. Yani başka bir dünya hayali kuran kişilerin "oyun"u umarsızca kabul etmeleri, ne yalan söyleyeyim beni biraz üzüyor ve müdahale etmek istiyor içim.
Çevre, ekoloji vs. diyen biri her yere özel arabasıyla gittiğinde, bir diğeri bir petrol firmasında çalıştığında, kocaman bir kongre düzenleyen bir STK sponsor olarak kirli bir firmayla anlaştığında benim içim sıkışıyor. Gandhi'ye acayip katılıyorum ben, "araç" "amaç"tır. Yani bir hedefe varmak için veya öylesine çıktığım o yolda (hayatımda) kendimle -ve varsa hedeflerimle- çelişen araçlar kullanıyorsam, orada ciddi bir sıkıntı hissediyorum. Ve yanlış araçla doğru amaca gitmeyi olası ve samimi görmüyorum.
Bunlar bir yana; kendimden başlıyorum, fark ediyorum, değişiyor, değiştiriyorum. Tutarlı yaşamaya, kendimle çelişmemeye çalışıyorum. Yaşamdaki bütün araçlarımı, yani her adımımı düşünerek atmaya çalışıyorum, daha çok fark ediyorum, yine değişiyorum. Fark edebildiğim her şeyi sorgulamaya çalışıyorum ve yapıyorum da. Bunla kalmayıp sorguladıklarımı da bir daha sorguluyorum. Her an yeni bir ben var çünkü. Kati sonuçlara ulaş(a)mıyorum. Bütün bunlar için yavaşlıyorum bu arada, bence işin olmazsa olmazı.
Bütün bunlar tüketim ve üretim konularına getiriyor beni tabii ki. Ne tüketmeliyim, nereden-kimden almalıyım, temel ihtiyaçlarımın dışına hiç çıkmamalı mıyım, azıcık çıksam olmaz mı, çıkıyorsam suçluluk hissetmeli miyim, arzularım ne diyor, çevremdeki uyaranlar bana ne yaptırmaya, ne satın aldırmaya çalışıyorlar...
Peki ne üretmeliyim? Nerede çalışmalıyım? Çalışmalı mıyım? Üretmek ne, çalışmak ne? İnanmadığım kişi ve kurumlar için çalışırsam ne olur? Ruhum buna ne der, ne diyor? Peki kalbim bana ne söylüyor? Gerçekten ne yapmak istiyorum? Bunları boşverip bir süre dişimi mi sıkayım? Korkuyor muyum?
Hemen küçük adımlar atarsam ne olur peki? Veya zaten attıysam, onları büyütürsem? Armağan çemberleri ve paylaşım siteleri aracılığıyla birçok ihtiyacımı karşılayabilirsem ne olur? Paraya daha az ihtiyacım kaldığında ne olur? Evimde saksıda yiyeceğimin bir kısmını yetiştirirsem, ekolojik üretim yapan birilerinden veya ekolojik pazarlardan alışveriş yapar, böylece hem kendi vücudumu hem de o çiftçileri desteklersem ne olur?
Çocuğuma o korkunç oyuncakları (renkli renkli, gürültülü, aşırı uyarıcı şeyleri kast ediyorum) almaktan vazgeçer ve hatta mevcut olanları çöpe gönderirsem, on altıncı ayakkabımı, dokuzuncu ceketimi almaya kalkmazsam, telefonum ve televizyonum son model olmazsa ne olur?
"Oyun"dan -yavaş yavaş ya da bir anda- çıkarsam, bana sunulanı kabul etmezsem ne olur?
Sadece "kendi oyun"umu oynarsam...
...
...
...
Sahi bütün bunları boşverip hayatıma aynen devam edersem ne olur?
-----------------------------------------
Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)